22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 THERAPIA ALPER HASANOĞLU İRFAN YALIN 24 HAZİRAN 2018, PAZAR Popüler tarih Kimlik bitte! Yıl 1986. 19 yaşındayım. İstiklâl Caddesi henüz trafiğe kapatılmamış. Ferhan Şensoy’un ‘İçinden Tramvay Geçen Şarkı’ adlı oyununun afişi asılı Beyoğlu Pasajı’nın girişinde. Oyun saatleri dışında Ferhat Şensoy zaman zaman nazi subayı kılığında İstiklal Caddesinde dolaşıyor, insanları durdurup nazi selamı verdikten sonra büyük bir ciddiyetle, “Kimlik bitte!” diyor ve insanlar da ceplerindeki ‘Türk’ kimliklerini, sırtında nazi subayı kıyafeti olan birine kuzu kuzu gösteriyorlar. En özel ve yalnızca bize ait olan kimliğimizi korumayı hiç düşünmeden, sorgusuz sualsiz, sahte bir otoritenin eline teslim etmek ne anlama gelir? Alışık olmayan .ötte don durmazmış, diye bir ‘özdeyişimiz’ var, tam da bu sanırım. Bir kimliğinin olmasına o kadar alışık değil ki bu halk, onu korumayı da düşünmüyor sanki. Kimliği olmasa ne eksilecek ki? Peki neden? Bu soruyu yanıtlayabilmek için, bir süredir üzerinde çalıştığım bir konu olan ‘Türk kimliği’ hakkındaki okumalarımın notlarına başvuracağım. Kendimizi Türk olarak adlandırmaya başlamamız o kadar geç bir tarihe denk düşüyor ki. Oysa bugünkü yüzeysel ortaokul lise tarih bilgimizle, Orta Asya’da Türk kimlik bilinciyle imparatorluklar, uygarlıklar kurduğumuzu sanıyoruz. Halbuki biz kendimize Türk demeye, ‘öteki’lerin bizi yüzyıllar boyunca Türk olarak adlandırması sonrasında, neredeyse istemeye istemeye başladık. Oysa bugün hâlâ bütün büyük uygarlıkların Türk ırkından doğduğunu iddia eden saygın bilim insanlarımız var... Orta Asya’daki bu göçebe savaşçılar, evet iyi ata biniyorlar, iyi ok atıyorlar ama aynı zamanda şiddet gündelik hayatlarının normal bir parçası ve okuma yazma da bilmiyorlar. Tarihte ilk kez Çinliler, bu göçebe savaşçılara Tukiu, TuKue demişler. 9. yüzyıldan itibaren de ArapMüslüman ve Bizans kaynakları bu terimleri ‘Türk’ olarak çevirip kullanmışlar. Oysa bu hayvancılıkla geçinen göçebe boylar, kendilerine Hun, Uygur, Karluk, Çiğil, Kıpçak, Çuvaş, Kırgız vs diyorlar. Kolay değil kimliğin ne olduğunu tanımlayabilmek. Irk, etnisite, ulus gibi terimleri de gerçek tanımlarıyla bilmek gerekiyor, genel olarak kimliği ve özelde de kendi kimliğimizi nasıl tanımladığımızı bilebilmek için ama sanırım bu terimlere ancak gelecek hafta sıra gelecek . Clark Phoenix Kim olduğumuza, kendimizi neyle özdeşleştirdiğimize İngilizce ‘identity’ kelimesi kimlik ve özdeşleşme anlamlarına geliyor , nereye ve neye aidiyet duygusu geliştireceğimize karar vermemiz ve bunu sahiplenebilmemiz biz ‘Türkler’ için kafa karıştırıcı bir süreç sonrasında oldu. 1000 küsur yılı ve Büyük Selçuklu Sultanlığı ile Rum (Anadolu) Selçuklu Devleti zamanlarını bir çırpıda atlayıp Osmanlı’ya gelmek istiyorum. Bu arada, Büyük Selçuklu Sultanlığı’nda halk Türkçe konuşuyordu ama resmî dil Farsçaydı. Rum (Anadolu) Selçuklular’ın devlet dili de Farsçaydı. Medreselerde Kur’an dili Arapça öğretiliyordu. Tebaa ise Türkçe, Rumca, Ermenice ve Kürtçe konuşuyordu. Osmanlı İmparatorluğu süresince de insanlar, ne oldukları sorulduğunda, “Müslümanım,” diyorlardı. Yani kimliklerini dinsel aidiyetleri üzerinden tanımlıyorlardı. ‘Türk’ diye Anadolu’daki doğmak, büyümek anlamına gelen eski Yunanca ?????????? (anatellein) fiilinden türediği düşünülmektedir – cahil, kaba ve göçebe boylara diyorlardı; yani Türk’ün, Türkmen’in Osmanlı’da oldukça olumsuz çağrışımları vardı. Bu arada Osmanlı, Avrupa’da Türk olarak adlandırılıyordu. Müslüman ve Türk kelimeleri de sık sık birbirleri yerine kullanılıyordu. Onbinlerce, belki de yüzbinlerce insanın katledilmesi sonucu, Araplar tarafından zorla müslüman yapılan Türk boyları savaşçı yapıları sayesinde liderliği zamanla Arapların elinden aldılar. Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı sultanları, hepimizin bildiği gibi bütün İslâm aleminin halifesiydi. Yani Osmanlı sultanları da üst kimliklerini müslüman olarak tanımlıyordu, oysa Orhan Gazi’den itibaren padişahların büyük çoğunluğu müslüman ve Türk olmayan kadınlarla evlenmişti. Yani sultanların damarlarında çok az Türk kanı akıyordu. Dilse Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşan, bugün Osmanlıca olarak adlandırdığımız ve filolojik açıdan ‘dil’ olarak adlandırılması pek de mümkün olmayan bir ‘şey’di. Avamsa, Türkçe konuşuyordu elbette. İlginçtir, Kaşgarlı Mahmud, 11. yüzyılda kaleme aldığı ‘Divanü Lügati’t – Türk’ adlı eserinde Anadolu’yu ‘Rum ili’ olarak adlandırıyordu. Selçuklular’ın Anadolu’da kurdukları devlet de ‘Rum Sultanlığı’ydı. Osmanlılar da Anadolu’yu Rum ili olarak adlandırmaya devam ettiler. Türk kimliği konusuna ancak kaba bir giriş yapabildim, Türkiye Cumhuriyeti zamanına yaklaşamadım bile. Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Küçük, renkli toplarla başladı demokrasi Sandığın ve pusulanın tarihi Oy verme sandığı ile üzerinde tercihin yapılacağı oy pusulaları, modern bir şekilde ilk kez 1676 yılında, o günlerin İngiliz kolonisi olan Amerika’da ortaya çıkmış ve sonrasında da yaygınlaşmış... Avustralya’da, 1857 yılında, sandığa atılan oylarda bütün adayların oy pusulasında yer aldığı oy verme işlemi, o gün için son derece gelişmiş ve şeffaf bir seçimin ilk kez yaşandığı tarih olarak kayıtlara geçmiş. Hiç düşündünüz mü, oy pusulalarını ağzı mühürle kapatılmış sandığa atarak seçim yapma, ilk kez nerede uygulandı? Bugün kapalı bir alana geçip tercihimizi “Evet” mührü basarak göstereceğimiz oy pusulalarının da, sonrasında ağzı kapalı zarfımızı içine atacağımız sandığın da ardında uzun ve karmaşık bir tarih var. Aşağı yukarı tüm dünya dillerinde “sandık” sözü seçimi çağrıştırıyor. İngilizce “ballot” olarak bilinen “oylama” kelimesi, İtalyanca “ballotta” sözcüğünden türetilmiş ve küçük, renkli top anlamına geliyor. 13’üncü yüzyılda İtalya’da renkleri belirlenmiş toplar belli bir alana bırakılarak seçim yapılıyordu. Kim bilir, belki “rengini belli etme” sözü de oradan geliyordur. Son yıllarda Atina yakınlarında yapılan bir kazıda öylesine ilginç bir seçim izi var ki; burada hem oy pusulası kullanılmış hem de ağzı kapalı pişmiş topraktan yapılmış sandık... Sandık, seçim sonucunda kırılıyor ve içindeki oylar sayılıyormuş. Desenize seçim, katılanları da oy verenleri de peşinden sürükleyen bir fantezi olmaya binlerce yıl öncesinden başlamış! Oy pusulası 1676’da çıktı Her ne kadar bu iki örnek sandık ve oy pusulası kavramına çok önceki dönemlerden verilebilecek önemli örneklerse de tarih boyunca yapılan seçimlerde büyük ölçüde “el kaldırma” yöntemiyle sözlü tercih belirtme yolu kullanıldığı düşünülüyor. Genelde dar kapsamlı olarak yapılan bu tür seçimlerde, herkes tercihini açık olarak belli ettiği için, rüşvet de sindirme de her daim etkili olur ve sonuçları çok etkilermiş. Bir de insanların açıkça tavrını belli etmek istememesi nedeniyle katılım oranları da genelde düşük olurmuş. İşte bu ihtiyacı göz önüne alarak kimin nereye oy verdiğinin belli olmaması için tasarımlanan “oy verme sandığı” ile üzerinde tercihin yapılacağı “oy pusulaları”, modern bir Roma, seçim gerçekleştiren ilk Cumhuriyet’ti. şekilde ilk kez, 1676 yılında, o için adaylığını koyan kişilerin günlerin İngiliz kolonisi olan isimlerinin olduğu uzun “bi Amerika’da ortaya çıkmış ve letler” yayımlıyordu ve oy ve sonrasında da yaygınlaşmış. renlere oylarını bu biletlerden Avustralya’da, 1857 yılında, birine vermeleri teşvik edili sandığa atılan oylarda bütün yordu. adayların oy pusulasında yer aldığı oy verme işlemi, o gün Seçim güvenliği için son derece gelişmiş ve şeffaf bir seçimin ilk kez yaşan İngiltere’de 1872 hep tartışıldı dığı tarih olarak kayıtlara geçmiş. seçimlerinde bu sandığa Seçim prosedürleri daha da kar Adayların sayıca fazla olması, oy atılan oy pusulalarında maşık hale geldikçe, yolsuzlukla pusulalarında önemli bir değişik meyan kökü mühür rın yaşanması da kolaylaşmış. Ka lik yapılması ihtiyacını bu seçim olarak kullanıldı. yıtlarda usulsüzlük, birden fazla oy de göstermiş. Pratik olduğu kadar, kullanımı, geçerli seçmenlere ait oy birlikte yaşayan insanlar arasında seçim sonra kâğıtlarının kabul edilmemesi, seçim bitiminde sında düşmanlık yaratmayacak şekilde ölçülü ve sayımların sağlıklı yapılmaması ve en basitin belirleyici olan bu oylama şekli ile sandık kulla den kötü yönetim sonucunda sandıkların yanlış nımı, seçimlere düzenleme biçimi ve işleyiş ba yerlere dağıtılması gibi nedenler seçim güven kımından çok büyük bir değişim getirmiş.  liği konusunda hep tartışılmış. Yıllar içinde de Amerika ve Avustralya gibi kolonilerinde ya falarca fark edilmiş ki usulüne uygun olarak ya şayanları sandık ve oy pusulalarıyla seçime gö pılan gizli oy sistemi, tüm bu tür sorunlara karşı türen İngiltere, kendi içinde bunu ilk kez 1872’i çözüm oluşturuyor. Gizlilik aynı zamanda hız Ağustos’unda parlamento seçimlerinde yaşa lılık da getiriyor ve “hızlı” yapılan seçimlerde dı. Matbaada basılmış oy pusuları kullanılarak yolsuzluk ihtimali de düşüyor. Desenize, binler İngiltere’de yapılan bu seçimde yaşanan bir ilk ce yıl öncesinden başlayan gizli oy sistemi bu de sandıkların ağzının mumla mühürlenip oy gün de varlığını sürdürüyor. ların sayılacağı yere ve ana kadar değiştirilme Verdiği oy ile yönetim arasında organik bağ den korunabilmesi olmuş. Mühür olarak da İn kurma hissi, günümüzde insanlaşma sürecin giliz mutfağında keklere lezzet veren meyankö de sosyal bir paylaşım olarak görülüyor ve özel kü kullanılmış. Ne dersiniz, bir haftadır günde likle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hızla ya mimizi işgal eden “kek” lafı ve atışması, 146 yıl yılan bir ivmeyle dünyanın her köşesinde şef önce yaşandığı yerlerde de bizdeki gibi siyasi faf seçimlerin varlığı tartışılıyor. Yapılacak se çekişmelere neden olmuş mudur acaba?! çimin adil ve şeffaf olmadığı hallerde bile, san Bugün Amerikalılara tanıdık ve olağan gelen dık olgusu hep temiz bir sayfa açmanın beklen uygulama, yani tüm adayların isimlerinin bu tisi içinde girilen yol. Zaten bugün sandık denil lunduğu oy pusulaları, 1880’lere kadar görül diğinde ilk anlaşılan, simgesel de olsa, demokra medi. Siyasal partiler, kendilerinden seçimler si ve özgürlükçü rejimler, değil mi? Tolga Karaçelik’ten bir başarı daha Yakın Çekim ‘Kelebekler’ ödüle doymuyor Bülent VARDAR 1990’larla değişen sinemamızın başat olgusu “bağımsız sinema” anlayışıydı. İlk kuşağı oluşturan Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Serdar Akar, Ümit Ünal, Semir Aslanyürek gibi yönetmenler sonraki kuşaklara cesaret vermişti. Bağımsız sinema tartışmaları günümüzde soğumuş görünse de, genç yönetmenler, bağımsız koşullarda film yapımına devam ediyorlar. Bu yönetmenlerin önde gidenlerinden Tolga Karaçelik, “Gişe Memuru” (2011) ile yola çıkmış, İkinci filmi “Sarmaşık” (2015) ile çıtayı yükseltmişti. Tolga Karaçelik yazıp yönettiği son filmi “Kelebekler” ile dünyanın en saygın film festivallerinden olan ve Amerikan bağımsız sinemasının ödüllendirildiği 2018 Sundance Film Festivali’nde, Dünya Sineması En İyi Film Ödülü’nü alarak büyük bir başarıya imza atmıştı. Bu ödül aynı zamanda festivalin dört büyük ödülünden birisiydi. Karaçelik’in bu başarısını Cumhuriyet PA7AR’da daha önce değerlendirmiştik. “Kelebekler” ile 37. İstanbul Film Kelebekler de birbirini çok az tanıyan üç kardeşi canlandıran Tuğçe Altuğ (Suzan), Tolga Tekin (Cemal) ve Bartu Küçükçağlayan. Festivali’nde, Onat Kutlar Jüri Özel Ödülünü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü (Tolga Tekin); ayrıca 29. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde ise En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Tuğçe Altuğ), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Gülçin Kültür Şahin) ve En İyi Kurgu (Evren Luş) ödüllerini de kazanan Karaçelik, Sundance sonrasında yurtiçindeki bu başarılarına, geçtiğimiz günlerde yurtdışında yeni bir halka daha ekledi. Doğu Avrupa’nın önemli festivallerinden kabul edilen ve bu yıl 13’üncüsü 1116 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilen Bükreş Uluslararası Film Festivali’nde de Kelebekler, En İyi Film Ödülü’nü aldı. ‘Sinefil’ler için yeniden vizyona! Birbirini çok az tanıyan üç kardeşin, yıllardır haber almadıkları babalarının büyük kardeşi aramasıyla bir araya gelmelerini konu alan, başrollerde Bartu Küçükçağlayan, Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Serkan Keskin, Hakan Karsak, Ezgi Mola, Ercan Kesal’ın rol aldığı film, genç yönetmen Karaçelik’in, zeki gözlemlerinden zemin bularak onun yaşama dair saptamaları ve eleştirilerini içermekte. Kara mizahın dikkat çektiği filmde, Karaçelik absürd karakterler yaratarak, taşradaki yaşamın sığlığı ve tekdüzeliğine de gönderme yapmaktaydı. Yazın sıcak günlerinin başladığı şu günlerde, salonlara yeni vizyon filmlerinin akışında azalma başladı. Bu süreçte korku, gerilim filmlerinin vizyonda öne çıktığı dikkati çekerken, ülkemiz sinemasının geçtiğimiz sezon popüler filmlerinden “Yol Arkadaşım”, “Acı Tatlı Ekşi” ve “Sen Kiminle Dans Ediyorsun” yeniden vizyona girdi. Ayrıca gişede de iyi sonuç alan “Aile Arasında”, Ağustos ayı başında yeniden vizyona girecek. Bu doğrultuda, kış aylarının yoğun temposu içinde izleme olanağı bulamayan sinefiller için, Kelebekler’in de yeniden vizyona girmesi önemli olacaktır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle