Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 MAYIS 2014 / SAYI 1468 3 Vedat Türkali’ye göre hayat bir devinim ve diyalektik üzerine kurulu. Hiçbir şeyin bitmediği, zulmün bitti denilse de devam ettiği görüşünde. Yıl sonunda raflarda yerini alacak romanının son cümlesiyle, bize de soracak: “Bitti mi?” “Söyleyecek sözüm var daha. Kalp, tansiyon yok bende. Hikmet Kıvılcımlı içkiyi sevmezdi. Ben de alışmadım. Hayatta iki gerçeği erken fark ettim. Birincisi sigaranın zararını, hiç sigara içmedim. Bir de şair olmadığımı erken yaşta anladım” diyor. PINAR DOĞU Vedat Türkali siyasi retoriği vicdanının sesiyle harmanlamış, hayatı aklı kadar kalbiyle de yaşayan eşsiz bir insan. Rahmetli eşi Merih Hanım’dan bahsederken, yetmiş iki yıllık aşklarını, hayat yoldaşlıklarını anlatırken gözlerinin dolması, yazacağı romanlardan söz ederken yüzündeki kararlı, azimli, meydan okuyan ifade karşısında heyecana kapılıyor, duygulanıyorum. Romanlarında kelimeleri görsel imgelere dönüştüren, kelimelerle adeta resim yapan bir yazar o. “Bir ressam ağacı ağaçtan öğrenemez. Bir başkası da ressamdan öğrenemez.” diyor. l VEDAT TÜRKALİ Ö TÜRKİYE’Yİ KORKU YÖNETİYOR mür dediğimiz uzunluğu kadar yaşanmışlıkların çokluğu, derinliğiyle de değer kazanır. Vedat Türkali hayattan kendi sözcüklerini süzdüğü doksan beş yıllık yaşamında sevdaya, devrime, insana sevgisi hiç bitmeyen, yaşamı savunmaktan vazgeçmeyen, güncel siyaseti, edebiyatı, sinemayı her daim takip eden bir düşün adamı. Romanlarıyla sonuçları bugünümüzü halen şekillendiren, acısı dinmeyen, yarası kabuk bağlamayan 12 Eylül Askeri Darbesi’ni, 67 Eylül pogromunu, Dersim Katliamı’nı unutmamızı engelledi, resmî tarihin gizlediklerini gösterdi. Bir Gün Tek Başına ile 27 Mayıs’ı yaratan koşulları, Mavi Karanlık ile 12 Eylül dönemini, 11 senede tamamladığı Güven adlı romanıyla ise Boz Memet’ten Mihri Belli’ye, Doktor Hikmet’ten Reşat Fuat’a 1930 ve 1940’ların TKP’sini anlattı. Karanlıkta Uyananlar, Bedrana, Fatmagül’ün Suçu Ne?, Kara Çarşaflı Gelin adlı senaryoları filme uyarlandı. Eşi Merih Pirhasan’ın geçen sene vefat etmesinin ardından taşınmak istese de, hatıralardan kopamadığı için oturmaya devam etmeye karar verdiği evinde yardımcısı Nermin hanımla beraber yaşıyor. Her gece belli bir saatte yatıyor, her sabah belli bir saatte kalkıyor. Yazılarını bilgisayarda yazıyor. Yeni romanı üzerine çalışıyor, araştırma yapıyor, notlar alıyor. Söyleşi yapmak için konuk olduğum evinin duvarlarına göz gezdiriyorum ilkin. Kızı Deniz Türkali, oğlu Barış Pirhasan ve torunlarının yer aldığı aile fotoğrafı... Eşi Merih hanımla onsekiz yaşındayken çekildiği siyah beyaz fotoğraf (üstte)... 1 Mayıs 2010’da Taksim’de yine birlikte, yine yan yana oldukları, Vedat Türkali’nin sol yumruğunu kaldırdığı fotoğraf... Sonra tablolar, yağlıboya, suluboya, karakalem çalışmalar, birçoğunun hediye olduğunu söylüyor Vedat Türkali. Geniş ve ferah salonda kocaman bir kitaplık, çalışma masasının üzerinde 1915 Ermeni tehcirine ilişkin kitaplar. Yeni romanınız Bitti! Bitti! Bitmedi!’nin konusu nedir, ne zaman okuyabileceğiz? Diyarbakır ve Adana cezaevinde başlıyor, İttihat Terakki dönemine dönüyor. 1915’i anlatacağım. Bahsettiğim Kürtlerin, Ermenilerin hepsi yaşamış kişiler, anlattıklarımın hepsi gerçek. Hepsi belgelere dayanıyor. Altı yedi ayda tamamlamayı düşünüyorum. Romanınızın adı neden Bitti! Bitti! Bitmedi! Bitti sanılıp da bitmeyen nedir? Romanın son cümlesi: “Bitti mi?” olacak. Hayat bir devinim ve diyalektik üzerine kurulu. Hiçbir şeyin bitmediğini, zulmün bitti denilse de devam ettiğini kastediyorum. Söyleyecek sözüm var daha. Kalp, tansiyon yok bende. Hikmet Kıvılcımlı içkiyi sevmezdi. Ben de alışmadım. Hayatta iki gerçeği erken farkettim. Birincisi sigaranın zararını, hiç sigara içmedim. Bir de şair olmadığımı erken yaşta anladım. İstanbul şiirinizde “sen ne güzelsin kavgamızın şehri” diyorsunuz. İstanbul hâlâ kavgamızın şehri. Gezi Olaylarıyla büyük bir direnişe tanıklık etti bu güzel şehir. Şimdi de 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için mücadele veriyoruz. “İstanbul” şiirinizi ne zaman ve hangi duygularla yazdınız? Eşim Merih Pirhasan için yazmıştım. İstanbul’da değildim. Eşim doğum yapmıştı, Deniz (Türkali) dünyaya geldi. İkisini de göremiyordum. O duygularla, hasretle yazdım. Daktilo bile etmemiştim. Sonra Bir Gün Tek Başına’da yer aldı. Besteleyip şarkı yaptılar. Edip Akbayram çok güzel söyledi. Marş haline geldi. Sağlığım nedeniyle evden pek çıkamıyorum. Gezi’ye gidemedim. Ama kalbim o güzel çocuklarla birlikteydi. Pek çok şiiri dilimize tercüme ettiğinizi duydum. Çeviri oldukça meşakkatli bir iş. Çeviri şiirlerinizi kitap haline getirmeyi düşünüyor musunuz? Onuncu sınıftayken Goethe’nin şiirlerini çevirmekle başlamıştım. Mignon, Gefunden adlı şiirlerini çevirmiştim. Goethe, Mignon’u İtalya seyahatinde yazar. Bulunmuş (Gefunden) ise karısına yazdığı sade bir şiirdir. Şimdiye dek çevirdiğim şiirlerin çoğunu anımsıyorum. Eşimi görür görmez yazdığım bir şiir vardır: “Göklerden kayarak bir yıldız indi / Güneş bile sönük kalır yanında / Hırsız fenerleri gibi gezindi / Kimsesiz kalbimin duvarlarında” Şimdi romanımı tamamlamak birinci amacım. Sonra “Karanlıkta Uyananlar” adlı senaryomu roman haline getireceğim. Bunlar önümüzdeki birkaç yıl içinde yapacaklarım. Adınız ilk romanınız Bir GünTek Başına ile anılır hep. Sinemaya uyarlanacağını duymuştum. Oğlum Barış Pirhasan ve torunum Yusuf Pirhasan yönetecekti. Senaryosu bir yılımı aldı. Zaman benim için çok değerli. Herkes “romanın filmini” bekliyor, asistanıma mailler atmışlar.” Hayallerimiz ne olacak?” demişler. Sinema ayrı bir bilinç. Bir de onu denemek istedik. Ama iyi bir yapımcı çıkmadan o iş olmaz. Beni Bir Gün Tek Başına ile anarlar. Ancak beni anlamak için Güven’i okumalısınız. Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı da yasaklananlar listesine eklendi. Sanata ve edebiyata yönelik sansür uygulamaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanat ne zaman özgür bırakılacak? İktidar tehlike gördüğü herşeyi yasaklama yoluna gider. Sanatçı da edebiyatçı da sansürle karşılaşır. Türkiye’yi korku yönetiyor çünkü! İktidar muhalefetten korkuyor, muhalefet iktidardan. Halk işsizlikten, açlıktan da korkuyor, devletten de! Sanat en güçlü muhalefet biçimi. Devlet korktuğu şeye sansür uygular, sanatı tehdit görür. l Bir ressam ağacı ağaçtan öğrenemez. Bir başkası da ressamdan öğrenemez. Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanacak “Bitti Bitti Bitmedi” yıl sonuna doğru raflardaki yerini alacak. “Özgürlük İçin Kürt Yazıları 2”, “Tüm Yazıları ve Konuşmaları 2” ve son kısmında değişiklikler yaptığı “Yalancı Tanıklar Kahvesi” ay sonunda çıkacak. C M Y B