Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Damla Sönmez ‘Sibel’ filminde. EsenvdiğimEMRAH KOLUKISA 58. İstanbul Film Festivali’nin Uluslara 3rası Yarışma jürisinde yer alan ödüllü oyuncu Damla Sönmez, Cumhuriyet Pazar okurları için en sevdiği kadın odaklı 5 filmi sıraladı. Sönmez listeye “The Guitar”ı ‘bonus’ olarak ekledi. 1“Düşler Diyarı / Beasts of the Southern Wild” (y: Benh Zeitlin 2012) 2“Thelma ve Louise” (y: Ridley Scott 1991) 3“Perde Açılıyor / All About Eve” (y: Joseph L. Mankiewicz 1950) 4“Hayatını Yaşamak / Vivre sa vie” (y: leanLuc Godard 1962) 5“Anlattığımız Hikâyeler / Stories We Tell” (y: Sarah Polley 2012) Bonus: “The Guitar” (y: Amy Redford 2008) 14 NİSAN 2019 Bob Marley ve diğer Reggae şarkıcılardan yükselen kimi isyankâr kimi de ermişliğe davet eden sözler insanların ne istediğini özetliyor: İstediğiniz kişi olmayı reddediyoruz. Kast sistemi vampirdir. Kapitalizm vampirdir. Bob Marley’in izindeSaCkaınnıbiisrtfeJlmaomwiya’oairkdsaaölnıçyüaaşlıühşymızodar:ayAnakcbaıaşkthtasırek.taTmli,mek,edeyiasfhimmaodinabeoyyza,mvgaaoş.wlaiytahctahketır. Kingston’daki Marley müzesinin duvarı. J amaika’ya geldiğimden itibaren adanın ilk sahiplerini merak ettim. Biraz araştırınca anladım ki onlardan tek bir kişi bile kalmamış. Arawak yer istemediğinde elini kalbine götürüp “no problem” diyerek gülümseyen rastalarla dost olur, her yerden yükselen reggae müziğinin gerilmiş beyinleri esneten akışına kapılırsın. One love one heart lileri “Orman ve Su Ülkesi” anlamı Tek sevgi tek yürek. Oysa bu tropik adalar ka na gelen Xaymaca adını verdikleri adada kendi ranlık yanlarına bakılmayan güzel kadınlara ben hallerinde yaşarken Kristof Kolomb çıkageliyor. zer. Broşürlerde gülümserler, en çekici yerle Bize ilk okulda öğretilen şu Amerikan’ın keş rini sunar, gözlerini süzerek seni davet ederler. fi hikâyesi. Kolomb’un asıl derdi zengin olmak; Negril kumsallarında sana gülümseyerek bakan Arawak yerlileri bu uğurda yok ediliyor. Rasta’nın ganjadan bir fırt çektikten sonra “bu Adaya Avrupalı sömürgecilerin eli değdiğinden rası cennet” demesine benzer. “Burada kal!” di beri bir daha da o elin çekildiğini göremiyorsun. yen Rasta’ya “Kingston’a gidiyorum” dediğim İspanyolların ve İngilizlerin komşu adalardan ve de yüzünün karardığını fark ettim. “Kingston’a Afrika’dan köle olarak getirdiği şimdiki Jamaika mı gidiyorsun? Dikkatli ol.” Zaten farkındaydım. lılar, İngilizlerin “Time is money” mottosuna kar Bunca cennetin bir cehennemi de olmalıydı. şı duruyorlar. Akrep ve yelkovanları da kölelikten kurtararak yavaşlatıyorlar. Çünkü o dönemde hız Gece sokaklar boş lanması gereken hep ataları, parayı cebine indiren Dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri gösteri ler de İngilizler olmuş. len Kingston, soygun, tecavüz ve cinayet olayla Burası cennet! rıyla anılıyor. Marksist gazeteci Lloyd d’Aguilar, ülkesinde büyük yolsuzluklar olduğunu, okulla Adada, özgür yaşayan ağaçların, dağla rın ve hastanelerin ödeneksizliğini anla rın, serbestçe akan suların, bir man tıyor. Yalnız beyaz bir kadın ola zara olmayı reddeden doğallığın rak ya da kimi Jamaikalıların içinde yavaş yavaş başkalaştığı adlandırdığı gibi bir “whity” nı hissediyorsun. Güneş dai olarak sokaklarda dola ma sırtını sıvazlıyor. Kadraj şamayacağımı söylüyor. lar yetersiz kalınca fotoğraf “Beyaz” demek “para çekmeyi de bırakıyorsun. sı var” anlamına geliyor. Sadece Türkiye’nin eski Ama soygunlardan mus kartpostallarında yitirmiş tarip olan yalnızca be lik hissiyle bakakaldığın yazlar değil. Siyahlar da doğanın, plajların, yolların dikkatli olmak zorunda. dünyanın başka bir yerinde Bazı bölgelerde akşam sa gerçekten var olduğunu bil atlerinde çeteler arası çatış mek de sevindiriyor. Jamaikalı malar yaşanıyor. Oralardan ların adeta peygamber gibi gördü Işıl Yüce geçersen kim vurduya gitmen ğü ve adaya durmadan yüksek bilinç de an meselesi. Başına bir şey ge ten yayın yapan Bob Marley’in sözüyle lirse adalet bekleme. Üstü örtülüyor. ayılıyorsun: Güneş parlıyor, hava güzel, ayakların Gerçekten de Kingston’da geceleyin sokaklarda dans etmek istiyor; ama yine de aklının bir kenarın pek insan yürümüyor. Sadece korunaklı alan ilan da dursun; birileri şu an acı çekiyor. edilen bazı alışveriş merkezlerinde, sınırlı alanlar Adanın turistik şehri Montego Bay’e çoğu da dolaşabiliyorsun. Gece arabanı bir sokağa park ABD’den gelen uçaklardan inen turistler turizm edip gittiğinde yerinde bulman imkânsız gibi. acentalarının koruması altında, ağaçların arasın Her yere güvenli taksilerle ve arabalarıyla git da kaybolmuş resortlara doğru ilerliyorlar. Eğer bir meyi yeğleyenler Kingston’ın düzenine alışmış. turistsen sana sunulmuş olan ve gösterilmiş olanla Şehrin bir bölümünde yükselen mavi dağlar, yük yetinmeye gönüllüsün. Biraz kafanı boşaltıp ülke sek binalarla kapanmamış bir gökyüzü ve doku ne döneceksin. Ülkeye giriş yaparken polisin pasa nacakmışsın hissi veren bulutlar, güler yüzlerini portunu verdiğinde söylediği “enjoy” “eğlenmene ve neşelerini daima koruyan insanların arasında bak” sözünden çıkmamaya çalışırsın. Sahilde ganja kendini iyi hissedebilirsin hatta cesaretlenip so otu, meyve ve Hindistan cevizi satan ve sen almak kaklarda yürümeye de başlayabilirsin. Dudus’ınışıl yüce ardından... Montego Bay Kingston’da derinlerdeki her ailede bir tecavüz, bir cinayet, toz olmuş babalarla ilgili gerçek hikâyelerle cehenneme daha da yaklaşırsın... Ne yaşarlarsa yaşasınlar kocaman gülümsediklerini gördüğünde ve müziğin ritmiyle dansa teslim olduklarında ise hiç dertleri yokmuş bile sanabilirsin. 3 0yıldır Kingston’da yaşayan bir yabancı: “Dudus adında bir mafya vardı. Robin Hood olarak görülürdü. Öyle güçlüydü ki, adada olay olmazdı. Halk çok seviyordu. Amerika Jamaika arasındaki uyuşturucu trafiğini yönettiği için, ABD, hükümetten Dudus’un yakalanmasını istedi. Tivoli Gardens’ta 2 günde 200 ölümle sonuçlanan bir harekât yapıldı. Halk ölümü göze alsa da Dudus yakalanıp ABD’de hapse konuldu. Ada o günden beri açlık ve soygunla, cinayetlerle mücadele ediyor.” DERİN UÇURUM En alttakilerin yaşadığı gettolarda 50 kişinin tek bir tuvaleti var. Açıkta hortum takılmış bir muslukta banyo yapıyorlar. On metrekarede beş kişi yaşıyor. Devlet kanalizasyon ve elektrik hizmeti vermiyor. Kaçak elektriği baskın yapıp kesiyor. Paran varsa doyuyorsun, yarın belirsiz. Aklıma, olağanüstü zengin Jamaikalıların yaşamları geliyor. Sınıflar arası uçurum, beyazlar ve siyahlar arasında da derinleştikçe derinleşiyor. Nüfusun yüzde ellisinin bu şartlarda. Orta sınıf bir Jamaikalı ailenin evinde gördüğüm Michele Obama’nın kitabını ve İncil’i anımsıyorum. Karnı tok bir siyah için siyahi kimlikte bir Amerikan başkanı ve İncil’den güzel sözler duymak onurlandırıcı olabilir ama karnı aç için pek bir şey ifade etmiyor. Çünkü o siyahi başkan döneminde ülkelerinde büyük bir katliam yaşandı. Bir kenara atılıverdiler. ‘Modern yaşama nanik yapmak!’ 1 Günlük televizyon programı yapmak güçtür, yıpratıcıdır. Hele de bizim gibi ülkelerde bir an diğerine uymaz, hep kavga, telaş. Olan biteni takip edeyim derken, insan kendini kaybeder. Çocuğunu unutur mesela, sevdikleriyle görüşmeyi, söyleşmeyi. Yeniden bu işe kalkışmak delilikti, biliyorum. Huy mu, alışkanlık mı demeli, bilemedim. Parlak paketle sunarsak: “Sorumluluk” diye tarif edebilirim. Yayın saatini beklerken küçük odada, duman altında kalmış, gergin bekleyiş sürerken eski bir dostla karşılaşmış gibi sevinç duydum. Tuğrul Tanyol şiirleri toplu yayımlanmış. Daldım ilk gençlik yolculuğuna… 2 Yıl 1990. Yaş 19. İstiklal Caddesi’nde aylak bir yürüyüş. Aklımda gelecek tasarıları, yüreğimde gençlik aşkı, Pandora Kitabevi’ne girdim. O haftalardan birinde yayımlanmıştı ilk şiirim Milliyet Sanat’ta. Adı “Ölüm Gerçeği”. Genç insan, ölümü düşünür sıkça. Yaşamı duyumsamak için mi, o esrik halden mi acaba? Orada karşılaştım Tuğrul Tanyol’un “Sudaki Ankâ”sıyla ilkin. Sabaha karşı eve gelince, kütüphanemle boğuşmaya başladım, ara ki bulasın o nüshayı! Korsan Yayınları’ndan 1100 adet basılmış. Bendeki 144 numaralı olan. Gece yarısı bir sevinç, gören olsa “deli” der bana… 3 özleminsoğukkışı,ırmağakarışanarzu dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş sudaki billuru düşleyen ankâ seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü eski şarabı taşıran esrik anılar bahçelerden akardı ince bir kanun renginde güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr 4 U zun yürüyüşleri özledim. Yürürken sağlıklı, yaratıcı düşünür insan. Ortaokul zamanı, sıkça kırardık okulu, tuhaf alışkanlık tren yolunda yürürdük. Bakırköy’den Yeşilköy’e ters yönde tehlikeli oyun! Düşlere dalardık, acaba hangisindeydi şair olmak? Aklımda Garip’çiler, Nâzım… David Le Breton’un “Yürümeye Övgü”sünü okudum. Diyor ki: “Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş moderniteden kaçış, moderniteye naniktir.” Ataköy ikinci kısımda geniş daireler çizerek yürürdük Haluk Polat’la. Filozofların çoğu yalnızlığı yakıştırır yürümeye, oysa biz, iki yoldaş yan yana olmaksızın düşünemez, hissedemezdik. Garip; şiiri birlikte keşfetmek, müziği birlikte işitmek, araya uzun yıllar girse de birbirine bulur, uzun yürüyüşlere çıkanlar! Yürümek başkaldırıdır; “Beden modernitenin gelip çarptığı bir kalıntıdır. İnsanın çevre üstündeki etkinlik payının kısıtlanmasını kabullenmek giderek zorlaşmaktadır. Bu silinme insanın dünya görüşünü olumsuz etkilemekte, gerçeklik üzerindeki eylem alanını sınırlamakta, ben Madem biricik, o halde kayıt düşmekte yarar var tanıklıkları, bir de “tarihin bunca hızlı aktığı” günlerde bellek olmakta yarar var... lik tutarlılığı duygusunu kısıtlamakta, nesnelerle ilgili bilgileri zayıflatmaktadır. Kişi benlik erozyonu ödünleyici bazı çabalarla durdurabilir ancak.” 5 “Elli Yaşa Buruk Günce”nin ikinci cildi yayımlandı. Bizde pek günce türü önemsenmez, “Her yaşam yazılmaya değer mi” diye sormuştum bir ara. Madem biricik, o halde kayıt düşmekte yarar var tanıklıkları, bir de “tarihin bunca hızlı aktığı” günlerde bellek olmakta yarar var. “Okur kimdir?”, “Kim okur” sorusu yersizdir, yazar (romancı) bunu umursamaz! Yalandır belki bu! Kibirli bir tutum! Okunmamak için yazana rastlayan beri gelsin! “Kara Delik” görüntülendi, artık öykü kurmaya gerek var mı? 6 Breton: “Konu bulmakta güçlük çeken bir romancının yapması gereken tek şey, sırt çantasını alıp sükunet içinde yürümek ve çok geçmeden gelecek olan itirafları beklemektir” diyor. Sabah erken kalkacak, uzun yürüyüş ardından, rastlantıyla karşıma çıkan ilk kahveye sığınacaktım. Gözlerimi yumacaktım çevreye, açtığımda roman hakikatiyle karşılaşacak, ne varsa gördüğüm kâğıda geçirecektim. Elliye doğru giden adamın iç hesabını kesmesi için roman türlü olanaklar verir. (Şiir nerede gösterir kendini? İmge sürekli isyanın, oyunbozanlığın, yerli yersiz nanik yapmanın adı olmasın!) Günlük haber işi nerden çıktı? Kalabalık, kargaşa, itiş kakış içinden süzülen insanların romanını yazmak gerek. Durmaya, işitmeye, kafayı kaldırıp göğe, denize bakmaya kimsenin vakti yok. Yürümek bu derde de deva: “Zamanın son derece kırılgan vazosunu kırmamak için susmayı bilmek gerekir.” Ya da; İçindeki gürültüyü işitmek için yürümek gerekir, susarak… 7 Umulmadık yer ve saatte şiirle karşılaşmak kimi sevindirir? Bak bunu bilen dostla yürümek isterim ben. Şiir sevincini paylaşarak yürümek… Geçen gece Rabia Naz’ın, Berkin Elvan’ın babaları bağlandı yayına, bunca acıdan kurtulmak mümkün mü? İster mi kişi dışında kalmayı? Rahat döşek imgesi bir yanda… Çocukları öldürüyorlar, köpekleri zehirliyorlar… Buna nasıl direnir insan? Hiçbir şey olamamış gibi kafasını gömerek kuma yaşamak mümkün mü? Mümkünse de buna yaşamak denir mi? Kara delik görüntüleri evrenin bir gizini daha açığa çıkardı, şaşkınlıkla bakıyorum, sanki sanal ortamda beceriksizce hazırlanmış gibi; kötü, silik, sıradan… “Yürümek benmerkezcilikten uzaklaştırırken, insanı dayanaksızlığını ve gücünü hatırlatan sınırlar içine dahil ederek dünyayı yeniden oluşturur. Yürümek olağanüstü bir antropolojik etkinliktir, çünkü insanda, dünyanın yapısı içinde yerine bulma, bunu anlama, başkalarıyla olan bağının temellerini sorgulama yönünde kalıcı bir kaygıyı harekete geçirir.” C MY B