Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 AĞUSTOS 2014 / SAYI 1483 3 BENİ BUL: İşkence, esaret, özgürlük ve umut Michelle Knight, 23 Ağustos 2002’de kaçırıldı. 11 yıl boyunca esir tutuldu. Cinsel ve fiziksel şiddete, açlığa, aşağılanmanın her türlüsüne maruz kaldı. Ama yine de hiçbir zaman umudunu kaybetmedi. İşte bu hikâyesini bir kitapta anlatıyor bize. “Beni Bul”la en çok da medyada yer almayan kayıp kadınlara ve çocuklara dikkat çekmek istiyor. ESRA AÇIKGÖZ “Bebek cesedi aranıyor”, “Polisi aradığını iddia eden komşular ve kayıtsız kalan polis teşkilatı sorgulanıyor”, “Tasma ile bahçede gezdirilen çıplak kadınlar…”, “Seri cinayet şüphesi”... Geçen yıl tüm dünya bu başlıklarla öğrendi ABD’de 11 yıl bir bodrumda tutsak edilen, işkenceye, tecavüze uğrayan, düşük yaptırılan üç kadının hikâyesini. Amanda Berry, Michelle Knight ve Gina DeJesus, 20002003 yılları arasında kaçırıldıklarında daha çocuktular. 11 yıl sonra özgürlüklerine kavuştuklarındaysa birer kadın. O üç kadından biri, Michelle Knight, hayatını, 11 yıllık işkence dönemi ve sonrasındaki toparlanma sürecini bir kitapta anlattı. “Beni Bul”, bu ay Martı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Ama gelin önce sizi, Knight’la tanıştırayım, sonra da yanıtlarıyla buluşturayım: Çocukluğuna dair anıları dört yaşına kadar iniyor Knight’ın; çürük elma kokulu bir vagon arabada, annebabası, kardeşleri ve kuzeniyle geçirdiği günlere. Ne yazık ki onun için kötü anılar kaçırıldığı tarihle başlamıyor. Sadece arabada ya da harabelerde yaşadığı, yiyecek bulmakta zorlandıkları için değil, daha küçük bir çocukken onlarla yaşayan bir akrabası tarafından tecavüze uğruyor. Hem de yıllarca. Bütün bu cinsel şiddetten kaçışın yolunu, evi terk etmekte buluyor. Daha 15 yaşında, köprü altlarında, parklarda yatması bundan. Korkmuyor mu? Ölesiye, ama kendi anlatımıyla “hasta ruhlu adamın biriyle aynı yatağı paylaşmak zorunda kalıyorsanız güvende hissetmenin ne demek olduğunu zaten bilmiyordunuz.” İşte o güven duygusu, sıcak bir yatakta yatabilme arzusuyla torbacılık yapmaya başlıyor. Bulunup, evine geri getirildiğinde aynı cehenneme dönüyor. Lisede âşık oluyor, ama bu aşktan da geriye, “küçük oyuncak ayım” diye seveceği, 24 Ekim 1999’da dünyaya gelen oğlu Joey kalıyor sadece. Bu aslında ona göre büyük bir hediye, çünkü dünyada ilk kez gerçekten sevildiğini hissediyor, küçük oğlu eline verildiğinde. Oğluna ve kendine hayat kurmak için iş arayışlarına çıkıyor sık sık. Tabii annesi Joey’e bakmayı kabul ederse. Lakin, 1.20 metre boyunda, liseden terk biri için bu pek de kolay değil. Yine bu arayışlardan birinden döndüğünde, annesinin sevgilisini oğluna şiddet uygularken buluyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nu onun peşine düşüren, oğlunun elinden alınmasına neden olan da bu. Bundan sonraki koşturmacası hep Joey’i geri almak için. Onu, 23 Ağustos 2002’de, 11 yılını çalan o adamın arabasına bindiren de, Sosyal Güvenlik çalışanlarıyla yapacağı toplantıya yetişme telaşı: Ayrıca ona sıradan bir yabancıya güveneceğimden daha fazla güveniyordum. Sonuçta arkadaşımın babasıydı, görüşmeme yetişmemi sağlaması için gönderilen bir melek olduğunu düşünmemden bahsetmiyorum bile... “Ah, bir dakikalığına eve uğrayıp bir şeyler almam gerek” dedi. “Emily az sonra evde olur, okullar şimdi dağılıyor. Ona para vereyim, belki ikiniz sonra markete gidip bir şeyler alırsınız. Ama endişelenme, önce seni randevuna yetiştireceğim.” “Tamam” dedim yüzüne bakarak. “Ama uzun süre kalamam. Zaten şimdiden geç kaldım. O görüşmeye yetişmem lazım yoksa başım derde girecek. Emily ile başka bir gün markete gidebiliriz.” Arabanın saati 15.00’i gösteriyordu. Emily cidden birkaç dakika içinde evde olacaktı. “Uzun sürmez” dedi. “Söz.”... Nefesimi çekip bıraktım ve hayatımın geri kalanında pişman olacağım o cümleyi kurdum. “Tamam, ama sadece bir dakikalığına.” Cinsel ve fiziksel şiddetle, açlıkla, dondurucu soğuk ve yakıcı sıcakla, devamlı aşağılanmayla dolu, ama her şeye rağmen oğlu için yaşama tutunduğu 11 yılın ilk günü işte böyle başlıyor: O kadar korkmuştum ve öyle büyük bir şok içindeydim ki tek yapabildiğim ölü gibi yerde yatmaktı; zaten böyle bir şeyi atlatabilmek için içinizde bir şeylerin ölmesi gerekiyordu. Yaşayabilmenizin tek yolu buydu... Uzun bir süre bekledi. İçinde bir nebze de olsa insanlık olduğunu umut ediyordum. “Ağlama” dedi sonunda. “Üzülmeni istemiyorum. Burada benimle mutlu olmanı istiyorum. Biz bir aile olacağız.” 21 Nisan 2003. Televizyonda bir anons duyuyor Knight: 16 yaşındaki Amanda Berry kayıp. Onu aylarca görmese de, seslerden orada olduğunu anlıyor. Daha da çok yanıyor canı, çünkü onun da aynı acılardan geçtiğini biliyor. Tecavüz... Zincirlenme... Şiddet... Bu acısının arasında bir de adamın hakaretlerini çekmeye devam ediyor. En çok da onu kimsenin aramadığını, bir hiç olduğunu söylediği lafları dağlıyor içini. Görünmez. Ariel Castro’nun beni koyduğu o cehennem çukurunda geçirdiğim neredeyse dört bin gün boyunca kendimi tam olarak böyle hissetmiştim. Dört bin gün boyunca düşünebildiğim tek şey vardı: oğlum Joey’ye tekrar kavuşabilmek. Hamile kaldığını anladığında gizlemek için elinden geleni yapıyor Michelle. Çünkü adamın tepkisini bilemiyor. Haklı da. Anladığında, çocuğu düşürmesi için onu aç bırakıyor. Sonra bir gün elindeki halteri midesine indiriyor. İndirmekle de kalmayıp bir de sabah “çocuğu düşürdüğü” için dövüyor. Saatler günlere, günler aylara dönüyor. 2 Nisan 2004. Yine televizyonda dehşete düşürücü bir haber: Gina DeJesus adındaki 14 yaşında kız kayıp. Birkaç ay sonra odasına Gina’yı getirip, ikisini yan yana zincirliyor. Gina’yı da Ariel Castro’nun arabasına bindiren aynı güvence: yakın arkadaşının babası olması. Castro, geldiği gecelerde zincirlerini bile çözmeden birbirlerinin yanında tecavüz ediyor onlara. Bazen birbirimizin eline dokunuyor, “Her şey yoluna girecek,” diyorduk. Adam buna engel olmuyordu. Bazen gelip Gina’yı çektiği zamanlarda ağlıyor, onun yerine beni alması için yalvarıyordum. “Nefret ettiğin kişi benim, lütfen beni al.” Kalbinizin kırılması bir yana, başka birinin kalbinin kırıldığını görmek çok daha acı vericiydi. Gina ile aynı odada kaldığım süreç boyunca kalbim sayısız parçalara bölünüp gitmişti. 2004’te evdeki düzene yeni bir hal getiriyor Castro. Amanda’yı karısı ilan ediyor. Tecavüzler de böylece bahçeye taşınıyor. Gündüz vaktinde bile, fütursuzca davranıp Michelle’i dışarı çıkarıyor ve tecavüz ediyor. Yine de kimse görmüyor. En azından hiçbir yardım gelmiyor. Amanda, 2006 yılbaşında, kızı Jocelyn’i dünyaya getirince zincirlerinden kurtuluyor. Çünkü bebeğin annesini öyle görmesini istemiyor. Bu “özgürlük” üç yıl sonra Michelle ve Gina’ya da uygulanıyor, aynı nedenle. Ama hep silahıyla gözetimde tutuyor onları. Yıllarca hapis hayatı yaşadıktan sonra garip bir şey oluyor, bir zamanlar elinizde ve ayağınızda olan kilitler beyninize hükmetmeye başlıyordu. Hâlâ buradan çıkıp Joey’me kavuşmak istiyor muydum? Bunu düşünmediğim tek bir gün bile yoktu. Altı yıldır oradaydım fakat tecavüze uğradıktan, aşağılandıktan, dövüldükten ve uzun süre zincire vurulduktan sonra size söyleneni yapmaya alışıyordunuz. Ruhunuz harap oluyordu. Farklı bir şey düşünememeye, sizi esir alan adamın her şeyi gördüğünü, her şeyi duyduğunu zannetmeye başlıyordunuz. Beşinci kez hamile kalıyor Michelle. Açlık cezasına, hastalık da eklenince su bile içimez hale geliyor. Ölümle onun arasındaki tek çizgi, Gina’nın Joey için güçlü olması gerektiği yönündeki telkinleri ve desteği. Ölümden kurtuluyor. Esaretten kurtulmasına da çok az var. 6 Mayıs 2013. Amanda, Castro’nun evde olmamasından yararlanarak kaçmayı başarıyor. Amanda elini bana uzattı ve sıktı. “Özgürüz!” diyor, durmadan ağlıyordu. “Eve gidiyoruz!” Gina da bindikten sonra hepimiz kucaklaşıp bebekler gibi ağladık. Cehennemde geçen yıllarımız sonunda bitmişti. Kojak gibi görünen kel bir adam adımı sordu. “Michelle” dedim fısıldayarak. “Michelle Knight.” İşte artık Michelle Knight’la tanıştınız. Yazmak, her şeyi yeniden düşünmek, dolayısıyla tekrar aynı acıları hissetmek demek. Buna rağmen bu kitabı yazmayı niye istediniz? Kitabı yazmak benim için can acıtıcı değildi. Bana göre bu daha çok hikâyemi insanlarla paylaşabileceğim, insanların da yaşadıklarımı anlayacağı anlamına geliyordu. Sessiz insanlara ses olmak, onlara bu cesareti ve imkânı vermek istedim. Medyada yer almayan kayıp kadınlara ve çocuklara dikkat çekmek istedim. Bu kitabı yazmanın sizin için en zor tarafı neydi? Esir tutulduğum süreç boyunca yaptığım düşükler üzerine konuşmak en zor kısmıydı. Kaçırıldığınızda oğlunuz üç yaşında bir çocuktu, şimdi 14 yaşında bir ergen. Ancak evlat edinildiği ailede mutlu bir hayat yaşadığı ve bunu altüst etmek istemediğinizi yazmışsınız. Sanırım bu çok ağır bir acı. Çok normal bir hayatı olduğu için mutluyum. Biliyorum ki, o mutlu; işte benim için tüm gereken bunu bilmek. On bir yıl kilit altında tutuldunuz, zincirlendiniz, işkenceye uğradınız, yine de umut barındırıyor anlattıklarınız. Nedir sizde bu umudu diri tutan? Kendini en umutsuz hisseden insanların bile umudu ve ne kadar zor şeyler yaşarlarsa yaşasınlar bunları atlatacaklarına dair inançları olsun istiyorum. Ben umudumu koruyabildiysem, bunu herkesin yapabileceğine inanıyorum. Kitapta, insanların görmezden geldiği, duymadığı biri olmanın acısını uzun yıllar yaşadığınızı anlatıyorsunuz. Sözünü ettiğiniz sadece kaçırıldığınız zaman değil, çok daha öncesinde de aynı görünmezliği yaşadığınızı söylüyorsunuz. Şimdi sesinize kulak veriliyor mu? Kendinizi bu konuda nasıl hissediyorsunuz? Hayatta herkes farklı deneyimlerle büyüyor. Şu an kendimi, geleceğim ve diğer insanlara nasıl yardım edebileceğim üzerine odakladım. Benim için bu çok önemli ve bu uğurda sesimi duyurduğumu düşünüyorum, daha da duyurmak için elimden geleni yapacağım. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr O SELÇUK EREZ Kim örnek olacak? kul eğitiminin, aile koşullandırmalarının yanında ülkenin önde gelenlerinin oluşturacakları güzel örnekler de toplumun uygarlaşmasına, olgunlaşmasına, doğru yönde gelişmesine yol açar. Üst kademelerde gerçekleşen her değişimde aklımıza bu gelir. Konuyu önemsememizin nedenlerini anlatmalıyız, hem de ta eskilerden başlayarak anlatmalıyız. Örnekler bol, biz bir kaçıyla yetinelim: l İsa’dan yaklaşık 480 yıl önce Pers Kıralı Büyük Keyhüsrev, Yunanlıların canına okumak için ordularıyla Çanakkale’ye gelmiş, Boğaz’ı aşmak için köprü yaptırmıştı. Ancak hava bozmuş, fırtına çıkmış, dalgalar köprüyü alıp götürmüştü. Tepesi atan padişah, denizi, askerlerine dövdürerek cezalandırmıştı. l Doç. Mustafa Tatçı’ya göre Lemezat yazarı Mahmut Hulvi ve ondan naklen İbrahim Has anlatmış: 15 yy. sonlarında Sultan II. Beyazıd’ı ziyaret etmek için dervişleriyle Amasya’dan İstanbul’a gelen Çelebi Halife, kar, kıyamet, yağmur ve fırtına nedeniyle Boğaz’ı geçemez, Üsküdar’da kalır. “Aceptir ki üç gündür İstanbul’a geçmek müyesser olmadı. Her hangi birinizde dünyalıktan nesne var mı?” diye sorar. Bir dervişte üç akça bulunur. O akçaları denize atarlar, hava diner, kasırga biter. Halkımız, doğal afetleri dayakla, denize para atarak, belki de rüşvetle dizginlemeye kalkan büyüklere bakarak ömür tüketirse ne olur? Ay tutulunca göğe silah atar, yağmur yağmadığında karabulutlara kurşun sıkar! Sadece doğal afetleri mi böyle dayakla, tabancayla, olmadı rüşvetle çözümlemeye kalkar? Toplumla ilişkilerinde zorlandığında başka türlü mü davranır? Kızı, onun gösterdiğini değil de başka delikanlıyı sevse ne olur? Oğullarından birine vurdurtur! Evini terk etmeyen kiracısını, yol vermeyen otomobilin şoförünü, acil serviste hastasına bakmakta geciken hekimi hep tabancasıyla, bulmazsa bıçağıyla sopasıyla yola getirir! Yeni bir Cumhurbaşkanı seçtik: Şimdi, onun artık bize, yasaların rüşvetle aşılamayacağını, hırsızlığın, haksızlığın, kul hakkı yemenin affedilebilir bir şey olmadığını, bizim gibi düşünmeyenlerin, bizden farklı davrananların dayakla, kötekle, yersiz suçlamalarla, olmazsa tabancayla tüfekle adam edilebileceğini düşünmenin sapıklık olduğunu, demokrasiden daha doğru bir düzenin henüz icat edilmediğini, kadının erkekle her açıdan eşit olduğunu kabul etmenin de bunun ilk koşulu olduğunu gösterecek örnek davranışlar sergilemesini beklemekteyiz. l www.selcukerez.com C M Y B