Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EYLÜL 2018, PAZAR BOZKURT GÜVENÇ İnsan ve kültür SAYFA 3 dış bükey solİ özeL ABD Büyükelçiliği’ne kurşun yağdıranların özrü kabahatinden büyük: “Alkol almıştık, rastgele ateş ettik!..” ABD Büyükelçiliğine ateş eden sa Son Büyükelçilik olayında asıl sorun, rastgele ateş etmek değil, gelen AKP heyetine, bu yıl kur nıklar, kendilerini, “Alkol almıştık, (içmiştik) rastgele ateş ettik” diye sa bunun bir savunma hakkı olarak kullanılmış olması. banlıklarının pahalı oluşundan yakınırken, AKP temsilcisi güle vunmuşlar. Tenekeyle rakı içilen dü rek veya nezaketen başını sallı ğün derneklerde, silahların rastgele yor ama üreticisine gümrük ver boşaltılması yeni bir gelenek! Rakip gisiz dağıtılan ay çiçeği çekir damat adayını hedef almaktansa, rast deklerinin partiye çok oy getirdi gele havaya ateş edilmesi, sanki ter ğini düşlüyor olabilir mi? cih edilir, ama masum kişilerin ölümüne sebep olması değil... Görsel medya Ergin yurttaşların alkol alma ve içme hakları vardır da rastgele ateş et kapitalizme can suyu me özgürlüğü yoktur. Batılı demok Demokrasi zor yönetim. Mer rasiler, yurttaşların silah edinme, taşı kez medyanın güçlü muhalefeti ma ve kullanmasını sınırlı tutar. Üni ne karşı, evanjelist desteği ile se formalı İngiliz polisinin copu vardır çilen ve dünyayı sarsan milyarder ama ateşli silahı yoktur. ABD’de si Trump, başkanlıktan düşürülme lah edinme ve taşıma kuruluş döne siyle daha büyük depremlere yol minden kalma anayasal bir haktır ama açabilir. işlenen suçların patlaması üzerine, bu Teknoloji Devrimi vaat ettiği hakkın kısıtlanması ülke gündeminde bilgi toplumunu yaratamadı ama tartışılmaktadır. görsel medyayı kat kat güçlendir Western öykülerinde ülkücü şerif di. Çağdaş ülkeler artık sandıktan ler, gelişi güzel silah kullanan kov değil ekrandan yönetiliyor. Para boyları gözaltına alıp hâkim karşısına çıkarırlar. Hukuk düzeni (devlet) kurulana değin… Silah kullanmak artık Geçmiş yıllarda ortaokulların ilk sınıflarında okutulan yurttaşlık bilgileri derslerinden şöyle bir ilkeyi hatırlarım: Bireysel özgürlükler, ötekilerin özgürlüğü ile sınırlıdır. İçki içip silah kullanma yı bastıran düdüğü çalıyor. Bu çelişki, ‘kullanma süresi bitti, bitiyor’ denen liberal kapitalizmin ömrünü uzatıyor. Küresel sermaye geliyor, milyon yatırıp bir günde milyon kaza savunma hakkı! özgürlüğü, öteki yurttaşın yaşama hakkını kısıtlayamaz. Buna özgürlüğün yasal sorumluluk sını nıp gidiyor. Adalet hak hukuk, eşitlik bunun neresinde? Sosyolog Wallerstein’in yıllardır üzerin Türkiye Cumhuriyeti’nde ateşli silahlar ruhsata rı da denebilir. de durduğu gelecekle ilgili belirsizlik ve endişe tabi idi. Demokratik gelişmeye paralel olarak ya İmam hatip okullarında, dindar ve kindar bir ler hızla yayılıyor. saklar gevşetildi; hatta parlamenterlere Amerikan gençlik yetiştirmek isteyen yöneticiler bu ilkeye “Büyükelçiliğe rastlayan rastgele atışlar”, bir silahları dağıtıldı. Bugün erkek nüfusun yarısının saygılı davranmazsa, toplum içinde silahsız ve tesadüften çok yaygın eşitsizliğe karşı bilinçli ya silahlı olduğu tahmin edilebilir. Silah taşıma ser korumasız dolaşamazlar. Gerçi kimi kamu yöne da bilinçaltı bir tepki olamaz mı? İçki sofrasında best olsa bile, çakır keyif, sağa sola rastgele ateş ticileri geldikleri gibi gitmektense, sevilmeyerek tek atarken efkârlanmış gençler, eşitsizliğe kar etmek özgürlüğü savunulabilir mi? Son büyükel yerinde kalmayı tercih edebilir, ama bu özgür şı duygusal tepkilerini mi gösterdiler. Söze baş çilik olayında asıl sorun, rastgele ateş etmek değil, lük değil, kimi hükümdarların sevilip sayılmak larken karşı çıktığım davranışı, yazımın sonun bunun bir savunma hakkı olarak kullanılmış olma yani korkulup nefret edilmek tercihi yani dikta da başka türlü yorumluyor, sanki düpedüz mazur sıdır. Kimi yurttaşlar şöyle düşünüyor olabilir: ma törlüktür. görüyorum. Acaba yanılıyor muyum? demki silah edinme ve taşıma özgürlüğü var; öy Ekrandaki haberlerde siyasal partilerin bay Cumhuriyet PA7AR yazarları ve okurlarıyla leyse, silahı kullanma hakkı da olmalı. Değil mi? ramlaşmasını izliyorum, CHP Genel Sekreteri paylaşmak istedim. DENİZ BAĞRIAÇIK Yaşadığımız gerçeklik tat vermiyor; gerçekliğini hissedemiyoruz Derinlik Overdose idoller Doksanların parlak Wall Street finansçılarının ve bankacılık sektörünün yerini bugünlerde teknoloji odaklı startup’lar ve onların arasında yükselen süper star girişimciler aldı. Gençler yalnızca para kazanmak değil, anlam katma isteğine de sahipler. Hiç kuşkusuz, erken yaşta hayata veda eden Steve Jobs, bu minvaldeki girişimcilik dünyasının ve gençlerin büyük idolüydü. Ondan kalan boşluğu doldurmak pek kolay olmasa da Elon Musk son dönemlerde bu “süper star” girişimci modeline oldukça uygun görülen bir isim. Fakat Musk, borsadan çekilme kararını açıklama niteliğindeki New York Times’a verdiği röportajda performans içinde bir performans sergilerken insanı huzursuz eden, güven vermeyen ve bir o kadar da içinde bulunduğumuz dönemin etkisinde kalan bir profil çiziyordu. Musk’ı diğerlerinden ayıran belki de en önemli özelliklerden biri, gençlere başka bir dünyanın var olabileceğine dair vaadiyken, aslında içinde bulunduğumuz, rekabetçi, performans kültürüne dayalı son derece Amerikanvari bir başarı öyküsü çizmiş, bir iş insanından ziyade sınırlarda yaşayan bir rock star edasında konuşmuştu. 3 farklı vatandaşlığa sahip Musk, belli ki Amerikan olanı öne çıkarmıştı. Aşırılık ve ayık kalma çabası Kâh ağlayan, kâh gülen duygu durumu son derece dengesiz Musk geçirdiği yılı “excruciating” (Türkçede aşırı derecede acı veren, işkence eden) bir yıl anlamında ifade etmişti. Son yıllarda, latince “ex” kökünden, Türkçede “ötesinde” anlamına gelen ekten türemiş birçok sözcük bulmak mümkün, çünkü “sınır aşmak” günümüzde bir değer, bir yaşam biçimi olmuş durumda. Bugünlerde “aşırılık” ve daima “ayık kalma” çabası hâkim. Fakat insan doğası hem ayık kalıp hem uyuyamayacağı için tıpkı Musk’ın da belirttiği gibi uyku ilaçlarına sarılmak zorunda kalıyor. Ünlü girişimci, röportajın devamında arkadaşlarının, ağır yan etkileri olan bir uyku ilacı Ambien kullanmasından da rahatsızlık duyduklarını belirtiyor. Musk, söyleşisinde, sinemaya uyarlandığı takdirde, oyuncusuna adeta Oscar kazandıracak bir ka Amerikan kültürünün etkisinde, hızlandırılmış zamanın gölgesinde, aşırılıklarda ve hızlı yaşama telaşında bireyler yaratıldı. Hiper, extreme, over, uber ve ex kökünden, sıklıkla duyduğumuz kelimelerin azını dilimize çevirmeyi başardığımız kültürün hâkimiyetindeyiz. rakter yaratıyor: Aşırı uykusuz, aşırı yorgun, aşırı bitap, sinirleri bozuk ama hep ayık çünkü hepsi başarı uğruna... Amerikan kültürünün ve etkisinde olan ülkelerin çok hoşlandığı bir profil. Musk üst metinde her ne kadar insani tarafını bir kenara bırakmaya çalışsa da, kaçınılmaz olarak en insani özelliklerini yansıtmıştı: Ağlamış, gülmüş ve arkadaşlarından bahsetmişti. Başarılarımız bize gerçek gelmiyor Günümüzde Amerikan kültürünün etkisinde, hızlandırılmış zamanın gölgesinde, aşırılıklarda ve hızlı yaşama telaşında bireyler yaratıldı. Hiper, extreme, over, uber, over, trans ve ex kökünden Türkçe konuşurken de sıklıkla duyduğumuz kelimelerin azını dilimize çevirmeyi başardığımız bir kültürün hâkimiyetindeyiz. Bu değişmede, bilişim çağının ve uzantısındaki ekranların da büyük bir etkisi var. Fransız sosyolog ve düşünür Jean Baudrillard, ekranlarda gördüğümüz birçok oyun, film, dizi karakterlerini kendimizden, arkadaşlarımızdan ve yaşadıklarımızdan daha gerçek bulmaya başlamamı Musk’ı diğerlerinden ayıran en önemli özellik, gençlere başka bir dünyanın var olabileceği ne dair vaadiyken, aslında rekabetçi, performans kültürüne dayalı son de rece Amerikanvari bir başarı öyküsü çizmiş, bir iş insanından ziyade sınırlarda yaşayan bir rock star edasında ko nuşmuştu. zı “Aşırı Gerçeklik” (Hyper reality) olarak tanımlıyor. Öyle ki yaratılan bir gerçekliği, bizim yansımamız olarak göremiyoruz. Dozu aşma isteği de tam bu noktada baş gösteriyor. Yaşadığımız gerçeklik tat vermiyor çünkü gerçeğin gerçek olduğunu hissedemiyoruz. Gerçek yalnızca ekranlarda olunca, sporlar extreme, çocuklar hiperaktif, ölümler artık overdoz, müzikler trans adıyla anılırken, ayık kalmak ve uyumak için ihtiyaç duyulan ilaçlar, türlü türlü haplar başucumuzda yerleşiyor. Bize yaşadığımızı hissettirmek için kurulmuş bir sanayi var, çünkü biz yaşadığımızı hissetmiyoruz, tıpkı Musk gibi başarılarımız bize gerçek gelmiyor, sürekli ayık olmazsak suçlu hissediyoruz. Kısacası, Musk bizi yeni bir dünyanın varlığına inandırmaya çabalarken en çok kendisi eski dünyada hapsoluyor. Gençler bugün anlam arayışındalar çünkü maalesef yarını yokmuş gibi yaşanan bir dünya var. Bu yüzden de idollerin, savundukları yeni değerlerin bir parçaları olmaları önem arz ediyor aksi takdirde her şey sahici olmaktan yoksun duruyor. 25’inci yılında ‘MedeniyetlerSavaşı’ Yıl 1993’tü. Bugünkü gibi dünyada yazılıp çizilenden, olup bitenden anında haberdar olmak söz konusu değildi. Günlerden 6 Hazirandı. O zamanki adıyla International Herald Tribune gazetesinde Samuel Huntington tarafından yazılmış bir yazıyı okumuştum. Yazı Huntington’un, o zamanlar üç ayda bir çıkan Foreign Affairs dergisinde yayınlanan ve bu yıl yirmibeşinci yaşını idrak eden “Uygarlıklar Savaşı mı?” (The Clash of Civilizations?) başlıklı yazısının bir özetiydi. Teması, bundan böyle dünya siyasetinde belirleyici ayrışmanın temelde dinler tarafından tanımlanan medeniyetler arası çatışma olacağı ya da bu ihtimalin yüksekliği üzerineydi. Sonuçta Batılı olanlarla olmayanlar arasında ve özellikle de Batı ile İslam dünyası arasında uzlaşmaz bir çelişkinin varlığı üzerinden bir uluslararası sistem değerlendirmesi yapıyordu. Ortaya koyduğu tablo Soğuk Savaş sonrasına hakim olan ve öğrencisi Francis Fukuyama’nın 1989’da yayınladığı “Tarihin sonu” (End of History) başlıklı makalesindeki iyimserliğin yerine oldukça karanlık bir gelecek tablosu çiziyordu. Detayları ve incelikleri atladığınızda önünüzde “İslam medeniyeti”nin dünyanın geri kalanıyla savaştığı bir dünyaya doğru gidiyorduk. Adı bilinen hemen herkes Huntington’la hesaplaştı, yazısındaki boşluklara işaret etti, bu yaklaşımın eksikliklerinden, tehlikelerinden dem vurdu. Ne var ki özellikle 11 Eylül saldırıları, bu saldırıların arkasındaki örgütün ve benzerlerinin söylemleri hele bugün vardığımız küresel siyasal bunalımı ve giderek dünyanın her köşesinde medeniyetçi söylemin öne çıkması, ayrımcılığın azması ve Fukuyama’nın savunduğu çök kültürlü liberal anlayışın neredeyse bozguna uğramış halde çaresiz debelenmesi tarihsel açıdan Huntingon’un haklı çıktığını çok kişiye düşündürdü. Huntington’un medeniyetçi evreninde Meksika, Türkiye ve Rusya bölünmüş/yırtılmış (torn) ülkelerdi zira iki medeniyet arasına sıkışıp kalmışlardı. Huntington Türkiye’nin Brüksel tarafından reddedileceğini öngörmüş, Mekke’yi de kendisi reddettiği için Taşkent’e bakmasının normal olacağını yazmıştı. Türkiye’ye kitabının tanıtımı amacıyla geldiğinde bir sabah kahvaltısında konuşmuş, salondaki ezici çoğunluğu laik dinleyicilerin bir kısmı Huntington’un Türkiye’ye İslam dünyası liderliği önerdiğini düşünerek müthiş öfkelenmişti. Batıyı yıllar önce uyarmıştı Bana göre, siyasi görüşleri ve yaptığı analizlerin siyasi sonuçlarıyla ilgili görüşlerini çoğu kez paylaşmadığım Huntington birinci sınıf bir siyaset bilimciydi. 1970’lerde ve 80’lerde büyük bir iyimserlikle beklenen “sanayi sonrası toplum”un insanlara hoş bir ortam sağlamayabileceği ya da Soğuk Savaş’ın bitmesiyle patlayan “Demokrasi Dalgası”nın hiç de beklendiği gibi sonuçlanmayabileceği uyarılarında bulunmuştu, Aslında “Batı”yı dünyanın her köşesini kendine benzetmeme konusunda da uyarıyordu. Batı uygarlığının “evrensel” olmadığını, dünyanın geri kalanında batıcı bir modernleşmede ısrar etmenin geri tepeceğini zira o ülkelerde Batı’nın “sömürgeci” kimliğiyle bilinçlere yerleştiğini hatırlatıyordu. Bu nedenle de Batı’dan olmayanlar gürbüzleştikçe Batı’yı benimsemek bir yana güçlerini Batı’ya ve onun medeniyetinin evrensel sayılan özelliklerine yönelteceklerdi. Analizlerinde politik ekonomi ögeleri ağır bassa da son tahlilde Huntington yargılarında kültürcüydü. O nedenle son kitabı “Biz kimiz?” de Latin Amerika’dan gelen göç dalgasının Amerikan demokrasisinin sonunu getireceği kaygısını dile getiriyordu. Ona göre nasıl Batı medeniyeti ihraç edilebilecek bir şey değilse ve Batı, bu medeniyeti yayma takıntısından vazgeçmeliyse, Amerikan demokrasisi de ancak Anglosakson nüfusun kültürel özellikleri üzerinde yükselebilir ve sürebilirdi. O bakımdan Trump ve destekçilerinin ideolojik babalarından birisi olduğu söylenebilir. Ne var ki Huntington aynı zamanda “Davos insanı” teriminin de mucidiydi. Bu tipleri olumlamıyor, köksüz kozmopolitliklerinin kendi toplumlarında öfkeli ve yerelci tepkilere yol açacağını, bu tepkilerde odaklanılacak hedefin de göçmenler olacağını daha 1990’ların başında söylüyordu. Nitekim “Davos insanları”, küstahlıkları, bencillikleri, altta kalanın canının çıkmasını umursamazlıkları, kapitalizm ile demokrasi arasındaki köprüyü kuran bölüşüm mekanizmalarını kırmaları, devleti çürütmeleriyle 2008 krizinin mimarlığını yaptılar. Sermaye tarafının genel çerçevedeki günahı küreselleşmedeki benciliği ve altındaki sınıfları ezmesiyse, solun günahı da sınıfsal düzeyde siyaset üretemedikçe ve kendi kimliğinde kültürel/kimliksel boyut öne çıktıkça “kimlik siyasetlerine” giderek daha fazla bel bağlamasıydı. Bu şekilde de kültürel açıdan hayli muhafazakar çalışan sınıflarla, ortasınıf/burjuva kökenli sol seçkinler arasındaki uçurum iyice açılmış, çalışan sınıflar şu ya da bu saikle ama kültürel boyutları ağır basan Trump gibi sınıfsal cellatlarından medet ummaya başlamışlardı. “Uygarlıklar Savaşı mı?”nın yirmibeşinci yıldönümünde Huntington’un herkesin önüne koyduğu soruları, kavramları ve açmazları basite indirgemeden, yeni bir siyaset üretmek için mutlaka elden geçirmek ve tartışmak gereklidir kanısındayım. C MY B