22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 MART 2018, PAZAR SAYFA 5 Teşhis Ahmet Tulgar Ali İsmail Korkmaz 24 yaşında! Dünyayla sevişmiş çocuk 19’unda bir fidan Bugün Ali İsmail Korkmaz’ın doğum günü. 1994’te Hatay’da dünyaya gelen Korkmaz, Gezi protestoları sırasında Eskişehir’deki eyleme katılmış ve sivil kişilerin saldırısı sonucu 19 yaşında hayatını kaybetmişti. Üniversite öğrencisi Ali İsmail, 2 Haziran 2013’te Eskişehir’deki evine dönerken Sanayi Sokak’ta aralarında sivil polisin de bulunduğu kişiler tarafından dövüldü, 37 gün sonra yaşamını yitirdi. Kamuoyu ve ailesinin baskıları ile soruşturma derinleştirilince, Korkmaz’ın o gün başına ağır darbeler aldığı, daha sonra Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne gittiği ve buradaki Dr. Hasan Gülcü’nün, çekilen tomografinin ardından Korkmaz’ı beyin cerrahisi yerine ortopedi servisine yönlendirip sonrasında da evine yolladığı ortaya çıktı. Korkmaz, Odunpazarı Polis Merkezi’nde 3 Haziran 2013’te tutanaklara geçen ifadesi sırasında hatırlama ve konuşma güçlüğü çektiği için Eskişehir Devlet Hastanesi’ne gitmişti. Kontrolde beyin kanaması geçirdiği saptanınca acil olarak Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gönderilen Korkmaz ertesi gün ameliyata alındı, 37 gün komada kaldı ve 10 Temmuz 2013’te hayatını kaybetti. Korkmaz ailesinin çabaları sonucu silinmiş güvenlik kamerası görüntüleri ortaya çıkarılınca Ali İsmail’i dövdükleri belirlenen İsmail Koyuncu, Ramazan Koyuncu, Muhammet Vatansever, Ebubekir Harlar ile polis Mevlüt Saldoğan tutuklandı; polis memurları Şaban Gökpınar, Hüseyin Engin ve Yalçın Akbulut tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Sanıklar hakkında ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açıldı. Kayseri 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi polis memurları Mevlüt Saldoğan’a 10 yıl 10 ay, Yalçın Akbulut’a 10 yıl, fırıncı İsmail ve Ramazan Koyuncu ile Muhammet Vatansever’e 6’şar yıl 8’er ay, Ebubekir Harlar’a 3 yıl 4 ay hapis cezası verirken polis memurları, Şaban Gökpınar ve Hüseyin Engin beraat ettirildi. İtiraz üzerine dosyayı görüşen Yargıtay, beraat eden polislerden Hüseyin Engin’in de “kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak”tan cezalandırılması gerektiği belirtti. Kararın bozulmasının ardından, polis Hüseyin Engin 7 ay 15 gün, fırıncı Harlar ise 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ali İsmail’in ölümünün ardından Türkiye’nin birçok ilinde protesto gösterileri başladı. Antalya’dan yola çıkan ve Gezi olaylarında hayatını kaybeden ve yaralananlar için “Adalet için Adaletten Hızlı” sloganıyla yürüyen insanlar, Eskişehir halkı ile Korkmaz’ın darp edildiği sokağa giderek “Adalet” istediler. Ardından Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun katkılarıyla Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın heykeli dikildi. Fenerbahçeli taraftarlar “Ali İsmail Korkmaz” marşını besteleyerek maçlarda bu marşı söyledi. Marş, Türkiye’nin her yerinde söylenir oldu. Fakat bunların içerisinde hepsinden daha kıymetli olan, Korkmaz ailesinin kurduğu Ali İsmail Korkmaz Vakfı’dır. Vakıf, öğrencilere, yaşlılara, doğaya, hayvanlara duyarlı, sanatçılara ve esnafa ulaşan etkinlikler yapmaya ve burslar sağlamaya devam ediyor. GÜRER MUT Eğer Ali İsmail’in o son seslenişi, son iletişim çabası, o iniltili haykırış hâlâ böyle güçlü yankılanıyorsa (o yankının gücünü ondaki o delikanlı zarafetle beraber düşündüğümüzde daha da şaşırtıcıdır olan biten), o yankılanma kulaklarımızın dibinde sürüyorsa, o gece orada iki toplumsal segmentin arasına inen uçurumun derinliğindendir bu... Ali İsmail’in o naif iletişim çabasının karşılıksız kalması (“Vurmayın, öldüm” seslenişi, ne çok uğraştıracaktır bundan böyle bizi) büyük bir toplumsal kopuşun miladıdır. Onun o çiçek tozu yaşama sevincine yapılanın bir toplumu yerin dibine geçirebilecek ağırlığını artık sırtımızdan atamayacağız. Bir onun her defasında “Ah, güzelim!” dedirten yüzüne bakacağız fotoğraflarda; bir o kanlı sopaları tahayyül edeceğiz istemeden ya da öfkeyle, bile isteye. Ve o uçurum bu halimizle hiç kapanmayacak önümüzde. İletişim o gece koptu. Ali İsmail anları... Eğer bugün hâlâ toplumsal iletişimimizdeki büyük kopuşun miladi sınır çizgisini o kaldırımdan, o sokaktan çekmeye başlıyorsak, Ali İsmail’in bize kalmış imgesinde bir araya gelenlerin sebebiyledir. Ondaki derdimize deva iksir damlaları tam o gece, tam orada donmaya başlayıp kristalize oldu. O sıcak geceden beri Ali İsmail’in fotoğrafları yağıyor üzerimize, “Ali İsmail anları”nın kristal taneleri... Ve elimizde değil her birini alıp elimize uzun uzun bakıyoruz. Avucuna konan kar tanelerine hayranlıkla bakan bir çocuk şaşkınlığı ve şefkatiyle. Hâlâ o taze güzellikte arıyoruz aradığımızı. Sahi, Ali İsmail’in üzerimize sakince yağan bu anlık görüntülerinde ne görüyoruz biz?.. Neden her fotoğrafta vedaya bu kadar hazırmış gibi, hem de çiçekleri, hem de suyun dalgalarını aşkla öpecek kadar, polenlerin dağılmasına, çiçeklerin döllenmesine nefesiyle destek verecek kadar severken bu dünyayı, saçına şekillerden şekil verecek kadar severken kendini, neden veda etmeye de bu kadar hazırmış gibi?.. Ve biz sahiden niye her defasında arayan gözlerle bakmaktan alıkoyamıyoruz kendimizi? Ali İsmail’in, hiç bitmeyecekmiş gibi süren bir kışın devri daim halindeki kar kristalleri olarak yağan fotoğraflarında (belli ki severmiş fotoğraf çektirmeyi, belli ki çok sevmişler onun fotoğraflarını çekmeyi) evet, bu fotoğraflarda öyle bir şey var ki, sanki en güzelimizi, en iyimizi, en fazla hayatta kalmasını isteyeceğimizi katletmişler gibi o gece. Birini mahcup bakışını kaldırıp da görmeden sevmeye, Fenerbahçesi daha karşı yarı sahaya atağa kalkmadan muhtemel golüne delice sevinmeye, daha döllenmemiş, daha açmamış çiçekleri koklamaya, sulamaya, daha yeni çekilmiş suların bir sonraki dalgasında ıslanmaya hazırmış gibi hem... Hem de hiç anlayamadığı nefreti gördüğünde daha ölmeden kahrından ölecekmiş gibi... “Vurmayın, öldüm”. Böyle bakan bir delikanlı işte Ali İsmail... Ali İsmail’in ölümüne katlanabildiğimiz için biz de bazen birbirimizin yüzüne bakamazken, onun ölümünü umursamayanlar olduğunun bilincindeyiz. Ali İsmail “Vurmayın öldüm” diye son bir iletişim girişiminde bulunmuşken, ona vurmaya devam edenler oldu bu ülkede. Şimdi artık o meşum uçurumun iki kıyısında, iki farklı mevsimde kalmış iki kalabalık nasıl tekrar bir toplum olacak? Ali İsmail’in çehresi ve bedeni artık kendisiyle birlikte bu ülkede yaşama sevincine son verilmiş, katledilmiş bütün gençleri ve çocukları bize hatırlatan bir ikondur. Onun çocukluğunda çekilmiş olanlardan sosyal medya albümlerindekilere kadar kamerayla aşk ve veda dansı yaptığı bütün fotoğrafları, bu ülke muktedirlerinin ülkenin aydınlık gençleriyle zorunu, meselesini ortaya koyan ikonografik bir dizgeyi kendi kendine oluşturmuştur. O üzerimize yağan fotoğrafların dansında, onlardaki mimik ve jestlerde Ali İsmail’in bize anlattıkları da var, sadece çiçeğe, toprağa, suya açtıkları da. Bazı ölüler yakındır bize, bazı yaşayanlarsa ne kadar ölü! Eğer aramızdaki uçurum o güzel yüzü kanatan sopa darbelerinin orantısız şiddetiyle oluşmuşsa, katillerin ve destekçilerinin dünyadan kimi çekip aldıklarıyla yüzleşmesi sonucunda yeniden bir toplum olacağız biz de. Aramız çok açıldı çünkü. Evet, bütün genç ölümler aramızı açıyor. Ama nefret olmayacak asla. Çünkü Ali İsmail, nefreti gördüğünde henüz ölmeden ölmüştü: “Vurmayın, öldüm” diyordu. Jürgen Habermas, “Ahlak Bilinci ve İletişimsel Davranış”* adlı kitabında iki insan arasındaki iletişim ve fikir teatisinin sürmesi için iletişim partnerlerinin birbirlerinin tezlerine ne kadar katılmasalar da, saçma bile bulsalar iletişimi sürdürmek için karşılıklı tezlerine minimal mantık atfetmek zorunda olduklarını söyler. Çünkü aksi takdirde iletişim kopacak, iki taraf da monologa dalacaktır. Bunun sonu da özyıkım, daha ileride de deliliktir. Ali İsmail o gece yerde nefreti gördüğünde yine de katillere minimal vicdan atfetmiş ve son bir kez iletişim kurmayı denemişti. Vurmaya devam ettiler oysa. Delirmiyoruz, ama minimal vicdan bulamadığımız yerlerde sessizce ölüyoruz biz de. Monologlara bile mecali kalmamış, ölmeden ölmüş gibiyiz. ‘Ali İsmail değerleriyle yaşıyor’ 19 yaşındayken katıldığı Gezi Direnişi’nde polis ve esnaftan oluşan bir grup tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz beş senedir aramızda yok. O’nun anısını ve inancını yaşatmak için durmadan çalışan Annesi Emel Korkmaz ve abisi Gürkan Korkmaz ile Ali İsmail’i konuştuk. ? Ali İsmail Korkmaz’ın bugün doğum günü. Onsuz geçen beş seneyi nasıl tarif edersiniz? Emel Korkmaz: Oğlum 24 yaşında olacaktı bugün. Çocukları eğitiyor olacaktı her şeyden önemlisi. Çünkü eğitimci olmayı çok istiyordu. Çocuklara ayrı bir sevgisi vardı. Ama katiller onu aramızdan aldı. Onun acısı hâlâ kor gibi yüreğimde, ben Ali’nin yanına gidene kadar da öyle kalacak. Belki bugün Ali İsmail, 24’üncü yaş gününde kız arkadaşını da getirecekti, bizimle tanıştıracaktı. Ama Ali’m yok maalesef. Acılarla dolu, Ali’nin özlemiyle dolu bir beş sene geçirdik. İnanın Ali’nin ölümünden sonra her şeyimiz değişti; yaşantımız, bakış açımız. Bunu tarif etmek çok zor. Ali’nin odası hâlâ ilk günkü gibi duruyor. Gürkan Korkmaz: Ali İsmail’i 19 yaşında aldılar bizden, yaşasaydı 24 yaşında olacaktı. Bizim için her gün zor, ama özellikle ailelerin bir araya geldiği özel günler ile Ali İsmail için özel olan ölüm yıldönümü, doğum günü gibi tarihler bizi çok daha fazla yaralıyor. İçimiz buruk, ama biz Ali İsmail’i ölüm şekliyle değil, yaşam şekliyle anmaya ve yaşatmaya çalışıyoruz. ? Ali İsmail’in değerlerini yaşatmak için birçok önemli faaliyet örgütlediniz, örgütlemeye devam ediyorsunuz. Ali İsmail’i tanımayanlar için O’nun değerlerinden biraz bahseder misiniz? Ali İsmail’in ölümünden sonra dünyaya gelen yeğeni Ali Yusuf, babası Gürkan Korkmaz ve babaannesi Emel Korkmaz’la... Emel Korkmaz: Ali İsmail her şeyden önce hayatı seven bir çocuktu. Doğayı, insanları, hayvanları, çocukları severdi. Engelli kardeşleri için etkinlikler düzenler, çocukları evde toplayıp onlara kitap okurdu. 19 yaşında olmasına rağmen çok şey yapmış bir çocuktu. Evin önündeki bir çiçeği bile koparmamıza izin vermezdi, “Çiçek dalında güzel, eğer sevecekseniz koklayın bırakın dalında kalsın” derdi. ALİKEV’i (Ali İsmail Korkmaz Vakfı) kurmamızın amacı Ali İsmail’in bu değerlerini yaşatmak ve yaygınlaştırmaktı. O vakıfla Ali İsmail yaşıyor ve yaşatmaya devam edeceğiz. Katillerine inat, onu bizden alanlara inat Ali İsmail en iyi şekilde yaşamaya devam edecek. Ama ona dokuna mıyorum, kokusunu alamıyorum, bu çok büyük bir acı. Ne yaparsak yapalım bu eksiklik hep içimizde kalacak. Gürkan Korkmaz: Ali İsmail doğayı seven bir çocuktu, hayvansever biriydi. Topluma faydalı olabilmek için, arkadaşlarını da örgütleyerek, birçok faaliyetin öncüsü olmuştu. Gençlerin sosyal sorumluluk bilinci kazanması için uğraşıyordu. Türkçenin doğru kullanılmasına, yazım kurallarına çok önem verirdi. Beni de çok uyarırdı mesela anlatım bozuklukları konusunda. Anadilini, Arapçayı çok önemsiyordu. Kendi kültürüne sahip çıkmak istiyordu. Vefa sahibiydi ayrıca. Servis şoförü ciddi bir trafik kazası geçirip iki ay komada kalmıştı. O iki aylık süreçte Ali İsmail başka bir servise binmedi ve okula dolmuşla gidip geldi. “Nizam abi aracını kullanmaya başlamadan ben servise binmeyeceğim” demişti. Kısacası, çevresini hep olumlu yönde etkilemeye çalışan bir çocuktu. ? Ali İsmail 24. yaş gününde nasıl anılacak? Gürkan Korkmaz: Doğum gününde onun anısına bir koşu olacak: Hatay Barış Koşusu. Her sene 18 Mart’ta Ali İsmail’i anmak için etkinlikler yapıyoruz. Önceki seneler bir sanat yarışması düzenliyorduk. Bu sene koşu yapmaya karar verdik. Bir gün öncesinde de Leman Sam ve ALİKEV Müzik Topluluğu’nun katılımıyla bir anma etkinliği gerçekleştireceğiz. Ayrıca bu sene ilk defa Genç Sanatçı Fonu oluşturduk. Genç sanatçıların sanatsal projelerine hibe vereceğiz. Sanat dalı ayrımı olmaksızın 30 yaşın altındaki her sanatçı 30 Nisana kadar bu fona başvurabilir. EMRE TANSU KETEN Ancak Ali İsmail’in bu halkla iletişimi sürüyor. Alman protest ozan Wolf Biermann’ın bir şarkısında** söylediği gibidir durum: “Bazı ölüler bize ne kadar yakındır / Ama bazı yaşamakta olanlar bizim için ne kadar ölü...” Ali İsmail’in ismi şimdi bir bakıyorsunuz bir şarkıda geçiyor, bir romana sızıyor, bir bakıyorsunuz bir stadyumda taraftarlar ona yazdıkları bir marşı okuyor, bir uzun mesafe yüzme yarışının sonunda karaya çıkan yüzücü kurulandıktan sonra onun adı yazılı bir tişört geçiriyor üzerine, adına, anısına kurulmuş vakfın etkinliklerine gönüllüler koşuyor. Ali İsmail’in çiçeklerle, sularla, müzikle, futbolla, Fenerbahçesiyle, saçlarıyla, bedeniyle, özgür dünya düşleriyle, yani hayatının handiyse tamamıyla yaşadığı o aşkı ve bir o kadar da vedaya hazır halini gördüğüm her fotoğrafı beni içine çeken bir derinliktedir. Katillerine son haykırışını ise her hatırladığımda yeniden anlamlandırmam gerekiyor!.. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünü bir şey hızlandırdı, öne çekti, evet. Tıbbi raporlarda aramıyoruz ama bunun sebebini. O, böylesine sevdiği, bıkmadan toprağına, suyuna yüz sürdüğü, seviştiği bu dünyaya bu kadar nefreti hiç yakıştıramamıştı. Orada yürek yakan bir kırgınlık, o kırgınlıkta bir vazgeçiş var. “Vurmayın, öldüm”. *Moralbewusstsein und kommunikatives Handeln, Jürgen Habermas, 1983 **Der Hugenottenfriedhof, Wolf Biermann, 1972 Düşlerinde özgür dünya Bir zamanların kutsal bilgi kaynağı, şimdilerin öfke ve tepki antolojisi Ekşi Sözlük’te “Ali İsmail Korkmaz Marşı” başlığına baktınız mı hiç? Fenerbahçeli olmayanların pek çoğu aynı hüznü nasıl paylaştıklarını, bu marşı ne kadar sevdiklerini yazıyorlar. SarıKırmızılı bir taraftar üzerinde Galatasaray formasıyla Fenerlilerin arasında nasıl bağıra bağıra söylediğini anlatıyor. Ne zaman duysa ağladığını söylüyor bazısı. Haklılar. O günlerde bu marşı dokunaklı bulmayana insan demekte zorlanıyorduk, hatırlarsanız. Bu oyunun “daha iyi bir dünya” isteminin bir parçası olabileceğini düşündürten zamanlardı… Tam zamanında çıkmıştı marş. 2013 yaz sonuydu. Gezi ruhu bir hayalet gibi ülkenin üzerinde kol geziyordu. Ve taraftarlar, ‘özne’ oldukları bu sürece sahip çıkmanın gururunu her fırsatta ifade ediyordu. Skorbord 34. dakikayı gösterdiğinde “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” diye bağırılıyordu. Büyük çoğunluk katılıyordu. Ama katılmayan da vardı. Tribün dediğiniz yer sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitle değildi ve huzursuzlanan da çıkıyordu. “Evde durmakta zorlanan” yüzde bilmemkaçın sesini kesen şey ise Ali İsmail Korkmaz marşı oldu. Söylenecek hiçbir şey yoktu. Ali İsmail Fenerbahçeliydi, bundan ancak gurur ya da hüzün duyulabilirdi… Bütün tribünleri birleştiren çok marş yoktur. Fenerbahçe’yi diğer takımlar tarafından saygı duyulacak bir yapı haline getiren şey daha da azdır. Bizde rakip dediğin şey küfür kıyametin muhatabıdır. Ama Ali İsmail Korkmaz Marşı başlayınca her şey duruyordu o günlerde. Daha 19 yaşındaydı, düşlerindeki özgür dünya vardı, öptüğü çubuklu formasıyla Fenerbahçe’sini o güzel dünyanın parçası haline getirmeye çalışan bu genç adam, bilimkurguya gerek kalmadan zamanı durduruyordu ve barışın simgesi oluyordu. Futbolu iyiliklerin bir parçası haline getiriyordu. Asırlar önceydi sanırım!.. BAĞIŞ ERTEN C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle