22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 15 ŞUBAT 2015 / SAYI 1508 Küstah, tutkulu muhteşem: İşte karşınızda Susan Sontag D eneme yazarı, kuramcı, roman yazarı, eleştirmen, aktivist, feminist... Üstelik bütün bunları öyle yüzeysel değil, döneminin en önemli entelektüel çevresini etkileyecek kadar iyi şekilde üzerinde taşıyan bir kadın o. Susan Sontag, 2004’te dünyaya gözlerini kapasa da hâlâ söyledikleriyle, kuramlarıyla aramızda. Hem de belki de Ortadoğu’da vahşi bir savaşın sürdüğü şu günlerde, her zamankinden daha çok anlamak gerekiyor onu. 14. Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilecek “Susan Sontag Hakkında” belgeseli bunun için bir fırsat. Belgesel, onu entelektüel dünyasından aşklarına kadar bir bütün ESRA olarak gösterecek AÇIKGÖZ bize. Karmaşasıyla, kansere karşı verdiği mücadeleyle, savaşlara tanıklık etme cesaretiyle… Belgeseli, !f İstanbul’da 20 Şubat 17.00’de Cinemaximum Budak, 22 Şubat 15.30’da Fitaş’ta izleyebilirsiniz. Festival Ankara ve İzmir’deyse 26 Şubat’ta başlayacak. Ama önce yönetmeni Nancy Kates’e kulak vermeye ne dersiniz? Önce Susan Sontag üzerine kafa yormaya ne zaman, nasıl başladınız, onla başlasak? Susan Sontag’ın Aralık 2004’teki ölümünden birkaç ay sonra, Mart 2005’te böyle bir projeye adım atmaya karar verdim. Onu tanımıyor olmama rağmen ölümüne oldukça üzüldüm; çok insana ilham kaynağı olmuş önemli bir aydındı. Bu, belgeseli yapmak için esin kaynağım oldu. Çabuk hareket etmem gerekiyordu, çünkü röportaj yapmak istediğim insanlar hızla yaşlanıyordu. Gerçekten de, bazıları bu süreçte hayatlarını kaybetti. Susan Sontag aramızdan ayrılalı 11 yıl oluyor, ama hâlâ pek çok insanın zihninde yer etmeye devam ediyor. Susan Sontag’ın ölümünün üzerinden 11 yıl geçti. Ancak kuramları, romanları hâlâ okunuyor, tartışılıyor. Zaman zaman aşkları, huysuzlukları, cinsel tercihleri de. !f İstanbul’da gösterilecek “Susan Sontag Hakkında” belgeseli bize onu bu bütünlükle sunacak. 20 ve 22 Şubat’ta gösterilecek belgeseli izlemeden önce, yönetmeni Nancy Kates’in anlattıkları... Yönetmen Nancy Kates. fikirlerini anlatmaktan çok daha kolay. Demeye çalışıyorum ki; umarım bu film büyük bir entelektüel olan Susan Sontag’ı daha insani yanlarıyla göstermeyi başarır. Hakkında belgesel çekecek kadar ne çekti sizi onun hayatında? Bu soruya cevap vermeyi pek tercih etmiyorum, bence bu her bir izleyici için farklı olacak. Bazıları kanserle mücadelesinden etkilenirken, bazıları savaşa tanıklık ederkenki açıksözlülüğüne ve cesaretine vuruluyor. Pek çokları onu kibirli ve sevimsiz buluyor. Kimileriyse onun hayat hikâyesinin de aslında birçok kadın gibi erkek egemen toplumda bir kadın olarak yer edinmeye çalışmak olduğunu görüyor ve duygulanıyor. Susan Sontag, 20. yüzyılın önemli isimlerinden biri. Üstelik görsellik üzerine kuramları olan bir eleştirmen. Böyle biri hakkında belgesel yapmak zor muydu?  Bir belgesel yapmak her halükârda zor bir iş; fakat itiraf etmek gerekirse, fotoğrafçılık üzerine takıntılı derecede çok düşünen ve yazan biri hakkında film yapmak bizleri görsel açıdan ayrıca zorladı. Bence asıl zorluk onun görsellik üzerine yazmasından ziyade ifadedeki araçlarının, yani sözcüklerinin sinema diline aktarımındaydı. Bir yazarla ilgili görsel açıdan bizi zorlayan bir film yapmayı başarabilmemiz bu projenin özellikle gurur duyduğum yanlarından biri. En zoru da böyle bir hayatı 100 dakikaya sığdırmak olmalı. Nasıl başardınız bunu? Bu film dört saatlik de olabilirdi, mini televizyon dizisi de. Ama zaten kurgu süreci bunun için var. Filme neyi dahil edip etmeyeceğimiz üzerinde çok zaman harcadık. terör” olarak tanımlamıştı. En önemlisi Sontag, daha o zamandan, biz Amerikalıların kafamızı kuma gömerek ABD’nin denizaşırı hareketlerini görmezden gelmemize karşıydı, gerçi bu görmezden gelme hali 11 Eylül sonrası değişti. Sontag’ın aşkları ve lezbiyen ilişkileri de belgeselde. Lezbiyenliğe yönelik önyargıların yoğun olduğu bir dönemde, Sontag gibi güçlü bir kişilik bile cinsel kimliğini özgürce yaşayamıyor, anlaşılan? Hayatının sonlarına doğru Sontag özel hayatıyla ilgili konularda biraz eski kafalıydı. Pek çok hayranı eşcinsel olduğuna dair açılması için onu teşvik etse de, o bunu yapmadı. Sanırım bu kararın arkasında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görme endişesi yatıyordu; her ne kadar bir kadın olarak bunu zaten deneyimlemiş olsa da, ona bir erkekten daha az eşit davranılmasını asla kabul etmezdi. Ayrıca, bir biseksüelden öte lezbiyen olmasına rağmen Susan Sontag’ın “lezbiyen” olarak tanımlanmayı kabul edeceğini düşünmüyorum, çünkü o her türlü etiketlemeden nefret ederdi. Sontag’ın ilk defa kadınlarla olmaya başladığı 1940’ların sonlarında lezbiyenliğin ne kadar radikal ve sosyal olarak kabul edilemez olduğunu, bugün hatırlamamız oldukça zor. Her insan yaşadığı çağın ürünüdür, ne de olsa. Ayrıca, cinsel ayrımcılık hâlâ devam ediyor ve maalesef ünlü olmak kimseyi, ne cinsel ayrımcılıktan, ne de homofobiden koruyor. Belgesel sayesinde hayatına yaptığınız derin yolculukta, sizi onun hakkında en çok şaşırtan, hayran bırakan ve sevmediğiniz gerçekler nelerdi? Bir özne olarak Susan Sontag’ı çözmeye çalışmak zordu; bunun nedeni Sontag’ın başkalarına bazen çok kötü davranması, ilginç veya zeki bulmadığı insanlara karşı ukala ve küçümseyici davranmasından kaynaklanıyor. Bana göre onunla ilgili en trajik şey ise kadınlara duyduğu tutku üzerine hiçbir zaman yazamamış olması. Belki de bu durum, onun büyük bir roman yazarı olma ihtimalini de ortadan kaldırdı. Kurmaca yazı türüne özel bir yeteneği olduğunu düşünmesem de, kendi duygularını yazılarından kesip atarak, bunlardan yazılarında bahsetmeyerek, kendini muhtemelen baştan kısıtlıyordu. Demeye çalıştığım şey şu, özünü hiçbir zaman tamamıyla işine yansıtmadığı için, hiçbir zaman muhteşem bir roman yazarı olamadı. Filmi yaparken birçok evreden geçtim. Ona hayranlık duyduğum, ondan bıktığım, onu sevmediğim ve en sonunda ona şefkat beslediğim pek çok aşama geçirdim. Onun kardeşi Judith’e kendimi yakın hissediyorum, çünkü benim için Sontag sinir bozucu, küstah, muhteşem ve her şeye rağmen hâlâ sevilebilen bir abla haline geldi. l Entelektüel ve insani... Susan Sontag’la ilk ne zaman, nasıl tanıştığınızı hatırlıyor musunuz? Entelektüel bilincim geliştiğinde kendisi zaten fikirleri oldukça önemsenen bir dönemdeydi. Üniversite ikinci sınıf öğrencisiyken “A Susan Sontag Reader” yayımlanmıştı. O zamana kadar kendisinden hiç ders almamış olmama rağmen hemen kitabını edindim. Kendisi o sırada, tahminen 1985’te, Boston’da bir tiyatro oyununun yönetmenliğini üstlenmişti. Çok anlamlı bir karşılaşma olmasa da onunla el sıkışacak kadar zaman geçirdim; ancak tanışıklığımız bundan ibaret. Deneme yazarı, kuramcı, roman yazarı, eleştirmen, aktivist, feminist... Susan Sontag’ı tanımlayacak pek çok şey var. En çok hangi yüzünü göstereceksiniz bize? Hiçbir tanımı bir diğerinin önüne koyamam, çünkü filmi izleyen insanların onu bir insan olarak kendi karmaşıklığının içerisinde görmelerini istiyorum. İnsanlar onun yaşamından çok eserleri hakkında bilgiye sahipler ve bazı açılardan bir filmde onun hayat hikâyesini anlatmak, onun Sontag yaşasaydı... Sontag’ın hayatına bakmak bir dönemin önemli savaşlarına tanıklık etmek gibi de. ABD’nin Irak ve Ortadoğu politikalarına yönelik eleştirileri malum; “kamu vicdanı” diye tanımlanması boşa değil. Ortadoğu’da savaşların, isyanların patladığı, IŞİD vahşetinin yaşandığı bir dönemde, belki de özellikle onun fikirleri üzerine düşünmeye ihtiyacımız var. Ne dersiniz? Susan Sontag yaşasaydı, bugün dünyanın durumu ve ABD’nin Ortadoğu’daki savaşları hakkında söyleyecek çok sözü olurdu, diye düşünüyorum. Kendisinin tanıklık ettiği savaşlarla ilgili fikirleri, ölümünden 10 yıl sonra, günümüz izleyicileri arasında yankı bulur, diye umuyorum. Tabii ki tüm cevaplar onda değildi; ama köktenci aşırıların yükseleceğini öngörmüştü. Henüz birçok Amerikalının dikkatini çekmemişken, 1989’da Ayetullah Humeyni’nin Salman Rüşdi hakkında çıkardığı ölüm fetvasını “uluslararası B ATAOL BEHRAMOĞLU Dünya Şiir Hareketi nedir? irkaç yıldır medyada Dünya Şiir Hareketi’yle ilgili haberler yer alıyor. Dünya Şiir Hareketi (World Poetry Movement/WPM) nedir? Ne yapar? Ne işe yarar? Bu Pazar yazısında bu konuya ilişkin bilgi ve düşüncelerimi yazmak istedim. *** Kolombiya’nın Medellin şehrinde her yıl Temmuz ayında düzenlenen dünyaca ünlü şiir festivaline katılmak için ilk kez 2011’de bu şehre gitmiştim. Festival izlenimlerimi dönüşte yazıp bu köşede yayınladığım için tekrar etmeyeceğim. Fakat böylesine görkemli bir şairşiir sever buluşmasını hiçbir zaman hiçbir yerde görmediğimi bir kez daha söylemeliyim. Nitekim geçen yıl Kasım ayında Meksika’nın başkenti MeksikoCity’de katıldığım şiir festivali de küçümsemeyecek bir etkinlikti. Fakat Medellin’dekiyle karşılaştırmak söz konusu olamaz. Birkaç bin kişinin saatlerce şiir dinlemesine ilk kez tanık oluyordum… *** Dünya Şiir Hareketi bu buluşma sırasında, çeşitli ülkelerden, aralarında benim de bulunduğum 37 şair tarafından kuruldu. Bu şairlerin bir özelliği de, kendi ülkelerindeki şiir festivalleriyle şu ya da bu konumda ilgili olmalarıydı. Kuruluş sonrasında on kadar şair Eşgüdüm Kurulu’nu oluşturdu. Ben bu şairler arasında da yer aldım. Bu kurulun katılımcıları olarak ayda en az bir kez bu amaçla yapılandırılmış biri internet sitesi üzerinden ortak dil İngilizceyle görüşüyor, yapılması gerekenlere ilişkin kararlar alıyoruz. Eşgüdüm Kurulu katılımcıları bütün anakaraları temsil etmek üzere belirlendi ve giderek sayıca da çoğalıyor. Farklı ülkelerden şairlerle belli aralıklarla böylesine bir görüşme, her bakımdan anlamlı, etkileyici, öğretici oluyor. *** http://www.wpm2011.org/node/148 internet linkinden İngilizce ve İspanyolca dillerinde Dünya Şiir Hareketine ilişkin bütün bilgilere ulaşılabilir. Bu sitenin “Global Actions” (Küresel Etkinlikler) başlıklı bölümünde Eylül 2011’den günümüze Türkiye’deki etkinliklerin bilgisi de yer alıyor. Nitekim Pablo Neruda için 30 Ekim 2012’de çok sayıda ülkede düzenlenen şiir dinletileri ve konferanslar arasında, Şiir Akademisi ile Dünya Şiir Hareketinin Ahmet Hamdi Tanpınar kitaplığında düzenlediği etkinlikten sitede söz edilmekte 2013 Kasımı’nda ise, “Gezi Direnişi İçin Şiirler” başlığı ile 2 kasımda İstanbul’da, (Türkiye Yazarlar Sendikası ile) 22 kasımda Ankara’da (Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ile) ortak şiir etkinlikleri düzenlendi… WPM’nin ilgili sitesinde bu etkinliklerin de ayrıntılı bilgisi bulunuyor… 1 Temmuz 2014’te WPM, TYS ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi birlikteliği ile İstanbul’da “Şiirin Barış Vicdanı” başlığı ile, 7 Temmuz’da da yine adalet ve barış sav sözleriyle Foça’nın tarihi Beş Kapılar Kalesi’nde gerçekleştirilen şiir etkinlikleri de WPM internet sitesinin “Küresel etkinlikler” başlıklı bölümünde genişçe yer alıyor. *** Dünya Şiir Hareketinin şiir tarihinin en büyük ve en çok sayıda katılımcısı olan uluslararası bir birliktelik, dahası bu alanda tek uluslararası bir oluşum olduğu kuşkusuz.. Bu, dünyanın her hangi bir köşesinde şiir adına yaprak kımıldasa Dünya Şiir Hareketine bilgisi ulaşacak demektir. WPM (DŞH) dünyanın bütün şairlerinin uluslararası dayanışma birlikteliğidir. Şiirin dünyadaki yerinin önemini gösteren, kanıtlayan, vurgulayan bir oluşumdur. Bizim şiirimizden de dünya şiirine açılan bir pencere demektir. Bu yılın Mayıs ayında da yine şiddete, polis baskısına karşı küresel şiir etkinlikleri tasarlanmakta olunduğunun bilgisini şimdiden vereyim… l ataolb@yahoo.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle