02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 24 HAZİRAN 2018, PAZAR So?al?sğ?ul?ınk Hayat seçince güzel Yapacağınız şeylere karar veren beyniniz kafatasınızın içinde harıl harıl çalışırken... Olanları ve olabilecekleri teker teker analiz edip sayısız seçenekten birinde karar kılarken... Ve size o sayısız seçeneğin içinden sadece birini yapmanızı söylerken... Siz bu hummalı çalışmanın farkına bile varmazsınız. Sadece yaparsınız. Elindeki parametreleri tek tek değerlendiren beyin sizin nasıl işlediğini pek düşünmediğiniz bir işlemcidir. Siz onun işleme prensipleriyle hiç ilgilenmeden size ilettiği sonuca odaklanıp seçiminizi yaparsınız ve işte bu yaşadığınız dünyayı/ dünyanızı kurarsınız. Düşünerek ve artılarını eksilerini hesaplayarak ve seçenekler arasından birini tercih ederek yaptığınız şeylerin sorumluluğu aslında tamamen size aittir. Ama siz, atalarınızın milyarlarca yıl önce bu sorumluluğun ağırlığını azaltmak için yarattığı sanal bir kavrama, kadere yaslanarak hafiflemeyi ve seçimlerinizin bedelini ödemekle ilgilenmemeyi genetik bir miras olarak taşımanın konforuna kolay kapılırsınız. Devamlı seçesiniz. Kalmayı ya da gitmeyi. Sevmeyi ya da nefret etmeyi. İsyan etmeyi ya da boyun eğmeyi. Evet ya da hayır demeyi. Onu ya da bunu yapmayı. Onu ya da bunu yapmamayı. Seçimlerinizi, sorumluluğunu almadan yaptığınız zaman sonuçlarının sorumluluğundan da muaf olduğunuzu sanırsınız. “Düzen bu” cümlesi insanlığın kurduğu en korkunç cümledir. “Düzen bu” diyerek sürdürdüğünüz sistemin içinde baştan kabullendiğimiz bir yenilgiyle onayladığımız hayatın tüm kötülüklerini bizzat yaratırsınız. Ve bunun farkına da varmazsınız. Çok kullanışlı ve bir o kadar da tehlikeli bu cümlenin rehavetine sığınarak yaşadığınız hayatlarda seçimlerinizin nelere mal olduğunu sorgulayacak bir adalet de talep edilmez. Demokrasi matematiğinin çıkmazları Kocaman bir bahaneler sepetiniz vardır. O sepetin içi öğrenilmiş sayısız bahaneyle hep doludur. İçinden kendi meşrebinize uygun olanı seçerek ve başınıza gelenlerle yol açtıklarınız arasındaki bağı hiç iplemeyerek genetik bir miras gibi nesillerden nesillere aktardığınız aymazlığınız yüzünden tıkanan politik yollardan sizi kurtaracağını sandığınız demokrasi bile yine bu bahaneler nedeniyle tam aksine de yol açabilir. Demokrasi matematiğinin sık sık çeşitli çıkmazlara varması bu yüzdendir. Demokrasilerde yolunuzu kolayca kaybedebilirsiniz. Hata bazen sırf demokrasi yüzünden korkunç uçurumlara düşersiniz. Çünkü demokrasi baştan sona seçimlerden oluşan bir yapıdır. Üstelik farklı zihinlerin ortak seçimlerinden. Sadece sizin verdiğiniz oyla değil yaşadığınız hayatla, o hayatın her alanında yaptığınız bilinçli ya da bilinçsiz seçimlerle ve insanların birbirleriyle ilişkilerinde seçtikleri dille şekillenir. O yüzden iş hiçbir zaman seçim sandığının başına gitmekle ve orada doğru seçimi yapmakla bitmez. Aksine o andan sonra başlar. Seçtiğiniz politik iktidardan neler istediğinizi... O iktidarın zaafları karşısında nasıl bir tavır alacağınızı... O iktidarın hatalarına nasıl tepki göstereceğinizi... O iktidarın sizden isteyeceği yardıma ne kadar gönüllü olduğunuzu... Hatta... Politik bir enkaz devralındığında ortaya çıkabilecek kaosların hangi sağduyuyla üstesinden gelebileceğinizi bile seçmek zorunda kalırsınız. Seçmek... Unutmayın aynı zamanda görmek de demektir. Bakışların netleşişidir seçmek. Ayırdına varmaktır. Anlamaktır. Kavramaktır. Enine boyuna düşünmenin sonucu yapılan bir eylemdir. O yüzden sorumluluğu sanılandan çok daha yüksektir. Ve hayat seçince... Her şeyi önünü arkasını düşünerek... Ve sorumluluğunu yüklenerek bilinçli bir şekilde seçince... güzeldir. [email protected] Sağlıklı bir yetişkin toplumun şekillenebilmesi için... Babayı öldürmek Bu hayatta herkesin bir babası olması lazım. Biyolojik olandan değil ama. İsteyen onu “banka”dan temin edebilir çünkü. Bu hayatta herkesin kültürel bir babası olması lazım. Hayatına anlam katacağı, zor anında sırtını yaslayabileceği ve yeri geldiğinde de kızgınlıktan delireceği bir babası olması lazım. Neşe kadar dert, huzur kadar sinir, güven kadar sınır anlamına gelecek bir babası olması lazım bu hayatta herkesin. Ve herkes günü geldiğinde babasını öldürebilmelidir bu hayatta. Tıpkı toplumlar gibi... ‘Baba’nın arzusu Her babanın nihai özlemi sonsuza kadar yaşamaktır. Her baba, aslında hiç ulaşılamayacak olan hakikatin şifresini kendisinin çözdüğünü ve bu nedenle ebediyete kadar ona inanmamız gerektiğini iddia eder. Her baba, sözleri ve icraatlarıyla bu dünya daki gölgesinin kıyamete kadar kalmasını arzular. Ama arzuya sınır konulduğunda insan var olur. Arzuya indirgenmiş, arzudan ibaret hayat, ebedi şef olarak babanın mutlakiyeti ve tekliğidir. Her baba, vazgeçilmezliğini ispat etmek için çocuklarını kurban etmek ister: hem de en yetkin ve kendisine en çok rakip olanlarını. Zaten bu nedenle dinlerin, imparatorlukların ve devletlerin tarihi kurban edilen çocukların kanı ile sulanmış ve kutsanmıştır. Hiçbir baba hatırlanmak istemez. Çünkü hatırlanmak için unutulmak zorunludur. Oysa her baba, her yürekte hiç unutulmadan hep kazılı kalmak ister. Her yerde hep aynı harfler, sözcükler ve duygularla tekrar edilmek ister. Bilincin ötesine geçip bilinçaltının derinliklerinde, yabancı sesleri yerlileştiren o mekânda ilelebet var olmak ister. Tüm çocuklarının derinliğinde, bedeni ölse de kendisi ölmeyecek bir hayali varlığa, bir modern toteme dönüşmek ister. Babaya biat etmiş her çocuk, kadiri mutlak olarak kabul ettiği babanın aşılmaz görünen iradesinin heybeti, mutlaklığı ve gücü karşısında kendi iradesinden gönüllüce vazgeçen bir vazgeçiştir. Bir olamama halidir. Ama ne iyi ki her çocuk, ne kadar biat etmiş olursa olsun, varolmuş olmanın var ettiği bir is ‘Dead Father’Alice Neel tekle babasını simgesel olarak öldürmek ister. Ama ne iyi ki aslında her çocuk, bu dünya ya cennetten fırlatılmış olmanın huzursuzluğunu aşmak için, dünyasının