Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 15 ŞUBAT 2015 / SAYI 1508 Türk tangosu sonsuz aşkın peşinde Onların sahnesi, arya ile başlayıp, türküyle biten, çok kültürlü bir müzik gösterisi. Opera İkizleri, Sinem ve Didem Balık, Sevgililer Günü’nde, bugüne en yakışan müziği, tangoyu, aşkla bir araya getirdiler ve “Aşk ve Tango” isimli albümlerini dinleyicileriyle buluşturdular. DENİZ ÜLKÜTEKİN Konserlerinizde popüler müzikten örnekler veriyor musunuz? D. Balık: Pop sanatçısı olmayı hiç düşünmedik. Fakat konserlerimizde sevilen aryaların yanı sıra popüler olmuş parçalara da yer veriyoruz. Bunu da ilk “3 Tenors” başlattı. Domingo, Pavarotti ve Carreras, popüler parçalar aracılığıyla operanın geniş kitlelerce tanınmasına ve sevilmesine ön ayak oldu, onlar hem operanın popülerleşmesine hem de opera sanatçısının kabuğunu kırmasına öncü oldular. Hiç unutmam, Placido Domingo, Almanya’daki açık hava konserinde Otello’nun aryasını seslendirdikten sonra “Zarzuella” (İspanyol Halk Şarkısı) ve “Besame Mucho” seslendirmeye başlayınca seyirci ayağa fırladı. Artık dünya müzikleri birbirine karışmış durumda. Seyirci bizim sesimizden bir “Don’t Cry for Me Argantina”, “7 Kocalı Hürmüz” ya da “Tanrım”ı duyduğunda hoşuna gidiyor. S. Balık: Viyana’da sanatçılar kendi halk şarkılarını konserlerinde söylüyorlardı ve bize “kendi ülkenizin melodilerini neden söylemiyorsunuz” diye soruyorlardı. Atatürk’ün sevdiği türküleri, mesela “Bülbülüm Altın Kafeste”, “Ah Bir Ataş Ver” gibi Ege türkülerini çift ses olarak söylemeye başladık. Sonra hem Türk hem de Broadway müzikallerini derken Türk ve Arjantin tangoları seslendirdik. O nlar tüm Avrupa ve dünyada “OperaTwins” (Opera İkizleri) olarak tanınıyor. Sinem ve Didem Balık kardeşler, Sevgililer Günü’ne özel olarak çıkardıkları “Aşk ve Tango” isimli albümleriyle, bir kez daha hayranlarıyla buluştu. Bu vesileyle, biz de kendileriyle sanat hayatlarının özel dakikaları hakkında eğlenceli bir sohbet yaptık. Konserlerinize duyulan ilgi nedeniyle mi stüdyoya girdiniz? Didem Balık: Evet, konserlerin seyircinin ilgisini çektiği doğru. Aslında konser ve albüm düşüncesi aynı zamanda ortaya çıktı, fakat stüdyoya girmeden önce çok fazla yapılması gereken iş vardı, mesela bestecilerin vârislerini bulmak gibi. Sonrasında da yolumuz Seyhan Müzik ile kesişti. Bülent Seyhan, yaptığımız işe inandı, onunla yolumuza devam ettik. Sinem Balık: Konserlerin en beğenilen parçalarından özel bir repertuvar hazırlayıp stüdyoya girdik. Albümü, Kolombiyalı orkestra şefi Andrés García Vélez’in yönettiği 35 kişilik senfoni orkestrası çalıyor. Koreli Bandoneon sanatçısı RueiRan Wu, Arjantinli piyanist PabloRodolfo FernandezGomez de tangoyu alevlendirenlerden. Albümdeki parçalardan bahsedebilir misiniz? D. Balık: Albümde, “Kadın Kokusu” filmindeki görme özürlü Al Pacino’nun tango dansı yaptığı “Por Una Cabeza”, “Mazi Kalbimde Bir Yaradır” ve “Bir Çapkına Yangınım” gibi çok sevilen parçalarla dinleyici kitlesini genişletmeyi planladık. S. Balık: Hem Türk hem de Arjantin tangosu söyledik. Aranjelerini Peter Valentovic ve Ulaş Kurugüllü yaptı. Jet sosyeteye konser verdik Yurtdışında nerelerde konser verdiniz? S. Balık: Aralarında Avusturya ve Türk cumhurbaşkanları, Benin Kralı, Viyana Eyalet ve Belediye Başkanları, parlamenterler, prens, prenses ve kontların bulunduğu organizasyonlarda sahneye çıktık. Bunlardan bazıları Viyana, Linz, New York, Washington DC, İstanbul, İzmir, Düsseldorf, Essen, Frankfurt, Hamburg gibi şehirlerdi. Bir de Avusturya’da Life Ball adlı AIDS’li çocuklara yardım balosunda şarkı söylediniz ve ilk Türk olarak siz çıktınız... S. Balık: Muhteşem bir geceydi! Binbir Gece Masallarını konu olarak aldılar. Kostümler, müzik ve dekor ona göreydi. 6 metre yükseklikteki tahtırevan ile 200 köle bizi çekti. Sahneden indikten sonra Didem,15 tansiyonla revirde yattı, Fakat her şeye değdi doğrusu. D. Balık: Bill Clinton, Roberto Cavalli, Eva Longoria, Melanie Griffith, Sir Elton John gibi dünyaca ünlü isimler ve jet sosyete de oradaydı. Sahne arkasında bizi ilk tebrik eden Roberto Cavalli oldu. İnanılmaz bir görsel şovdu. Bizi Türk opera sanatçıları, OperaTwins (Opera İkizleri) olarak sundular. Daha sonra televizyonda, görüntüleri izlerken ağladık. Size göre Türk ve Arjantin tangosunun farkı nedir? D. Balık: Tangonun doğduğu yer olan Arjantin’de sokağın, başkaldırırının, tutkunun ve isyanın müziğidir tango. Sokakta doğmuş, sokakta büyümüş, cesur ve tutkulu bir çocuktur. Sevgiye, aşka, mutluluğa açtır tango. Erkekleri çapkın, kadınları daha da çapkındır. S. Balık: Türk tangolarındaki gibi sonsuz aşkın peşinde değildir Arjantin tangosu. O anı yaşar, o anda yaşar, erkek kadına “hep seni seveceğim” demez, kadın da adama boyun eğmez. Kadınla erkek arasında bitmeyen bir savaştır tango. Sınıfsal çatışmadan aşka, varolma mücadelesinden, isyana, fiziksel aşktan hayatın geçiciliğine kadar, her şeye ve herkese başkaldırır tango. Konserler sırasında yaşadığınız ilginç olaylar var mı? Unutamadığınız bir anınızı anlatabilir misiniz? D. Balık: Washington’da Strathmore Müzik Merkezi konser salonunda konser veriyoruz. Konserde, Sinem’le Brahms düet yaptıktan sonra ben çıkıp Mozart’tan Cherubino’nun aryasını seslendireceğim. Piyanistimiz notalarını yerleştirirken, ben piyanoya yaklaştım gözlerim açık notanın ilk sayfalarına takıldı ve birden telaşla “Ben Didem’im, Mozart söyleyeceğim” dedim. Ama O itiraz etti, “Hayır, sen Sinem’sin, Puccini’yi söyleyeceksin.” dedi. Ben, ikinci kez “Hayır, Didem’im, Mozart’ı söyleyeceğim” dedim ve piyanonun yanındaki notayı süratle ona uzatıp Figaro’nun Düğünü’ne giriş yapım. S. Balık: Yine Viyana’da Didem ile birlikte konser veriyoruz. Programa aryalarla başladık düetlerle devam ettik en sonunda da kaftanlar giyerek türküler söyledik. Konser bitiminde Türk diplomat gözleri yaşlı bir şekilde boynumuza sarıldı. Konser esnasında yaşadığı olayı bize anlatmaya başladı: “Siz, Fransızca arya söylerken Fransız diplomat ‘Onlar benim ülkemden’ diye, bize hava attı. Derken İtalyanca söylemeye başladınız İtalyan gülümseyip ‘Hayır benim ülkemin sanatçıları’ dedi. Ve birden türkü söylemeye başlayınca herkes beni tebrik etti, sizle çok gururlandım” dedi. l Mehmet Günsur (Merve Karahan) Mehmet Ali Alabora (Erhan Yüksel) Didem Soydan (Maneki Neko) Tuncel Kurtiz (Emre Mollaoğlu) “Yüz Kumbarası” belki bir bankaya dönüşür Yüz Kumbarası, Türkiye’nin sosyal, siyasal, ekonomik hayatında önemli yeri olan 1600 insanın portresini barındıran bir sergi. Fransız Kültür Merkezi’nde izleyicilerini bekliyor. Projenin mimarı, fotoğrafçı Muammer Yanmaz, umutlu; proje bellek çalışmak isteyen fotoğrafçılara ilham verirse, bir gün Yüz Bankası’na dönüşeceğine inanıyor. ESRA AÇIKGÖZ 40 Haramiler fotoğraf grubunu kurdum. Grubun “Ali Baba”sı olarak Mağara adındaki stüdyomda fotoğraf eğitimleri veriyorum. Eğitimleri tamamlayanlar Harami oluyor ve fotoğraf dünyasına giriyor. Birlikte projeler üretiyoruz. 40 Haramiler iki bini aşkın fotoğrafçının yetiştiği kalabalık bir grup ve büyümeye devam ediyor. Aralarından bazıları kendi mesleklerini bırakıp fotoğrafçılığı profesyonel olarak yapmaya başladı, bazıları da mesleklerine hâlâ devam etseler de profesyonel fotoğrafçı olma donanımına sahip. 40 Haramiler grubunun fotoğraf üretimi konusundaki bu potansiyelini, Türkiye’nin en kapsamlı görsel belleğini oluşturmak üzere kullanmak istedik ve “Yüz Kumbarası” projesi doğdu. Projeye katılan fotoğrafçılar ve çekimi yapılacak kişiler nasıl belirlendi? Daha önce yaptığım pek çok proje 40 rakamı üzerine odaklanmıştı. Burada da 40 fotoğrafçıyı bir araya getirdim. Her fotoğrafçının, toplumsal hayatımızda iz bırakan, günlük yaşantımızı hatta popüler kültürümüzü etkileyen 40’ar yüzü belgelemesini amaçladık. Projenin tüm fotoğrafçıları, bakış açılarına, yaşam şekillerine ve ilgi alanlarına göre çekecekleri konuyu belirledi ve bu alanda ulaşabildikleri 40 kişiyi fotoğrafladı. Böylece kumbaramızda, yazarlar, karikatüristler, müzisyenler, iş insanları, tiyatrocular, sinemacılar, gazeteciler, bilim insanları, yönetmenler, sporcular, şairler ve ressamlardan oluşan 1600 yüz birikti. 40 farklı gözden, insanların zihinlerinde farklı anlamlar uyandıran 1600 yüz... Bunları nasıl bir ortak noktada toplayabildiniz? Tüm bu farklılıklar içinde, fotoğraflar için ortak bir görsel anlatım dili belirledik. Hepsi kare, siyah/beyaz, flaş kullanımıyla, modelin yüzünün en az üçte ikisinin görüleceği şekilde çekildi. Teknik standartların yanı sıra elbette, fotoğrafı çekilen kişinin yaşam şeklini ve dünyasını yansıtmasını da amaçladık. Ancak, en büyük ortak noktaları, hepsinin down sendromlu çocuklar için objektiflerin karşısına geçmeleri. Sergideki fotoğrafların satışından elde edilecek gelirin tümü, down sendromlu çocukların geleceğine ışık tutan Dost Yaşam Vakfı’na bağışlanıyor. biriktirmeye devam edebiliriz. Ayrıca bu proje, görsel bellek çalışması yapmak isteyen fotoğrafçılara da ilham verebilir. Böylece belki Yüz Kumbarası, Yüz Bankası’na dönüşür. Sergiden çıkan insanlarda nasıl bir tat, düşünce kalsın istersiniz? Sergide ülkemizin çeşitli dönemlerinde kültürümüzü etkilemiş, sosyal alışkanlıklarımızı yönlendiren, kısaca toplumsal hayatımıza etki eden yüzlerce yüz görüyoruz. Eserlerini tanıyıp, bilip, yüzlerini hiç görmediklerimiz, yeni tanıyıp hayran olduklarımız, eskilerden beri âşık olduklarımız, perde arkasındakiler, her daim hayatın içindekiler... Hepsi, Türkiye’nin bu en büyük fotoğraf albümünde bir araya geldi. Bu sergideki toplumsal belleğin, sergiyi ziyaret edenlerin kişisel belleğinde de çağrışımlar yapması, izleyici ve fotoğrafçı arasında güzel bir paylaşım olur. Yüz Kumbarası’na 2011’de başladık ve bellek oluşturmanın ne kadar önemli bir değer olduğunu, projenin fotoğrafçılarıyla yaşayarak gördük. Fotoğrafını çektiğimiz isimlerden bazıları ve proje fotoğrafçılarımızdan biri maalesef artık hayatta değil. l Fransız Kültür Merkezi: (0212) 3938111 K ırk fotoğrafçı, 1600 yüz... Karikatüristler, yazarlar, müzisyenler, iş insanları, tiyatrocular, sinemacılar, gazeteciler, bilim insanları, yönetmenler, sporcular, şairler, ressamlar; Türkiye’nin çeşitli dönemlerine etki etmiş, kültürel hayatımızda yer etmiş yüzlerce yüz... Hepsi bir kumbarada toplandı. “Yüz Kumbarası”, bellek oluşturmanın kıymetini bize bir kere daha hatırlatıyor. Fotoğrafçı Muammer Yanmaz’ın projelendirdiği “Yüz Kumbarası”nı 19 Mart’a kadar Fransız Kültür Merkezi’nde gezebilirsiniz. Ayrıca satışta olan fotoğraflardan almak isterseniz, gelirin tamamının down sendromlu çocukların geleceğine ışık tutan Dost Yaşam Vakfı’na bağışlanacağını da bilin. Muammer Yanmaz anlatıyor. Yüz Kumbarası projesinin çıkış fikri nedir? Neden ihtiyaç duyuldu böyle bir çalışmaya? Uzun yıllardır, portre fotoğraflardan oluşan projeler yapıyorum. 2004’te de Muammer Yanmaz Toplumsal hayatımıza etki eden yüzlerce yüz Yüz Kumbarası biriktirmeye devam edecek mi? Yüzlere odaklanmak ve portre fotoğrafçılığı hem benim, hem de 40 Haramiler’den pek çok fotoğrafçının ilgi alanı. Dolayısıyla aynı görsel anlatım diliyle portreler C M Y B