Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 TEMMUZ 2018, PAZAR SAYFA 3 Teşhis Ahmet Tulgar Hükümetin iktidar bankası, siyasetin damga pulu Bahçeli Devletin ta kendisi İsmiyle müsemma, isminden mülhem o. Kendi kendini devletin sivil muhafızlığına ata Mecbur kalıp da bir şaka yapmaya çalışır mış bir harç makinesi, her dem devlet ihalesiyle ken ya da kendini sempatik olmaya zorlarken de beton döken bir müteahhitlik firması. gergin… Teniyle, ruhuyla. Devlet gibi. Öperken Yeniden isim meselesine döneceğim; insan tokatlayacak gibi. (Deyimin aslı “öperken ısır bazen ister istemez MHP Genel Başkanlığı ma mak” ama ben bu yazı boyunca temkinli olmak kamına seçilmek için bir isim barajı olduğunu istiyorum ve böyle demeyi tercih ediyorum.) düşünüyor. Alparslan Türkeş’in ardından parti İsim önemlidir. Ajda Pekkan bir söyleşisinde genel başkanlığına herhalde ismen en fazla Dev babasının kendisine ve kız kardeşine bıraktığı en let Bahçeli yakışırdı. Üstüne üstlük Bahçeli so değerli mirasın isimleri olduğunu söylüyordu: yadı da bir gösteren (signifikant) olarak kabul Ajda ve Semiramis. Ne bina ettilerse sonradan, edilebilir. Şimdiye kadar hiçbir gazeteci Devlet bu isimlerin üstüne bina etmişler. Sahiden tınıla Bahçeli’nin evine girememiş, özel mekânında ra baksanıza, ya çağrışımlara… Sonradan gele onunla söyleşi yapamamış, fotoğraflayamamış cek melodileri haber veren o müzikalite isimle tır. En fazla bahçeye kadar gelebilir. Bahçe kav rinde saklı. ramının açıklığına, eve, özele olan yakınlığına Devlet Bahçeli’nin de siyasi duruşu daha baş hiç yakışmayan bir resmiyet, bir mesafe ile ağır tan doğum belgesine yazılmış, nüfus müdürlü lanır orada da. ğünde adına mühürlenmiş. Bu mühür, bu damga onun bir siyasetçi ola Kalabalıklar içinde bir yalnız rak müstakbel işlevini belirle miş olmalı. Devlet Bahçeli, 2000’lerin Devlet Bahçeli, Yazımın başında “gerginlik” olarak addettiğim durumun biraz başından beri Türkiye siya 2000’lerin başından ötesinde bir de sıkıntı ifadesi var setinde koalisyonlara vurulan Türk Devlet Standartları Enstitüsü damgası, hükümet prog beri Türkiye siyasetinde koalisyonlara vurulan, dır yüzünde. Bu iki ruh durumu birbirini tetikliyor olmalı. Devlet Bahçeli, belli ki siyasetten çok ramının altına yapıştırılan resmi damga puludur. Aynı şimdi olduğu gibi. Hükümete ne zaman dev hükümet programının altına yapıştırılan resmi damga puludur. sıkılıyor, ama ne yapsın; bütün bu sıkıcı resmiyet, bu formalite onun kaderi olmuş isminin büyüsüyle. O da siyasetçi, devlet ada let tasdiki, güven tazelemesi, sermaye artırımı gerektiğine o karar veriyor. Aynı şimdi olduğu gibi. Hükümete ne zaman mı olmak yerine devletin ta kendisi, salt işlev olmaya karar vermiş. İsminin kapsülündeki işlev Dikkat edin, 57’nci hükümeti de erken seçime o çağırmıştır, bu son AKP hükümetini de. devlet tasdiki, güven tazelemesi, sermaye artırımı gerektiğine o dışında bir şey bırakmıyor bize kendisinden. Bahçede bırakıyor bizi ve gidiyor. Ertesi sabah jilet gibi lacisi, tek bir toz zerresine AKP’nin ‘powerbank’i karar veriyor. tahammül edemediği siyah ayakkabılarıyla yeniden giyinmek, üs tüne geçirmek üzere. Devlet Bahçeli’nin titizliği, temizliğine ve te 2000’li yılların başında cep telefonları ar mizliğe düşkünlüğü bilinir. Faruk Bildirici’nin tık gündelik hayatta vazgeçilmez olmuştu. Şim “Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi” adlı kitabından di telefonlarımızı sokakta, yolda şarj ettiğimiz (Doğan Kitap, 2000) öğrendiğimize göre Türki powerbank’ler de öyle oldu. Cep telefonları ye popülist siyasetinde anlamlı bir söylev, cid mıza tam nefesi kesilmek üzereyken bu power di bir görüşme ya da iştah açıcı bir vaatten da bank’leri bağlıyoruz ve telefonumuz yeniden ha geçer akçe olan ve takınılmış bir samimiyet güç topluyor bu kutucuktan… Devlet Bahçeli ve gösterisi olarak çoğunca kaçınılmaz olan o öy partisi de işte AKP’nin powerbank’i oldu şim le el sıkışma, öpüşme filan gibi fiillerden de pek di. ‘Power’ sözcüğünün İngilizcedeki iki anla hoşlanmaz, elini, yanağını kolonya ile silermiş. mından “güç” olanı değil “iktidar” olanı öne çe Böylesi zorunluluklarda yüzünü de ekşitiyordur kelim burada. Yalnız fazla powerbank kulla herhalde. Buna işaret eden birkaç çizgiyi bazen nımının pile zarar verdiği ve erken eskittiği de suratında saptıyorum. Gerginliğin ortasında. teknik bir veri, unutulmasın! Powerbank tam Bu titizlik, bu mesafelilik, bu her dem ütü lamasının ikinci paydaşı ise “bank” yani banka. lü olma durumu bir yalnızlık halini de, kalaba Burada da unutmamız gereken, neoliberal sis lıklar içinde bir yalnız olma halini de beraberin temde bankaların kredi ödemelerini zamanında de getiriyor tabii. Seçilmiş, takınılmış bir antipa yapan değil kendilerine borçlu kalan müşterileri tikliği şart koşuyor. “Çocuklar ve Canavarları” tercih ettiğidir. Günümüzde siyaset de ekonomi adlı romanımda (Doğan Kitap, 2012) kahrama gibi bir borçlandırma mekânizmasıdır. nım Sarp Kaya şöyle der: “Şimdi antipatik birisi Her ne kadar zaman zaman mensupları hapis karşısındakini ittiği için, bir kere ikisinin arasın haneyi de boylasa (12 Eylül 1980 darbesinde ol da geniş bir alan açılıyor. Eh, o ittiği adam ge duğu gibi) aslında MHP, bir parti olarak olma ri giderken ayaklarıyla bir sürtünme gerçekleşti sa da sivil iktidarlar üzerindeki bir vesayet ideo riyor. İşte bu sürtünme de geriyor dünyayı. Ya lojisi olarak fikirleriyle her dem gölge iktidardır. ni her an yapılan antipatik hareketlerin toplamı Hükümete ne zaman devlet tasdiki, güven tazelemesi, sermaye artırımı gerektiğine Bahçeli karar veriyor. O ve partisi, AKP’nin ‘powerbank’i oldu. dünyayı aynı yüzölçümünde tutuyor. Ne kadar antipati o kadar hayat yani. (…) Sempati ise tam tersi. Herkesin birbirini çektiği bir dünyayı tasavvur etsene. Soluk alacak yer kalmaz.” Devlet Bahçeli, daha nüfus müdürlüğünde devletle özdeş kılınmış biri. O da kendini zamanla siyasette bir devlet işlevine dönüştürmüş. Ama bu aynı zamanda devletin bir rehinesi olmak değil midir? Gerçi belki Devlet Bahçeli ölçüsünde değil ama hepimiz nüfus kaydımız yapılıp kimlik kartlarımızı aldığımızda devlet tarafından rehin alınmış da olmuyor muyuz? Hepimiz devletin rehineleri değil miyiz? (ahtulgar@gmail.com) Bozkurt Güvenç 24 Haziran 2018 seçim gününden izlenimler, esinler Derinlik Eşrefi Mahlukat ya da Eşşeri Mahlukat? Günlük güneşlik, sakin bir Ankara günü. Seçim sandığımızın bulunduğu okula kadar yürüyüp oradan kahvaltı edeceğimiz bir kafeye gitmek üzere eşimle birlikte yola koyulduk. Son yağmurlardan sonra onarılan yaya kaldırımında rahatça yürümenin keyfini yaşıyoruz. Seçimden dönen gençler, yanımızdan geçen komşular, güler yüzlerle günaydın diyorlar. Karşı kaldırıma geçerken arabalar korna çalmıyor, durup bize buyur ediyor; uzunca bir süredir hasret kaldığımız bir neşe ve umut katıyorlar. Ayak üstü bu güzel duyguları paylaşmaktan kendimizi alamıyoruz. Okulun bekçisi, yayaların geçişi kesinlikle yasak olan kapıyı açıyor, siz buradan buyurun diyor. Seçim sandığımızın bulunduğu derslik bayraklarla bezenmiş. Görevliler koşup yardımcı oluyor. Seçim hiç konuşulmuyor, ama başarıyı kutlama umudu gizlenmiyor. Kimi seçmenlerle kafede yeniden buluştuk. Garsonlar mutlu havayı güler yüzle sürdürüyor. 24 Haziran, Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal Paşa’nın Boğazdaki savaş gemilerine bakıp, “Geldikleri gibi giderler!” dediği tarihi günün sanki yıl dönümü kutlanıyor. Komşu masalar güler yüzle günaydın diyor, hal hatır soruyor. İyi dileklerini, umut ve mutluluklarını paylaşıyor. Seçim dönüşü Cumhuriyet PA7AR eki bizi kapıda bekliyordu... Son seçimlerde demokrasi cephesinin yenilgisi iyi mi oldu, kötü mü? Soruya cevabı en uzun vadeli yaklaşımla verelim: Tarihi olay ve değişmeler, mutlak olarak iyi ya da kötü değildir. ‘Eşref’ mi, ‘eşşer’ mi? Derginin yayın yönetmeni Tayfun Atay, insan için, “Sakın kendini aldatma, sen yaratıkların en onurlusu değil, yaratıkların en ‘şer’i, en kötüsü bir Eşşeri Mahlukat’sın” diyor ve devam ediyor: “Primatların bir türü olarak, yarattığın kültürle yaşam küreye egemen oldun. Kendini dünyanın tanrısı sanıyorsun…” Sıradan biri söylese belki gülüp geçeriz; ama 40 yılını insanbilime adamış ve katkıda bulunmuş bir bilim insanı. Ciddiye aldım. Bu pazarımız güzel geçecek derken. Kur’anı Kerim’de bulunmayan, Osmanlıca sözlüklerde yer almayan, bu “en kötü yaratığa” takıldım kaldım. Haksız mı?.. Yarattığı uygarlık adına, her gün yüzlerce, her yıl binlerce canlının türüne son veren, yaşam küre ile birlikte kendi sonunu da hazırlayan, ‘hakikatötesi’ bir kuşak, nasıl onurlu bir varlık sayılabilir? Evcilleştirdiği sadık köpeğinin ayaklarını kuyruğunu kesen, kendi türünü öldürmekten çekinmeyen o zalim insan yanında, köpeğini kurtarmak için kendi hayatını feda eden insan da yok değil… Âlim mi cahil mi?.. Bilge Mevlana’nın sözünü anımsadım: “Bir delil ile kırk âlimi yendim, ama kırk âlimle bir cahili yenemedim!..” İnsanın doğası PotomacRoma Kulübü, sınırlı bir dünya gezegeninde ekonomik büyümenin sınırlı olduğunu savunurken (“Büyümenin Sınırları”, 1978) ana gerekçesi, zamanmekân boyutlarında insanların, toplumunun veya türünün uzun vadeli geleceğine değil, en yakın çıkarlarına öncelik vermesiydi. Kendi kişisel çıkarlarından uzaklaştıkça ilgisi süratle azalıyordu. İnsan kuşkusuz akıllı ve bilinçli bir varlıktı ama sandığı, inandığı ve söylendiği ölçüde değil… Seçim sonucu ve bir Burhan Felek fıkrası Peki, son seçimlerde demokrasi cephesinin yenilgisi iyi mi oldu kötü mü? Kazanmış olsaydı, CHP kampanya boyunca cömertçe vaat ettiği iyileştirmeleri yapabilecek miydi? Eğer Muharrem İnce yüz günde yapmayı vaat ettiği iyileştirmeleri gerçekleştiremezse iktidarda kalabilir miydi?.. Tarihi olay ve değişmeler mutlak olarak iyi ya da kötü değildir. Devrimle yaşıt Cumhuriyet gazetesinin unutulmaz ve rakipsiz köşe yazarı Burhan Felek, üçüncü sayfadaki köşesinde şu fıkrayı sık sık yorumsuz yinelerdi. Gazetedeki komşusuyla, Üsküdar’a gitmek üzere köprüye gelirler, yeterli zaman vardır. Bankalar Caddesi’ndeki bir alacağını almak üzere ikinci kata çıkarken Felek kendini kaldırımda bulur. Üst başını düzeltirken arkadaşı sorar: “Ne oldu?”, “Ne olacaktı ki? Alacağımızı aldık. Acele edelim, Üsküdar seferini kaçırmayalım.” C MY B