sınırlarını çizen ve böylelikle kendisini kuran babasını benliğinin derinliklerinde öldürmeyi arzular. Umarız her çocuk, umarız her toplum, er ya da geç babasını aşarak onu öldürebilir. Zaten insanın insansılaşma serüveni aslında bu cinayete bağlıdır. Çünkü babayı öldürmek kurucu şiddettir. İlk sınır ihlalidir. Bir yeniden kuruluştur. Ama aynı zamanda onulmaz bir suçluluktur. Ve hiç kuşkusuz, çocuğun yaşadığı suçluluk duygusuyla bu dünya da işlenen günahları başkasının üzerine atmamaya, o günahlarda kendi sorumluluklarını görmeye ve kendisini hatalarla kabullenmeye attığı ilk adımdır ki bu yetişkinliğe geçişin modus operandi’sidir. ‘Güzel günler göreceğiz çocuklar’ Ancak bu geçiş ve bu ilk adım hiç kolay değildir. Çünkü her baba kaçınılmaz kaderini bilir. O nedenle ölüm zamanını geciktirmeye çalışır: Özgürlükleri askıya alır. Mutlaklığa ulaştığı illüzyonunu yaşatır. Dokunulmazlığa yelken açar. Lider fetişizmini besler. Kitlesinin arzula Her baba, sözleri ve icraatlarıyla bu dünya da gölgesinin kıyamete kadar kalmasını arzular. Arzuya sınır konulduğunda ise insan var olur. Arzudan ibaret hayat, ebedi şef olarak babanın mutlakiyeti ve tekliğidir. rının tecelli ettiği beden olmaya kalkışır. Ve tüm bunlardan aldığı güçle hayatı faşizan bir karakterle cehenneme çevirir. Ama ne çare! Kendi bekası için attığı her adım, sürüden kovulan ve babaya düşman çocukların sayısını da çoğaltır. Ve an gelir sürüden kovulan çocuklar, kendilerine ve sürüye lanet etmekten vazgeçerek tarih denilen sahneye çıkarlar. Gün, babanın mutlak iradesi karşısında yetişkin bireyler olarak kendi iradelerini söyleme “suçu”nu işleyen ve bu nedenle sürüden kovulan çocukların kendi aralarında dayanışabilecekleri bir zeminin oluşması günü. Gün, sürüden farklı bahanelerle kovulan ve birbirlerine düşman edilen çocukların kardeşliği öğrenme günü... Gün, Anadolu denilen bu topraklarda tarih boyunca yaşanan her kardeş katli ile yetişkin kişiler olarak yüzleşme günü... Babadan kurtulmak, ancak çocukluk dönemine regrese olan bu toplumun, korku ve suçlarıyla yüzleşerek yetişkin olmasıyla mümkündür. Aksi halde bu topraklarda babaların adı değişse de varlığı bitmeyecek ve sağlıklı bir yetişkin toplum şekillenmeyecektir. Umut edelim ki o kurtuluş günü, belki yarın belki yarından da yakın olsun... [email protected] Barbaros Şansal Boutique devlet! Ataköy Galleria yıllarıydı. O yılların “Cumhuranası” KİBELE adlı erotik çamaşırcıdan yüklü alışveriş yapmış ve teşekkür bile etmeden dükkândan çıkmıştı... Kızı da daha sonra asgari ücretin çok çok üstünde yılbaşı sepeti satan Bağdat Caddesi Boutique‘i ile manşetlere taşınmıştı. Hem de güm güm… Davulunun tokmak sesi gibi… Sonra Müslim ve Kalkancı girdi hayatımıza. İskoç Haçı taşıyan ekoseli Boutique eşarplarıyla… Bitmedi: Daha sonra Versace Boutique’de, Altınoluk’ta bulduğu altınları harcayan Hoca’nın kravatları ve mahdumlarının eşarpları vardı sırada iktidarın modasının belirlediği bir şekilde… ^¡^ “Melinda’nın Butiği”ni hatırlarım. Hani Avcılarda düşen uçakta ölen… Nişantaşı’nda… Necip Fazıl Kısakürek’in merhum kızı Ayşe Kısakürek’in de bir Boutique’i vardı Topağacı yokuşunda… Sonra, kanyon kanyon kamyonla mal alınan Boutiqueler de girdi hayatımıza. Hani gece 10’dan sonra otoparktan “Cumhurana”ların özel içeri alındığı ve armağanlara daldırıldığı yıllarda... Zenginlerin, Boutique dolu meydana, araçları ile kontrolsüz girebildiği, ama fakirlerin alt katlarda Boutique’ler peşinde koştuğu Qatar Bayırı’ndaki İstinye Parkı da vardı yanında!.. ^¡^ Bir giren bir daha da çıkmadı hayatımızdan … Her neyse. Merdiven altı, sigortasız, sendikasız ya da ne idüğü belli olmayan ithalsiz malımız kalmadı Boutique’lerimiz için... Zaten olan 35 Boutique’miz Mall oldu hepimiz için... Ve sonunda Newyork Birleş imiş Milletler toplantısına hal Çalıntı zaman kın vergileri ile giden siyasilerden biri araç istedi Boutique dolu sandığı ile şehir dışındaki Shopping Mall’a gitmek için … Düşünün… “Marka, mala denir” demişti Süleyman Demirel!.. Övünün… Cumhuranalarınız naylon çanta peşinde Boutique kapatıyor Avrupa’nın başkentlerinde… Dövünün… Çakma çanta, kemer, gözlük elinizde… Sövünün… Boutique siyaset, Ortadoğu çukurunda insan bedenini tampona takıp sürükledi bile… Ve Boutique devlet Ankara Garı’nda patlayıverdi bir gösteride . Meğerse Outlet siyaset’miş bize Botique diye sunulan kahpe mertebe… ^¡^ Not. Boutique: Özel üretim, telif haklı, “Signe ve Marque” ürünlerin limitli seleksiyonlarından oluşur. Bouqette: Çiçek demetidir. Qouqette: Bkz. artık Süslümal. Akın Eldes ‘Tek Başına’ Haftanın albümü Türkiye’nin en baba gitaristlerinden Akın Eldes cephesindeki suskunluk nihayet sonra erdi. Eldes’in yedinci stüdyo albümü “Tek Başına” Ada Müzik etiketiyle yayımlandı. İşinin ehli, birbirinden sağlam isimlerle çalışan Eldes’in albümü bir cover albümü. Ancak Eldes’in de bir bestesi albümde yer alıyor. “Ustalara saygı” parantezine alabileceğimiz “Tek Başına”da, Âşık Veysel, Mehmet Güreli, Bülent Ortaçgil, Ara Dinkjan’dan Homecoming, anonim olmasına rağmen hepimizin yakından bildi ği Zühtü ve Hey Onbeşli gibi şarkıları Akın Eldes versiyonlarıyla dinliyoruz. Şarkılar orijinalinden bir hayli uzakta çalınmış. Bu da albümü daha değerli kılmış ve ortalama bir cover albümü kategorisinden ayrı bir yerde tutuyor. “Tek Başına”da ayrıca Akın Eldes’in kendi besteleri olan “Sonra”, “Şimdi”, “Hamam”, “Ninni” şarkıları da yer alıyor. Enstrümantal bir albüm olan ‘Tek Başına’ için Eldes şunları söylüyor: “Sahnede tek başına mü zik yapıyor olmak, hele şarkı söylenmiyorsa, ol dukça zor bir durum ve ‘Tek Başına’ bu duru ma kendimce bulabildiğim bir çözüm niteliği ta şıyor.” Akın Eldes şarkılarını sahnede tek başına ses lendirmenin zorluklarından bahsetse de bu al bümdeki cover parçaları sahnede icra ettiği za man seyircinin onu yalnız bırakmayacağına kesin gözüyle bakabiliriz. ([email protected]) BURAK SOYER C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle