Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 HAZİRAN 2020 5 Uzun yıllardır İtalya’da yaşayan, filmleri ve operalarıyla adından sürekli söz ettiren Ferzan Özpetek’in romanı Bir Nefes Gibi, İtalya’da 100 bin okura ulaşmak üzere. Can Yayınları etiketiyle basılan kitabı Neval Barlas dilimize kazandırdı. Özpetek, “İlk baskı çıktı, fısıltı gazetesi sayesinde iki hafta içinde en çok satanlar listesinin birinci sırasına yükseldi. Daha önce hiçbir sinemacının romanı bu kadar ilgi görmemiş İtalya’da, yayınevi bile şaşırdı, müthiş bir şey” diyor. Onunla konuşacak o kadar çok şey var ki. Yine de bir yerlerden başlamak gerekiyor. Biz de kitabının hikâyesinden başlıyoruz, İstanbul özlemine, Roma’ya, karantina günlerine dair keyifli bir pazar sohbetine imza atıyoruz. Yönetmen Ferzan Özpetek’le yeni kitabını ve hayata dair pek çok şeyi konuştuk “Hayatım böyle işte. Dedim ya hem abimi hem 41 yıllık arkadaşımı kaybettim. Bir yandan güzel şeyler oluyor. Sonra tokat yiyorsun.” İmkânsız aşkın romanı u Sahi nasıl başladı her şey, Elsa ile Adele’nin hikâyesi ne zamandır aklınızdaydı? Kafamda iki kız kardeşin hikâyesi hep vardı. Bir kız kardeş takıntım var, annekızın hikâyesi... Çünkü kadınlar bence erkeklere göre çok daha yüksekte olan insanlar. Yani şöyle demek istiyorum, daha karmaşık, daha derin olabiliyorlar. Hatta “Hamam” filminde, mektuplardan anlarız ki teyze, Türkiye’ye gelen adamın babasına âşıktır. “Harem Suare”de de vardır mesela böyle bir şey. Onun haricinde “Napoli’nin Sırrı”nda kızın teyzesi babasıyla büyük bir aşk yaşamış... O benim hep kafama takılan bir şeydir. Kadınların arasındaki ilişkiler çok daha derin oluyor, bir sürü boyutlara varabiliyor. Oradan hareket ettim daha çok. u Romanda İstanbul da önemli bir yer tutuyor yine... Evet, tabii bir İstanbul özlemim de var benim. 1980’li yılların, hatta 1990’lı yılların İstanbul’u... Kaybolan bir İstanbul. Bu şehrin değişmesi... Yani ne kadar uğraşsalar da İstanbul’un tadını bozamadılar ama yine de bir bozulma var tabii. İnternetin olmadığı, cep telefonlarının olmadığı bir İstanbul, bir Roma, onlar da var kafamda. Zaten anlattığım İstanbul, özlediğim, bir daha geri dönmeyecek bir İstanbul. Roma da öyle. Ama tabii Roma ile İstanbul arasında bir fark var, Roma’da şehir değişmedi, aynı kaldı. IŞIĞINI ÖZLÜYORUM İSTANBUL’UN u Çok daha iyi korundu değil mi Roma, İstanbul’a göre? Tabii canım, çok. Roma’nın şehir yapılaşması açısından yüzde 1 değişmesi var, yasak çünkü bir şeyi bozmak. Hiçbir şeye dokumazsınız. Roma’da nereye gitseniz antik, İstanbul da öyleydi ama bir sürü şey gitti elimizden gördüğünüz gibi. u Bir süredir de uzaksınız İstanbul’dan. Evet, ben 18 aydır gelmiyorum İstanbul’a, abim Asaf’ın ölümünden sonra biraz uzaklaştım. Bir de dolu dolu bir yıl yaşadım, buradan ayrılacak ikiüç günüm bile olmadı. Sonra da zaten Covid geldi başımıza... Bir de 41 yıllık bir arkadaşım Valter’i de kaybettim arada, zaten kitabı da onlara adadım, onlar en önemli sebeplerdi uzak kalmamdaki. Böyle bazen içimi eziyor özlemi... Hani özlemin eski tadı yok diye bir laf vardır, biraz o da var tabii belki... Işığını özlüyorum İstanbul’un, evimin penceresinden baktığım o İstanbul’u özlüyorum, arkadaşlarımla Karaköy Lokantası’nda yemek yemeyi özlüyorum... u Son filminiz “Şans Tanrıçası”nı ne zaman izleyeceğiz? Filmi BKM aldı, vizyona çıkacak. Sanıyorum ekim gibi... Birçok ülke satın almıştı filmi ama Covid yüzünden ellerinde kaldı, bekliyorlar onlar da. u Romanın hemen başında “Serseri Mayınlar” filminizden bir alıntı var: “İmkânsız aşklar asla bitmez.” Romanda Vittorio ile olan ilişki çok imkânsız bir aşk. Ama bir başka imkansız aşk daha var, iki kız kardeşin aşkı. Yani aşkın bir başka yüzü onlarınki. Birbirleriyle çok iç içe olan, birbirlerine çok hırslanan ama birbirlerini çok da seven iki kız kardeşin öyküsü bu. u Bir yerde de “Vittorio bizim hastalığımızdı” gözüme çarptı. Nasıl bir aşktı o? Keşke birisiyle öyle bir haftalık bir aşk yaşayabilsem, çok hoş olurdu herhalde. Bazen gülüyorum kendi kendime, çünkü değişik bir tip, zorlayan bir tip. Mızmız değil belki ama yoran bir tip... Kadın da olsa, erkek de olsa ancak bir hafta tahammül edebilirsin böyle birisine. u Beş baskı yaptı galiba roman... Evet, dört hafta bile olmadan 100 bine varmak büyük bir olay burada. Avrupa çapında yayınevinin rafları boşalınca onlar da şaşırıyorlar. Yayınevi benden hep özür diliyor bu sırada, ben çok bağırıp çağırdım onlara, hesap edemediler böyle bir şeyi çünkü. İlk baskı 25 bindi... Hatta yayınevinin başındaki adam bana telefon açtı, “İlk defa bir yönetmen, bir sine macı romanıyla İtalya edebiyatında birinci sıraya geliyor” dedi. Ama ben kitabın iyi gideceğini şuradan anlamıştım: Evimi taşıyordum ve nakliye şirketinin başındaki adam bana telefon açtı ve “Ferzan Bey, size bir şey soracağım” dedi: “O istasyondaki kadını çok merak ettim ben” dedi. “Öğle yemeğinden kalkarken romanınızı okumaya başladım, ak şam yemeğine kadar kitabınızı bitirdim.” Sosyal medyada bu tip şeyleri çok yazıyorlar, herkes “kitabı elimden bırakamıyorum” diyor. İTALYANCA DAHA KOLAY GELİYOR u Gerçekten hızla okunup bitirilen bir kitap olduğu kesin. Şunu da sorayım: Türkçe yazmayı düşünmediniz mi? Yaa olmuyor. Türkiye’de yaşasam olur ama İtalya’da yaşıyorum, her tarafta İtalyanca var ve bana çok daha kolay geliyor. İtalyanca senaryo yazıyorum, İtalyanca görüyorum, hep İtalyanca... Türkçeye girişmek bana biraz zor geliyor. Mesela “İstanbul Kırmızısını” çekerken settekiler bazen gülümsüyorlardı, “Ne oldu çocuklar” diyordum, “Hocam bir cümleyi biraz değişik kurdunuz” diyorlardı. Artık yabancı gibi başka türlü mü konuşuyordum, bilmiyorum... u Yazarken peki kimseye okutup fikir alıyor musunuz? İki cadım var benim, editörüm ve yardımcısı. Nicoletta ile Adelaide geliyorlar eve, şurada şunu atlamışsınız, burada ‘li’yi ‘la’ yapmışsınız... Hep de “Ne dersiniz” diyorlar, aklıma yatan şeylere evet dedim tabii. Bir keresinde iki kız kardeşle ilgili bir tartışma çıktı, şimdi tiyo vermeyeyim “bazı şeyler okuru rahatsız eder mi acaba” dediler ama değiştirmedim. “Rahatsız ederse etsin, okumasınlar o zaman” dedim. BİR KERE TAVİZ VERDİM... u Taviz vermediniz... Hayır ama ben zaten yaptığım şeylerde taviz vermiyorum, çünkü sonra insan çok üzülüyor. Mesela hâlâ benim içimde oturmuştur, acısı vardır, “Harem Suare”de harem ağası ile kızın sevişmesine ben çok karşı çıkmıştım. Adam tabii sevişemiyor da kızı tatmin ediyor. Ama benim hiç hoşuma gitmiyordu öyle olması, yani ben onların ellerinin dokunmasını istiyordum sadece. Fransız yapımcı, İtalyan yapımcı hep kendilerini yerden yere attılar, “n’olur, n’olur, hiç olmazsa çekelim” diye, onra da “n’olur koyalım, çok güzel” dediler koyduk ama hep içimde kalmıştır o mesela. Öyle bir taviz vermem bundan sonra. u Kitabı filme çekecek misiniz? Beklemek istiyorum çünkü Warner ile bir anlaşmam var. “Şans Tanrıçası”nı izledikten sonra yapımcıma büyük bir avans verdiler ve “Ferzan Özpetek’in bir sonraki filmine biz karar verelim” dediler. Amerikan Disney’i ile “Cahil Periler” dizisini yapıyorum. Onu yazıyorum şu sıralar. u İtalya’da bu kadar sevilmenizi neye bağlıyorsunuz? Her şeyden önce seyircinin filmlerime olan sevgisi geliyor bence. “Serseri Mayınları” 20 kere izlemiş izleyici biliyorum. Ama kazandırmak da ayrıca önemli, ekonomik getiri çok etkiliyor. Geçenlerde, Amerika’da yaşayan çok ünlü bir İtalyan virolog benim de konuk olacağım bir programa canlı yayına bağlandı ve “Ferzan Özpetek’e çok selamlarımı iletin. Benim için çok önemli bir adam, çünkü İtalya’ya kültürel bir değişim getirdi” dedi. Çok şaşırdım. Sonra Twitter’dan yazışmaya başladık. “Siz çok önemli bir şey yaptınız, aynı cinsiyetten olan kişilere bakış açısını değiştirdiniz İtalya’nın, hatta birçok ülkenin” dedi. u Eşcinsellikten söz ediyor değil mi? Tabii. Ben eşcinsel kelimesini kullanmıyorum, ben aynı cinsiyet demeyi seviyorum, çünkü eşcinsel kelimesi bana nedense bilmiyorum, tuhaf geliyor. Hayatta cinsellik var. Bana göre belden aşağı değil de belden yukarısı önemli. Kalp ve beyin çok önemli. Yani annebaba olmada, arkadaş olmada, dostlukta, yazarlıkta, yönetmenlikte insanların belden aşağısı değil de belden yukarısıdır önemli olan. ‘3. DÜNYA SAVAŞI’NI YAŞIYORUZ’ u İtalya koronavirüs salgınında en çok etkilenen ülkelerden biri oldu. Siz nasıl deneyimlediniz orada bu süreci? Virüs burada birden patladı ve Türkiye’den bir sürü arkadaşım bana “kalk gel” dediler. Hatta bir tanesi “sana uçak göndereyim, Simone ile gelin, ne duruyorsunuz orada, korkunç bir yer oldu İtalya” falan dedi. Orada benim birden İtalyanlık damarım kabardı. Hep zayıf olanı savunma huyum vardır... Fransızılar, Almanlar, İtalyanlara karşı “Gelmesinler buraya” falan diye yasaklar koymaya başladılar. Bir doktor arkadaşım bir gün bana “Ferzan bu korkunç bir olay. 28 yaşında bir çocuk geldi, karşımda konuşurken komaya girdi” dedi. Çok etkilendim. Kendi kendime dedim ki, 3. Dünya Savaşı’nı yaşıyoruz şu an. 1976 yılında İtalya’ya geldiğimde insanlar bana 2. Dünya Savaşı’ndan bahsediyordu; hatta benim evimde küçük bir oda vardır, orada bir yıl boyunca bir Yahudi saklanmış... u Evde kapalı kalmak nasıl geldi? Ne yaptınız? Zaten ben evden çıkmam hiç. Komik bir şey oldu, bir prenses vardır burada meşhur, eskiden prodüktördü, 88 yaşında, her yıl doğum gününe davet eder ve ben de hep “nasıl gitmesek” diye düşünürüm. Bir gün önce ateşim çıktı, çünkü üç saat spor yaptım, ter içindeydim. Ertesi gün düştü ama eyvah diyorsun, gittik... Kadın da beni aradı, dedi ki “Ferzan yarın akşam bekliyoruz”. Ben “geliriz” dedim, “ama benim ateşim 37,3, inşallah yarın daha da düşer.” “Yok yok” dedi, “Sen hiç kalkma, otur evinde.” (gülüyor) Ulan dedim, harika bir olay, bundan sonra gitmek istemediğim yemek davetine diyeceğim ki, “ya birazcık ateşim var.” Harika bir bahane. “Beyaz Önlüklüler Günü kanunu... Benim aklıma gelen bir fikirden böyle bir kanun çıkması çok hoşuma gidiyor tabii ki.” HEPIMIZ DEĞIŞTIK “Salgın hepimizi değiştirdi, hepimiz değişiğiz şu anda. Yani şu anda kafamızda, her şey olabilir, her şeyi kaybedebiliriz, her şey bir anda altüst olabilir, öyle bir duygu var üzerimizde. Hâlâ neyin ne olduğunu bilmiyorsunuz. Dünyanın ekonomisi değişti, politikalar değişiyor... Eylül, ekim ayında belki yeniden ortaya çıkacak, aşı bulundu diyorlar, bulunmadı diyorlar... Bir yanı var ama pırıldayan, fazladan olan şeyleri kaldırdı gibi geliyor bana. Bakalım yıllar sonra nasıl hatırlayacağız, anlatacağız.” SEZEN AKSU MÜZIĞI “Sezen benim için çok önemli, arkadaşım, hep görüştüğüm bir insan, şarkılarından çok etkilendiğim... Mesela “Şans Tanrıçası”nda bir sahne var, yağmur sahnesi, o sahne için aradım Sezen’i ‘Bana bir şarkı gönder lütfen’ diye... O sahnede Mina isimli bir transseksüel ve onun eve gelen kız çocuğu var. Sezen’in şarkılarından beslendim ben yıllar boyunca. Burada da çok seviliyor Sezen... Nâzım Hikmet’in şiirleri, Sezen Aksu’nun şarkıları... Hoşuna giden şeyi başkalarıyla paylaşmak güzel.” CUMHURBAŞKANI’NIN TELEFONU “Bir önceki Cumhurbaşkanı Napolili, adı Napolitano. Çok entelektüel bir devlet adamı olarak bilinir, dedi ki bana ‘Ferzan Bey, Napoli öyle bir şehir ki kendine sizin gibi bir yönetmeni çekmiş anlatmanız için. Beni bambaşka bir Napoli’ye götürdünüz, benim Napoli’me. Napolili olmayan biri bilemez ıssız bir yolda bir kadının ayak seslerinin duyulacağını.’ Yarım saat konuştuk. Ama sanki benimle değil de başka biriyle konuşuyor gibi geliyor. Havalara girmiyorum yani. (gülüyor)” İtalya’da basıldıktan sadece 4 hafta sonra 100 bin okura ulaşan son romanı “Bir Nefes Gibi” Türkçeye de çevrilen Ferzan Özpetek şu sıralar en çok İstanbul’u ve dostlarıyla birlikte olmayı özlüyor. EMRAH KOLUKISA Ünlü yönetmen, 18 aydır gelemediği Türkiye’ye koronavirüs salgını yüzünden bir süre daha gelemeyecek. Ama en azından önce kitabı, sonbahar aylarında da son filmi “Şans Tanrıçası” ile sevenleriyle hasret giderecek.