Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 16 ŞUBAT 2020 Kahvaltı sabah 10.00’da başlıyor, 17.00’de bitiyor. Rezervasyonlar pazartesi, salıdan gelmeye başlıyor. Şehir hayatının stresini bilenler için doğrusu hiç de şaşırtıcı değil. Sabah gün doğmadan evden çıkılan, trafik ve işte geçirilen stresli bir haftayı aklıselim tamamlayabilmek için daha cazip hedef olabilir mi? Şile’nin İmrendere köyündeki Horozlu Ev, hafta sonları çocukları bahçede özgürce oynayıp, ciğerleri temiz havayla dolarken kahvaltı yapmak isteyenlerin kaçış noktası. Şehre yakınlığı, kahvaltıdan sonra da tüm günü bahçede geçirebilme imkânı ve sunulan ürünlerin doğallığıyla lezzetinin uyumu, mekâna kısa sürede müdavimler kazandırmış. İstanbullu işletmecileri Yeşim Asaad ve Fazıla Gülenay iki eski arkadaş... Emekli olduktan sonra çocuklarının eğitimlerini takip ettikleri yıllarda çalışma hayatına ara vermişler. Aslına bakılırsa çok da çalışmayı düşünmedikleri halde kendilerini aniden bu keyifli işin içinde bulmuşlar. Mekâna adını veren ve bahçenin her yerinde görülen sevimli horoz objeleri de Yeşim Asaad’ın yıllar içinde seyahatlerden topladığı koleksiyonun parçaları... Asad, horozun uğuruna inanıyor: “Şaman inancında aydınlık iyiliği, karanlık kötülüğü simgeler. Horozun ötüşüyle başlayan aydınlık, iyiliği getirir, derler. Ben de horozlu objelerin hem uğuruna inanıyorum hem de kır evine çok yakıştığını düşünüyorum.” BIR ŞEY LAZIM MI? İki girişimci arkadaş cuma gününden Horozlu Ev’e gelip poğaça, börek gibi lezzetleri tepsilere yerleştiriyor, cumartesipazar günleri de pişirip, misafirlerini ağırlıyor. Pastadan reçele her şeyi kendileri hazırlıyor. İşlerinin en keyifli kısmı, haftanın sadece üç günü çalışıp, diğer günleri kendilerine ayırmaları... İki eski arkadaşın en büyük merakı da tatil günlerinde, birkaç gün için bile olsa, birlikte seyahat etmek. Şile merkezine 6 km uzaklıktaki İmrendere’de beş dönüm içindeki kahvaltı evini yazın genellikle çocuklu aileler tercih ediyor. Bahçeye yaptırdıkları şömineli kış evi, köy hayatını hayal eden şehirliler için çok cazip bir bölüm. Misafirleriyle zaman içinde dostluk ilişkileri kurduklarını söyleyen Asaad “Gelirken arayıp evde bir eksik olup olmadığını soranların olması, bizim en büyük kazancımız. Bazen ekmek ya da maydanoz bitiyor, misafirlerimizden getirmelerini rica ediyoruz. Gelenler bütün günü bahçede temiz hava içinde geçirebiliyor” diyor. Hafta sonu Şile İmrendere’de bahçe içinde köy usulü kahvaltı Horozlar ötünce börek hazır ÜRÜNLERI KÖYLÜ KADINLAR GETIRIYOR Fazıla Gülenay Yeşim Asaad Bahçemizde kümes var, yazın yumurtalar oradan. Kışın çevredeki komşularımızdan alıyoruz. Misafirlerimiz isterlerse yumurta da satın alabiliyor. Ekşi mayalı ekmeği, arkamızdaki kara fırından alıyoruz. Sebze ve otları, köylü kadınlar toplayıp getiriyor. Onların ev ekonomisine katkı da sağlandığı için köylüler çok memnun. Şile’de her şey yetişiyor. Civarda çok da sera var. Mevsiminde patlıcan, domates, biber taze taze geliyor. Kahvaltı menümüz mevsime göre. Peynir, zeytin, zeytinyağı Bursa’dan. Kahveyle ikramımız limonlu, çikolatalı ya da balkabaklı cheese cake çok beğeniliyor.” FIGEN YANIK figenyanik13@gmail.com Yumurta, ekşi mayalı ekmek, sebze ve otlar her şey taze, mevsimlik... Horozlu Ev bol oksijenli bir HER ŞEY BİR DOĞUM GÜNÜYLE BAŞLADI ortamda kahvaltı yapmak isteyenlerin H orozlu Ev’in hayata geçirilme macerası, dört yıl önce Yeşim Asaad’ın kızı Yasemin’in doğum gününü arkadaşlarıyla bir ev ortamında kutlamak istemesiyle başlamış: “Kızım ‘Anne sen güzel pasta, börek, poğaça yapıyorsun. Şile’deki evin bahçesinde kutlasak, hazırlıkları yapar mısın’ diye sordu. Kabul ettim. Yaklaşık 25 kişiydiler ve gençler o kadar memnun kaldı ki sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflar büyük ilgi gördü. Birkaç gün sonra kızımın bir arkadaşının annesi aradı ve ‘Anneler Günü’nde arkadaşlarımızla sizin bahçede toplanabilir miyiz’ diye. Bu ilk kutlamalar Horozlu Ev’in tohumlarının atılmasına neden oldu. Teklifler devam edince arkadaşım Fazıla Gülenay’a sordum ve ‘Hadi deneyelim’ diyerek başladık. Bahçede çocuklar için oyun ve ağaç evleri var. Bütün gün istedikleri gibi koşup oynayabiliyorlar. Bahçeye köpek de alıyoruz. Kışın daha çok gençler geliyor. “ tercihi. Pazılı börekleri meşhur “Cuma günü gelip poğaça ve börekleri hazırlıyoruz. Cumartesi, pazar günleri erkenden tepsileri fırına veriyoruz. Açık büfe kahvaltı olduğu için garson yok. Çay semaverden. Çok sevilen pazılı böreğimizi, Trabzonlu anneannemin tarifiyle hazırlıyoruz. Reçellerimizi de kendimiz yapıyoruz. Misafirlerimiz bir yandan sosyalleşip bir yandan kendilerine zaman ayırırken doğal gıdalarla besleniyorlar, kendilerini evlerinde hissediyorlar. Kış bahçesi 30 kişilik olduğu için rezervasyonla misafir kabul edebiliyoruz.” Bakla tarlasında VECDİ SEVİĞ Spor muhabirleri, yazarları toprak zeminli futbol sahalarının çamurlu halini betimlerken “bakla tarlası” benzetmesini yaparlardı. Bakla tarlası, Kadıköy’de aralarında milli takım oyuncuları dahil birçok futbolcunun top koşturduğu bir alandı. Cemşit Piran, Moda semtini anlatan kitabında, “Saint Joseph Lisesi’nden aşağıya inilince Şifa Sokağı girişinin karşısında Bakla Tarlası denilen boş bir futbol sahası vardı” der ve kimi adları da verir: Büyük Fikret, Sabri Sünter, Fenerli sağ açık Alaattin... Bu tarladan Safiye Erol, “Kadıköyü”nün Romanı’nda, Selim İleri ise “Kar Yağıyor Hayatıma” kitabında söz eder. Salâh Birsel, “Kahveler Kitabı”nda “Yoğurtçu Çayırı’nın yukarısında Bakla Tarlası” yakınlarında Yervant Efendi’nin kır kahvesini anlatır. Ahmet Rasim’in kimi zaman gecelerini geçirdiği küçük kulübe de Yervant Efendi’nin bahçesindedir. Ressam Fikret Muallâ’nın çocukluğunda oyun oynadığı tarlada yıllarca şubat ayında çiçeklenip serpilen bakla yetişir. İlk kez İran’da mı, Mısır’da mı, Mezopotamya’da mı yetiştirildiği konusunda farklı görüşler olan ancak yaklaşık 8 bin yıllık geçmişi bilinen baklanın etlisi yapılır, zeytinyağlı türleri sofralarımızı süsler, meraklısı için aşurenin vazgeçilmezidir. Gaziantep mutfağında etle ve sarmısakla buluşturulan taze baklayı Konca Tokuz, “ilkbahar aylarında yöreye özgü bir yemektir” diye niteler. Aynı yörenin yemek kültürünü anlatan Ayfer Ünsal, aynı etli bakla yemeğinin pilavla birlikte servis edilmesini önerir. Vağinag Pürad, 1926 yılında, İstanbul’da Takvor Mardirosyan Matbaası’nda basılan “Mükemmel Yemek Kitabı”nda bol soğanlı, kuzu etli taze iç baklayı pişirdiği tencereye pirinç ekletir. Yemeğin adı artık “baklalı Suriye pilavı” olur ve “yoğurtla sofraya çıkarılması” önerilir. “Bulgur attık baklaya/Allah nazardan saklaya/Dostlar bakıp sevine/Düşmanlar baka çatlaya” manisinin esin kaynağı da kavrulmuş bol soğanla taze bakla içinin pişirildiği tencereye bir süre sonra bulgur salınarak hazırlanan yemektir. MEVSIMI GELDI KAÇIRMAYIN Tokat ve Amasya’da kuru iç bakla ve buğday yarmasının bir süre haşlandıktan sonra koyun kıymasına katılarak hazırlanan malzemeyle sarılan asma yapraklarının lezzeti de tencerenin dibindeki kaburgalar ve servis sırasında üzerine dökülen sarımsaklı yoğurtla doruğa çıkar. Marmara ve Ege bölgelerinde baklaya zeytinyağı eşlik eder. Körpe baklanın bol soğanla pişirilmesinde, taze iç baklanın enginarla buluşmasında, kurutulmuş iç baklayla fava hazırlanmasında, piyazda, enginar doldurulmasında sızma zeytinyağının önemi yadsınamaz. Bakla fava antik tarihten bu yana sofralarda. O yıllarda tarifi gastronom Apicius tarafından verilen favanın kereviz yaprağından zencefile, balık sosundan yumurta sarısına, şaraptan süzme bala uzanan malzemeyle hazırlanan sosla sunulmasına bugün kim cesaret eder? Baklanın sindirilmesi güç olduğu kanısı Apicius’tan kalmış olmalı. Sızama zeytinyağıyla pişmiş sarmısaklı yoğurt ve dereotuyla lezzetlendirilmiş bakla günleri geldi, kaçırmayın. Cemal Süreya’nın “Avcunun içinde mevsimin yüreği” diyerek andığı Ceyhun Atuf Kansu’nun “Bakla tarlasında gelincik açmış/Kırmızı, kırmızı incecik açmış” dizelerini anımsatan görüntülerle de yaşamınızı renklendirin. Keşke kendi düşmanını da seçebilsen 1 Geçen gün sosyal medyada “insanlardan da memleketten de umudumu kestim” diye yazdım; nasıl sitem do lu iletiler geldi, şaşırdım. Şaşkınlığım şuna: Birçok konuda kalem oynatmak görevi olan biriyim, dilerdim ki o meselelere de top lum bunca duyarlı olsun, tepki versin. İnsanlar görünen, mücadeleci kimseleri seviyorlar, var lıkları güven, güç veriyor. İtirazım yok da, ne den görev almaya gelince asla kendi konforla rından vazgeçmiyorlar? Brecht’in “kahraman” arayan toplumlar konusundaki uyarısı haklı. Kahraman gereksinimi aynı zamanda kolaycı lık, tembellik demek! Çalıştığı şirkette tüm dengeleri gözeterek, yıl larca sabır ve elbette kahır çekerek müdür olan biri, neden toplumsal konularda özel bir duyar lılık göstererek kendini riske etsin ki? Ya da ti carette al gülüm ver gülüm işini yürüten birin den neden itiraz, isyan bekleyelim ki? Peki, ya öğretmen, hekim gibi toplumsal sorumluluk içe ren görevlerde olan kişilere ne diyeceğiz? Herkes haklı mazeret üretebilir. O halde neden umudu nu yitiren kişi bunu dile getirmesin ki? 2 Milyonlarca insana seslenen işler yapıyoruz, sözümüzün değerini bilmeliyiz. Hani derler ya “ağzından çıkanı kulağın duysun” diye. İlk bakışta hak lı durur bu tavsiye. Hangi koşulda ama? Ağızlar mühürlü, kulaklar sağır, gözler kör ken, hangi terazide tartacağız sözümüzü? Ha kikati söylememek için gerekçe çoktur. “Halk dalkavukluğu” tehlikelidir. Yalnız kalmayı gö ze almayan birinden aydın olması beklenemez. Bu görev nasıl edinilir peki? Sartre’nin aydın tarifi güzeldir. “Kendisine görev ve rilmediği halde, dünyadaki tüm sorunlardan sorum luluk duyan kişidir aydın” Ekler: “Üstelik kendi sını fı tarafından dışlanır, işçi sınıfı tarafından da sevil mez” diye. Bunun bizdeki en güzel örneği Aziz Ne sin olsa gerek. Hiç yılmadı, inatla bildiğini söyledi. Onun da memleketten ve ahaliden pek umudu yok Sartre tu bence. Sadece başka tür lü davranmayı bilmiyordu. 3 Yıllar sonra “Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar” ı yeniden okudum. Yetmiş yedi 1 Mayıs’ı ardından Tezer’in Leyla’ya söylediği: “Burası bizim değil, bizi öldür mek isteyenlerin ülkesi” cümlesi tüm yalınlığıyla duruyor ortada. Özlü mutsuzdu. Bir yanıyla sa vunmasızdı. Erbil’e sığındı belki kim bilir! On ca duyarlı, incelikli birinin mutlu olması elbette söz konusu değil, ama kendi yurdunda yabancı olması bambaşka. Kimi aşırıya kaçtığını düşünebilir Özlü’nün; doğrusu ben haklı isyanları, itirazları, öfkesi, yalnızlığı olduğunu düşüyorum. Dar aydın çevresinin tuhaf kibrini anlamış değilim. Geniş anlamıyla söylersek, bir de ağır cehaletten, megalomanlıktan da söz edebiliriz. Şark kurnazı düşün dünyası olur mu? Oluyor işte! 4 K alem kâğıttan başka silahı olmayan kişi, toplum içinde sıkça yalnız bulur kendini. Dışarıda akan renkli yaşama gözlerini kapar, hani meşhur sözdür: “İnsan ya yazar ya da yaşar” diye, büyük ölçüde doğrudur. Yaşamak denilen her neyse, onun kitaplarla girişilen uçsuz bucaksız serüvenden daha çekici olduğunu kim söyleyebilir? Elbette insanlar hayal ürünü olanı merak ederler, peki bunun gücünün nereden geldiğini düşünen kaç kişi vardır? Öyle bir dünya ki “hayal market”lerden alışveriş kuyruğu var. Bu kalabalıkla aynı filme bakmak utandırır insanı! Ha bir de “zaman öldürmek”le meşgul olanlar var. Eline geçen biricik olanağın ayırdında olmayanlar. Zaten aynı havayı solumak da bir zaman sonra eziyet haline gelir. Umutlu olmak için sebep mi dedi biri? 5 Söylenmek iyi bir yol değildir yaşama tutunmak için. Hatta biraz kibirli bir yöntemdir. Leyla Erbil, Tezer’i tanımlarken; merhametli, özellikle yoksul, güçsüz insanlara karşı şefkatli olduğunu vurguluyor. Tezer mektuplarında: “Sen dünya çapında bir yazarsın” diyor Erbil’e, haklı. Soru şu: Kaç kişi bunun ayırdında... Gün geliyor, artık ne kadar zamanı kaldığını da bilmiyor kişi; perdesini sıkı sıkıya kapıyor, kapısına kilidi vuruyor, müziğin sesini sonuna dek açıyor. Artık başka gözle, farklı kulakla yaşamaya başlıyor. Dünyanın gürültüsü dayanılmaz geliyor ona. “Dünyanın ucuna yolcu luk” herkesin harcı değil, hele de ölümü bilgelikle, belki sevinçle kucaklamak hiç değil... 6 Yine geç bir saatte “uyku tutmuyor” dedim sosyal medyada. Bir tür deney olarak! Meğer ne çok gece yaşayan kimse varmış. Kiminin alışkanlığı, memnun bu durumdan... “Okuyor, yazıyorum” diyor ama, pek inandırıcı değil. Sosyal medya ne türden yalnızlığa çare acaba? Yoksa yalnızlığı çoğaltıyor mu? “Yeni medya” diye bir kavram gelişti, okullara da girdi. Ben eskisinde kaldım doğrusu. Yalan yanlış içine düştüğüm zamanda da başarılı değilim. Geçen gün Sezer Duru, “Beni en çok teknolojik süreç korkutuyor” dedi. Haklı. Robotlarla ne halt edeceğiz? İnsan yaşamayacağı zaman için neden kaygı duyar? İşte aydın tanımına bir de bunu eklemeli: Yaşamayacağımız çağlarında sancısını taşmaktır aydın olmak! 7 K ısık sesle konuşuyor toplum. Fısıltı halinde. Kendi sesinden ürküyor. Kanunlardan güç aldığını sanan bir iktidar, kalemin meşruiyeti üstüne ahkâm kesiyor. Biri geçici iktidar sağlar, öteki insanlığın birikimiyle biçimlenmiştir. Bu tartışmayı kimle yürüteceksin! İnsan karşısında birikimli rakip, haysiyetli düşman istiyor. Bir yalnızlık nedeni buysa, diğeri yanında olduğunu sandığın kimselerin yitik halidir. Gülüp geçmek istersin, olmaz. Herkesten kaçıp, bir kanepede, sana özel ışıkta çevirmek istersin sayfalarını. Elbet sorumluluktan kaçacak değiliz, tamam da, insan çölde bir yudum su istiyor. ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Kısık sesle konuşuyor toplum. Fısıltı halinde. Kendi sesinden ürküyor. Kanunlardan güç aldığını sanan bir iktidar, kalemin meşruiyeti üstüne ahkâm kesiyor.