18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 MART 2014 / SAYI 1459 5 Yapımcılık kadınlara bence çok uygun “Lola+Bilidikid”, “Hiçbiryerde”, “İklimler”, “Üç Maymun”, “Bir Zamanlar Anadolu’da”, “Kış Uykusu”... Bu filmleri biliyorsunuz, yönetmenlerini de. Peki ya bu filmlerin arkasındaki başarılı yapımcının adını söyleyebilir misiniz? Sizi o isimle, Zeynep Özbatur Atakan’la tanıştıralım.... Yapımcı ne yapar? Yapımcı, bir filmin hedef ve amaçları doğrultusunda yapımın modelini oluşturarak, stratejilerini belirleyen, bütçe ve finans planını gerçekçi olarak oluşturan, çekim, post prodüksiyon süreçlerini filmin satış ve pazarlama dahil olmak üzere planlayan, organize eden, çözüm yaratan kişidir. Sinemada yapımcılık yaratıcılık ve sabır isteyen bir iş. Kabulde ya da reddedilmede cinsiyet faktörü etkili mi? Kadınlar yapımcılık alanında daha mı şanslı veya şanssız? Aslında hem Türkiye’de hem dünyada kadın sinemacıların sayısı artıyor. Kadınlar sektörün her alanında başarılı oluyor. Ben, 27 yıllık profesyonel çalışma hayatımda kadın olarak, bireysel olarak bir engelle karşılaşmadım ya da karşılaştığım engellerden etkilenmemeyi başardım. Ama bu biraz benim karakterimden de kaynaklanıyordu. Savaşçı bir yapım var. 1987 yılında hayatımda ilk kez sete girdiğimde, kadın eleman sayısı oldukça azdı. Hatta, bazı erkek ekip arkadaşlarımızın, iyi niyetle, kadın elemanlara ağır iş yaptırmak istemedikleri olurdu. Ya da akşam geç saatlerde, siz evinize nasıl döneceksiniz sorusuyla karşılaşırdık. Sette kadın var rahat konuşamıyoruz diye sitem eden de olurdu. Ama sayımız çok az olduğu için ayrı bir saygı görürdük. O zaman da bu kadın işi değil gibi uyarılarla karşılaşırdık. Şimdi, setlerde fazlasıyla kadın çalışıyor ve çok başarılılar. Yapımcılık kadınlara bence çok uygun. l Zeynep Özbatur Atakan Yaratıcı ve farklı projeler üretmek istiyorum SELEN DOĞAN Bir yatırımcı ancak yapımcıyla çalışırsa yatırımı geri alabilir Hâlâ yapımcıya yatırımcı gözüyle mi bakılıyor? Ülkemizde bu algı yeni yeni değişmeye başladı. Ama tam yerleşebilmesi için daha çok işimiz var. Çünkü sinema sektörünün endüstriye dönüşebilmesi için, meslek olarak yapımcılığı seçen kişi sayısının artması ve bu kişilerin de öncesinde ciddi bir deneyimden geçmesi gerekiyor. Aynı zamanda sinemaya yatırım yapacak “yatırımcı”nın da olması gerekiyor. Bir yatırımcı ancak yapımcıyla çalışırsa yatırımını geri alabilir. Dolayısıyla bu “yapımcı” aynı zamanda “yatırım” da yapıyorsa, haklı olarak yatırımını hızla geri almak isteyecek ve o süreçte de, filme zarar verebilecek bazı faktörleri göz ardı edecektir. Oysa “yapımcı” doğru bir stratejiyle yatırımcıyı ikna edip yatırımının hem maddi hem manevi olarak geri dönüş planını yapacaktır. Geçmişte yapımcılar genelde yönetmenin eşi, kardeşi veya yakını olurdu. Bu gözleme katılıyor musunuz? Bugün de bu sistemde çalışan, yurtiçinde ve yurtdışında pek çok meslektaşımız var. Aslında yapımcıyönetmen ilişkisinin temelinde, her ilişkide olduğu gibi güven duygusu olmalıdır. Bu ilişki bir ticari ortaklık değildir; karşılıklı anlayışı, sabrı, ortak amaç ve değerler konusunda yüzde yüz güven duygusunu gerektirir. Aileden seçilen biriyle bu güvenin daha hızlı yakalanabileceği düşüncesi gayet anlaşılabilir. Böyle bir tercihte ise yapımcılık görevini alan kişinin sektörü tanıması, kendini geliştirmesi ve bilgi sahibi olması önemlidir. l Z eynep Özbatur sinemaya âşık olup da bir daha iflah olmayanlardan. Lisedeyken bugünkü İstanbul Film Festivali’nin başlangıcı olan ‘Sinema Günleri’nde Fassbinder’in bir filmini izleyip çok etkilenince sinemaya gönlünü kaptırdı. Marmara Güzel Sanatlar’da sinema eğitimi aldı. Yirmili yaşlarını reklam sektöründe yönetmen ve yapımcı olarak geçirdi. 2000’lere girerken sinema alanında uluslararası projeler üretmeye başladı, kendi film yapım şirketini kurdu ve sonrası malum. Kutluğ Ataman’la “Lola+Bilidikid”, Tayfun Pirselimoğlu’yla “Hiçbiryerde”, Nuri Bilge Ceylan’la “İklimler”, “Üç Maymun”, “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve son filmi “Kış Uykusu”nu yaptı. 2010 yılında Avrupa sinema endüstrisinde ortak yapımların önemine vurgu yapmak üzere oluşturulan Avrupa Ortak Yapım Ödülü’nü (Prix EURIMAGES) aldı. Bu arada da “yapımcılık atölyeleri” düzenledi, sinema sektörüne nitelikli sinemacılar kazandırmaya ve bu işin meslekleşmesine katkı sağladı. Sinema Yapımcıları Meslek Birliği SEYAP’ın da yönetim kurulu başkanlığını da yürüten Özbatur, mesleki başarısı uluslararası alanda taçlandırılan bir yapımcı; geçen günlerde Avrupa Kadınlar Görselİşitsel Ağı’nın (European Women Audioviual NetworkEWA) başkan yardımcılığına seçildi. EWA, Avrupa’da görselişitsel iletişim alanında kadınların güç birliği yapabilmesi ve kadın girişimlerinin öne çıkması için uğraşan bir oluşum. Ve şimdi de süpürgesiyle havalanıp Ankara’nın yolunu tutacak çünkü 17. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde, “Bilge Olgaç Başarı Ödülü” onu bekliyor. Ödül alacağınızı öğrendiğinizde ne hissettiniz? Çok ama çok gururlandım. Bu büyük bir onur! Hem ben hem de bu mesleği yapmak isteyen kadınlar açısından motive edici. Siz bu işe nasıl giriştiniz? SinemaTV okumaya başladığım yıllarda, yapımcı olmak gibi bir düşüncem yoktu. 90’lı yılların reklam filmi sektöründe prodüksiyon asistanlığı, kasting, yönetmen yardımcılığı, sanat asistanlığı, reklam ajansı yapımcılığı yaptım. O dönem birlikte çalıştığım reklam filmi yönetmenleri “yapımcı” olarak ilerlememi söylediler. Ben de bunu severek ilerleyebileceğim bir alan olarak gördüm. Yapımcılık serüvenim Kutluğ Ataman’la başladı. 1998 yılında yollarımız onun “semiha b. Unplugged” projesiyle kesişti ve devamında “Lola+Bilidikid”in ortak yapımcısı oldum. Yapımcılıkla ilgili tüm kararları o zaman aldım, vizyonumu belirledim. 2001’de Tayfun Pirselimoğlu ile yaptığımız “Hiçbiryerde” filmi, daha sonra yapacaklarıma öncülük etmesi açısından harika bir deneyimdi. Nuri Bilge Ceylan’la yolunuz nasıl kesişti? 1999’da tanıştık. Onu uzun zamandır fotoğraflarından, “Koza” ve “Kasaba” filminden zaten biliyordum ama o yıl Antalya Film Festivali’nde “Mayıs Sıkıntısı” filmini izledim ve kendisini kutladım. Böylece tanışmış olduk. Sektörde iki meslektaş olarak Zeynep Özbatur, birlikte çalıştığı ve festivali ödülle kapatan Üç Maymun filmi için Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan’la birlikte gittiği Cannes’da . fikir alışverişi yapıyorduk. 2004’ten beri birlikte çalışıyoruz. Nuri Bilge Ceylan ile yaptığım çalışmalarda, bir yapımcının deneyimlemesi gereken her şeyi fazlasıyla deneyimledim. Mesleki olarak hedeflediğim şeylerin de üstünde kazanımlarım oldu. Ama daha da ileriye gitmek, farklı ve yaratıcı projeler üretmek istiyorum. Bunun için de adımlar attınız. 2010 yılından beri Yapım Laboratuvarı’nda sektöre nitelikli işgücü hazırlıyorsunuz. Bu çok önemli bir misyon. Onlar da ürünlerini çıkarmaya ve başarı göstermeye başladılar. Bilgilerin ve deneyimlerin aktarılması çok önemli. Bu mesleğin Türkiye’de benimsetilmesi için “yapımcı” kavramının sinemada daha ön plana çıkmasını istiyorum. Özellikle yeni nesil yapımcı kuşağının yetişmesi konusunu çok önemsiyorum. Yapımcılığın okulu var mı Türkiye’de? Yoksa ustaçırak ilişkisiyle mi öğreniliyor? Sinema eğitimi veren okullarda branşlaşma halen yeterli değil. Aslında sinemacı yetiştiren okulların yetenek sınavıyla öğrenci alması ve öğrencilerin güçlü yanlarına göre branş önermesi gerekiyor. Ben 19861999 yılları arasında reklam filmi yapımcılığı yapmıştım, sinema eğitimi almış biri olarak ilk filmimi yaparken her şeyi yeniden öğrendim. Türkiye’de yapımcılık okulu yok. Ben bu eksiği gidermeye çalışıyorum. l Resme edebiyatla bir bakış DENİZ ÜLKÜTEKİN R essam Murat Şahinler’in son dönem çalışmaları, Pilot Galeri’deki, “İçimde Bir His Var” sergisinde bir araya geliyor. Şahinler, her gün çizerek, yüzeyini değiştirerek kavramsal bir bakış açısıyla yapılandırdığı resim çizgisini, Leyla Gediz ve Adnan Yıldız’ın küratörlüğünde sıradışı bir bütünlükle sergiliyor. 23 Mart’a kadar görülebilecek sergiyle ilgili Şahinler’le konuştuk. Sergideki resimler, çok katmanlı bir çalışmanın sonucu ortaya çıkmış eserler. Bunun da eseri, zaman kavramıyla bütünleştirir bir hale getirdiğini görüyoruz. Bu açıdan baktığımızda bu resimleri nasıl değerlendirmemiz gerekir? Evet bu doğru olabilir. Hatta birbiri içine geçmiş, eşzamanlı bir süreç olarak görülebilir. Yani farklı resimsel ifadelerin, dillerin, belki sanat tarihsel izdüşümlerin; ölçek olarak, boyut olarak kontrastların çok büyük, büyük, küçük, çok küçük ve hikâye bağlamı olarak benzemezlerin, belki imkânsızlıkların yan yanalığı olarak anlayabiliriz, bakabiliriz. Eserlerin bir de kişisel referanslarla, kamusal yönlerinin çarpışması halleri var. Bu çarpışmadan neler çıkarabiliriz? Sergide yer alan resimlerin birçoğu benim için küçük işaretler, kişisel kayıtlarla, hatta bulunduğum yerlerle, Yeni Zelanda, Hollanda, Paris, Viyana, İstanbul gibi ilişkili erkek karakterleri üzerinden yeniden kurguladığım veya üstüne devam ettiğim sonuçlar. Tersten gidersek, kamusal alanda bulunan ama çok da popüler, çok da dolaşımda olmayan, daha uçucu olan reklam imajlarını; dergilerde ve internette akıp giden bazı görselleri bu akıştan çekip çıkararak, dönüştürerek, bazen de olduğu gibi bırakarak resmin içine kaydediyorum. Yani hem kişisel hem de kamusal anlamların bir arada bulunduğu imgeler. “İsimsiz” Tati’yi, arkadan gördüğümüz şapkalı ve pardösülü figürü, serginin küratörleri benim otoportrem olarak düşündüler. Bu olabilir, resim aslında benim kişisel geçmişimle ilişkili, ama aynı zamanda da yok olmakta olan bir dünyanın hissini, kaybetmenin boşluğunu da taşıyor. Diğer birçok figürü de benzer biçimde anlayabiliriz: hem en kişisel referansların bilgisini içeriyor, hem de erkeğin toplumsal rolleri, güç ilişkileri içindeki farklı kesitleri gibi. Öte yandan, bu resimlerin sırf kendi içlerindeki ilişkileri değil, aynı zamanda mimari, ses ve şiirle ilişkileri ve içlerinde barındırdıkları mekânsal sorular da resimle olan geleneksel ilişkimizi yenileyecek bir anlayış barındırıyor. Evet resimlerin şiirle ve edebiyatla olan ilişkilileri, yeniden bir görsel edebiyat, Surname üretme çabası olarak da düşünülebilir. Yani bu bizim yerel görsel geleneğimizde var olan Nakkaş Osman, Levni, Cihat Burak gibi görsel anlatının bir devamı, çabasıdır. Ayrıca, R. W. Geleneksel resim sanatına yeni bakış açısı getiren bir sergi, Murat Şahinler’in “İçimde Bir His Var”ı. İşler hem bireysel olarak hem de bütün haline geldiğinde resim sanatın farklı dallarına doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Fassbinder’in portresinde ve 2003 tarihli “İsimsiz” İstasyon Şefi’nin Karısı desentuvalinde olduğu gibi film ve tiyatro da hem hikâye hem de biçimsel düzenleme olarak resmin içine dahil oldu. Kandinski’den Fluxus’a kadar yakın sanat tarihinde görsel olanla sesi ilişkilendiren pek çok sanatçı var. Ben “Otobiyografi”de görsel olanın ses ile birlikte düzenlenmesini Cem Ömeroğlu’yla birlikte denedim. Bunu görselin ses kaydı ya da sesin görseli olarak, hatta görselin sağlamasını ses üzerinden yapmak olarak da görebiliriz. Mekânsal olarak sergi yerleştirmesi, Misal Adnan Yıldız ve Leyla Gediz’in iki boyutlu olan resimsel ifadeyi, kendi bütününde yeniden ilişkilendirip, kavramsallaştırıp üçüncü boyutta daha da inceltip nesnesi üzerinden yeniden üretmeleridir. Bu sergide küratörler, benim bir sergi için düşünüp tasarlamadığım tekil resimleri, çalışma biçimimle ve atölye pratiğimle ilişkilendirip bir bütün çıkarttılar ve bunu sergi mekânında yeniden kurguladılar. l Pilot Galeri: (0212) 245 55 05 / 531 491 41 84 C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle