Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 18 AĞUSTOS 2019 Edip Akbayram “Bu memleketi sever gibi görünüp ihanet eden bir sürü insan gördüm.” Zilzurna âşığım ALİ AYAROĞLU Aydın ve sanatçıların ülkenin geleceği noktasında büyük sorumluluklar taşıdığını söyleyen usta isim “Sanatçı muhaliftir. İyi şeylere bakıp sahip çıkar, kötü şeylere muhaliftir” diyor. Edip Akbayram, yarım asırdır sahnede. Onun gibi “Aldırma Gönül” diyen yok. Sanatçının gücünün halkın sevgisi olduğunu düşünüyor. O sevgiye de ihanet etmeyi hiç düşünmüyor! “Kimse konuşmuyor susuyorsa orada bir yüreksizlik vardır. Sanatçı aydın insandır” diyor. Usta isimle, madencilerle buluşmak üzere geldiği 30. Uluslararası Devrek Baston ve Kültür Festivali’nde buluştuk. u Sizin sırrınız nedir? Sizinle yıldız olanların şimdi isimleri bile anımsanmıyor. Bunu öncelikle mesleğinizi sevmenize borçlusunuz. Her kim olursa olsun ve hangi meslek olursa olsun insan önce mesleğini sevmeli. Böylece başarı kendiliğinden geliyor. Ben işimi çok seviyorum. Omzumdaki yükün ne olduğunu biliyorum. Yaşadığım toplumda elli yıldırgüzel şeyler yapmaya çalışıyorum. Konserlerimde gördüğüm, her düşünceden, her renkten, her inançtan, yöreden insanların sevgiyle yaklaşmaları mektubun doğru adrese olduğudur. u Müzik yaşamızdaki heyecan ve enerji nereden kaynaklanıyor? Aslında bu heyecan olmadığı an siz de olamazsınız. Ya da heyecan sizi bırakır siz de yaşamı. u Hiç müziği bırakmaya çalıştınız mı? Gerçeği söylemek gerekirse bırakmaya çalıştım... Arkamızdan aynı çizgiyi gençler devam ettirsinler diye düşündüm. Yeni bir sinerji yaratılsın, gençler bu bayrağı alsın istedim. Ama bıraktırmıyorlar. Her yeni heyecan bir sonraki heyecanı yaratıyor. Bıraktırmadıklarına ben de seviniyorum. Konserler için gittiğim yerlerde o ilgiyi görünce “devam” diyorsun. ŞARKILARI ÜÇ KUŞAK SÖYLÜYOR u Döneminizin popüler isimlerinin şimdi sahnede olmamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanatçı halktan aldığı sevginin dışında hiç bir şey yapamaz. Yapması da düşünülmez. Bu karşılıklı iletişim olayıdır. Omzunuzda öyle bir yük var ki toplumun sevgisine ihanet edemezsiniz, etme lüksümüz de yok. Bu sevgi sanatçıyı ayakta tutar. Dünyanın her yerinde yaşı bir yere gelmiş sanatçının dinleyici portföyü azalır, konser ve satışları düşer. Bu nokta sanatçının sonunu belirler. Ben halktan aldığım güçle hâlâ sahneye çıkıyor ve topluma olan sorumluluğumu yerine getiriyorum. Şöyle özetleyebiliriz: Dede, nine, anne, baba ve çocuklar hep birlikte şarkı söylüyoruz. u “Aldırma gönül aldırma”, “Metris’in önü”, “Güzel günler göreceğiz” ve daha niceleri... Şarkılarınız çok sevildi... Özelikle “Aldırma gönül aldırma” Türkiye’de marş gibi oldu, yediden yetmişe herkes birçok etkinlikte birlikte söylüyor. Pek çok şarkımız var, toplumun ön plana çıkarmış olduğu şarkılar. “Hasretinle yandı gönlüm”, “Güzel günler göreceğiz”, “Sen benden gittin gideli”... Hepsi topluma mal oldu... Ben bizim meslek birliğinin, MESAM’ın da yönetim kurulu üyesiyim. Orada da ki telif ödemelerine baktığım zaman Türkiye genelinde hâlâ en fazla dinlenen sanatçı olduğumun farkındayım. Bu da bana bir sorumluluk yüklüyor. KONUŞMAK CESARET İŞİDİR u Sanatçılarımızın suya sabuna dokunmayan duruş sergilemesine ne dersiniz? Aydın duruşu nasıl olmalıdır sizce? Biz sanatı toplum için yapıyoruz. Sanatçılar toplum içerisindeki eziklikleri, eksiklikleri şarkılarında dile getirirler. Ressam tuvalinde, tiyatrocusu oyunun da, sinemacısı senaryosunda dile getirir. Sanatçı muhaliftir. İyi şeylere bakıp sahip çıkar, kötü şeylere muhaliftir. Bunu kimseden korkmadan, sıkılmadan yüreğinin derinliklerinde hissederek haykırmalıdır, bu bir cesaret işidir. Benim toplumum kötü şeylere layık gösteriliyorsa ben bunu sahnede söylemek zorundayım. Bu sanatçıların temel görevidir. Kimse konuşmuyor susuyorsa orda bir yüreksizlik vardır. Sanatçı aydın insandır... Ben ülkemi seviyorum, bayrağımı seviyorum, toprağımı seviyorum. Doksana yakın ülkede konser verdim. Ama üç gün sonra Londra, Paris veya herhangi bir şehir benim için biter, ben ah İstanbulum, ah memleketim, ah Türkiyem derim. O kadar güzel bir memlekette yaşıyoruz. Bu memleketi sever gibi görünüp ihanet eden bir sürü insan gördüm. İMAMOĞLU’NUN SÖZÜ u Sanatçı kimliğinizle ülkemizin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Ben 2002’den beri ülkeyi yöneten bu siyasetçilerden bir kere memnun değilim. Ülkeyi kötü yönetiyorlar. Bazen bir kıvılcım, bir kar tanesi yuvarlanınca büyür. Şimdi Ekrem İmamoğlu diye bir siyasetçi gündeme geldi. “Her şey çok güzel olacak” diye bir laf söyledi. Bu süreçten sonra ülkemizin güzel şeyler yaşayacağını düşünüyorum. ADLARINI AĞZIMA ALMAM! u Özellikle bizim kuşak 12 Eylül’ün ağır darbesini yedi. O günden bugüne nasıl görüyorsunuz? O dönemlerde hepimiz ağır darbeler yedik, bir bedel ödedik. Ben şunu söylüyorum; bedel ödenecekse yine bedel öderiz. Bedel ödemeye de hazırız. Bu ülke benim ülkem. Bir başka Türkiye yok. Buralar başkasının ülkesi değil. Bu cennet vatan bizim vatanımız. Ona kötülük etmeye hiçbir kimsenin hakkı yok. Buna izin de vermeyiz. u Sanatçı geçinen birisi kuru fasulye yemesinler diye bir söz etti. Buna ne diyeceksiniz? Ben bu sanatçı geçinen kişilerin adlarını anmak bile istemiyorum. Bunların adlarını anmaktan zül duyuyorum. Sözde bu sanatçı halt etmiş, adını ağzıma bile almak istemem. AKAN SULARI DURDURDU u Eklemek istediğimiz bir şey var mı? Meslek hayatımda elli yıla geliyorum 70 yaşındayım. Ben âşığım hem de öyle bir âşığım ki zilzurna âşığım. Kime dersen 18 aylık bir torunum var, onunla büyük bir aşk yaşıyorum. Onun “dede” demesi akan suları durduruyor. Sanıyorum tüm dedeler de neneler de aynı duyguyu yaşıyor. Torun heyecanı O heyecanı derinlemesine yaşıyorum. Bir gün ayrı kalsam inanın rüyalarıma giriyor. Konserlerden fırsat bulduğum an doğru torunun yanındayım, hanımı falan da bıraktık. Böyle bir sevgi olamaz. Her şey bir yana torun bir yana. İşte benim hayalimdeki Türkiye, tüm çocuklarımıza torunlarımıza ve gençliğimize güzel bir Türkiye, bırakmak. Ülkeyi yönetenlerin, aydınların temel noktası ve en önemli hedefi bunlar olmalı. Aydın insan! A ydın insan, gördüklerini yaşadıklarını dillendirmeli, haksızlığa karşı dik durmalı, konuşmalıdır hem de yüreklice. Bir gün gelir insana bu yaşanan olaylara neden tepki göstermediniz diye sorarlar. Aydın olmanın sorumluluğu da bunu gerektiriyor. Sanatçının görevi yalnızca şarkı söylemek değildir. İyinin yanında kötünün de muhalifidir. Bunlar çok önemlidir. Bizde bir korkaklık sisteme entegre olma eğilimi var. Aman bir şey söylersem benim suyum kesilir, konsere çıkamam... Yeni besteler... Ş u anda amatör ve profesyonel üç yüz civarında beste üzerinde çalışıyoruz. Yazlık konserler bittikten sonra İstanbul’a döneceğim ve stüdyoya gireceğim, üç yüz şarkı içerisinden on tanesi üzerinde karar vereceğiz. Biz ürettiğimizi toplumla paylaşıyoruz, paylaşmaya devam edeceğiz. Yeni çalışmamız yeni yılın ilk aylarında tamamlanmış olur. Proust çok uzak mesafedeki bir konseri evinde yatağına uzanarak dinleyebilmişti Ses geçirmesin diye duvarlarını mantarla kaplattığı odasında hasta haldeki Marcel Proust, büyük şaheseri Kayıp Zamanın İzinde’yi yazdığı sıralarda, hafif yatalak oluşunun da verdiği iç sıkıntısını müzik dinleyerek giderir. Yıl 1911’dir, radyo icat edilmiştir ama öyle canlı ya da banttan müzik yayınları yapmasına daha yıllar vardır. Teypten de herhalde söz edilemez. Ama telefon günlük hayata yavaş yavaş girmiş, yaygınlık da kazanmıştır. Her dönemin akıllı girişimcileri vardır. İhtiyacı tespit ettiğinde ticari zekâları devreye girer malum bunların. Dönemin akıllı girişimcisinin de aklına kendisine herhalde büyük gelir de sağlayan işte bu telefonu kullanmak gelmiştir. Proust, bitkin bir halde uzanır yatağına, Claude Debussy’nin olağanüstü güzel operası Pelleas et Melsiande’yi dinler, gözlerini kapatarak. Kendinden geçmiş, biraz cızırtılı da olsa müziğin büyüsüne kapılmıştır. Opera o sırada büyük bir konser salonunda canlı olarak sergilenmektedir, ama Proust, evinde o salondakilerle birlikte dinlemektedir müziği. İyi de nasıl? İlkel bir kulaklık vardır kulaklarında, kabloları telefona bağlıdır. Hepsi bu. Akıllı girişimci Clement Ader, ki telefonun mucidi Graham Bell ile birlikte çalışmışlığı da vardır, operanın seslendi 19. yüzyıl iPod’u: Thèâtrophone iki kulaklık yardı mıyla tüm konser leri dinleyebiliyor lardı. Proust, abo ne olduğu bu sis tem sayesinde evin de yapıyordu mü zik keyfini. Vic tor Hugo’nun da ilk kez dinlediğinde büyük keyif aldı ğını biliyoruz bun dan. Bir notunda dile getirmiştir al dığı zevki. Ader ta rafından tasarlanan Thèâtrophone’dan Victor Hugo da ilk kez dinlediğinde büyük keyif almıştı. bu sistem 1880 yılı civarında çok rildiği salonda sahneye onlarca mikrofon yerleştirmiştir. Telefonun ana merkezine kablolarla bağlı olan bu mikrofonlar sayesinde, dileyen evindeki telefondan parasını da ödeyerek bu konseri canlı dinleyebilmektedir. Çift kanallı ses sistemi olan tan ticarileşmiştir bile. Birçok tiyatroya 80’den az olmamak kaydıyla telefon yerleştirerek tiyatro oyunlarını (radyo oyunu gibi) dinletmiştir binlerce meraklıya Ader. İşin uzmanları müziğin telefonla yayımlanma bir düzenekti bu. Paris Opera binasının sahnesi sının telefonun kendisi kadar eski bir fikir oldu ni, binaya yakın mesafede bulunan Paris Elektrik ğunu düşünüyorlar. Demek ki telefonun mucidiy Fuar’ındaki odalara (Fuar bittikten sonra da kul le yardımcılarının aklının bir köşesinde olmuş bu lanılmıştır bu odalar) bağlayan telefon vericilerin hep. 22 Mart 1876’da Graham Bell’in diğer odada den oluşuyordu. Bu odalara gelen ziyaretçiler de ki yardımıcısına “Watson, buraya gel. Seni burada istiyorum” sözlerinden tam on iki gün sonra dünyamıza giren telefon sayesinde, meclis oturumlarının da, müzik konserlerinin de evlere iletilebileceği anlaşılmıştı. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jules Grevy’nin açılışını yaptığı bu sistemden yararlanmak elbette son derece pahalıydı. Tanınmış oteller, barlar bu sisteme abone olmuş, müşterilerini müzikle ya da tiyatro oyunlarıyla buluşturmuşlardı. Kısa haberler de bu yayıncılığın bir parçasıydı elbette. Haberler bu sistemle düzenli aralıklarla yayımlanıyordu da. Théâtrophone varlığını 1932’ye kadar sürdürdü ama artık gittikçe yayılmaya başlayan radyolara bıraktı yerini yavaş yavaş. RADYOYA yenildi Fransa, telefonla yayın yapan tek ülke değildi. 1895 ile 1920’lerin ortalarında, Londra’da Electrophone, Théâtrophone’la neredeyse aynı şekilde işlev görüyordu. Ama onun da ömrü kısa oldu, radyoya o da yenildi. Dönemin İpod’u olan Thèâtrophone ie Electrophone o sessiz dönemlerde, meraklılarını müzikle, haberle, tiyatroyla buluşturan harika gereçlerdi. Kitabı üzerinde çalışırken yatağa uzanıp gözlerini kapayan Marcel Proust’un hem bedenini hem de ruhunu nasıl dinlendirdiğini gözünüzün önüne getirin. “Teknoloji ne kadar ilerledi” diye düşünmüş müdür acaba?