22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 OCAK 2015 / SAYI 1502 7 Mahallemi kaybettim hükümsüzdür Kasap İlyas Mahallesi, 2008’de yok oldu. 500 yıllık bu mahalle, İstanbul’un Türkleşmesi sonrasında ortaya çıkan pek çok mahalleden biriydi. Bu mahallenin hikâyesi, Prof. Dr. Cem Behar’ın Sedat Simavi ödülüne layık görülen çalışmasına konu oldu. DENİZ ÜLKÜTEKİN İ stanbul’un kentleşme hikâyesinde, tarihi mahallelerinin de önemli rolü var. Şu an üzerinde, Cerrahpaşa Hastanesi’nin olduğu Kasap İlyas Mahallesi de, İstanbul’un Türkler tarafından ele geçirilmesinden sonra ortaya çıkan mahallelerden birisi. İşte bu mahalle, İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme Yönetimi Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Cem Behar’ın araştırmasına konu olmuş. Yaklaşık 20 yıllık araştırma sonrası “Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (14942008) Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi” adını taşıyan çalışma ortaya çıkmış. Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülleri’ne aday gösterilen bu kitabın hikâyesini ve esin kaynaklarını Behar’dan dinledik. Kitabı yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Bu mahalle ile ilgili ilk tarihi belgeleri bulduğum zaman yani aşağı yukarı 1990 yılında karar verdim. Kitabın son hale gelmesi ve tamamlanması ise 20 seneden fazla sürdü. Kitap çıkmadan önce konuyla ilgili kısa makaleler ve daha kısa İngilizce bir kitap yayımlandı. Kaybolan Kasap İlyas Mahallesi şu anda nerede? Şu anki Cerrahpaşa Hastanesi’nin olduğu bölgenin içinde kalıyor. Kasap İlyas Mahallesi ile nasıl kesiştiniz? Tamamen tesadüf. Ne çocukluğum orada geçti, ne de orayla ilgili anlatacak nostaljik hatıralarım var. Sadece bu mahalle ile ilgili belgeler buldum. Bir tarihçi olarak ilgimi çekti. Bu mahallenin direkt muhtarıyla imamının ellerinden çıkmış 300 yıllık belgeler buldum. Sonra da çalışmalarıma başladım. Kasap İlyas Mahallesi’nin yerinde bugün Cerrahpaşa Hastanesi yükseliyor. Bütün bu araştırma sürecinde sizi İstanbul’la ilgili hüzünlendiren ya da sevindiren bir konu oldu mu? Hüzünlenecek bir şey yok. Dünya değişiyor, İstanbul da değişiyor. Emin olabilirsiniz ki, sizin çocuklarınız ve torunlarınız da dedelerinin zamanında İstanbul’un ne kadar güzel olduğundan bahsedeceklerdir. Nostalji ve özlem duyguları, çok insani ve rahatlatıcı duygulardır. Fakat tarihe ve araştırmaya temel olamazlar. Araştırmalar sırasında çarpıcı bir konu olduğunu düşündüğüm şey, bugünkü 14 milyonluk İstanbul nüfusunda, şehre göç, yerleşme, akrabalık ilişkileri ve bunların doğurduğu şehirli ve taşralı ayrımı gibi demografik ve sosyal kompozisyon açısından ne yaşanıyorsa bundan 250 yıl önce Osmanlı İstanbul’unda da benzer şeyler yaşandığını görmek oldu. Osmanlı’nın dönemsel olarak ve Cumhuriyet rejimiyle olan mahalle yaşantısı ve kent kültürüne bakışını günümüz iktidarının bakışıyla kıyaslayabilir misiniz? Hiçbir ilgi kuramıyorum. Çünkü Osmanlı zamanında hiçbir dönemde ya da Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da ciddi bir şehirleşme politikası güdülmedi. Cumhuriyet’ten sonra uzun yıllar ihmal edilmiştir. Bilakis günümüzde daha çok üzerine düşülüyor. Günümüzde bu mahallelerin yok olduğunu düşünürsek onların yerini ne aldı ve neler alacak? Bilemiyorum. Tarih öngörülebilir bir şey değildir. Ancak başka büyükşehir ve metropollere bakarak tahminlerde bulunabiliriz. Tokyo, New York veya Paris’te yaşananlar bize de ilham olacaktır. Nereye gideceğini görmek zor, ama mahalle düzeninin geri gelmeyeceği kesin. Mahalle hayatı artık öldü. Bugün mahalle hayatını fiilen görebileceğiniz yerler sadece İstanbul dışında, sanayileşmemiş, çok küçük kent veya kasabalar olabilir. Son olarak, kitabınız bu yıl “Sedat Simavi Sosyal Bilimler Başarı Ödülü”ne layık görüldü. Ödül sizin için ne ifade ediyor? Bu konuda ne söylemek istersiniz? Türkiye’de yayın alanında var olan en ciddi ödül Sedat Simavi Ödülleri’dir. 197080’lerde şiir ödülü, hikâye ödülü, edebiyat ödülü gibi çok fazla ödül vardı. Sedat Simavi Ödülleri bu ödüllerin arasından, jürileri, ödülleri ve formatıyla günümüze kadar dayanmış prestijli bir ödüldür. Bu yüzden benim için de önemlidir. l denizulk@gmail.com Metropoller İstanbul’a örnek Kasap İlyas’ın bir mahalleye isim verecek kadar öne çıkması da herhalde, dönemin İstanbul’unda mahalle anlayışını oluşturan yapıtaşlarının oluşması anlamında önemli bir etkiye sahip. Kasap İlyas ve benzer hikâyeler, dönemin İstanbul’unda nasıl bir öneme sahipti? Kasap İlyas Mahallesi, İstanbul’un orta halli, içinde zengin ve fakiri de barındıran sıradan bir mahallesiydi. O zamanlar mahalleler sadece etnik ve dini bazlı ayrışırlardı. Bu orta halli mahallenin başına gelenler birçok bakımdan tüm mahallelerin başına gelenlerle aynıdır. Mahallelerin en son başına gelen de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2008 yılında aldığı kararla Suriçi mahallelerinin sayısını azaltmasıdır. Bazı mahallelerin tüzelkişiliğini ortadan kaldıran bu karar yakında muhtarlık teşkilatının da ortadan kalkacağına işarettir. Prof. Dr. Cem Behar. Bu çalışmanız, Osmanlı’dan günümüze kent anlayışını, bakış açısını, detaylı ve kronolojik bir şekilde gayet iyi anlatıyor. Peki, bu anlatıya konu olan Kasap İlyas Mahallesi’ni seçmenize ve bu mahallenin bir örnek oluşturabilmesine sebep olan unsurlar nelerdir? Çok güzel bir soru. Bu mahalle İstanbul’u temsil etmiyor. Ben İstanbul denince Suriçi İstanbul’u anlarım. Suriçi’nde yaklaşık 110 tane mahalle vardı. 1000 kişilik bir anket yaparsınız ve bu anket milyonlarca insanı temsil eder. Fakat bu mahallelerin hiçbiri birbirini temsil edemez. Her mahallenin kendi karakteri, kendi tarihsel değişimi ve nitelikleri var. Dolayısıyla bu mahalle de hiçbir mahalleyi temsil etmiyor. Zaten yaptığımız bir anket değil tarih çalışması. Sergi B Arı: Vız Vız Vız... şekilde yolunu bulup arı kovanlarını kurmayı beceriyorlardı, ancak yasağın kalkmasıyla kurumsal olarak bu işe soyunanların sayısı hızla arttı. Inter Continental Barclay Hotel, ACE hotel gibi AYLİN başka oteller de bal ÖNEY TAN yapmaya başladı; Whitney Museum of Art gibi bir ünlü bir müze ve Bank of America gibi bir banka bile kendi arı kovanlarını binalarının çatılarına dizdi. Benzer şekilde Paris’te ünlü lüks çanta markası Louis Vuitton, hatırlı müşterilerine hediye etmek üzere merkez binasının çatısında ürettiği kendi balını La Belle Jardinière adıyla son derece şık kavanozlarda ambalajladı. Bunu Londra izledi. Eğer, Londra’da şık bir beşçayı almak isterseniz, The Athenaeum oteli size adı üstünde parkların en yeşili Green Park lezzetini damaktan hissettirmeyi garanti ediyor. Zira, bal temalı beşçayında sunulan her şey hemen otelin önündeki parkta salınan kendi arılarının imalatı. Elbette tüm bu kentlerdeki arılar çok şanslı, zira dünyanın önde gelen bu üç kenti de uçsuz bucaksız parklar, bahçeler ve yeşil alanlara sahip. Bizim zavallı İstanbul otel arıları ise hap kadar Gezi Parkı’nda bir sap çiçek peşinde “arı vız vız vız” diye dolanıp durmak zorunda. tarafından hayata geçirilmiş. WWFTürkiye ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından altyapısı oluşturulan proje, Unilever Food Solutions tarafından sağlanan destekle TURYİDTurizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği ile yürütülüyor. Proje tanıtımında tüm ekip bambaşka bir heyecan ve pozitif enerji içinde. WWFYönetim Kurulu Başkanı Uğur Bayar israf oranı en yüksek sektör olan yemeiçme sektöründe bir ilki başlattıklarını vurguluyor; Boğaziçi Üniversitesi Rektör Danışmanı Fikret Adaman müşteri bilincine dikkati çekerek, sadece gereksiz tabak değiştirmenin önüne geçmekle 15 ton su tasarrufu sağlanabileceğini söylüyor; Beşiktaş Belediye Başkanı Avukat Murat Hazinedar ise adeta seçim kampanyası coşkusu içinde işletmelerle çöp ve atık yönetimine dair yapacaklarını anlatıyor. TURYİD başkanı Kaya Demirer yılların işletmecisi, ama bu kez restoran dünyasına yepyeni bir perspektif getirmenin heyecanını yaşıyor, yıl sonuna kadar en az 100 işletmenin sertifika almasını hedeflediklerini söylüyor. Son zamanlarda dünyanın ve özellikle Türkiye’nin çevre konusunda tepetaklak gidişine bakınca çevre konusunda önlem almaya çalışan girişimleri görmek sevindiriyor. Aklın yolu bir! Nitekim, bütün dünya çevre konusuna odaklanmış vaziyette. Milano EXPO 2015 fuarının bu yılki teması “Gezegeni BeslemekYaşam için Enerji”. Herkes çevre koruma yolunda kendine düşeni yapmaya çalışıyor. Bunu kendince şık bal kavanozuyla ifade eden lüks markalar da var, elini taşın altına sokan lokantalar da var. Çöplerini dönüştürürken, kendilerini dönüştürüyorlar, farkındalık yaratarak müşteri alışkanlıklarını da dönüştürmeye çalışıyorlar. Bir de taptaze haber: Milano fuarında Türkiye pavyonunu hazırlanmasından sorumlu kurum Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı olarak belirlenmiş. Kim bilir, belki bunda da bir hayır vardır. Süreç içinde tabii kaynakları tüketmeden yeşil enerji üreten bir yapıya dönüşürler. l aylinoneytan@yahoo.com u aralar Gezi Parkı’nın oralardan geçerken vız vız arı sesi duyarsanız, yeşili korumak için mücadele verenlerin bağ bahçe kurduklarını sanmayın. Aksine, muhtemelen onların adım bile atmayacağı Ritz Carlton binasında konaklayan arıların kent betonu içinde kendine çiçek arayışlarına tanık olmaktasınız. Otel yönetimi ilginç bir kararla bünyesindeki Atelier Real Food restoranı için kendi balını kendi yapmaya karar vermiş. Bu uygulama Türkiye’de 5 yıldızlı bir otel tarafından ilk kez yapılıyor ama aslında son yıllarda büyük dünya kentlerinde hızla yayılan bir uygulama. Arı çevrenin simgesi, arı yok olursa bizde yokuz, bunu artık herkes biliyor. Arı işine ilk sardıran işletme New York’taki ünlü Waldorf Astoria Oteli olmuştu. Böylesine köklü, klasik ve tarihi bir otelin bu tarz radikal bir uygulama yapması gerçekten de çok ilgi çekmişti. 2010 yılına kadar New York Manhattan’da kent içinde arıcılık yapmak yasaktı. Gerçi amatör arıcılar pekâlâ bir Yeşil nesil yeme içme İstanbul’un başka bir köşesinde akvaryum gibi bir plastik kolon dikilmiş, içinde adam boyunu bulmuş sebze meyve artıkları var. Hâlâ taze hatta kullanılabilir gibi duruyorlar. Bir diğer kolon ise neredeyse adam boyunu aşmış boş şişelerle dolu. Bunlar orta ölçekte bir restoranın bir günlük çöpü. Pet şişeleri almak içinse muhtemelen koca bir havuza ihtiyaç var. Bienalde bir enstalasyon çalışmasından bahsetmiyoruz, bu iş acı gerçeği çarpıcı bir şekilde yansıtabilmek için Kuruçeşme’deki La Mancha restoranın içinde yapılmış bir düzenleme... Birikmiş adam boyu çöp kolonlarının arasında yepyeni bir proje anlatılıyor. İstanbul’un en iddialı, bir başka deyişle “in” mekânlarının sahipleri, bir araya gelmiş, “Yeşil Nesil Restoran Hareketi” adını verdikleri bir girişim başlatıyor. Bu çevreci hareket 5 paydaş kurum Renk macerası “Bu boyalı dış dünyalarda kendisini anlayan ve kendisini onlarla ilişkili gören benlik duygusu, unsurların güçleri, dalgaların ardışıklığı ve gökyüzü ve suyun nabzı…” Bunlar Şinasi Bozatlı’nın resimlerinin merkezi kompozisyonel görünüşleri ve temaları. 24 Aralık ve 10 Ocak tarihleri arasında, Galeri RenArt’ta görücüye çıkacak “Hayatın Renkleri” isimli sergi, Şinasi Bozkurt’un resim hayatından kesitlerin en çarpıcı hallerini yansıtıyor. Sanatta 34. yılını geçiren Bozatlı’nın dünyanın pek çok ülkesinde katıldığı karma sergiler yanında, yine dünyaca ünlü vakıflar ve koleksiyonlarda bulunan eserleri de var. Son olarak, Viyana’daki Galeri Ziwna’da açılan, “34 Yıl Bozatlı, New York, Viyana, İstanbul” isimli sergisinde biyografik kitabının tanıtımı da yapılan Bozatlı, İstanbul’daki sergisinde ise, sahat hayatında renklerin yolculuğunu öne çıkaran eserleriyle yer alacak. l Arı işine ilk sardıran işletme New York’daki ünlü Waldorf Astoria Oteli. C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle