02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 süreyya su Din bu 9 EYLÜL 2018, PAZAR THERAPIA ALPER HASANOĞLU Yeni Akit’in çocuk yaşta evliliği meşrulaştırma çabaları üzerine… Kriter buluğ olunca medeni olunur mu? Geçenlerde Yeni Akit, “İslam’ın kriteri: Buluğ Çağı” diye bir manşet attı. Konu malumunuz, genç yaşta evlilik… Böyle deniyorsa da, bahsedilen yaşlar çocuk yaşı. Gazetede fikrine müracaat edilen din adamlarının beyanlarından oluşturduğum başlıklarla burada kısa bir söylem analizi yapmak istiyorum. Bir argüman şu: Hıristiyan Batı ülkeleri genç yaşta evliliği teşvik ederken Türkiye’de kanunlar 18 yaşı dayatıyormuş. İşine geldiği zaman Batı iyi, gelmediği zaman kötü şeklinde tutarsızlığı bir yana bırakıyorum. Bir çarpıtma yapılıyor haberde. Batı ülkelerinin kabul ettiği standart olan Dünya Sağlık Örgütü’nün yaş dilimine göre gençlik 18’de başlıyor. 18 yaş altı ergen ve çocuk. Batı ülkeleri genç yaşta evlenmeyi teşvik ediyor, ama bunun bir nedeni Batı’da gençlerin yetişkinliğe geçmeye direnmeleri. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre gençler kendilerini 30 yaşında yetişkin hissediyor ve hayata atılmak için acele etmiyorlar. Aslında bu da Batı’da gençlerin ne kadar bilinçli olduğunun bir göstergesi. Çünkü belli ki kendilerini çok da iyi koşulların beklemediğinin farkındalar. Dolayısıyla Batı’dan verilen örnek, burjuva toplumunun temeli olan aileyi yaşatma çabasından başka bir şey değil. Sosyolojik olarak aile önemli; çünkü bir toplumun yeniden üretimini sağlayan temel bir kurum. Nitekim gazetede görüş beyan eden din adamları da, “evlilik neslin ve nefsin korunması için gerekli” demişler. Ama sapkınlığa varan zihniyet bozukluğunun nedeni, evliliğin ve ailenin tanımından kaynaklanıyor. Modern toplumun ortaya çıktığı Batı dünyasındaki evlilik ile güya “geleneksel toplum”u korumaya çalışan bazı İslamcıların zihninde evlilik farklı tanımlanıyor. Evlilik, ‘olgunluk’ gerektirir Modern toplumda evlilik, toplumsal bir kurum olan ailenin kuruluş sözleşmesi. Dolayısıyla sadece cinsellik gibi biyolojik bir gerekçe evliliğe dayanak oluşturmuyor. Evlilik elbette toplumca onaylanmış bir cinselliği sağlıyor, ama bu, evliliği belirleyici bir işlev değil. Evliliği belirleyici asıl işlev, bir aile kuracak olgunluğa gelmiş, reşit olmuş bireylerin özgür iradeleriyle bir aile bağına gitmeleri. Yani belirleyici olan, biyolojik yetişkinlik değil, zihinsel yetişkinlik. Oysa gazeteye görüş veren din adamları, İslam hukukunda evlilik için yaş sınırlaması yok; buluğ yeterli diyorlar. Ama burada da bir çarpıtma yapıyorlar. “İslam evrensel bir din olduğu için evliliğe yaş sınırı koymamıştır. Yaş sınırı koymamasının en büyük nedeni coğrafi şartların biyolojik etkisidir”, diyorlar. Yani şu, artık bayatlamış argüman; sıcak bölgelerde erken buluğa erilirken, soğuk bölgelerde geç buluğa erildiği söyleniyor. Belli ki doğrudan çocuk yaşta evliliği onaylıyor ve teşvik ediyor görünmemek için de yanlış bilgi veriyorlar. Sıcak bölgelerde 15 yaşında, soğuk bölgelerde 18 ‘Özcü İslam’ söylemine bakınca tamamen biyolojik varlığına indirgenmiş bir “erkek” insan tanımı ve onun cinselleştirilmiş arzularını karşılama doğrultusunda verilen hükümler görüyoruz. yaşında buluğa erilebiliyormuş. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, kız çocukları ortalama 12 yaşında buluğa giriyorlar. Hatta 11 yaşında girildiği de artık çok görülüyor. Bunun da nedeni havaların ısınması değil, beslenme rejiminin değişmesi. Çocuk doktorlarına göre, özellikle hazır gıdalar ve “fast food” et ürünlerindeki hormonlar kız çocuklarında erken buluğa neden oluyor. O zaman, eyy din adamları, çekinmeden “evlilik yaşı 1112’ye inmiştir” diyebilirsiniz!.. Bazıları diyor da zaten. Hatta Hz. Muhammed ile Hz. Ayşe’nin evliliğini delil gösteriyorlar. Ama yine çarpıtıyorlar. O dönem için buluğa ermenin evlilik için yeterli kabul ediliyor olmasını ne bugünün uygarlık zaviyesinden yargılayabiliriz, ne de sünnet zaviyesinden meşrulaştırabiliriz. Bu mesele ancak tarihselci ve kültürelgörelilikçi bir yaklaşımla değerlendirilebilir. Ama tarihselciliği kabul etmeyenler bunu da ka Yeni Akit’in evlilik yaşını çocukluk dönemine çekmeyi meşrulaştırma yolunda attığı manşet. bul etmemektedir. Üstelik yine karşılaştırmalı perspektiften bir çarpıtma yaparak. Şöyle ki, “Batıda ilk cinsel deneyim yaşı 12’ye indi, buna bir şey demiyorsunuz da, nikâha karşı çıkıyorsunuz” denilmektedir. Modern toplumlarda bunun bir olgu olarak karşımızda olması, meşru görüldüğü anlamına gelmez. Nitekim bu yüzden modern toplumların eğitim müfredatında cinsellik dersi var. Çocuklar cinselliğe özensinler diye değil, cinselliği ve cinsel kimliklerini bilsinler, bi linçsiz davranarak etik sınırların dışına çıkmasınlar diye var. Ayrıca bu yüzden psikanaliz var, çocuk ve ergen psikolojisi var. İnsan, içgüdüleriyle ha reket etmesin, bilinçli bir canlı olduğunu bilsin diye… Ha, bunun sonucunda ortaya çıkan “uygarlığın huzursuzluğu” da var elbette. Ama uygarlık ya da medeniyet böyle bir şey… İnsanın doğasına müdahale ederek onu diğer canlılardan ve doğadan ayıran, doğaya ve kendisine efendi kılan bir kültürel olgunluk hali. Bu olgunluk sürekli dürtülerine ket vurma, arzularını denetleme haliyle huzursuz da ediyor. Peki, İslam da bir medeniyet dini olarak, özünde biyolojik varlığımız olan nefsimizle mücadeleyi emretmiyor mu?! Ve bu yüzden bu dünyada Müslümanın mutlu olamayacağını, varoluşsal olarak huzursuz olacağını söylemiyor mu? Ama “özcü İslam” söylemine bakınca tamamen biyolojik varlığına indirgenmiş bir (“erkek”) insan tanımı ve onun cinselleştirilmiş arzularını karşılama doğrultusunda verilen hükümler görüyoruz. Acaba bu yüzden mi Batı’nın ürettiği sahte bir uygarlık olan kapitalizm ile pek bir sorunu olmayan, ve tek sorunu onun “libidinal” ekonomisi ve yaşam tarzını helalleştirmek olan bir İslami söylem var karşımızda?.. MÜJDE YAZICI ERGİN 9 ay sonra yeniden dinleyicileriyle buluşuyor Müzik Kamikaze uçuşunda Eminem! Son albümünün üzerinden henüz dokuz ay geçmesine ve günümüzde müzisyenlerin “şöhret ile para” döngüsünü hızlandırmak için video klipli single çalışmalar peşinde olmasına rağmen Eminem’in bu kadar kısa süre içinde eski usül albüm yapması başlı başına sert ve nokta atışı bir hamle. Eminem, bir önceki “Revival” albümüne gelen eleştirilerden sonra adeta bir intikam eylemi gibi önceden hiçbir açıklama, pazarlama saldırısı veya kontrollü bir sızıntı olmadan “Kamikaze” albümünü geçen hafta ansızın yayımladı. Herkesin müzik gurusu, sanat eleştirmeni, eksper olduğu sosyal medyadan “Kamikaze”ye gelen tepkiler, yine yüksek coşkudan ağır saldırıya kadar uzanıyor. Eminem, “Çok fazla üzerine düşünmemeye çalıştım” notuna orta parmak emojisi ekleyerek paylaştığı “Kamikaze” albümünde ABD Başkanı Donald Trump’ı, hoşlanmadığı rapçileri ve medyayı yine boş geçmiyor. Eminem, Afro Amerikanların hükümdarlığındaki rap kültüründe bir beyaz olarak kendini çoktan kabul ettirmiş, hip hop kültürünün “boyun eğmeyen” çizgisinden çıkmayıp Trump’a temas etmeyi kabul etmemiş gerçek rap sanatçılarından biri. O, Trump ile mutlaka ortak hayran kitlesine sahip olmasına rağmen, yaptığı şarkılarda ve gündelik hayatında kaybedecek hiçbir şeyi Eminem’in yeni albümü ‘Kamikaze’ piyasaya çıktı. yokmuş gibi davranıyor. Yani tam da siyasi otoritelere başkaldırması beklenen gerçek bir hiphop’çının yapması gerektiği gibi yapıyor. Rap, pop gibi, insanlarda “yapay güzel duygular” uyandırmak zorunda kalmıyor. Siyahların içinde bir beyaz adam Eminem, 17 Ekim 1972 doğumlu. Gerçek ismi Marshall Bruce Matters olan üç Grammy ve Oscar ödüllü Eminem’in babası, evi o henüz üç aylıkken terk ediyor. Aşırı problemli annesiyle sık sık farklı şehirlere taşınıyor ve böylece sürekli okul değiştiriyor. Her yeni okula geçişi, yeni zorbalıkların kurbanı olmasına sebep oluyor. Marshall henüz 12 yaşındayken annesi Detroit’te bir banliyöye taşınıyor. Burada gençliğini Afrikalı Amerikalıların yaşadığı bölgede “beyaz adam” olarak geçiriyor. Beastie Boys ve N.W.A. gibi grupların ilhamıyla 14 yaşında rap yapmaya başlıyor. Eminem gelecek ay 46 yaşına basacak ve 1986 yılında Beastie Boys’un “Licensed to Ill” albümünün kapağından ilham alan 10. stüdyo albümüyle yeniden gündemde. Hiphop’tan uzak rap’e eleştiri “Kamikaze”de dört misafir; Joyner Lucas, Royce Da 5’9 , Jessie Reyez ve Eminem’in menajeri Paul Rosenberg yer alıyor. Albümdeki “Venom” şarkısı aktör Tom Hardy’nin rol aldığı süper kahraman filminde de duyulacak. Yüksek tansiyonlu Eminem, her zaman en iyi Eminem olmuştur, kabul edelim. “Kamikaze”, Eminem’in 2000’lerin başından bu yana yayımladığı albümlere yakın, oldukça stilistik ve başarılı bir albüm. Hiphop’u rekabetçi bir spor olarak kabul edersek, Eminem’i eleştiri yağmuruna tutan genç rapçi Machine Gun Kelly’nin “Rap Devil” şarkısına da “Kamikaze”yi dinledikten sonra kulak vermenizi öneririm. Eminem, bugün yapılan şuursuz, boş, popülerlik tuzağında hiphop’tan uzaklaşmış rap müziğine inat, “Kamikaze”de gerçekleri hatırlatıyor. ‘Mendilimde kan sesleri’ Martin Heidegger’in gerçek bir nasyonal sosyalist olup olmadığı çok tartışılan bir konudur. Ve Karl Jaspers’la olan o hüzünlü dostlukları. Türkiye’de değil tabii, yanlış anlaşılmasın. Burada çok daha ciddi konular konuşulur, böyle eften püften konulara zaman kalmaz. Orhan Pamuk’un aslında kötü bir yazar olduğu, Elif Şafak’ın Guardian’a yazdığı makale nedeniyle vatana ihanet edip etmediği, Alaçatı mı “in”, Bodrum mu vs. Ama işte benim kafam oralara gidemiyor bir türlü. Beceremiyorum. Oktay Akbal’ın o güzelim ‘Önce Ekmekler Bozuldu’ adlı kitabının, Türk parasının durumu nedeniyle basılmasının tehlikeye girip girmediği beni daha çok ilgilendiriyor örneğin. Arayıp Doğan Kitap’ın yayın koordinatörü, benim de baş editörüm Cem Erciyes’e sormalı. Bugün günlerden perşembe. Sabahın erken saatleri. Ofisimin bulunduğu semt olan Arnavutköy’de tam bir eylül havası var. Yağmur yağdı önce hızlı hızlı, sanki bir yere yetişmek için acelesi varmış gibi ve sonra telaşla güneş açtı. Karl Jaspers’ın karısının içindeki suçluluk duygusunu düşünüyorum. O bir Yahudi olduğu için kocasının da hayatını 10 yıl kadar kararttılar. Bütün bu yıllar boyunca yalvardı kocasına, lütfen boşanalım diye. Ne ders vermesine ne de herhangi bir şey yayımlamasına izin veriyorlardı çünkü. Ama Nazi egemenliğindeki üniversitelerde ders vermeyi zaten aklından bile geçirmeyen Jaspers, bırakın boşanmayı, eğer onları toplama kampına götürmek için gelirlerse, birlikte intihar etmeyi önerdi Gertrud’a. Ölmek için gerekli ve yeterli doz ilacı hazırladı ve mutfakta kolay erişilebilir bir yere koydu. Bir hekimdi, ilaçları tanıyordu. Ofisin bulunduğu Arnavut kaldırımlı sokakta sabah mahmurluğunu atmış kedi ve köpek dostlarımız yağmur ertesi serinliğin tadını çıkarıyorlar. David Fray’den Schubert’in piyano eserlerini dinleyerek yazıyorum bu yazıyı. İçimde bir Attila İlhan hüznü. Sanki İzmir’de kordon boyunda yürüyorum onunla. Ya da Divan Oteli’nin pastanesinde sohbet ediyoruz ve o Sovyet Rusya’da yaşayıp ölmüş Türk milliyetçisi sosyalist düşünürlerden yaptığı alıntılarla heyecanlı heyecanlı anlatıyor. İnatla Atatürk diyor ve İnönü’ye olan kızgınlığını bir türlü kontrol edemiyor. Ahmet Altan içeride. Hayal gücünü kimsenin hapsedemeyeceğini ve neler neler yaşadığını yazıyor 10 metrekarelik hücresinde. Geçenlerde Cumhuriyet Kitap’ta çıkan bir makalesinde. Özgürlük için hayal gücümüze ihtiyaç duymadığımız günler de gelecektir elbette bir gün. Heidegger, Jaspers’ın aksine üniversitede çalışmaya devam eder ve 1933 yılında Freiburg Üniversitesi rektörlüğüne atanır. Göreve başladığında bir konuşma yapacaktır ve bu konuşmaya Jaspers da davetlidir. Konuşmanın satır aralarında nasyonal sosyalizmin felsefesi, Alman ulusunun yüceliği, ari ırkın önündeki engeller konu edilir. En ön sırada oturan Jaspers donup kalmıştır. Martin Heidegger Carl Jaspers Düzenli görüşen, birbirlerinin evlerinde yatıya kalan ve her şeyden daha çok birbirleriyle düzenli yazışan Jaspers ve Heidegger o tarihten sonra 1948 yılına kadar ilişkiyi keserler. Daha doğrusu Heidegger görmek istemez Jaspers’ı. Jaspers’ın yaşadığı hayal kırıklığı çok kişisel ve çok derindir. Alman milliyetçisi bir kadınla evlidir Heidegger. Ama gider gönlünü bir öğrencisine kaptırır. Bir öğrenciyle aşk yaşamak büyük bir skandala yol açacağı için gizli gizli yaşarlar ilişkilerini. Âşık olduğu genç felsefe öğrencisi, sonraki yılların önemli filozoflarından ve aktivistlerinden biridir; Hannah Arendt. Arendt Yahudidir. Heidegger’in rektörlüğe seçildiği 1933 yılında, kısa bir tutukluluktan sonra Almanya’dan kaçmak zorunda kalır Arendt. Nazi Martin’le Yahudi Hannah’ın aşkı ömür boyu devam eder ama. Hayata geçirilebilen bir ilişki olmasa da mektuplaşmaları aralıklarla sürer. Yıllar sonra bir kere daha görürler birbirlerini. Yalnızca derin bir keder vardır bu görüşmede. Savaştan sonra Heidegger görevden alınır ama ders vermeye devam etsin mi etmesin mi karar vermek için bir komisyon kurulur. Jaspers yaşadığı derin hayal kırıklığına rağmen, “Alman felsefesinin en önemli filozofunun” ders vermesinin engellenmemesi için elinden geleni yapar. 1948 yılında Almanya’ya küskün ve Alman ulusunu suçlu ilan ederek ülkeyi terk edip İsviçre’den gelen bir teklifi kabul eder Jaspers ve Basel Üniversite’nde ders vermeye başlar. Heidegger’le olan ilişkilerinin de yeniden kurulduğu yıldır 1948. Birbirlerini hep düşündüklerini ve birbirleri için ne kadar önemli olduklarını yazarlar ilk mektuplaşmalarında. İlk adım Jaspers’tan gelmiştir. Ama Jaspers’ın içindeki o derin hayal kırıklığı ortadan kalkmış mıdır ki? Hiç sanmıyorum. Bir insan bir insana bunu niçin yapar? “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar?” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle