20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 4 OCAK 2015 / SAYI 1502 Tiyatro sokaktan yürür, yemişim TÜSAK’ı Levent Kazak’ın yazıp yönettiği yeni oyunu Kurusıkı. Kazak, oyunun göbeğine şiddet temasını yerleştirmiş. “Şiddete seyirci kalmak aslında o şiddete ortak olmak demektir, seyirci de işte tam bunu yaşayacak” diyor. Oyun izleyenin dengesini altüst ediyor, sonra kendi dengesini kuruyor. Çağırılmaya hazır bir adım ötemizdeki kaoslarımızı yaşatıyor. L event Kazak’ın yeni oyunu “Kurusıkı”da dramatik yapı ile komedi dengesi dozunda. Mizah ise hayatın içinden sızıyor. Hiçbir anlatımda zorlama yok, yorucu hiç değil. Dekor da oyunun metnini tamamlıyor. Oyunculuklar ise harika. Gökçe Bahadır, Mete Horozoğlu, Selen Uçer, Beyti Engin ve Bülent Alkış sahneyi çok iyi kullanıyor. Gerisi Levent Kazak anlatıyor. Zihinlere yerleşmiş olanı darmadağın etmeye devam ediyorsunuz. Üç yıl kapalı gişe oynayan “Cam”dan sonra “Kurusıkı” geldi şimdi. Nasıl bir süreçte ve neleri dikkate alarak metni oluşturdunuz? Öncelikle ‘bir matematik formülünü nasıl sahneye taşırım?’ sorusuyla yola çıktım. Oyun bir çember oluşturup tekrar başladığı noktaya dönecekti. Matematiksel yapının en büyük özelliği hep bir sağlaması olması, yani tersten Kurusıkı’da tempo hiç düşmüyor ve izleyici hep ters köşeye yatıyor. de çalışabilmesindedir. Ben de oyunun biraz genleriyle oynayıp, bilgi akışını yitiriyoruz teker teker. Gerçeklik duygusunu metinde kurduğunuz evrene seyirci üzerinden kurmaya karar yitiren insan her şeyi yapmaya eğilimlidir, kaos nasıl çekiyorsunuz, onlar nasıl verdim. Göbeğine şiddet temasını zaten orada başlar. uyum sağlıyor? yerleştirdim, şiddete seyirci kalmak Bir yazarın kendi yazdığı oyunu O açıdan bakarsak oyunun aslında o şiddete ortak olmak yönetmesinin avantajları ya da en büyük derdi karakter kurması demektir, seyirci işte tam bunu dezavantajları neler? için oyuncuya çok az veri yaşayacaktı. İşte böyle böyle En büyük avantajı herhalde oyunu istediği sunması; çünkü oyuncular aslında ilerledim. gibi kesip biçebilmesi, daha da önemlisi kendilerini değil, başkalarını Bu söylediğiniz yapının içine provalar boyunca yazmaya devam edebilmesi. oynuyor. Provalarda oyun mizah nasıl yerleşiyor? ALİ DENİZ Dezavantaj ise şu, yazar kendini yazdığı oyuna vermedim oyunculara, mizansen Mizahı bilinçli olarak çok hâkim zannetse de, bir başkası kadar de. Malzemeyi onlar getirdiler, yerleştirdirdiğinizde doğal olmayan USLU kolay yabancılaşamıyor kendi metnine. ben fikrimi söyledim, “bu kalsın”, bir şekil çıkıyor ortaya. Durumun Türk tiyatrosuna uzak açıdan bakarsak “şunu tutalım”, “o iyi”, “şurası kendiliğinden mizahı yaratması neler söyleyebiliriz? Mesela son günlerde işlemedi” şeklinde yönlendirdim onları, öneriler gerek, hayattaki gibi. Kurduğunuz durum sürekli gündeme gelen sansür? TÜSAK? getirdim. Böylelikle teatral olmaktan uzak, sağlamsa mizah kendisine akacak bi yol bulur. Öncelikle şunu görmek lazım, sansür doğal bir akışa oturdu oyun. Oyuncular oyuna “Kurusıkı”da dramatik yapı ile komedi dengesi oyun içindeki repliklerin makaslanmasıyla uyum sağlarken, oyun da oyunculara uyum çok önemli, birinin üzerine gidersen diğeri değil, oyun seçiminden başlar. Eğer bir sağlamak zorundaydı, değiştire değiştire bozulur. Dikkat ediyoruz buna. yerde ‘devlet politikası’ varsa orada sansür yürüdük. Birbirimize inandık ve ilerledik. Ben Oyunu deşifre etmek oldukça zor, çünkü de olmak zorundadır. Ve daha da kötüsü onları bir yere çekmedim, o evren dediğinizi her “evet buldum, şimdi böyle olacak” otosansür. “Sen beni sansürleme kardeşim, biz birlikte kurduk. dediğinizde ters köşeye çoktan yatmış ben en güzel şekilde kendimi sansürlerim” oluyorsunuz. Sanki iki metin aynı anda ama demektir otosansür. En büyük sorun bence Kaosun içinde yaşıyoruz ayrı ayrı yazılıp harmanlanmış gibi. bu kurumların kendini içerden eleştiremiyor, İki metin olarak görünen şey aslında ya da savunamıyor olması. Memurdan sanatçı Çığı başlatan ıslığı bazen başkası çalar, birbirini doğuran iki katman; ya oyun içindeki olmaz savının yan etkisi bu, sözleşmeleri bazen biz. Ama sonrası başımıza gelenler gerçek ya da gerçek içindeki oyun. Barış gereği susmak zorundalar. Ama ben kontrol ve tahmin dışında. Oyun da böyle Dinçel’in yaptığı dekorda da görebilirsiniz tiyatroyu değerlendirirken buradan değil, bir kaosa çağırıyor izleyeni… bu iki katmanı, tek tek tüm oyunculuklarda başka bir yerden bakmak istiyorum. Tüm bu Böyle bir kaosun içinde yaşıyoruz zaten, da, hatta seyircide de. İlk perdede sürekli olumsuzluklara rağmen Türkiye’de tiyatronun hayat bu tarifin ta kendisi. Kendi tuzaklarımıza bilgi kovalayan seyirci ikinci perdeye tüm altın çağının yaşadığını düşünüyorum. Buna düşüyoruz sürekli. İnsanın fıtratında var bu. bilgiye sahip başlıyor ama bu sefer gerçeklik bir filizlenme dönemi diyelim. İrili ufaklı Yalan gerçeğe, gerçek ise yalana dönüşüyor duygusunu yitirmiş olarak. mekânlarda yeni yeni tiyatrolar kuruldu, hep. Barış için savaşıyor, modernleşme adına Metinlerinizi oynamak ciddi sorun kuruluyor. Yeni yazarlar, yönetmenler ağaç kesebiliyoruz. Referans noktalarımızı bence, farklı bir yapısı var. Oyuncuları Levent Kazak: Gezi’de sokağın ürettiği mizah biz mizahçıları çırak yaptı. çıkıyor, kendi hikâyelerini anlatıyorlar. Seyirci sahiplendi çünkü samimiler. Artık tiyatronun kalbi buralarda atıyor. Tiyatro sokaktan yürür, yemişim TÜSAK’ı. (Türkiye Sanat Kurumu) Memlekete bakarsak, herkesin herkese ayar verme derdi bitmiş değil. Nasıl buluyorsunuz Yeni Türkiye’yi? Evet ayar, bijon anahtarı ile sıkıyorlar bizi yavaş yavaş. Yeni Türkiye’de rejim değişti, hazmetmemizi bekliyorlar, adını sonra fısıldayacaklar; her zaman yaptıkları gibi. Şu sıralar başka neler yapıyorsunuz? Abdullah Oğuz için bir film uyarlaması yaptım, çekimler başladı. Çok uzun zamandan beri Anima ile büyük bir iş üzerinde çalışıyoruz, Bülent Üstün’ün Kötü Kedi Şerafettin’i 2015’te uzun metrajlı bir animasyon olarak seyirciyle buluşacak. Nefis bir iş çıkıyor. Yapım süreci sırasında ilginç gelişmeler oldu, uluslararası bir projeye dönüşmek üzere. Bir oyun daha yazıyorum. Kaplumbağa hızında ilerleyen bir romanım var. Ezel’le yine kaşınmaya başladık, bir film yapalım diyoruz. iyi bir ekibiz biz, süper batarız. Son olarak BKM ile bir projemiz daha var. Sürekli bir mesai halindesiniz. Durduğunuzda düşmekten korkuyor musunuz? Düşecek bir yer yok ki, zaten zemindeyiz. Durduğumda bir tek sıkılmaktan korkuyorum, çalışmak dışında bir eğlencem yok. Gülmeyi unutanlar, gülmeye utananlar, gülmeyi hiç bilmeyeler… Hepsi bu topraklarda yaşıyor. Metinlerinizdeki mizah ise buzdağının üstü yalnızca. Tam olarak katılmıyorum. Bir düdüklü tencerede pişiriliyorsa ülke, mizah bu tencerenin sibobudur. Gezi’de öyle bir mizah üretti ki sokaklar, mizahçılar olarak çırak çıktık. Ha olaya düdüklü tencere açısından bakarsak haklısın, evet oralarda pek mizah yok ve gülmek ayıp. Ama zaten gülmek çeşit çeşit, biliyorsunuz, timsahın gözyaşları da aslında bir tür gülümseme. l Kuram / Felsefe 2014’ten şiir kitapları ATAOL BEHRAMOĞLU denemeleri de Y ı l dı z S i l i er oburluk ve çağ Ô felsefe politikpsikoloji p B ütün olumsuz koşulların inadına şairler geride bıraktığımız yılda da kozalarını örmeyi sürdürdüler… Kıraç topraklarda açan çiçekler gibi, şiir kitapları, reklamsız, tantanasız, gürültüsüz patırtısız birbirini izledi… 2014’te yayımlanan şiir kitaplarının en başına hiç kuşkusuz Özdemir İnce’nin ”Karadelikte Bir Yolculuk ve Tersine Ya da Sapkın Ayetler”ini koyarım… Sadece “kıdem” bakımından değil, Özdemir İnce geçen zamanla birlikte kendi şiirinin ve Türk şiirinin çıtasını sürekli olarak yükselttiğinden. Günümüz dünya edebiyatının aramızda nefes alıp veren en önemli bir şair, yazar ve düşünürüdür söz ettiğim… İmgenin, bilgeliğin, bütün tatlarıyla dilin, bir arada eşitçe yarattıkları doyumsuz bir şiir dünyası…. “Rüzgârın olacak ki, sırtına bineceksin, yelesini tutacaksın, Cenge gideceksin! Bir kor ateşin olacak ki üzerinde yürümeyi öğreneceksin. Bir değirmenin olacak ki buğday gibi ezileceksin, un ya da bulgur. Ne çıkarsa bahtına!” Yine geride bıraktığımız yıl, ilk kez yarım yüz yıl önce yayımlanan “Kargı”nın da yeni bir basımı çıktı… *** Ergin Yıldızoğlu 2004 yılında yayınlanan “Gece’yle ‘Gece’ Arasında” adlı şiir kitabıyla toplumcu şiirimizi yeni ve çok özgün tema, sözcük ve anlatım özellikleriyle genişletip zenginleştirmişti. “Anabasis”te de günlük siyasetin içinden çekilip alınmış sözcükler ve kavramlarla bir şiir dünyası oluşturma başarısını izliyoruz... Yaşamın bütün olgularının, sözcüklerinin, kavramlarının şiire dönüştürülebileceğini kanıtlayan şiirler… Tadına varmak için usul usul, defalarca okunması gereken, böylece de vazgeçilmezleşen bir şiir dünyası… *** Tuğrul Keskin “Zitoi Epanastasis”te Kurtuluş Savaşımız sırasında mazlum bir halka kurşun sıkmayı reddettikleri için işgalci Yunan ordusunca kurşuna dizilerek katledilen aynı ordudan iki yüz Yunan komünistinin öyküsünü unutulmuşluktan gün ışığına çıkarıyor... Son birkaç yılın ürünü başkaca şiirlerinin de yer aldığı kitabında, şairin, günlük konuşma dilini örste dövercesine nasıl çelik sağlamlığı ve ışıltısında bir şiir dili yaratmayı başardığını görüyoruz… *** İki sevgili arkadaşım, Haluk Şahin ve Abdullah Nefes, 2014’te yeni şiir kitaplarını yayınladılar. Adı giderek Bozcaada’yla özdeşleşen Haluk Şahin’in “Büyüyor Üzümler Bağlarda”sı, bu güzel adamız ve bütünüyle de doğa üzerine, “hayku” tadında şiirlerle örülmüş bir destan diye adlandırılmalı. Şu üç dizeciği, Orhan Veli’ye bir selam diye de okuyabiliriz: “Dalgaların tek işi Onunla sek sek oynamak Sanırdı kum kuşu” Abdullah Nefes 2012’deki “Bahar Kışkırtması”ndan sonra geçtiğimiz yılın son aylarında “DörtX100”ü yayımladı... Kitap, tek tek saymadım ama, belli ki yüz tane dörtlükten oluşuyor… İşte, acılardan derlenmiş, dört göz yaşı damlası gibi, ama umudu bileyen bir dört dize: Bırakın kokusunu artık ekmeğin Dağlandı alev, buğday kirlendi Adı unutmamak oldu geleceğin Çocukların gülüşü artık Berkin *** Yücel Kayıran’ın, “baba” sözcüğüyle çok sık karşılaşılan şiirlerinde, Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah”taki dünyasını çağrıştıran bir şiirler toplamı buluyoruz. Biraz karışık, gölgeli, sıkıntılı bir dünya, şiirlerle hem tanımlanıyor, hem aşılmak isteniyor gibi… Salih Bolat’ın yeni kitabı “Atların Uykusu”, her kitabında kendini yenileyen bir şairin, içindeki alevi dışa vurmada temkinli, düşünce ağırlıklı şiirlerinden oluşuyor. “Belirsizlikler başlıklı bölümde, “nesir” görünümünde yazı parçalarının nasıl yoğun bir şiir yoğunluğu taşıyabileceği görülüyor… İbrahim Baştuğ’un “Git”inde, bence baştan sona bütün şiir birikimimizin en güzel, en etkileyici “aşkın bitimi” temalı şiirlerinden biri, kitaba adını veren “Git” şiiri de yer alıyor... Birkaç dize olsun almak isterim: Git. Biliyorum her aşk uzadıkça boğucudur ………………… Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen Gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın. İki hafta sonraki yazıyla devam edeceğim… l [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle