14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 9 MART 2014 / SAYI 1459 Kavga hiç bitmedi ki şimdi başlasın! T ürkiye’de rock müzik piyasaya uygun formüllerle ayakta duruyor. Popüler olmak, içeriğin ve kalitenin önünde. Saran da “Biz matematikçi değiliz, dolayısıyla formülize işler işlemiyor. Durmadan tabanı delik bir havuzun dolum hesabı yapılıyor ama havuz yosun tutmuş artık, yama yapsalar da tutmuyor. Alternatif sound’lara bugün hâlâ herkesin kapısı kapalı” diyor. “Rüyadan Kaçış” kapıyı kırmıştı şimdi “Kavga Başladı” geldi. Neler sindi bu albüme, şarkılara? “Rüyadan Kaçış” ilk göz ağrısı benim için ama “Kavga Başladı” çok daha içime sinen bir albüm oldu. Bu albümün tavrı daha net. Derdini hem lirik hem de müzikal anlamda açıkça ortaya koyan bir albüm. Belki biraz daha depresif, yalnızlık ön planda. Sistem eleştirisi ve itiraflar da var, aşkta, ölümde... Bildim bileli hep bir mücadeleydi Ayşe Saran. Direnmeyi iyi bilenlerdensiniz. O yüzden aslında kavga hep vardı? “Kavga Başladı” sanki “Benim Kavgam” gibi tınlıyor ALİ DENİZ ama sadece öyle değil. USLU Hem toplumsal hem de kişisel açılımları var. Kavga hiç bitmedi ki şimdi başlasın. İşin toplumsal boyutunda n’oldu; bugüne kadar tek taraflı bir sataşma vardı fakat gün geldi karşılık verildi ve kavga başladı. “Zoru severim” derler ya, ben zoru falan sevmem, her şey güllük gülistanlık olsun, çıkalım her yerde müziğimizi çalalım, fikirlerimizi tartışalım, sorgusuz sualsiz başka ülkeleri gezelim görelim, yiyelim, istediğimiz kadar içelim, isteyen istediği müziği yapsın! Ama yok olmuyor, formüller var. Bu noktada “öyle mi kardeşim, ben kurallarınıza uymuyorum” kısmı, işin kişiselleştirdiğim kavga boyutu. Albüm süreci nasıl geçti, malum her sektörde olduğu gibi müzik sektöründe de bağnazlık büyük, kalıpları kırmak yerine matematiğini bildikleri popüler yollardan gidiyorlar. Bu anlamda sorunlarınız oldu mu? Össan Deneç albümün prodüktörü, ilk albümde de beraber çalışmıştık. Onunla beraber kimselerin bilmediği, gitmediği bir yerlere gittik. Şarkılarımızı yazdık, çizdik ve şehre dönüp stüdyoya girdik, Arın Baykurt’la Jingle Jungle’da kayıtlarımızı yaptık ve albüm On Air Müzik’ten çıktı. Matematikçi işler yürüten(!!!), halkı AVM’li hayatlara teşvik eden, zenginlik içinde yaşayıp, işçisine, işsizine, madencisine, evsizine, aç yaşayanına, sanatçısına kısacası halka sırtını dönen bazı kimseler var, dünyanın her yerinde varlar. Sözüm ona, hepsi de “halk” için çalışıyorlar, herkesin ağzında bir “halkın takdiri, milletin takdiri”dir almış gidiyor. Dünyanın çivisi çoktan çıktı, uyanışlar oluyor ama bazı şeyler için artık çok geç. “Ben Senin Gibi Biri Değilim” klip şarkısı. Penguenlere alışık memleket insanları için biraz sert. Rock lobisi faaliyeti mi bu? Herkesin bir lobisi var, ne bu yahu? Robot lobisi, faiz lobisi, vaiz lobisi, lobi de lobi... Bir şey söylemek isterim; bu çektiğimiz klip, gerçek yaşananlardan yola çıkarak kurguladığımız bir mizansen. Esas sert olan, öldürülen kardeşlerimiz veya yirmi günlük çok acı, çok yorucu bir direniş hikâyesi veya gaz veya su veya soğuktan donan insanlar veya evladını şehit veren analar babalar. Sert olan bunlardır! Klipteki ve albüm kapağındaki “yüzsüz adam” karakteri tek bir kişiden ya da tek bir zihniyeti simgeleyen kişilerden yola çıkarak yarattığımız bir karakter değil. Bir tane değil ki... “Taarruz” şarkısında benim de küçük bir payım var. “Cehennemde doğan günahtan korkar mı?” tweet’imden bu şarkı nasıl çıktı? Bu bir soru cümlesinden ziyade, çok ağır, okkalı bir ünlem cümlesiydi bana göre. O gün ev kalabalıktı, çıkıp şirin bir pansiyona gittim, hiç yapmadığım şey. Ne zamandır Össan’ın bestelediği ve üzerine söz yazmak istediğim bir şarkısı vardı, o gün çok kısa bir sürede şarkıyı yazdım, nakarata geldiğimde senin cümle düştü aklıma ve tam oturdu, zaten o cümleyi Twitter’da ilk gördüğüm an da sana yazdım “ben bunu kullanabilir miyim” diye. Anlattığım şeyi gerçek anlamda tamamlayan bir cümleydi. Benim için çok değerli bir şarkı, yeri başkadır yani hep söylerim, tekrar cümleni paylaştığın için teşekkürler. Sahneleri işgal edeceğiniz günleri bekliyoruz, neler var önümüzde? Provalar başladı, yeni albümün ilk konserini gerçekleştireceğiz İstanbul’da ve ardından şehir şehir konser planımız var. Geçen albümde şehir gezemedik, çok fazla mesaj, mail geliyor ve şimdi onların görüşmeleri var, konseri bol bir sene olur umarım. l [email protected] Fotoğraf: FETHİ KARADUMAN Ayşe Saran’ın ikinci albümü “Kavga Başladı” yayımlandı. Depresif, cüretkâr ve ezber bozan bir albüm bu. Saran neyi, niye yaptığını iyi bilenlerden. “Bu ülkede kavga hiç bitmedi ki şimdi başlasın” ironisini kurarken “Ben Senin Gibi Biri Değilim” isimli klip şarkısında ve albüm kapağındaki “yüzsüz adam”la da sisteme göndermesini yapıyor. değiliz, dolayısıyla formülize işler işlemiyor. Durmadan tabanı delik bir havuzun dolum hesabı yapılıyor ama havuz yosun tutmuş artık, yama yapsalar da tutmuyor. Alternatif sound’lara bugün hâlâ herkesin kapısı kapalı, “radyolar çalmaz”, “TV’ler yayınlamaz” yeter yahu yıl 2014, hâlâ aynı lafı konuşuyoruz. Nereye kadar yani... Bildiğini okuyanlar için hayat zor! Siz de sözlerinizde “bilmek başıma dert, katilim içimde” diyorsunuz... Yok, bildiğini okuyan bir kimse olmadım hiç. Bu sözleri Harun Can, namı diğer Korkuluk ile beraber yazdık, bu cümle de ona ait, ki o da bildiğini okuyan bir adam değildir. Buradaki “bilmek” ibaresi; bazı olayları öngörmek, yani sonuçlarının olumsuz durumlara vesile olacağını bile bile, karşı tarafın ya da kendinin canının yanacağını bile bile yine de müdahale etmemek ve yaşamak. Bazı durumlarda, kendince bir şans verirsin, neticesini bilirsin içten içe ama kendini tutarsın. Katil ise hepimizin içinde var, illa adam öldürmesi gerekmez. Albümün kapak çalışması da çok “manidar”. Omurgasız medyaya ağır bir gönderme. Yüzlerinin olmaması da çok ironik. Nedir derdiniz? Derdim yüzlerinin olmaması, hepsi bu. Bunu sadece kendi ülkemiz olarak düşünmemeli, ben bütün dünyadan bahsediyorum. Böyle tek tip jilet gibi giyinen (sözüm meclisten dışarı), büyük Neye Batı’dan üflemek Paris’in Çin mahallesindeki daireden yükselen ney sesi... 1960’ların başından bir kayıt... “Ustalar” diyor; “Ustaları dinlemek lazım önce! Biz bu okyanusun içinde bir küçük neyzeniz sonuçta!” Tam da bu nedenle, yaptığı kayıtları yayımlamaktan kaçınıyor, verdiği konserlerin reklamını yapmıyor ama gerek kişisel gerekse grup konserleri tıklım tıklım; onu bilen biliyor!.. Adrien Espinouze ile Paris’teki evinde buluştuk. ASLI ULUSOY PANNUTİ “Başka, bambaşka bir şey denemek istiyordum” diye başlıyor söze: “Konservatuvarda klasik Batı müziği eğitimi almıştım ve klasik caz yapıyordum, ama sıkılmaya başlamıştım artık. Çok başka ülkelerin müziklerine yöneldim: Hindistan, İran, Türkiye; Ermeni düdüğü, Endonezya flütü derken 2001 yılında bir gün kendimi Paris’te, Türk müziği enstrümanları satan bir mağazada, elimde neyle buldum.” Konservatuvarın ardından Paris Sorbon Üniversitesi’nde müzikoloji okuyan Adrien Espinouze, onca yıllık klarnet tecrübesiyle neye üfleyip de hiç ses çıkaramadığını görünce şaşırır: “Bozuk galiba!” Mağazadaki satıcı güler: “Ondan ses çıkarmak için ders almak lazım!” Genç müşterisine bir Süleyman Erguner kasedi verir, yanına da Kudsi Erguner’in Paris’teki derneğinin telefonunu ekler. Böylece Erguner’in bir öğrencisinden ney dersleri almaya başlar. Neyine üfleyip de ilk sesi duyması ise üç ay sonradır... Başlangıçta arkadaki Sufi dünyasının farkında değildir. Mesnevi seanslarında Erguner’i dinledikçe, Mevlevi ayini, ilahi gibi kavramları duymaya başlar, merak eder, okur... “Bu tarafıyla ilgilenmeden ney çalışmak mümkün değil”dir. Bununla birlikte, tasavvufla hiç ilgisi olmayan çok insanın, konserlerinde ne denli etkilendiğini görür. “Batılı ve Doğulu diye bir çizgi çekmek çok doğru değil. Rumi’nin döneminde elektronik gitar ya da saksofon çalınsaydı bu enstrümanlarla da duygulanır mıydı, bilmiyoruz..” Ney Türkiye’yle de tanıştırır onu. 2002’de, cebinde Kudsi Erguner’in verdiği müzisyen adresleri, İstanbul’a ilk seyahatini yapar. Böylece Erguner’in kendisi gibi neyzen kardeşi Süleyman Erguner’le, TRT müzisyenleriyle, Galata Mevlevihanesi’ndeki genç semazenlerle tanışır, onların büyük desteğini görür. “İstanbul’a ilk gidişlerimden birinde, elimde ney kutum küçücük bir lokantaya girdim. Sordular, neyzenim deyince inanmadılar, çalmamı istediler. Lokanta bir anda doldu! Dedeler, nineler.. Aşçı bile mutfaktan çıktı geldi, duygulu.. Uzun zamandır ilk kez canlı duyduk, televizyondakine benzemiyor hiç..” Espinouze, 2004’ten itibaren Türk, Fransız ve Yunanlı sanatçıların oluşturduğu Ensemble Sultan Veled isimli grupta çalmaya başlar. Bazen bu grupla, bazen tek, bazense farklı oluşumlarla Fransa ve Türkiye’nin yanı sıra Belçika, İspanya, İtalya, Yunanistan, Fas, Mısır, Azerbaycan ve Özbekistan’da konserler verir. Mevlana’nın 800. doğum yıldönümü etkinliklerinde birlikte çalmak için Süleyman Erguner’den davet alır. Mayıs 2013’te ise Konya’ya ney yapımcısıneyzen Ali Erol’un şeflik yaptığı etkinliğe çağrılır. “Konya’da, Neyzenler Mezarlığı’ndayım. Ney çalmaya başladım. Bekçi, burada yasak dedi. O sırada polis gelmez mi! Geçti karşıma, dinliyor. Omzuma dokundu: ‘Yasak ama o kadar güzel çalıyorsun ki!’” Paris’te bir kolejde öğretmenlik yapan genç müzisyenin ney dersleri vermeye başlaması ise dört yıl öncesine dayanıyor. Bir Türk kitabevinden gelen teklifi defalarca geri çeviren, Kudsi Erguner’in araya girmesi ve “izniyle” kabul eden Espinouze’u başlangıçta bekleyen zorluklardan biri Fransızlığıdır: “Ney dersini bir Fransızın vermesine biraz şüpheyle bakıyorlardı. Bir de ben aldığım geleneksel eğitimi sürdürdüm öğrencilerimle: Konservatuvardaki gibi solfejle, partisyonla başlamadım. Önce sözlü eğitim; usul ve ritim, dizlerinize vurarak.. Ardından besteyi öğreniyoruz, ezberden. Enstrüman ve nota sonra geliyor. Başta güvensizdiler ama çok güzel aşamalar kaydettiler, birlikte konserler verdik.” Ona göre ney bir “virtüözite” yani hızlı ve süslü çalma enstrümanı değil. Aksine neyin gücü bazen tek bir notayla duyguyu karşıya geçirebilmekte, o nedenle yorumcu çok önemli: “Süleyman Erguner’den, bir Paris gezisi sırasında dersime gelmesini rica ettim. Öğrenciler, nasıl da hızla ve kolayca çaldıklarını göstermenin derdindeydi. Süleyman Hoca hepimizi dinledi ve sonunda neyi eline aldı, tek bir nota üfledi. Öylece kaldık! İşte buydu!” Türkiye’de şu sıralar büyük bir ney modası olduğunun farkında. Ama o her stüdyo kaydından önce kendine şunu soruyor: “Ortaya çıkacak iş yeterince iyi olacak mı? Diskim bir gün mağazaya girer de Süleyman Erguner, Nezih Uzel ya da Kudsi Erguner’inkinin yanına düşerse, dinleyiciye ikisinden birini seç ve beni al diyebilir miyim? Tabii ki hayır! Ustanınkini al derim. Biz bu okyanusun içinde, tırnak içinde bir küçük neyzeniz sonuçta!” l [email protected] “Halam Geldi” müzikleriyle de bir başka B Adrien Espinouze, Konyalı ney yapımcısı, neyzen Ali Erol’un elinden çıkma neylerle. eyazperdede yürekleri yakan “Halam Geldi” müzikleri ile de akıllardan çıkmıyor. Yedi ünlü solist ve iki ünlü bestecinin bir araya geldiği soundtrack albümde, her biri kendi alanında fenomen olan ve çok sevilen isimler; Işın Karaca, Sabahat Akkiraz, Kubat, Rojda, Fuat, Ozbi ve Buzuki Orhan sesleriyle, Ercüment Vural ve Dünyaca ünlü besteci Samuel Barber da besteleri ile filmin müziklerinde yer alıyor. Albümün içeriğinde Türkçe şarkıların yanı sıra, Rojda’nın Kürtçe, Fuat’ın Almanca söylediği şarkılar da var. Üç dilde şarkıların yer aldığı “Halam Geldi Film Müzikleri” albümü yurt dışında da satışta. Albümün ilk klibi Türkçe, Almanca ve Kürtçe sözleriyle Elini Çek Kızıma Dokunma şarkısına çekildi. Fuat & Ozbi ve Rojda’nın yer aldığı klip Türkiye’de ve Avrupa’da yayında. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle