Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 AĞUSTOS 2014 / SAYI 1480 5 Girdaba kapılmamak için kalbimi dinliyorum Deniz Sipahi, ne kadar umutluysa bir o kadar umutsuz. Çünkü her şeyi uçlarda yaşıyor. Sistemin ne menem döndüğünün farkında. “Sistem seni içine almadıkça sesini duyuramıyorsun, ben ise sesimi duyurmazsam yaşayamam!”diyor Sipahi. Karaborsa şarkısında yitip giden, karaborsaya düşen ilişkilerin çıkmazını sorguluyor. ALİ DENİZ USLU D eniz Sipahi oyunculukla müzik arasında ince bir çizgi de yaşıyor hayatını. Oyunculuktaki derdi kendi dışında biri olabilmekten geçiyor. Kendinden sıkıldığında da iyi geliyor kısa süreli başkalaşmak! Çünkü kendi bedeniyle kendi dışında davranabilme halini seviyor. Şarkı söylerken de öfkesini, kırgınlığını, umutlarını coşkuyla paylaşıyor. Kimdir Deniz Sipahi, görmediklerimiz bilmediklerimiz de olmalı? “Benim gemim camdan aslında” sevgili Cezmi Ersöz’ün anlatımıyla. Sakladığım, sakındığım şey yoktur. Olduğum gibiyimdir, nasılsam görünür o bir bakışta. Özelimde sahillerdeyim, denize yakın. Yanımda dostlarım, sevdiklerim vardır. Buna ek olarak kitaplarım, şarkılarım. Tam uykuya dalarken yazarım şarkılarımı eğer uyanıp kaydedebilirsem resimleşir yoksa unuturum. Her gün son günümmüş gibi doya doya yaşamak isterim. Kalabalıkları, paylaşmayı çok severim. Seçtiğim yol da bunu destekliyor. Tek çocuklar şımarık olur, paylaşmayı bilmez derler ama ben bunu çürüten bir örneğim! İstanbul kaos, kaybedenlerin şehri. Kazananlar da çok şey kaybettiklerinin farkında bu şehirde. Peki, sizin katili de maktüle de kendi olan bu şehirle maceranız nasıl başladı? Zamanında Balıkesir’de yaşarken hep bir yetmezdi bana sokaklar, binalar, sinemalar, tiyatrolar, konserler... Benim de İstanbul kapım Marmara Üniversitesi’ni kazanmam ile açıldı. Anne baba öğretmen olunca bana da bilgisayar öğretmenliği düştü. Hani hep der ya büyüklerimiz “garanti mesleğin olsun” diye, benim için de öğretmenlik hep “lütfen mecbur kalmayayım” diye dilediğim, kenarda duran bir can simidiydi. Bu arada hiç durmadım tabii, dünyaya gelirken bu özelliklerle gelmemin bir anlamı olduğuna inandiğim için başladım müzikle oyunculuğun peşinden koşmaya. Öncelikle okulun bünyesinde ne varsa hepsine dahil oldum, yavaştan kaosa alıştıkça etrafıma da el atmaya başaldım. Hakikaten oyunculukta da müzikte de en dipten geldim buraya, tırnaklarımla, inancımla... Hiç umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu? Ne kadar umutluysam o kadar umutsuzum! Hem çok uçlarda yaşıyorum, iyiyi de kötüyü de… Seçtiğim meslek maalesef öyle değişken, öyle bencil ki! İşimiz gereği asla tamamlanmış, bitmiş hissetmiyoruz kendimizi ama en azından karanlık geleceğimizde bir ışık görsek dediğim çok şey oluyor. Sistem seni içine almadıkça sesini duyuramıyorsun, ben ise sesimi duyurmazsam yaşayamam... Kırılma noktası neydi hayatınızın? Annemi babamı karşıma alıp öğretmen olmayacağımı söylediğim zaman başladı kırılma noktalarım. Kararlarımla başbaşa kalıp başarmak zorunda olduğumu anladığım her olay yeni bir kırılmaydı. Kosmos’dan elektronik şarkılar DENİZ ÜLKÜTEKİN A h! Kosmos, son günlerin İstanbul alternatif müzik sahnesinde en ilgi çeken seslerinden. Başak Günak, tek kişilik elekronik müzik projesi için “hislerimi seste arıyorum” diyor. Belli ki, buluyor ve bulmakla kalmayıp dinleyiciye de aktarıyor. Müzik Hayvanı etiketiyle çıkan ilk LP’si Flesh’ten sonra ilk albümünün hazırlığında olan Başak Günak yani, Ah! Kosmos’la müziği üzerine söyleştik. Ah! Kosmos ismi nereden geliyor? 2010’a dayanıyor. Biraz süreçsel. Ah’ın hikâyesi Didem Madak’ın bir şiirinden geliyor. Kosmos ise benim için, yaptığın işi hiçbir zaman tam olarak sahiplenmemek, bir çok ilişkiyi, karşılaşmayı içinde barındırmak. İnsanlarla ve evrenle kurduğun ilişkileri çağrıştırıyor. Bir şey yaratmak değil de, başka birşeyin resmini görmek anlamında. Müziğin sosyal yanıyla bir hayli ilgilisiniz anladığım kadarıyla. Şarkılar üzerine çalışırken, hissettiğim şeylerin dışarı çıkışı üzerine düşünüyorum ve ses bir araca dönüşüyor. Bireysel olarak gördüğümüz olaylar, toplumsal meselelerin de çıkış noktası, o yüzden kendi kişisel hikâyem olarak görmektense böyle bakıyorum. Maceranız Soundcloud’da mı başladı? Evet, ilk oraya koydum şarkılarımı, sonra Müzik Hayvanı’yla tanıştık. İlk LP’yi oradan çıkardık. Soundcloud’da ayrıca çağdaş sanata yönelik çalışmalarım da var. Müzik Hayvanı’yla nasıl yollarınız kesişti? Bir canlı performans sırasında. Dün Ya isimli bir yerleri vardı, oradaki performansla kesişti yollarımız. Müziğinizi canlı performans haline getirmeye nasıl karar verdiniz? Evet. Açıkçası, yaptığım parçaları, canlı performanslara taşıma kaygım vardı zaten. O benim için düğüm noktası oldu. Çünkü bir şekilde elektronik ekipmanla, synth’lerle ve bilgisayarla canlı nasıl çalacağım, bir soru işaretiydi. O ekipmanlar arasındaki fonksiyon ve canlı performansta bu durumu nasıl işler hale getireceğim üzerine düşündüm. Hangisini kullanıp, hangisini devre dışı bırakacağımı bulmak biraz deneyerek oldu. Başta birçok ekipmanı çıkarıp, şarkıları canlı çalıyordum. Şu anda Über isimli bir alt formla çalışıyoruz. Övünç gitarları çalıyor, Gizem de görselleri yapıyor. Müziğin deneysel yönüne nasıl girdiniz? Aslında “deneysel” tarzımda koymak istemem müziğimi. O tip kalıplara mesafeliyim. Sonuçta içinde bulunduğun hissi sesle ifade etmeye çalışıyorsun. İşin özeti bu aslında. Ne tür ekipmanlar kullanıyorsunuz? Synth tabii ki, bilgisayar, her şeyin toplandığı esas yer. Drum machine kullanıyorum, efektlerim var onun dışında. Öncesinde bas çaldığım bir dönem var. O yüzden şarkılara da bas ve gitar ekleme ihtiyacı hissediyorum. Ah! Kosmos nasıl insanların dikatini çekti? Emek vermekle alakalı. Yaptığın her şeyi bırakıp, zamanının tümünü müziğe ayırmakla ilgili. Bunları yaptıktan sonra, bir yerde insanlar da sana cevap vermeye başlıyor. Çalmak ve bunu yaptığın sürenin artması zaten mutluluk veriyor. Yurtdışında nerelerde çaldınız? Önce Berlin’de birkaç yerde çaldım. İtalya’da kısa bir tur oldu. Onun dışında Budapeşte ve Belçika’da birer festivalde çıktım. Budapeşte’deki politik duruşu olan bir festivaldi. Performansart diyebileceğimiz birkaç sanatçı da vardı. Aslında şunu fark ediyorum; Elektronik müzikte canlı performansa ilgi artmış gibi görünüyor. Sırf DJ algısından çıkıyor. Elektronik müzik dediğimizde de kendi içinde birbirine karşıt bir sürü duruş var. Belki kendi deneyimimden bahsedebilirim. İtalya’da ilginç bir konser deneyiminiz olmuş. Evet, daha çok Almanya’dan bekleyeceğimiz türde bir ilgi vardı. Belki Berlin’in doymuş olmasından... İtalya’nın kuzeyinde o küçük turu yaptığımız günlerin değişiminden dolayı, “kimse gelmez” dediğimiz pazartesiye denk gelen konsere bile insanlar geliyordu. Sadece müziği dinlemek istiyorlardı. Herhangi bir sosyalleşme kaygısı taşımadan, sadece müziğe konsantre olmuş bir kitle vardı. Roma’da bir komünde çaldık, Faenza ise çok küçük bir şehirdi. Canlı müzik yapılan tek bir mekan vardı. İnsanlar işten çıkınca orada müzik dinlemeye geliyor. Restoranı, konser alanı, sinema salonu olan bir yerdi. Mekânı da kendine has bir insan işletiyordu. Gitmeden ününü duyduk aslında. Mekâna hayatını adamış, pizza açmaktan tutun da projektörün netliğini ayarlamaya kadar her şeyi yapıyor. Çok güzel bir deneyim oldu. l ahkosmos.com soundcloud.com/ahkosmos Oyunculuktaki derdinizle müzikle derdiniz arasında fark mı? Hangisi gerçek size daha yakın? Oyunculukta derdim kendim dışında bir olabilmekten geçiyor aslında. Kendimden sıkıldığımda da iyi geliyor kısa süreli başkalaşmak! Çok sağlıklı değiliz biz oyuncular,bu hissettiklerimiz, başkalaşmalarımız, kendi arızalarımız örtmek için belki de. Hayatımın çeşitli zamanlanında hissettiğim duyguları bir sahne oynarken geri çağırabildiğimi, o duygunun nasıl olduğunu unutmadığımı görünce, tekrar yaşayınca mutlu oluyorum. Kendi bedenimle kendi dışımda davranabilme halini seviyorum, sanki kendimi ehlileştiriyomuşum gibi hissediyorum. Şarkı söylerkense içimde ne varsa bazen başkalarının sözleriyle bazen de kendi sözlerimle bazen de sözsüz haykırabiliyorum her seyi. Normalde ani duygu değişiklikleri yaşadığımda susarım, konuşamam. İçimdekileri; ne öfkemi, ne de kırgınlığımı anlatamam. Hep içimde kalır. Şarkı söylerken içimde kalanları anlatıyorum. Beni dinleyenler benimle aynı şeyi yaşamasalar da kendilerinde bir şeyler bulsunlar, anlatmaya çalıştıklarım ruhlarına dokunsun istiyorum. Müziğin bir can simidi olma hali var bazıları için, sığınak belki de. Müzik hayat kurtarmaz, en azından benimkini kurtarmadı. Çoğu zaman isyanım oldu, rahatlattı, ayakta tuttu beni. Birileri söyledikçe “işte ben de böyle hissediyorum” dedirtti. Ama sığınmak asla! Sevdiğin şeylere sığınır mısın, sıkı sıkı sarılır mısın? Müzik “piyasası”nda, “piyasa” demek bile işin ne menem bir durumda olduğunu anlatıyor aslında, belirli formüller ve sığ stratejiler ile müzik yapılıyor. Bu girdaba kapılmamak ve sıyrılmak için siz neler yaptınız, yapmak istiyorsunuz? “Piyasa” ne kötü bir tanımlamadır gönlünden geçenleri anlattığın bir mecrada. Piyasa ticaret terimidir, müzik bir ticaret midir? Satılık mıdır? Gibi gibi soruları getiriyor beraberinde, ne acı! Hayallerimin satılık olduğunu kabullenmek zorunda kalmaktan korkuyorum. Toplumun örf ve âdetleri gibi oldu müziğin “piyasası” var. Uyum sağlamazsan barınamazsın. Bu girdaba kapılmamak için kalbimin sesini dinliyorum. Belki yavaş yavaş anlatıyorum derdimi ama beni duyanlar var, bunu biliyorum. Sesimi duyurabildiklerim bana güzel geleceğin habercisi oluyor çoğu zaman ve inanmaktan hiç vazgeçmiyorum. ANNE OLMAKTAN KORKUYORUM “Aşk var mı oralarda karaborsa buralar” diyor “Karaborsa” şarkınızda. Trajik şekilde gerçek, şarkı da bunu anlatıyor. Hâlâ aşk var mı? Hep derim ben 30’lardan 70’lere kadar olan dönemde yaşamalıymışım diye. Yani karasevdaların dağları delmelerin olduğu zamanlarda. Benim aşk dediğim bir nevi körlük aslında. Bana ben olduğumu hatırlatan da aşk, kendimi unutmama sebep olan da! Ben işime aşığım, sevgilime âşığım, aileme âşığım ama her şeyden önce yaşamaya âşığım. Umutsuzluklarım da ondan sancılı aslında. Kimyamızı bu kadar değiştiren başka bir duygu bilmiyorum ben! Renkler daha parlak, yıldızlar daha yakın, şarkılar hep daha anlamlı geliyor bana aşıkken. Aslında özümüzde bu kadar bağli olduğumuz duyguyu yaşayamıyoruz. Mantığımız giriyor devreye ister istemez, gardımızı alıyoruz ve başlıyoruz gereksiz sorularla bunalmaya, bunaltmaya. Düşünmeden adım atamaz, konuşamaz hale geliyoruz. Halbuki aşk olmadan olur mu? Şunu da ben sormak istedim aslında önce kendime, sonra da herkese. Aşk var da saygı var mı, özlem var mı oralarda, çünkü buralar hep karaborsa! Memleketin hali ortada, mutsuzluk taşınabilir durumda. Ufukta neler görüyorsunuz? Ufuk çizgim kayıp bir süredir. Çocuklarımız öldü ve biz yeni çocuklar mi getireceğiz dünyaya? En çok istediğim şeylerden biri anne olmak ama korkuyorum. Bizimle birlikte yaşamasın sessizce ağladığımız günleri. Kendi içimizde huzuru bulalım artık… Ülkeyi bırakalım da sizin için gelecekte neler var, peşinde olduğunuz düşleriniz neler? Ülkeyi bırakabilsek keşke bir kenara ama mevzu gelecek olunca zor oluyor. Yine de benim düşlerim renkli… Her şeye rağmen hayal gücümden hiçbir şey kaybetmedim. İyi mi kötü mü zaman zaman karar veremesem de kocaman hayallerim var. Kendi yolumda zikzaklar çizsem de dışarı taşmadan paylaşmak istiyorum yapabileceklerimi. Hem yeni karakterler yaratmak, hem içimdeki şarkıları hep bir ağızdan söylemek istiyorum. İçimde her gün yeni meyveler veren ağacı, ağlayışları da gülüşleri de çığlıklarla olan çocuğu hiç kaybetmek istemiyorum. l Elektronik müziğin son günlerde en çok ilgi çeken sesi “Ah! Kosmos”, tek kişilik bir ses deneyimi. Başak Günak’ın projesi, kısa bir süre sonra ilk albümüyle dinleyicilerin karşısında olacak. C M Y B