Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 10 KASIM 2019 İsmet Erten, Türk sinemasının emektarlarından, o gerçek bir sinema sevdalısı Hayatı film bir film adam Adını söylediğimizde sinema izleyicileri hatırlamakta güçlük çekebilir. Ama resmini, özellikle de 60’lı ve 70’li yıllardaki resmini gösterdiğimizde yüzü herkese aşina gelecektir. Zira o yıllarda eğlence sektörünün yegâne aracı olan sinemada onlarca filmde rol almış. Figüranlıkla başladığı sinemada stuntman’lik (dublör), karakter rolleri derken başrol oyunculuğuna kadar yükselmiş. Sinema sevdası yüzünden 18 yaşında hem baba yurdunu hem kalfalık yaptığı terzilik mesleğini terk etmiş. Şimdilerde İngiltere’de, Edinburgh’da yaşıyor. İlk mesleği terziliğe geri dönse de sinemadan tümüyle kopmamış. Kanına giren sinema virüsü nedeniyle üç beş ayda bir Türkiye’ye gelip bir iki dizide oynayıp geri dönüyor. KAFASINI, KOLUNU KIRSA DA... İsmet Erten, Türk sinemasının emektarlarından biri. O gerçek bir sinema sevdalısı. Oynadığı rolün, kazanacağı paranın ve şöhretin derdinde değil. Tek derdi, sağlığı elverdiği sürece sinemada var olmak. Sinemaya adım atışı ne bir yapımcı ya da yönetmen tarafından tesadüfen keşfedilmesi ne de bir yakını sayesinde olmuş. Figüran pazarında günlerce beklemiş. Hem de 18 yaşında. Dublör olarak rol aldığı filmlerinde kafasını, kolunu kırdığı olsa da yine de vazgeçmemiş sevdasından. Sinemada ve dizilerde hemen her rolü oynamış. Yüzü görünmese de başrol oynamışlığı bile var. Bu nasıl bir başrol oyunculuğu diyenler olabilir, belirtelim. Başrol oynadığı filmin adı “Kızıl Maske”. Behçet Nacar ve Kuzey Vargın’la birlikte Türk sinemasının kavga ve dövüş sahnelerinin vazgeçilmez oyuncularından biri olmuş yıllarca. Zaten Yeşilçam’ın kapılarını Behçet Nacar’la birlikte aşındırmışlar yıllar yılı. Şimdi rol arkadaşlarının pek çoğu hayatta değil. Ama onun hayatı hâlâ sinema. ARTİST OLACAĞIM! İstanbul’a mutat gelişlerinden birinde buluştuk. Memleketi Reyhanlı’dan başladı yolculuğunu anlatmaya: Sinemayla ilk ilişkim doğup büyüdüğüm Reyhanlı’da başladı. Terzi kalfasıydım güya, ama ilçenin tek sineması olan Dernek Sineması’nda vizyondaki filmler değişince halka duyuru yapmak için film afişleri bir tahta panoya yapıştırılır ve megafon eşliğinde afişlerle mahalle mahalle dolaşarak “Bu akşam filanca ile filancanın filmi gösterilecek” diye bağırırdık. Sinemaya bedava girerdik arkadaşlarla. Gecenin bir yarısı eve gidince de babamın dayak faslı başlardı. Her dayak sonrası tövbe eder ertesi hafta aynısını yapardım. 18 olunca babamın karşısında dikildim. İstanbul’a gitmek istediğimi söyledim. “Ne halt edeceksin İstanbul’da?” diye sorunca artist olacağımı söyledim. Okkalı bir küfür yedim tabii. Cebimde 150 lira ile evden çıktım. İlk şoku tren istasyonunda yaşadım. Hatay’dan Haydarpaşa’ya tren bileti 75 liraydı. FİGÜRAN PAZARI... Sirkeci’de dört kişinin bir arada kaldığı bir odada günlüğü 10 liradan kalmaya başladım. Tam param bitecekken Beyoğlu’nda bir terzi dükkânında iş buldum. Dükkânın karşı sokağında figüran temini için sabahları pazar kurulurdu. Bir araba gelir, film şirketinin görevlisi iner ve figüran adaylarına “Sen gel, sen gel” der, götürürdü. Her sabah o amele pazarı gibi yerde rol kapmak için bekledim, ama nafile. Bu arada sinemacıların uğrak yeri olan başka bir terzinin yanına geçtim. Bizim dükkâna gelen karakter oyuncusu Sadi Karahan sayesinde 1958 yılında “Balıkçı Güzeli Gülnaz” filminde oynadım. İkinci olarak Zeki Müren’in “Kırık Plak” filminin figüran kadrosuna kattı. Orada birkaç saniyelik bir sahnem vardı. Zeki Müren şarkı söylüyor, ben de ön masada oturan gazino müşterisiyim. Gülümseyerek onu alkışlayacağım. Kamera beni öyle bir almış ki, bütün perdede kafam çıkıyor. Reyhanlı’da olay oluyor tabii. HARİKA, B..K GİBİ OLDU! Aradan uzun zaman geçti bir filmde Behçet Nacar’la tanıştık. Behçet’in o zamanlar ekonomik durumu iyiydi. Üç arabası vardı. Sultanahmet onlardan sorulurdu. Biz Behçet’in arabasıyla dolmuş yapardık. Behçet’le sinema üzerine hayaller kurar, film şirketlerinin kapısından girebilmek için planlar yapardık. Bir gün Yeşilçam’da, kahvede otururken Sabri Kara diye bir prodüksiyon amiri geldi. Sıkıntılı ve öfkeliydi. Yakınlaşmak için sohbet açtık. “Sormayın bir aksilik oldu. Bir film çekiyorduk, ama yönetmen Memduh Ün kavga sahnesini beğenmedi. Bana zımba gibi iki adam lazım” dedi. Biz oynarız dedik hemen. O da “Zaten başka şansım yok” diyerek bizi ertesi gün sete davet etti. Film Cihangir’de iki katlı bir evde çekiliyor. Senaryo gereği biz evin üst katında Esen Püsküllü ile içki içerken esas oğlan Cüneyt Arkın içeri giriyor. Kavga üst katta başlayacak, alt katta bitecek. Bir prova yaptıktan sonra çekime geçildi. Behçet’i kenara çektim, “Bak oğlum, kafa göz yarılsa da çekim bitinceye kadar gıkımızı çıkarmayacağız. Bu bizim son şansımız” dedim. Çekim bitti, Ün sevinçle “Harika, b..k gibi oldu” dedi. Meğer Ün, işi beğendiğinde “B..k gibi oldu” diye tepki verirmiş. O filmden sonra bizi kendi şirketi Uğur Film’in daimi kadrosuna aldı. Nacar’la sinemaya gerçek ilk adımı atışımız oldu. Artık bir tek gün boş günümüz yoktu. Erten ve Nacar’a bir süre sonra diyaloglu roller verilmiş. Ünlü oyuncuların tehlikeli sahnelerinde de dublörlük yapmışlar. Erten’in tek başrol oynadığı filmin kadrosuna da dublör olarak katılmış. Ancak yönetmen, “Madem filmde başrol oyuncusunun yüzü maskeli. Ayrı oyuncuya ne gerek var. Başro Reyhanlı’da terzi yamağı iken başlamış sinema macerası. Sinemaya beleş girmek için, o akşam vizyondaki filmin afişlerinin yapıştırıldığı panoyu arkadaşıyla sokak sokak dolaştırıp megafonla tanıtımını yapmış önce. Yaş 18 olunca da babasından helallik isteyip tutmuş İstanbul’un yolunu. Önce figüranlık, sonra dövüş sahnelerinin vazgeçilmez stuntman’ı olmuş. Yılmaz Güney’li, Ayhan Işık’lı, Cüneyt Arkın’lı filmlerin pek çoğunda oynasa da afişlere adını başrolünü oynadığı “Kızıl Maske” filmiyle yazdırabilmiş. Fotoğraf: Kurtuluş ARI lü de sen oynarsın” deyince işi kapmış. Tehlikeli bir sahnede eli bileğinden kırılmış. Şirket, ne tedavi parasını ödemiş ne de başrol oyuncusuna verilecek 2 bin 500 lirayı. Yine de o filmi çekmekten mutlu. Artık daha uzun ve diyaloğu olan roller kapmış bu film sayesinde. Cüneyt Arkın’la oynadığı “Büyük Yemin” ve “Battal Gazi” seri İsmet Erten, Charles Bronson ve Tony Curtis’in “Paralı Askerler” filminde rol almış. Bronson’un “Seni Hollywood’un yeni Ömer Şerif’i yapalım” teklifini kabul etmemiş. Edinburgh’ta yaşıyor. Ara ara Türkiye’ye geliyor, bir dizide, filmde oynayıp Edinburgh’a dönüyor si aynı yıllarda çekilmiş. Yılmaz Güney’le “Çirkin Kral”, ve terzi makasını eline alıyor. Kabadayılar Kralı”, “At Hırsızı”, “Davudo” gibi film lerde oynamış. Ayhan Işık, Fatma Girik, Kadir İnanır ve Türkan Şoray’la da kamera karşısına geçmişliği var. “Cüneyt Arkın’ın Battal Gazi filmlerinin birinde se naryo gereği Bizanslıların eline düşmüş olan Battal Gazi’yi kurtarmak için onun fedaileri olarak biz bir kaç kişi dansöz kılığında kaleye girecektik. Ben dansöz rolünü o kadar iyi oynamışım ki, Natuk Bayhan çekim bittikten sonra ‘Ulan sen ne yosmaymışsın öyle. Kadın olsan bu işve, bu cilve ile erkeklerin hepsini baştan çıkarırdın’ dedi.” rtistik öyküsüsmetErten’inbirde Hollywood’un ünlüleriyle aynı filmde rol alİdığını söylesek. “Yok daha neler?” demeyin gerçekten. Hem de Charles Bronson ve Tony Curtis’le. Kapadokya’da çekilen “Paralı Askerler” filminin en a tehlikeli sahnesinde, Amerika’dan ge tirilen oyuncular, rol almak istemeyince, “Ben oynarım” diyerek İsmet Erten kapmış rolü. Sadece rolü değil, film oyunculardan bi rinin sevgilisini de. Anna, Bronson’un eşinin en yakın arkadaşı. Bu flört sayesinde Bronson’un da yakın çevresine girmiş. Hem filmin yapımcısı Co lombia Şirketi’nin patronu hem de Bronson’dan bomba bir teklif almış: “Amerika’ya gel, Bronson’un bütün film lerinde rol verelim. Sonra seni Hollywood’un ikinci Ömer Şerif’i olarak lanse ederiz.” Teklif aklını başından almamış değil. Ama evli barklı, cebinde de beş kuruş parası olmayan biri için “risk” diye Amerika yollarına düşmemiş. Bir süre sonra karmaşık aşk ilişkilerinin girdabında debelenince önce eşinden ayrılmış, sonra Yılmaz Güney da Türkiye’den. Edinburgh’a yerleşmiş. Terzilik yaparak hayata tutunmuş. Hatı rı sayılır da birikim yapmış. İkinci kez evlenmiş, bir oğlu olmuş. Ama yıllar son ra, İngiliz kadından ikinci bir oğlu daha çıkmış piyasaya. O oğlundan da iki torunu var. Eşi, oğulları ve torunlarıyla mutlu bir yaşam sürüyor sürmesine, ama evinde ra hat oturmuyor yine de. Kamerayı özlediğinde çıkıp geliyor İstanbul’a... Sinema aşkı ne zaman bitecek sorusuna, “Bilmem, herhalde ölünce” diyor. Terzi yamağının ATASOY’UN SERVETİ GÜNEY SAYESİNDE “Yılmaz Güney, silaha olan merakı kadar tavla, barbut gibi oyunlara da meraklıydı. Film setinde yapımcısı İrfan Atasoy’la sürekli tavla oynardı. Atasoy, ‘Ben ka zanırsam sen bana iki filmi parasız oynayacaksın; Sen kazanırsan sana iki film parası vereceğim’ diye otururlardı tavlanın başına. Ama çoğunlukla Atasoy kazanırdı. Yılmaz o zamanlar, film başına 75 bin lira gibi astronomik bir para alırdı. Filmleri gi şe rekoru kırardı. Atasoy’a bedava üç film çekti.” m iyase ilknur 1960’ların sonunda, tiyatro sahnelerinde de boy göstermeye başlamış. Hulusi Kentmen, Atıf Kaptan ve Hüseyin Baradan’la birlikte Şahin Tek Tiyatrosu’nun kadrosuna katılmış. Tiyatroda başrol oynadığı Sevim Erten’le rol gereği karıkocalığı bir süre sonra resmiyete dökmüşler.