22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 MART 2020 7 Ali Atay Haluk Bilginer Cenk Ertürk’ün ilk filmi Nuh Tepesi, bir hesaplaşma hikâyesi Baba ve kutsal ağaç Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken aklına esip de Derviş Zaim’in seçmeli sinema dersini almamış olsaydı belki bugün Cenk Ertürk adını hiç bilmeyecek ya da bir ekonomist olarak bilecektik. Yazdığı gerilimin gitgide artmasına sebep olacaktır. Madalyonun öteki yüzündeyse İbrahim’in günahları var dır. Ömer’i ve onun annesini erken bir tarihte terk edip yurtdışına giden İbrahim ailede ciddi bir travma yaratmış; oğlunun ondan derin bir nefretle kopmasına göz yummuştur. bir kısa film senaryosunu yine Zaim’in itelemesiyle ken Anne bir tarihte artık ölmüş, Ömer boşanmanın eşi disi çeken Ertürk, aldığı övgü ve ödüllerin etkisiyle mi ğine kadar gelmiş ve babasıyla yıllar sonra bu ücra kö bilinmez ekonomiyi bir kenara bırakıp sinemaya yönel ye sürüklenmiştir. Nuh Ağacı ile ilgili kavgalar sürer miş, başarı basamaklarını da hızla tırmanmış bir isim. ken Ömer de bir yandan hem kendiyle hem de babasıyla Zaim’in “Nokta” filminde onun reji asistanı olarak çalıştı. New York’taki ünlü Tisch’de sinema okurken Darren Aronofsky gibi uluslararası alanda yıldızlaşmış bir yönetmenle teşviki mesaide bulundu. İlk uzun metrajlı filmi “Nuh Tepesi” ile hem yurtdışında hem de olan bitimsiz kavgalarını bir nihayete erdirebilecek midir? İşin bu kısmını filmi izleyince anlayacaksınız. O SAHNE ÇOK ETKILEYICIYDI “Nuh Tepesi”nin yılın en iyi filmlerinden biri olması EMRAH KOLUKISA Türkiye’de önemli ödüller kazandı. Tribeca Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu (Ali Atay) ve En İyi Senaryo (uluslararası yarışmada) ödüllerini kazanmasıyla dikkatleri üzerine çeken 35 yaşındaki yönetmen, Adana’da da En İyi Yönetmen ödüllerini (hem FilmYön’den hem de Altın Koza jürisinden) alınca iyiden iyiye tanındı haliyle. Yine de Türkiye’de daha nın en önemli sebepleri arasında elbette Haluk Bilginer ile Ali Atay’ın az bulunur ustalıktaki performansları var öncelikle. Bilginer, ölmek üzere olan ama bir yandan da geçmişe dair vicdani yükünü de hafifletmeye çalışan “baba” rolünde her zamnki gibi birinci sınıf bir iş çıkarıyor. “Oğlu” rolünde (ve kendisi de bir “baba” olmayı bekleyen) Ali Atay ise kariyerinin en iyi performansla Cenk Ertürk’ün yazıp yönettiği geniş bir kitlenin huzuruna çıkışı henüz bu hafta vuku bulacak, zira “Nuh Tepesi” vizyona yeni girdi. IBRAHIM’IN GÜNAHLARI “Nuh Tepesi” için bir babaoğul hikâyesi tanımını çok duymuşsunuzdur. Doğrudur. Ama sadece bir babaoğul hikâyesi ya da hesaplaşması değil elbette. Cenk rından birini sergilemiş kanımca. Kimi sahnelerdeki nüansları incelikle vurgulayışı, için de yanan ateşi, öfkeyi dizginlemekteki mahareti doğrusu müthiş bir izleme keyfi uyandırıyor insanda. Aldığı ödülleri fazla fazla hak ediyor, izleyince hak vereceksiniz. Filmin en güçlü yanlarından biri de diyalogları. Özellikle Ali Atay ve Haluk Bilginer’in sahnelerin bol ödüllü “Nuh Tepesi” bu hafta yurt çapında vizyona girdi. Ertürk’ün bu filmden önce çektiği 9 kısa filmin birço de billurlaşıyor diyaloglar, ama aynı şeyi Elif’in (Han ğunda yine babaoğul meselesini ele aldığını da biliyo de Doğandemir) çıkageldiği sahne için söyleyemeye ruz... Yani onun için önemli bir mesele bu, amenna. Ön ceğim. Burada bir anda büyük büyük laflar ve doğallı ceki kısa filmleri eskizler gibi düşünüp “Nuh Tepesi” ile ğı tartışılır diyaloglar giriyor devreye. Yoksa bizde sık bu konuya daha derinlemesine daldığı çıkarımını yap rastlanan ve “kadın karakter yaratma beceriksizliği” mak hakkaniyetli olur herhalde. diyerek tanımladığımız sorundan mı mustarip Cenk Filme adını veren Nuh Tepesi’ndeki ağaç da bir an Ertürk de? Umalım da öyle lamda her şeyi birbirine bağlayan güçlü bir metafor, olmasın. hikâyenin merkezinde duran bir mihenk taşı belki de. Son bir tebrik de görün Bir yanıyla inancı, bir yanıyla aileyi, bir yanıyla da yok tü yönetmenine. Federico edilmesi gereken (ya da arzulanan) geçmişi temsil edi Cesca özellikle filmin orta yor; hepsi de farklı karakterlerin gözünde elbette. larındaki bir sahnede ağzı Çocukluğunda kendi diktiği ağacın altında gömülmek is mızı açık bıraktı doğrusu. teyen İbrahim (Haluk Bilginer) hastalığının son evrelerin Bu sahneyi böyle çekmek de, ölmek üzere olan bir adamdır. Oğlu Ömer (Ali Atay) onun fikri miydi bilemiyo ile birlikte doğduğu köye döner ve gömülmek istediği ağa rum ama iki aile fertlerinin cın artık köylüler tarafından kutsallık atfedilen, kimilerine şafağa doğru Nuh Ağacı’nın sözde uğur/şifa/bereket ve birilerine de bir hayli gelir ge altında kavgaya tutuştukları tiren bir sembole dönüştüğünü görür. Ya da aslında bili ve her şeyin tek bir sabit ka yordur durumu da, yanında sürüklediği ve hiçbir şey anlat mera açısıyla uzaktan çekil madığı oğluna karşı sanki yeni öğreniyormuş gibi yapar. diği sahne kesinlikle filmin Onun bu talebi ağacın bakımını üstlenen ve bu iş en etkileyici bölümüydü. ten bir hayli de para kazanan, üstelik yıllar öncesin Sırf bu sahneyle sinema ta den de husumetleri olan bir başka ailenin fertlerinin rihimize geçeceğini düşünü Hande sert tepkisine yol açacak ve bu konu, film boyunca yorum “Nuh Tepesi”nin. Doğandemir DEVAMLILIK HATASI Yozlaşmaya, yok oluşa sürükler En sevmediğim kişilik özellikleri 1) Kabalık En sevmediğim kişi DÜŞÜNDÜKLERİM ya da gizli bir aşağılık duygusu, sev OKUDUKLARIM İZLEDİKLERİM lik özelliklerini düşün gisizlik, bencillik ve düğümde aklıma önce sonuçta da kupku likle kabalık geliyor. ru bir yalnızlık de Aslına bakılırsa mektir. olumsuz kişilik özel Bizim halk kül liklerinin en kötüsü, en türümüz, halk şiiri zararlısı değildir. miz, “ingin gönül Fakat buna karşılık lü”, “engin gönüllü” çoğu kez bir muhatabı, yöneldiği bir başka kişi,kişiler vardır. ATAOL BEHRAMOĞLU olmayı öğütler... Gerçekte de halk insanımız genellik Tedirgin ediciliği bu le öyledir. radan geliyor olmalı. Özgüvenli, gurur İkinci sırada söz edeceğim ki lu, fakat kibirli değildir. bir, kendini beğenmişlik gibi ba Buna karşılık köyden kasa na kalırsa son derece itici özel baya, oradan da büyük şehirle likler, eninde sonunda bu özel re hızlı geçişlerin yarattığı kültür liklerinin sahibinin kişilik sınırla karmaşasında halk insanımızın rı içindedir. Böyle birine sırtınızı bu özelliği bozulmuş; özellikle döner gidersiniz, olur biter. de dürüst olmayan yollarla zen Fakat kaba bir davranışla karşı ginleşmeyi, yukarılara tırmanma laştığınızda, yöneldiği kişinin siz yı başaran ya da bunu başarma ya da bir başkası olması (en azın yı umut eden kimi çevrelerde, ka dan benim için) çok fark etmez. balığın, onun bir türevi olan lüm Tedirgin olur, karşılık vermek, penliğin yanı sıra da kibrin ve uyarmak gereksinimi duyarsınız. kendini beğenmişliğinin, alabil Sanırım bu gibi nedenlerle, en diğine çirkin, itici özelliklerini sevmediğim kişilik özelliklerinin kişiliklerinde birleştirmeyi başar ön sırasında kabalık yer alıyor. mış tipler türemiştir.. Kabalığın bilgisizlikle, görgü Günümüz Türkiyesi’nde her süzlükle ilgisi olduğu kuşkusuz. alanda iktidara tırmanmayı he Onun bu türüne geri kalmış, az defleyen ve bunda büyük öl gelişmiş diye tanımlanan ülkeler çüde başarı da kazanan bu tip de, toplumlarda sıkça rastlanıyor. ler, Aziz Nesin’in “Zübük”ünü Fakat bir de büyük ölçüde uy ya da Orhan Kemal’in “Bek garlaşmış sayılan ülkelerde rast çi Murtaza”sını yaratan toplum lanan bir kabalık türü var ki, onu sal ortamlardan sonraki süreçle ikiyüzlü, nezaket maskeli kabalık rin ürünleridir. diye adlandırıyorum... Bunları yazarken aklıma HHH Guatemala’lı büyük yazar Mi Çok yıllar önce ilk ülke dışı guel Angel Asturias’ın “Sayın yolculuklarım sırasında gözlem Başkan”ı geldi... İşte size tarif et lediğim bir kabalık türüdür bu. tiğim tipin evrensel bir örneği! Sözünü ettiğim yolcukların izle HHH nimlerinden bir tanesi şöyledir: 3) Yalancılık, iki yüzlülük, çı Yılan gibi kibar İngiliz sınır polisleri Soruyorlar: “Niye geldin Ne kadar kalacaksın Kaç paran var...” karcılık vb Doğru dürüst hiçbir insanın hoşlanmayacağı olumsuz birkaç kişilik özelliği daha... İkiyüzlülük kavramına kabalık bölümünde değinmiştim. Kötü ve tehlikeli bir kişilik özel Bu birkaç dizenin kahramanı liğidir. “İngiliz sınır polisleri” olmakla Ciddi bir kişilik bozukluğudur. birlikte, söz konusu ülkelerin ge Paradoksal olarak belki tek rek sınır kapılarında gerek içle olumlu yanı çabuk anlaşılması; rinde bu özelliğe çeşitli ilişki bi tıpkı yalancı, çıkarcı kişiler gi çimlerinde sıkça rastlanır. Üste bi ikiyüzlülerin de foyaları ortaya lik sadece başka ülke insanları çıktığında dürüst çevrelerde yüz na karşı değil, kendi aralarındaki bulamayışları, bu çevrelerin dışı ilişkilerde de... na atılmalarıdır... Hangi türü olursa olsun, kaba Fakat asıl büyük tehlike, hiç lık çok rahatsız olduğum bir kişi kuşkusuz, çeşitli toplumsal, dö lik özelliğidir... nemsel, tarihsel vb. nedenlerle, HHH burada sıraladığım olumsuz ki 2) Kibir, kendini beğenmişlik şilik özelliklerinin ve benzerleri Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaş nin bir toplumu içten içe kemire lısıyla, varsılıyla yoksuluyla, cahi rek dağılmaya, yozlaşmaya, yok liyle bilginiyle, insanı en çirkinleş oluşa sürüklemesidir ki iktidarla tiren kişilik özelliği bu olsa gerek. rın bu türden kişi ve çevrelerce Kibir, kendini beğenmişlik; ne ele geçirildiği ülkeler bakımın deni, gerekçesi ne olursa olsun, dan geçerliliği çok yüksek bir eninde sonunda zavallılık, açık tehlikedir bu... Rakı masasında herkes kardeştir 1 O rhan ve Sezer Duru’nun hazırladığı “O Pera’daki Hayalet” kitabını okudum. Oğuz Haluk Alplaçin’e bir tür armağan kitap yapmışlar. Takma adı “Hayalet Oğuz” olan bu ilginç adamı okudukça hem sevdim hem de irkildim. Elbet her insanda iyi ve kötü yanlar vardır. Ancak yaşamı boyunca mülk sahibi olmak istememiş biri başkaca ilginç gelir insana. Bir dönem bohemini de anlatıyor kitap. Elli kuşağı yazarlarının düşün evrenine de tanık oluyor insan. Tezer Özlü’nün bu “Hayalet” üstüne yazdığı öyküyü de yeniden okudum, anımsadım. Fotoğraflar da var. Rakı sofralarının silik yüzlerine baktım. O kadehlerden taşan anason kokusunu duydum. Hepimiz hayalet değil miyiz zaten, rakı kadehlerine sığınan... 2 A taköy’de oturduğumuz zamanlar, müzik yaptığımız yıllarda, cepten parayla salon tutar, konser verirdik. İstanbul Caddesi üstünde Karya Sanat Merkezi diye bir yer açılmıştı. Bakırköy’de kültürsanat yaşamı zayıftır. Orada cep sineması, Cumhuriyet Kitap Kulübü ve kafe vardı. Ağırlıklı olarak film işiyle meşguldüler. Gide gele dostluk gelişti. Müdürlük yapan, bizden on yaş kadar ileri Alper adlı biri vardı. Salonda yatıp kalkardı. Üç beş parça eşyası vardı. Paraya pula takılmaz, felsefeyle ilgilenirdi. İlginç bulurduk sözlerini, kulak verirdik. “Ha yalet Oğuz”u okuyunca aklıma düştü. O da “Hayalet Alper”di. Bir zaman sonra, nereye gideceğini söylemeden kayboldu. Valizi var mıydı anımsamıyorum! 3 Gece uyku tutmadı, film izledim. Colette. Fransız yazar Colette’in yaşamını anlatıyor. Film pek tesir etmedi bana. Artık sıkılıyorum da ayrıca. Kendi yaşamından hareket le yazdığı romanlar içinde kaybolan Colette, çıkışsızlığa isyan eder. Ka lemi, içinde bulunduğu duruma yetmemek tedir. Üstünden para kazanan pişkin kocası, bambaşka amaçla da olsa şu cümleyi kurdu: “İyi bir yazar her şeyi tarif edebilir.” 4 A kbal’ın anılarında en çok yürek sızlatan yazılarından biri de Sait Faik’le ilgili olandır. Sait Faik’in hep âşık izlenimi verdiğini, bu durumun altını çizdiğini, hep bir kadına dair aşk sancısı içinde oldu ğunu vurguluyor. Akbal ve Sait Faik, yürürken karşıdan Faik’in eski sevgilisinin başka biriyle geldiğini görür ler. Öykücü sinirle karşı kaldırıma geçer. Ak bal da mecburen yanına gider. Başlar anlatma ya Sait. Son aşkından söz açar. Akbal bir za man sonra satırlarında şöyle diyor: “Gerçekten aşk mıydı, yoksa başka bir aş kı gölgeleyen bir duyarlık mı?... Kendisini saklamak için yarattığı bir perde mi?” 5 Bir kere yazarlığa başladı mı kişi, zorunlu gerekçelerle başka işlerle uğraşsa da, aklı fikri hep yazmaktadır. Yazarlık ne kadar amatörlüğe izin vermese de, başka işlerle geçim sağlamak zorunda kalır kişi. Tam zaman mesai isteyen, bunca güç işe gereğince özen göstermezsen başına dert alır, hep suçluluk duygusuyla yaşarsın. Bu durumdan dertlilerden biri Muzaffer Buyrukçu, benzer durumda olan Naim Tirali ile söyleşir Somut dergi için. Bir dönem siyasetle iç içe olan Tirali’nin uzun yıllar öykücülükten kopmasına neden olarak bunu görür Buyrukçu. Yanıtı ilginçtir Tirali’nin: “Beni edebiyattan uzaklaştıran sanıldığı gibi politika değil daha çok gazetecilik olmuştur. Gazetecilik, güncel yazılarıyla, röportajlarıyla, hikâyenin yerini tutmasa bile hikâyeden uzak kalmanın yarattığı eksikliği giderir gibi görünmüştür. Politika ise gazeteciliğin sürüklediği bir olay. Dört yıllık milletvekilliğimde dört kez parti genel merkezine gitmiş değilim. Politikayı ben seçmedim, sürüklendim. Bana bir şey verdiğini de sanmıyorum.” 6 Bu değerlendirmeye tamamen katıldığımı söyleyebilirim. Oktay Akbal bana benzer gerekçe ile dert yanmıştı. Ahmet Oktay sırf bu sebeple gazeteciliği bırakıp geç de olsa tamamen edebiyata verdiydi kendini. Gazetecilik engeldir kurmaca, ya ratıcı yazarlığa. Elbette bir dönemin üslupçu muharrirlerini anıp şimdinin utanılacak haline bakıyorum da, neredeyse o zamanın gazetelerinin edebiyat dergisi tadında olduğunu görüyorum. Şimdi bir yandan salgın cehalet, öte yandan bu lezzetsiz yazılar iyice can sıkıcı. Hele sosyal medya yoluyla oluşan, düşünceden, dil lezzetinden uzak yazılar iyice kepazelik. İstemeden sürüklendiğim siyaset bataklığına dönüp bakıyorum da, boşa geçen iki yılıma yanıyorum. Maalesef bizde siyasetin “düşün” yanı zayıftır. Birkaç istisna örneği saymazsak siyaset, cahillerin, ihtiraslıların, çıkarcıların elindedir. Yazar kişinin, ne olursa olsun, bu koşullardan memnun olması da söz konusu değildir. Yaratıcılığı elinden alınmış olan kişi ne yapabilir ki sığ kalabalık içinde? 7 O ktay Akbal: “Rakı masasında oturan herkes kardeştir” diyor. Bu cümle şiir gibi geldi bana. Gerçekten de öyledir. Rakı masası kendince, zaman içinden süzülüp gelen değerlerle oluşur. Salt bedeni sarhoş kılmak, zihni uyuşturmak için hızla kafayı çekenle, o masadaki kardeşliği bilenler arasında fark vardır. Aydın Boysa, Orhan Gökdemir, Ali Sirmen’le birlikte kadeh kaldırdığımız günü anımsadım, demek bu işin mektebini okumuşum! ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Oktay Akbal, “Rakı masasında oturan herkes kardeştir” diyor. Bu cümle şiir gibi geldi bana. Gerçekten de öyledir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle