17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 MART 2018, PAZAR SAYFA 3 Hayat TAYFUN ATAY Bez Bebek'ten Barbie'ye... Çocukluğun yetişkinlikle imtihanı Bez bebek, bebektir, Barbie bebek ise “yetişkin”. Bez bebek “masumiyet”e karşılık gelir. Barbie bebek, tüketim kapitalizmi ve görselkitle kültürünün anaforuna kapılmış hayatımızın her alanında deneyimlediğimiz “masumiyetin sonu”na... Dünyanın en ünlü oyuncak bebek markası Barbie, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında geçmişten ve günümüzden bazı tanınanbilinen (ünlü) kadınların bebek tasarımlarını yaparak satışa sunmuş. Bunlar arasında “bizim eller”den de bir isim var: Çağla Kubat... Rüzgâr sörfü sporunda Türkiye'ye dünya ve Avrupa şampiyonlukları getirmiş milli sporcu (aynı zamanda manken ve oyuncu) Kubat, bir “pozitif rol model” olarak Barbie'nin “Shero” adını verdiği program bünyesinde bebeği yapılan, dünyanın dört bir köşesinden seçilmiş 17 kadın arasına girmiş. 2015 yılında başlayan bu girişimle Barbie, kız çocuklarına hayal ettikleri her şeyi olabilecekleri yolunda ilham vermeyi amaçlamakta. Yetişkin minyatürü çocuklar Elbette iyi niyetli, “iyi kalpli” bir girişim ve kayda değer bir “sosyal sorumluluk projesi” diye düşünmek istiyoruz!.. Lâkin, çocuk sosyolojisi, çocuk antropolojisi ve çocukluk tarihi üzerine biraz daha “keskin” okumalarla değerlendirdiğimizde bu tür pratiklerin geleceğe dönük hayalleri beslemekten çok bugüne yönelik “hayatî” istek, arzu ve talepleri beslediğini ileri sürmek de mümkün. İşin aslı şu ki kız çocukları gelecekte bir Çağla Kubat olma hayali kurmaktan çok, bugün ve bugünkü çocukluk halleriyle bir Çağla Kubat olma çabasındalar. Saç biçimiyle, etkileyici bakışlarıyla, çarpıcı makyajıyla, cezbedici giysileriyle ve “kadınsı” duruşuyla Çağla Kubat olmaya özeniyor onlar. Yani Barbie bebekleri ile “oynayan”, oynadığı sanılan çocuklar, büyüyünce değil, şimdiki halleri ile kendilerine sunulan “bebeksi kadın” tasarımlarından ilhamla birer “yetişkin minyatürü” olmak istiyor. Barbie ile büyükler 'oynuyor'! Aslında iş sadece bu pozitif rol model sunumlarıyla kalsa yine iyi... Sevgilisi olan, doğum yapan, zincirli siyah elbiseleri, iddialı bikinileri, erotik iç çamaşırları olan Barbie bebekler de var. Ayrıca Barbie bebeklerin “yetişkinlik” dinamiği o kadar güçlü ve belirgin ki onlarla sadece çocuklar “oynamıyor”. Barbie bağımlısı yetişkinlerin, Barbie'ye ya da sevgilisi Ken'e benzemek için bıçak altına yatıp estetik operasyonlara uğramalarıyla ilgili de sayısız haber hanidir karşımızda. Demek ki Barbie'nin hedefinde çocuklar olsa da işaret ettiği “çocukluk” değil. Barbie, bize yetişkinliği işaret etmekte. Çağımızın en sorunlu olgularından birini, “yetişkinleştirilmiş çocukluk” gerçeğini işaret etmekte!.. Çocukluğun yok oluşu ya da “kaybolan çocukluk”, on yıllardır eğitimbilimcilerin, iletişimbilimcilerin, toplumbilimcilerin ve insanbilimcilerin üzerinde durup tartıştığı bir konu (bu noktada hemen arka sayfada Cumhuriyet PA7AR için harıl harıl çalışıp üreten sevgili hocamız Prof. Bekir Onur'un hakkını da bir kez daha saygıyla teslim edelim!). Çocukluğun olmadığı hayatlar 1960'larda Fransız tarihçi Philip Ariés'in Orta Çağ'da bir “duygu”, bir “kültürel kategori” olarak mevcut bulunmadığını, Yeni Çağ'da, modern zamanlarda karşımıza çıktığını söylediği çocukluğun, şimdi geçmodern görsel kitle kültürü evresinde/evreninde tekrar yok olmaya yüz tuttuğuna dair tespit ve tartışmalar çoktandır gündemi mizde... Kaynak: Attila Erden, Anadolu Giysi Kültürü, 1998 Aslında Ariés'in Orta Çağ Avrupa'sına ilişkin ortaya attığı hayli tartışma yaratmış (yer yer de yanlışlanmış) tezini daha geniş bir “antropolojik” bağlama oturttuğumuz da, modernöncesi kırsaltarımsal topluluklarda veya avcıtoplayıcı kabile topluluklarında çocukluğun varla yok arası bir evre olduğu düşünmeye teşvik eden çok gözlem ve veri mevcut. Bu insan topluluklarında çocuk, iki Barbie’nin alanlarında dünyşaca ünlü kadınların tasarımından ürettiği oyuncak bebekler (üstte), bez bebebeklerde (en üstte) hiç rastlanmayan bir ‘kadınsılık’la karşımıza çıkıyor. Bunlar arasında ‘Çağla Kubat bebek’ de var (en alta solda). Köy yaşamında ise bir yetişkin gibi örgü örmeye çocuk yaşta başlayan kızlar alışılmadık değildi (altta sağda). ayağı üzerinde dik durabilir ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilir olduktan sonra (7 yaş civarı) artık yetişkin yaşamının bir parçasıdır. Bez bebek ve annelik Kendi coğrafyamızı düşünelim! Tarımsal köy yaşamının hâkim olduğu topraklarımızda kız çocuklarının bebeklikten çıkar çıkmaz evde anneye yardıma, ağıla süt sağmaya, kümese yumurta toplamaya veya elde şiş örgü örmeye başlaması olmadık bir şey değil. Erkek çocuklarının, babasının yanında tarlanın ya da koyun gütmek üzere otlağın yolunu tutması da. Büyük usta Yaşar Kemal ne kadar güzel özetlemiştir bu durumu şu sözlerle: “Bana hiçbir zaman çocukmuşum gibi köyde kimse davranmadı. Başka çocuklara da... Ben köyden ayrılıp şehre düşünce çocukların çocuk olduğunu anladım.” (akt. B. Onur, “Türkiye'de Çocukluğun Tarihi”, 2005, s. 13). Tabii böylesi bir “toplumsallık”ta da kız çocukları için oyuncak bebek vardır: Bez bebek... Ve bez bebek de bir kız çocuğuna büyüdüğünde biçilen rolü yansıtan (tıpkı Barbie markasının “Shero” programı ile yapmaya çalıştığı gibi ama tabii çok farklı yörüngede) rol modellik öneren bir oyuncaktır. Anneliktir bu rol... Masumiyetin sonundaki çocukluk Ama bir bakın o bez bebeklere!.. Karşınızda hiç mi hiç bir “yetişkin minyatürü” görmezsiniz. Bez bebek, bebektir. Barbie bebek ise “yetişkin”... Bez bebek bir “masumiyet”e karşılık gelir. Barbie bebek ise tüketim kapitalizmi ve görselkitle kültürünün anaforuna kapılmış hayatımızın her alanında deneyimlediğimiz “masumiyetin sonu”nun çocukluk bahsinde de işlerlikte olduğunu işaret eder bize. O yüzden bir dönem Britney Spears, Christina Aquilera, şimdilerde Lady Gaga, Rihanna, Kim Kardashian kılıklı, “mikromini” etekli ergen kız çocukları var karşımızda. Ya da “SurvivorMinik Kahramanlar”la, “O Ses Çocuklar”la haşır neşir ve büyüyünce değil şimdi “Survivor” olmak, popstar olmak, top model olmak hevesine kapılmış çocuklarımız var. Çocukluk endüstrisi Demek ki Orta Çağ Avrupa'sında, avcıtoplayıcı kabile yaşantısında veya kırsaltarımsal köy toplumsallığında olduğu gibi çocukluk bugün de yetişkin yaşamıyla birleşmiş bütünleşmiş halde. Ve yetişkin yaşamının minyatürleştirilmiş bir karşılığı... Şu farkla ki kırsalfolk kültür dünyasında çocukların bir an önce yetişkinliğin parçası olması, hayatı sürdürmeye yönelik geçimsel üretim etkinliğine olabildiğince çabuk katılma zorunluluğundandı. Çocukluğa vakit yoktu yani... Şimdi ise bunun nedeni, tıpkı yetişkinler gibi çocukları da “ticariendüstriyel” kaygılar doğrultusunda bir an önce şu durmaksızın dönen tüketim çarkının bir parçası yapmak. O yüzden çocukluğa vakit yok, yine o yüzden Barbie bebek var!.. Toplumun Alzheimer’laşması Kurgu Şahsiyet, 65 yaşındaki katip emeklisi Agah (Haluk Bilginer) ile cinayet büro amirliğindeki tek kadın polis olan Nevra’nın (Cansu Dere) kesişen yollarının hikâyesi. Ay Yapım’ın dün gece ilk üç bölümü topluca seyre sunulan dijital dizisi “Şahsiyet” (Puhutv), ön planda çarpıcı bir polisiyesuçgerilim olarak alzheimer hastası bir seri katil, adli katip memurluğundan emekli Agah Beyoğlu’nun (Haluk Bilginer) ardına seyirciyi takıp götürecek gibi... Ancak bu, daha derinlerde alzheimer’ın hem toplumsalkültürel, hem de “ekonomipolitik” çerçevede izini sürmeye bizi davet eden çok çarpıcı, ürkütücü ve düşündürücü bir yapım... ‘Hatırlamak ya da hatırlamamak... İşte mesele bu!’ “Hatırlama” gibi nörofizyolojik (biyolojik) bir işlevi, “hatıra” dediğimiz kültürelsentimental bir duyarlılıkla içiçe geçirerek yol alacağı anlaşılan dizi, hayatımıza hâkim ve yarış, rekabet, tüketim “emreden” bir sistemin içinde asıl alzheimer olanın insan ilişkilerimiz ve insanlık halimiz olduğunu derinden derine duyumsatan bir akışla başlangıç yaptı. Usta oyuncu Onur Saylak’ın sinemada “Daha” ile sergilediği ilk yönetmen ilk başarısını şimdi dizi mecrasında sürdürmek üzere ilk adımı attığını, senarist Hakan Günday’ın da edebiyatı dizilere taşıdığı izlenimi bırakan Şahsiyet’i, her iki yaratıcısı da sorduk, anlattılar: re ama yapması gerekenler var... En önemlisi, unuturken, hatırlaması ge rekenler de var; tıpkı Nevra Elmas (Cansu Dere) gibi... Hakan Günday (Senarist): Bu güne kadar yazmış olduğum bütün hikâyeler basit birer soruyla başla dı. Ve benim için Şahsiyet’i başla tan soru da şuy du: İnsan ne yi neden hatır lar ve neyi ne den unutur? Bu sorunun önemli olduğunu düşü Şahsiyet’te (soldan sağa) Şebnem Bozoklu, Haluk Bilginer, Cansu Dere, Necip Memilli, Müjde Ar, Metin Akdülger rol alıyor. nüyorum. Çünkü biliyoruz ki bizi biz yapan temel unsur, nele Onur Saylak (Yönetmen): Hadi itiraf edelim, ri unutup neleri hatırladığımız. Ayrı bazen unutmak isteriz bazı anları, insanları, söz ca bugünü nasıl yaşadığımızı belirleyen de onlar. leri... Hiç hatırlamamak isteriz; Bu noktada karşımıza ikinci bir soru çıkıyor: Neyi kendine yapılanları, başkaları unutup neyi hatırlayacağımıza kim karar veriyor? na yaptıklarını... Unutmak ol Bütün bunları tartışabilmek adına da hikâyede masa insan denen canlı nasıl ya Alzheimer hastası bir ana karakter var. En büyük şar bu kadar kötülüğün içinde?! korkusu, anılarını unuttukça kimliğini, dolayısıy İşte bizim ‘Şahsiyet’li baş kah la şahsiyetini de yitirmek. En büyük tereddüdü ise ramanımız Agah Beyoğlu’da şu: Gerçekte Alzheimer hastası olan kim? Kendisi unutmak üzere; unutmak üze mi, yoksa içinde yaşadığı toplum mu? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle