02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 NİSAN 2019 5 İdris Baba’dan, hayatın kıyısındakilere... Cesur olsunlar, okusunlar Kesal, tartışılan sahneyle ilgili “Çukur, distopik bir dünyayı anlatıyor. Elbette gerçek hayattan esinlenerek. Sonuçta kurmaca bir dünya. 59 bölüm sonra mı fark ettiler böyle bir mahallenin olamayacağını? O sahne müzikaltı fantastik bir klip o kadar” diyor. Ercan Kesal, Çukur’a ara vermeye ve İstanbul’dan tamamen ayrılmasa da bir ayağını Urla’ya atmaya hazırlanıyor. Artık sadece okumaya, yazmaya ve film çekmeye yoğunlaşacağını söylüyor. Kesal’la hafızalara kazınan İdris Baba rolüne, gerçek hayattaki babalığına, siyasete ve insanlara dair söyleştik. Kesal, “Her insanın hikâyesi de, yolculuğu da, akıbeti de biriciktir ve eşsizdir. Birbirimize sadece deneyimlerimizden söz edebiliriz. Akıldaneliğe hiç inanmam, kıymet de vermem. İnsanın kendine sorular sorması önemlidir” diyor. u Nasipse Adayız’dan yola çıkarak, yerel seçimler tartışmasında Türkiye fotoğrafı çekebilir miyiz? Nasipse Adayız’ı yazdıran mesele 2000’lerde Beyoğlu’na belediye başkanı olmak için adaylaşmaya çalışan Ercan Kesal’ın hikâyesiydi. Aradan 16 yıl geçtikten sonra aynı mekânlarda, yönetmeni ve oyuncusu olduğum, geçmişte aynı süreçte birlikte hareket ettiğim birçok insanın da oyuncu olarak yer aldığı “Nasipse Adayız” isimli uzun metraj bir film çektim. Filmin ön hazırlığında ve set sürecinde gördüm ki bazı şeyler hiç değişmiyor ve galiba uzun bir süre değişmeyecek de! İç göç devam ediyor çünkü. Buna şimdi Suriyeliler de eklenmiş. Yerel yönetimle kurulan ilişki akrabacılık, kayırmacılık ve hemşericilik üzerinden sürdürülmeye devam ediyor. Vatandaşla yöneticiler arasında adı konulmamış bir uzlaşma var sanki, ama rant uzlaşması! “Sen bana oy ver, ben de senin kaçak binanı görmezden geleyim!” Ama deprem de kapıda. Her seferinde kısa vadeli çözümler öneriliyor. Bütün bunlar yüzünden galiba, heyecanı da yok seçimlerin. İNSANA YAKIŞAN... u Son seçimin heyecanı sonuçlar açıklanınca ortaya çıktı. Yukarıda sözünü ettiğiniz meseleler yüzünden mi sonuçlar kabul edilmiyor sizce? Belediyeler büyük bütçelere sahip kurumlar. İcraat yerleri. Para burada. Siyasi partilerin arka bahçesi olmaya çok uygun. Rant, arazi, ruhsat, imar vs. İştah kabartan alanlar… Klientalizm, nepotizm ve kayırmacılık hem sebep hem de sonuçtur. Bu yüzden yaşadığımız mekânlara dair kenti yönetenlerin önceliği bizim yaşam standartlarımızdan daha çok kendi politik geleceklerini sürdürmek ve kalıcı hale getirmek. u Siyasetin dili her geçen gün daha sert ve ayrıştırıcı. Malum. İktidara oy vermeyenlerin “görevi” de hep umut etmek. Ne düşünüyorsunuz umuda dair? Garip ama ben umutluyum yine de. Psikoloji ve antropoloji eğitimlerinden sonra daha da güçlendi bu duygu. İnsanlık ve yeryüzü tarihine kendi zaviyem yerine daha geniş bir perspektiften bakmayı öğrendim. Şu kısacık ömrümüzde neyin kehanetinde bulunabilir, ne kadar objektif olabiliriz ki! Anadolu çok özel bir coğrafya. Neler görmüş neler geçirmiş. Geçenlerde 1000 yaşında bir zeytin ağacı gördüm. Gittim sarıldım gövdesine. Onu dinlemeyi isterdim mesela. Bizden çok daha fazla şey gördüğü aşikâr. Ne göçler, ne işgaller, ne ölümler yaşamıştır. Öte yandan çok da umutlu bir ağaçtı. 1000 yaşına gelmiş ama hâlâ zeytin vermeye devam ediyordu. u Günümüzde sözünü sakınmayan bir sanatçı, yazar olmak çok mu zor? Bizim coğrafyamızda söz söylemek her zaman zahmetli olmuştur. Yeni değildir ki bu. Ama edebiyat da sinema da metaforlarla anlatır söyleyeceğini. Aslında her şey metafordur. Bu yüzden muktedirler ne yaparsa yapsın gerçeği anlatmanın bir yolu mutlaka vardır. Hiç çekinmeden, korkmadan o yolu bulmalıyız. İnsana yakışan da budur. u Sanat camiası toplumsal konulara duyarsızlıkla eleştirilirken, diğer yandan sansür yasasına da çok ses çıkarılmadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Birçok alanda pervasızlık, hoyratlık ve dar görüşlülük hâkim. Televizyonlardaki tartışma programlarını sonuna kadar izleyebiliyor musunuz? Ülkenin entelektüel vasatı diplerde. Üniversiteler (özellikle taşrada) bulunduğu yörenin ekonomisini yükselten kurumlar olmaktan başka bir işe yaramıyor, genç nüfus şaşkın, kaygılı ve yol bilemez halde. Mimarimiz TOKİ olmuş, kitaplar ürün ol muş süpermarket kasalarının yanındaki sepetin içinde. Sansür ne ki! Film yapamıyoruz, yapsak da salon bulamıyoruz. Salon bulsak artık seyirci de yok galiba. Mesele çok daha derinlerde va maalesef zahmetli. u Bağımsız sinema her zamankinden daha mı zor? Eskiden de zordu ama ar u İstanbul’u özlemez misiniz? İstanbul’dan tamamıyla ayrılmak söz konusu değil. Buradaki evimiz elbette kalacak. Ama zamanımızın çoğunu ve Poyraz’ın okul sürecini İzmir’de Urla’da halledeceğiz. Özlemeye fırsat kalmayacak zannederim. Daha çok okumak, yazmak ve film yapmak için İstanbul kaosundan bir parça uzaklaşmalıyım. tık imkânsız diyebileceğimiz bir yerdeler. Gişe kaygısı olmadan yapılmaya çalışılan bir işin acımasız rekabet koşullarında varabileceği yer neresi?  u Geçmişle bugünü kıyaslıyor musunuz hiç? Geçmişe özlem var mı ya da? Varsa en çok neyi özlüyorsunuz? Nostalji geçmişe duyulan özlem değildir. Özlem, tekrar o günleri bir daha yaşama arzusudur. Böyle bir arzum yok. Bunun olmayacağını çok iyi biliyorum çünkü. Benim nostaljim geçmişte yapabileceğimiz halde yapmadıklarımız ya da yapamadıklarımız yüzünden içimden çıkmayan keder ve hiç kurtulamadığım suçluluk duygusu. Her şey daha iyi olabilirdi. Yapabilirdik ama olmadı.  BABALIK ZORMUŞ... u İçimize sindiremediğimiz çok şey oluyor. Bazılarını unutuyoruz, bazılarına takılıp kalıyoruz... Bence eskiden de vardı bunlar. Şimdi iletişim ve sosyal medyanın bu kadar yaygınlaşması yüzünden her şeyden kolayca haberdar oluyoruz. İnsan hep aynı ama. Bitmek bilmeyen hükmetme isteği, iktidar hırsı. Kötülüğü de iyiliği de aynı anda, yan yana taşıyabiliyor olması. Böyle de bir yeteneği var! Üzülmüyorum buna ve takılıp kalmıyorum. Ne yapabilirim, ona bakıyorum. Sızlanmak yerine çalışmak ve aklımdakini, olması gerekeni yapmak! Derdim bu. u Yaşamın kıyısındakiler için neler söylersiniz? Bir yön bulamayanlar için, savrulanlar için... Her insanın hikâyesi de, yolculuğu da, akıbeti de biriciktir ve eşsizdir. Birbirimize sadece deneyimlerimizden söz edebiliriz. Akıldaneliğe hiç inanmam, kıymet de vermem. İnsanın kendine sorular sorması önemlidir. Ölünceye kadar da sürecek bu üstelik. Ama sonuçta iyi bir şeydir. Çok okusunlar. Çok yaşasınlar. Cesur olsunlar. Emekten ve gayretten başka bir şeye inanmasınlar. Başkalarının yanından geçip gittiği şeyleri önemsesinler. Başlarına gelen her neyse ona da şükretsinler… u Nasıl bir babasınız gerçekte? Babalık meğer çok zor bir zanaatmış. Kendi adıma geçirdiğim ya da tamamladığım psikolojik bir evredir babalık. Ama oğlum Poyraz ayrı bir birey. Onun gelişim sürecinde benim dışımda o kadar fazla bileşen devrede ki. Ne yapabilirim? Deneyimlerimden ve sevgimden başka ne aktarabilirim ki. Ama çocukların ebeveynlerinden beklediği en önemli şeyin güven duygusu olduğunu çabuk keşfettim, ben de onu vermeye çalışıyorum. Gerisi onun yolculuğu. u İdris Baba rolü, hayatınızda nasıl bir iz bırakır sizce? Zaten zorunlu işlerden kalan tüm zamanını evinde yazarak okuyarak geçiren biriydim. Bu yüzden olağanüstü bir değişiklik olmadı hayatımda. Seyahatlerim ve söyleşilerimde zorlanıyorum sadece. Herkes fotoğraf çektirmeye çalışıyor. Bu fotoğraf işi de bir garip! Hayranlığını ya da sevgisini ifade edip muhabbet etmek yerine hızla fotoğraf çektirip uzaklaşıyorlar. Bir de dürümcülerle otoparkçılar ücret almıyor. “Yaptığım işler birbirini besleyen işler. Okumak yazmaktır aslında. Rutin yazılarımı yazarken küçük senaryo notları da alıyorum bir kenara.” “Dizi, sadece oyuncular açısından değil, tüm bileşenler için sürdürülebilir bir iş olmaktan çıkıyor giderek. Bizim için zor da senarist için kolay mı sanki. Her hafta 100 sayfa metin yazmak. Kamera arkasındaki tüm ekip için de her hafta bir uzun metraj film yetiştirmek!” hilal köse “Kendi adıma yazacağım, okuyacağım ve filme çekeceğim o kadar çok işim var ki. Onlara zaman ayırmalıyım” CTucaommmha.utmrr’iıdyeet “İyi oyunculuğun olmazsa olmazlarından biri de çok okumak ve çok yaşamaktır. Bütün bunlar yönetmenlik yolunun da taşlarını döşer. Böyle işte...” URLA PLANI “Mekânlar sizin hayatınıza hizmet etmeli. Çünkü insan yaşadığı yere benzer. Onu değiştirir dönüştürürken kendiniz de değişir dönüşürsünüz. İstanbul kötü yönetilen ve içinden çıkılmaz hale getirilen bir kent oldu ne yazık ki. Burada yaşamak bir eziyete dönüştü. Tüm bu hengamenin içinden kendinize zaman ayırıp okuyup, yazmak ve üretmek adeta bir sihirbazlık. Bu kadar eziyet olamaz. Daha kolay ve daha sağaltıcı ve kendime daha çok zaman kalan yeni bir alan açmam lazımdı.” zAMANI YÖNETME “Az uyuyorum. Çok koşturuyorum. Biten bir işimin bitmesini beklemeden yeni işler koyuyorum önüme. Bilemediğim soruyu geçiyorum. Vakit kalırsa tekrar dönüyorum o soruya. Biricik bir hayatım var. Tekrarı olmayan. Ölümü hak ederek tüketmeliyim onu. İçimdeki kederden başka türlü kurtulamam. Tüm yapıp ettiklerimiz hayata tahammül etmenin bir yolu gibi geliyor bana. Ancak bir “yaşam oburu’’ olarak ayakta kalabilirim.” Çukur’dan bir kare. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle