22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 HAZİRAN 2020 7 OKUDUKLARIM İZLEDİKLERİM H ayvanlar ölümleri yaklaştığında bunu içgüdüsel olarak (fiziksel vb.) sezinleseler DÜŞÜNDÜKLERİM Dostunu kaybettikten sonra ölümsüzlüğü arayan de; ölüme en uzak, en sağlıklı dönemlerinden (çoğu kez çocukluk döneminden) başlayarak öleceklerinin bilgisine (bilincine) sahip olan tek Gılgamış canlı türü insan olsa gerek... Ölümsüzlük arayışı da bü yük olasılıkla bu türün bu ATAOL BEHRAMOĞLU nin ünlü kralı Gılgamış üzerine yazıldığını belirterek başlıyor. bilgiye sahip oluşuyla başlı Gılgamış öyküsünün türetilişinin tarihi yor olmalı. Bu konuda yine de bazı kuşkularım M.Ö. 3000. Yani “Homeros’un destanından en az var doğrusu. 1500 yıl önce”... Ölüm (yok oluş) duygusunu güçlendiren bir et Yazıya dökülüşünün ise M.Ö. ikinci bin yılın kenin bireycilik olduğunu düşünüyorum. Biricik ilk yüzyıllarında olduğu yine bu giriş yazısında olan ben nasıl yok olabilir? belirtiliyor. Destanın günümüze ulaşmasının baş İnsanın kendini bir toplulukla, doğayla, kendi döndürücü karmaşıklıktaki öyküsüne burada gi si dışında bir başka şeyle özdeşleştirdiği bir anla remeyiz. Meraklılar sözünü ettiğim yazıyı bulup yışta, ölme (büsbütün yok olma) duygusu daha az okumalılar. ürkütücü olsa gerek... Bununla birlikte, ölümsüz Beni burada özellikle ilgilendiren ise desta lük arayışının en eski zamanlarda başlamış oldu nın kahramanı Gılgamış’ın, “çok insanca bir il ğuna tanıklık eden yapıtlar var. gi olarak ölümlülük sorunu üzerine eğilen, bil Bunların başlıcalarından biri Gılgamış giyi arayan ve ölümlü insanların alınyazısından Destanı’dır... kaçmak isteyen.... İlk insan kahraman değilse bi HHH le, hakkında bir şeyler bilinen ilk “trajik kahra Elimdeki kitap dilimize İngilizceden çevril man” olmasıdır... miş. (Hürriyet yayını, 1973. çevirenler S.Kutlu, Giriş yazısının yazarı gibi “trajik” sözünün al T.Duralı). tını ben de özellikle çizmek isterim... Çünkü bu Destanı (herhalde Sümerceden) İngilizceye çe arayışın sonuçsuzluğu, ölümlülük yazgısından viren N.K.Sandars son derece kapsamlı (kitabın kaçılamayacağı en baştan bellidir... yarısını oluşturan) bilimsel giriş yazısına, Gılga HHH mış Destanı’nın, Mezopotamya’daki Uruk kenti Gılgamış Destanı sadece kral Gılgamış’ın de ğil, önce rakibiyken daha sonra yakın dostu olacak Enkidu’nun da öyküsüdür. Zaten Gılgamış’ın ölümlülük gerçeğinden onulmaz bir acı duyarak ölümsüzlük arayışına girişmesi sevgili arkadaşının ölümüyle ilgilidir. Onun bu ölüm üzerine yaktığı, gerçekten iç paralayıcı ağıt, destanın en etkileyici bölümlerinden biridir: Dinleyin beni Uruk’un ermişleri Arkadaşım Enkidu’nun uğruna döküyorum gözyaşlarımı Yas tutan bir kadın gibi inliyorum Kardeşim için ağlıyorum. (....) Uğursuz bir alınyazısı senden yoksun kıldı beni. (...) Nasıl bir şeydir acaba seni alıkoyan şu uyku Karanlıklarda yitip gittin ve artık beni işitmez oldun. HHH Destanda, ölümün kendisi kadar, biçimi, sevilen kişinin bedeninin (bu demektir ki kendi bedenimizin de!) uğrayacağı bozulma üzerinde de ısrarla durulmaktadır... Örneğin, “Enkidu cisimden yoksun bir hayalet, hafif bir soluk gibi yeryüzüne çıkıyor ve başına neler geldiğini soran Gılgamış’a ‘Otur da ağla’diyor, ‘dokununca içine neşe salan vücudum şimdi eski bir giysi gibi, börtü böceğe yem oldu.” Arkadaşının ölümünden sonra yedi gün yedi gece ağlayıp sızlayan Gılgamış, onu ancak “vücuduna kurtlar üşüştükten” sonra toprağa vermek zorunda kalıyor... Bu yapıldıktan sonra Gılgamış’ın, ülkedeki bütün bakırcıları,kuyumcuları, taşçıları “çağırarak, onlara arkadaşının heykelinin yapılması buyruğunu vermesi, insanın ölümsüzlük arayışıyla ilgili ayrıca ilginç bir konu... HHH Atalarımızdan Gılgamış ölümsüzlük arayışında başarıya ulaşmamış da olsa, zihinlerde ve gönüllerde bu arayış sürecektir kuşkusuz... Geçmişten günümüze İstanbul’da su kültürü ve su sıkıntısı Lykos Deresi’nin cansuyu yok artık Bozdoğan Kemeri Geç Geometrik I olarak tanımlanan evre yeni tarihlendirmeye göre MÖ 870 yıllarında başlıyor ve daha uzun devam ediyor. Homeros destanlarının tarihi de değişebilir. Yoksa Homeros çok daha önceleri mi yaşamıştı? Yaklaşık MÖ 1800 yılında başlayan Erken Demir Çağı’nda Antik Yunanistan’da önemli gelişmeler yaşanmaya başlamıştı. Orta Akdeniz bölgesinde koloniler ve şehir devletleri kurulmuş, Avrupa’yı biçimlendiren önemli sosyal ve kültürel yenilikler doğmuştu. Homeros’a ait olduğu kabul edilen İlyada ve Odysseia destanları da MÖ sekizinci yüz yılda yazılmıştı. Genelde “Homeros Çağı” olarak isimlendirilen bu dönemin tarihi, yüz yıl kadar önce belirlenmişti. KARBON YÖNTEMI Avusturya Arkeoloji Enstitüsü’nden Stefanos Gimatzidis, Köln Üniversitesi’nden Bernhard Weninger ile birlikte bu tarihi, radyo karbon tarihlendirme yöntemiyle kontrol etti. Özellikle de Yunanistan’daki protogeometrik ve geometrik öncesi dönemlerin tarihleri kuşkulu. Bugüne kadarki tarihlendirmeler, Tell Abu Hawam, Megiddo ve Samarya gibi buluntu yerlerinde gün ışığına çıkarılan eski Yunan çanak çömleklerine dayanıyordu. Bunlar silahlı çatışmaların kanıtlarını içeren ve yazılı kaynaklara dayanarak, kesin olarak tarihlendirilebilecek tabakalarda yer alıyordu. Örneğin çanak çömlek buluntularına göre protogeometrikten geometrik dö neme geçiş MÖ 900 civarında gerçekleşmişti. Bu tarihten yola çıkarak Erken Demir Çağı’na ait Yunan çanak çömleği sınıflandırılmıştı. Bilim yüz yıl boyu Yunan kronolojisinden memnun kalmış ve bu kronoloji aynı zamanda tüm Akdeniz bölgesinin kronolojisinin temelini oluşturmuştu. Son on yıllarda radyokarbon tarihleme yöntemine (C14) dayanan analizler Ege’de pek ilgi görmemişti. Çünkü mevcut tarihi verilere fazlasıyla güveniliyordu. Gimatzidis ve ekibi Selanik yakınlarındaki Sindos kazı yerinde radyokarbon yöntemiyle çok iyi analiz edilen stratigrafiyi ve Yakındoğu’daki tarihi verilerle karşılaştırdı. YENI KAZILAR ÖNEMLI Sonuçlara göre şimdiye dek MÖ 760 735 yıllarına tarihlendirilen geçgeometrik I olarak tanımlanan evre yeni tarihlendirmeye göre MÖ 870 yıllarında başlıyor ve daha uzun devam ediyor. Buna göre İtalya ve Kuzey Ege’deki Yunan kolonilerinin veya Homeros destanlarının tarihi de değişebilir. Bilim insanları şimdi Ege bölgesinde yeniden tarihlendirilebilecek buluntu yerleri arıyorlar. Özellikle de Efes’teki kazılar bu dönem için önem kazanıyor. l Herkese BT dergisi 28 HAZİRAN 2020 SAYI: 1581 pazar.dergi@cumhuriyet.com.tr İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni AYKUT KÜÇÜKKAYA Sorumlu Müdür OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA n Yayın Koordinatörü HILAL KÖSE ÖZTÜRK n Görsel Yönetmen MÜNEVVER OSKAY n Editör DENIZ ÜLKÜTEKIN n Sayfa Tasarım EMİNE BİLGET n Reklam Genel Müdürü AYLA ATAMER TÖRÜN Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Yaygın süreli yayın Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr LALEHAN UTKAN lalehan70 @hotmail.com Tarihe baktığımızda görünen o ki, yüzyıllarla birlikte hayatımızda çok şey değişse de, bazı sıkıntılar aynı kalıyor. Su kıtlığı mesela... Bayrampaşa Deresi’nin gürül gürül aktığı, Kâğıthane, Göksu, Küçüksu ve daha nicelerinin pırıl pırıl aktığını, Beylerbeyi İstavroz Deresi’nin henüz asfalt ile kapatılmamış olduğu günler gerilerde kaldı. Virüs korkusuyla geçen üç ayı geride bıraktık. Maske mi taksak siperlik mi, jel sabun mu daha etkili, ninelerimizin beyaz kalıp sabunu mu derken, günler su gibi akıp geçti. Günlerin yanı sıra, evlerimizdeki sular da akıp giderken yeni gündem maddeleri çıktı ortaya. Hem ellerimizi sık sık yıkayacak hem de suyu mümkün olduğunca idareli kullanacaktık; yoksa yazın ortasında susuz kalabilirdik. İstanbul, tarih boyunca su sıkıntısı ile mücadele eden bir şehir. Bizans devrinden itibaren, şehrin tek tatlı su kaynağı olan Lykos Deresi Trakya tarafından gelerek, ‘tarihi yarımada’nın 6. tepesine yakın bir noktada giriş yapıyor suriçine. Sur üzerindeki Porta Pempton Kapısı’nın yanındaki burçlardan birinin altından geçerek can damarı oluyor Bizans başkentinin. BETONA GÖMÜLDÜLER Fetihten sonra, Lykos Deresi’ne Bayrampaşa Deresi, şehre girdiği kapıya ise altından su geçen burç sebebiyle Sulukule Kapısı adını veriyor Osmanlılar. Günümüzdeki Vatan Caddesi rotasını izleyen dere, Aksaray yakınlarında dirsek yaparak Yenikapı sahilinde denize dökülüyor. 1950 li yıllara kadar, bağları ve bostanları olan, içinde tarım yapılan kente hayat veriyor Lykos ya da Bayrampaşa Deresi. Sonra üzeri kapatılıyor, asfalt ile kaplanıyor, daha çok araba, daha çok otobüs geçsin diye kocaman bir bulvar haline getiriliyor. Sur dışında kalan pek çok ufak dere de Lykos’un kaderini paylaşıyor zamanla. İstanbul’da su sıkıntısı hep vardı. Bizans devrinde Lykos’un yanı sıra hep yeni kaynak arayışı oldu. Trakya tarafındaki su kaynakları, suyun kıvrımlarını da takip eden yaklaşık 250 km uzunluğunda bir sistemle şehre getirilir, bugün birkaç tanesinin adını bildiğimiz dev havuzlarda dinlendirilerek kapalı yeraltı sarnıçlarına aktarılırdı. Şehri kuşatan düşmanın önce su depolarına zarar vermesi sebebiyle yeraltına yapılan bu büyük sarnıçlar, barış zamanlarında doldurulur, kent kuşatıldığı zaman da halkın direnme süresini uzatırdı. Fetihten sonra, İslam dininin durağan su kullanımını yasaklaması sebebiyle boşalan sarnıçlar, geçen yüzyıllarla birlikte unutulup gitti. Ancak İstanbul’un su sıkıntısı hiç bitmedi. Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerinden olan hamamlar da aynı dini gerekçelerle akarsu kaynağıyla beslenmek zorundaydı. Hamam yaptırmak isteyen hayırseverler, öncelikle abkeş denilen su mühendislerine yüklü bir para öder, şehir dışındaki su kaynaklarından künkler aracılığıyla, hamamı inşa ettirecekleri yere akan su getirirlerdi. Fetihten sadece 2 asır sonra, şehirdeki hamam sayısının 200’ü aştığına baktığımızda, Osmanlı toplumunun suyla ne kadar haşir neşir olduğunu görebiliyoruz. Hamamlar, toplum hayatında önemli bir yere sahip, özellikle de gününü kafes ardında geçiren Osmanlı kadını için yıkanmanın ötesinde, sosyal hayatın bir parçası olmuş her zaman. SU HEP KIYMETLIYDI Tarihteki en büyük su sıkıntılarından biri, artan nüfusa bağlı olarak, 16. yüzyılda yaşanır. Kanuni Sultan Süleyman, bu sıkıntıyı çözmek üzere Sermimar Sinan’ı görevlendirir. Şehir dışından getirdiği suyu, Bozdoğan Kemeri önüne yaptığı Kırkçeşme şebekesiyle şehre dağıtan Sinan, İstanbul halkını suyla buluşturur. Binbir zahmetle gelen suyun, çeşmelerden öylece akıp gitmesine gönlü razı gelmez insanların. Bir çeşit musluk olan lüle geliştirilerek çeşmelere takılır. Su kıymetlidir her zaman; israfı önlemek için, halkın evine su kanalı çekmesi yasaklanır. Hatta 18. yüzyılda Sultan lll. Mustafa, şehirdeki su sıkıntısını sebep göstererek yeni hamam yapımını dahi yasaklar. Bütün bu önlemlerin alındığı devirlerde Bayrampaşa Deresi’nin gürül gürül akarak çevresindeki bostanları suladığını, surdışındaki Kâğıthane, Göksu, Küçüksu ve daha nicelerinin pırıl pırıl aktığını, Beylerbeyi İstavroz Deresi’nin henüz asfalt ile kapatılmamış olduğunu düşündüğümüzde, bizim kuşağın işi biraz daha ciddiye alması gerektiği sonucu çıkıyor ortaya. Önümüzdeki yıllarda da suya sabuna dokunabilmek için, suyu dikkatli kullanmak önemli görünüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle