Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
30 MART 2014 / SAYI 1462 5 Şu an tam da istediğim yerdeyim Evliliği, kariyeri, çocukları, ayrılığı bugüne kadar hep bir gündem konusu olmuş, tanındığı günden beri manşetlerde sürekli yer edinmiş bir isim Defne Samyeli. Sosyal medyadaki olaylarla son günlerin en çok konuşulan isimlerinden biri olan ünlü spikerle, köşesindeki özel söyleşileri derlediği “Kısa Lafın Uzunu” adlı yeni kitabı için buluşup mesleki kariyerini, çocuklarını ve yeni kitabını konuştuk. SERAP DAMGACI D efne Samyeli, son günlerin en çok konuşulan isimlerindendi. Türkiye’nin siyasi geleceğini etkileyecek bir kasetle adı anıldı. Başbakan Erdoğan’la muta nikâhı kıydığı iddia edilen kaset sosyal medyada ve fısıltı gazetesinde yer buldu. Samyeli bu iddialara şiddetle karşı çıkarken, bir yandan da kendisinin özel görüşmeleriyle ilgili iddialar üzerine avukatı aracılığıyla savcılığa başvurdu. Tüm bu sıkıntılı gündemin içinde, bir de kitabı çıkmıştı. “Kısa Lafın Uzunu”, ünlü spikerin, Miliyet Gazetesi’nde son bir yıl içinde yaptığı röportajların bir derlemesi. Kimler yok ki kitapta, Acun Ilıcalı’dan Belçim Bilgin’e, Aylin Kotil’den Seyfi Dursunoğlu’na, Cemal Hünal’dan Nil Karaibrahimgil’e kadar, farklı alanlardan ünlü isimler... Bu aralar kendisi gündem olsa da, Samyeli, gündemi belirleyen isimleri bu kitapta buluşturdu. Bize verdiği söyleşideyse, son günlerdeki iddialar hakkında konuşmadı. Samyeli’nin hayatının bütün evreleri en az bugünkü kadar ilginç. Konuşmaya çocukluğuyla başladık... Küçükken şarkıcı olmak istiyormuşşunuz. Haberci kimliğiniz ile tanındığınızdan çoğu kişi bilmez belki ama bir albüm serüveniniz bile var. Gerçekleştirmek istediğiniz çocukluk hayaliniz miydi müzik, yoksa bir başlangıç noktası mıydı? Bebeklikten beri hayalim desek daha doğru. Aslında haberden önceki ilk beş yılımda, müzikeğlence programları yapıyor, kendime ait bir şovda şarkı da söylüyordum. O dönemden beri beni takip edenler bilir. Albüm macerası müzik sektörüyle doku uyuşmazlığı yaşadığım için kısa süreli oldu. Hayal ettiğim gibi bir sektör olmadığını anladım ve televizyona ağırlık verdim. Kendinizi Broadway’de hayal ettiğiniz doğru mu? Hâlâ en büyük hayallerimden biri! Müzikal tiyatro beni büyülüyor. Her tatilimde New York’a gider, eski yeni müzikal şovları izlerim. Evita, Miss Saigon, Operadaki Hayalet, Aida gibi bazı şovların şarkılarını, librettolarını ezbere bilirim. Spikerlik yaptığım dönemde yıllarca her yaz New York’ta habercilik üzerine ders aldım. Hocalarımdan Bruce Kolb, Broadway yıldızlarını çalıştıran bir müzisyen ve aktör. Bir ders sırasında benden şarkı söylememi istedi ve sonrasında çalışmamızı tamamen şan dersine çevirdik. Hayatımın bir döneminde ABD’de olmak gibi planlarım var. Eğer gerçekleşirse, oradaki yapımlar için seçmelere katılmayı çok isterim. Hayatınızın dönüm noktaları olarak nereleri gösterebilirsiniz? 13 yaşımda babamı kaybetmem. Güzellik yarışmasına girmem, ve hemen sonrasında başlayan televizyon hayatım, ve elbette çocuklarımın doğumu. Güzellik yarışmasıyla ne değişti hayatınızda? Çok genç yaşta hayatımın işini buldum, bir iki ay içinde ekranda canlı yayındaydım. Ondan sonra da bir daha hayatımın hızı kesilmedi. Mesleki açıdan hangi yolda ilerleyeceğinize karar verdiğiniz an hangi döneme denk geliyor? Televizyona başladığımda 18 yaşındaydım; bir iki ay sonra sunduğum her programın yapımında aktif rol almaya başladım. Gençlik programından, en ağdalı müzik eğlence programlarına, canlı yayın çekilişlerinden, büyük organizasyonlara kadar her programı hem sundum, hem yapımcılığını yaptım. CV’imde o kadar çok iş var ki ben bile şaşırıyorum hayatıma bunları nasıl sığdırdığıma. Rahmetli Ufuk Güldemir, “sen çok iyi bir canlı yayıncısın. Bu kadar seri doğaçlama konuşabilen çok az kişi var, birkaç yıl içinde haberin starı olursun“ dediğinde nazlanmıştım. Haber sunucularının sadece prompter okuduğu bir dönemdi. Sonra Kanal D’ye geçtim. Reha Muhtar’ın programına konuk olduğum zaman gösterdiğim performans üzerine kanal yönetiminin ısrarı ile Gecenin İçinden’e başladım. Deren’e hamile olduğumu yeni öğremiştim, düşük tehlikesi vardı. “Çoğunlukla oturarak ve bilgisayar başında bir yayın, bebeğimi tehlikeye atmaz“ diye düşünmüştüm, “evet“ derken. Gecenin İçinden’i yapmaya başlamamla haber yayıncılığına âşık oldum. Günlük yayıncılığın adrenalini, en iyi konu ve konuk peşinde koşmak, rekabet derken kendim için en iyi alanı bulduğuma karar verdim. O adrenalini salgıladığım müddetçe de devam ettim. İki kişiyi rehin almış silahlı bir adamla 2,5 saat konuştuğunuzu biliyor seyirci. Geriye dönüp baktığınızda, unutamadığınız habercilik vakalarınız var mı? En iyi haber anchor’ı dalında ABD’den iki tane dünya ikinciliği ödülüm var, biri o rehin krizi yayını sayesinde. Elbette beni unutamadığım yayınlardan biridir. Onun dışında, flaş haber başlığıyla normal yayını durdurup girdiğimiz ve saatlerce yayında kaldığım zamanlar ve seçim programları en favori yayınlarımdır diyebilirim. 2000’de kötü bir haberle sarsılıyor tüm sevenleriniz; rahim kanserine yakalanıyordunuz. O süreçten bahsedebilir misiniz biraz, hastalığın teşhisi nasıl oldu? Rutin bir smear testi sonrası ihtiyaç duyulan biyopsi sonucuna göre, bana rahim ağzı kanseri başlangıcı teşhisi konuldu. Acilen ameliyata alındım. Konizasyon denilen bir işlem yapıldı. Alınan parça incelendikten sonra herhangi başka bir tedaviye gerek olmadığına karar verdi doktorlar. Yıllarca kontrollerimi aksatmadan yaptırdım. O dönem en büyük destekçilerim ailem, bir de yurdun dört bir yanından duaları, destek mesaj ve mektuplarını esirgemeyen güzel ruhlu insanlar oldu. Kariyeriniz, güzelliğiniz, evliliğiniz, kızlarınız, boşanmanız… Sizi tanıdığımızdan beri her biri ayrı gündem konusu oldu. Bu kadar göz önünde olmasaydım, bazı dönemler daha kolay geçerdi diyor musunuz? Hayatımın mutlu satırbaşları nasıl manşetlerde olduysa, mutsuzluklarım da aynı yoğunlukta yer buldu. Gülü seven dikenine katlanmak zorunda. 18 yaşından beri ekrandayım, pazar araştırmalarında Türkiye’nin tanınırlığı en yüksek yüzlerinden biriyim. Televizyondan en uzak kaldığım zamanlarda bile bana yoğun bir ilgi oluyor. Sanırım bundan şikâyet etmek yerine, bununla mutlu olmayı seçmem daha doğru. Kızlarınızın adından da sizin kadar çok bahsediliyor. Son zamanlarda “Deren manken oldu” haberleriyle de oldukça sık karşılaşır olduk... Deren de Derin de sanata meraklı ve yetenekli çocuklar. Deren, fiziği müsait olduğu için Atıl Kutoğlu’nun ricasını kırmayarak podyuma çıktı. Profesyonel olarak düşündüğü bir iş değil. Oyunculuk dersi alıyor ne zamandır. Gelecek yıl da ABD’de drama okumak için üniversiteye başlayacak. Matadorun karşısında boğa olmak DENİZ ÜLKÜTEKİN B oğaMatador Terapisi, ENA Terapi’den Uzman Psikolog Esin Nur Akyıldız tarafından geliştirilmiş bir terapi yöntemi. İspanya’daki geleneksel boğa güreşlerinden ilham alan bu yöntemle Akyıldız, insanların zaaflarını kendilerine en az zarar verecek şekilde kontrol edebilmesini sağlamayı amaçlıyor. İsterseniz, bu ilginç terapi yönteminin detaylarını kendisinden dinleyelim. Terapinizin çıkış noktasından boğa ve matador ilişkisinden bahseder misiniz? Aslında birazda ülkemizin içinde bulunduğu durumu daha derinden anlamaya çalışırken keşfettim. Öyle karmakarışık, aklımızın ruhumuzun, mantıkla izah edemeyeceği bir şeylerin içine doğru çekilmeye başladık ki. Birileri “Türkiye’nin en büyük zaafı nedir” diye düşünse, o kadar açık ve net bir şekilde cevap verebilir ki. Bizleri “Boğa ile Matador” hikâyesinde olduğu gibi kontrolden çıkartan şeylerin başında, Atatürk’e karşı yapılabilecek saygısızlıklar, ya da Cumhuriyet sistemimize getirebilecek tehditler. Farkındaysanız bir anda sanki yüz yıl öncesinde yaşıyormuşuz gibi, entelektüel kimliklerimiz, bilgimiz ve aklımızı bir kenarda bırakarak, “sen böyle bir şey yapamazsın!”ı karşımızdakinin anlayabileceği şekilde hareket etmeye başladık… Ve tarih 2013. Sizi kim yönetirse, siz o kişiyi seçseniz de seçmeseniz de, farkında olmadan onun kurallarıyla oynamaya başlarken, onun gibi olmaya başlarsınız… Çünkü kuralları koyan odur… Siz de belli bir süreliğine bile olsa, o kurallara uymak zorunda kalan. Zaten bütün mesele de bu. İnanmasanız, özümsemeseniz ve ait hissetmeseniz de, belli bir süre yapmak istemediğiniz şeyleri yapmak zorunda kalırsınız. Bu da sıkışmışlık duygusu yaratır. Bu sıkışmışlık duygusu, yerini zamanla “öfke”ye sonrasında da çaresizliğe bırakır. Ülke genelindeki zaaflar üzerine düşünürken, aklıma “bireysel zaaflar ve zafiyetler nasıl çözülmelidir” diye bir soru geldi… Onun üzerine karşıma bir “matador” resmi çıkınca, hemen matador hikâyesiyle bütünleştirdim. Boğa matadorun 20 katı da büyük bir canlı olmasına rağmen, matador karşısında bütün oklara maruz kalarak, kendi sonunu hazırlıyor. İşte EnaTherapia olarak psikoterapi merkezimizde tamamıyla yapmaya çalıştığımız şey, karşınızda tüm açıklığıyla var olan zaaflarınızı ve zayıflıklarınızı kullanan insanların olumsuz etkilerini nasıl atabileceğinizi size öğretmek. İnsanların zayıflıkları davranışlarını nasıl etkiliyor? Her insanın zayıf noktası var. Mesela, çok açsınız ve önünüze bir dilim pizza getirildi, ya o pizza dilimine atlayarak yarım gün daha hayatta kalmak adına temel ihtiyacınızı karşılayacaksınız, ya da hiçbir şey yemeyerek kendinizi açlığa bırakacaksınız ki, böyle bir şey çok mümkün değil. İnsan refleksif olarak o pizza dilimine zaten atılmak ister. Görmüyor muyuz var olan “Survivor” yarışmasında benzerlerini aslında, düzgün düzgün insanların, konu açlık ve hayatta kalmak olunca nasıl kontrolden çıkmaya başladıklarını. Bütün mesele o kadar aç kalmadan, o kadar kontrolden çıkmadan kendinizi sağlıklı beslemeyi bilebilmek ve öğrenebilmek. Hepimizin zayıflıklarının oluşturan yer her şeyden önce, en temel fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarımızın karşılanmasıyla oluşmakta. Güvende hissetmek, korunmak kollanmak, ait olmak, karnımızı doyurmak, sevilmek, sosyalleşmek, ilgi görmek, değerli olduğumuzu hissetmek gibi. Siz temel ihtiyaçlarınızı kendi kontrol edebildiğiniz noktada zaten olabilecek sorunların çoğundan arınmış oluyorsunuz. Bazen de insanların içinde bulundukları durum neticesinde katlanmak zorunda oldukları süreçler var. O noktalarda sabırlı olmayı öğrenmeye çalışırlar. Nedeniyse, sahip oldukları ve istedikleri şeyleri riske atmamaktır. Tüm bu çıkan sonuçları terapi aracılığıyla insanlara nasıl aktarıyorsunuz? Psikoterapide yaptığım şey, tamamıyla grup terapisine katılan hiç kimsenin özel ve mahrem noktasına girmeden, kendi kurguladığım “ENA Oyunlarıyla” zaaflarını keşfetmelerini sağlamak. l www.enatherapia.com Kitaba gelecek olursak; eski söyleşilerinizi toparlayıp kitap haline getirmeye ne zaman karar verdiniz? Nasıl bir sürecin eseri bu kitap? Her özel röportajımda büyük emek var. Her birinin üzerine harcanmış saatlerde, birlikte dökülen gözyaşları, dertleşmeler, Türkiye üzerine tartışmalar, açığa çıkarılması gereken bilgiler var. Gazete sayfalarına sığdırmak için çok zorlandığım bu malzemeyi kitaplaştırmaya daha ilk röportajı yaptığımda karar vermiştim. Bir röportajınızda en çok Acun Ilıcalı’nın hayat hikâyesinden etkilendiğinizi söylemişşiniz. Neydi sizi en çok etkileyen? Sizde iz bırakan diğer isimler hangileridir? Acun’un hayat felsefesi sanırım. Birçok acıdan süzülüp gelmiş; düştüğü yerlerden hep ayağa kalkmasını bilmiş. O yüzden hayatı pek ciddiye almıyor, oyun gibi görüyor. Nevzat Yalçıntaş Hoca’nın siyasal İslam’la ilgili değerlendirmeleri, yabancı ülkelerle yaşadığımız krizlerin perde arkasına ilişkin gizli bilgiler, şu anki gündemde de tekrar okunması gerekecek ‘İslam’da zenginleşmenin yeri’ konusunda değerlendirmeler.. Referans niteliğinde. İzzettin Doğan’la CamiCemevi üzerine yaptığım röportaj, Alevilerin de dış güçler tarafından nasıl isyana sürüklenebileceği tehlikesine ve bunun işaretlerine dikkat çekiyor. Başbakanların bilerek Alevi sorununda uzak durmalarını, İzzettin Doğan onlarla konuşmalarından örnekler vererek anlatıyor. Röportajlarınızda karşı tarafa sorduğunuz soruyu ben de size sormak isterim, hayatta istediğiniz yerde misiniz şu an? Şu anda hayatımda bulunduğum yerden çok ama çok mutluyum. Tam da istediğim yerdeyim. Kendimi hep “bir şeylerin başlangıcında” hissetmeyi severim. Yoğun bir şekilde öyle hissettiğim bir dönem. Başka kitaplar da gelecek mi bundan sonra? Gelecek. Özel röportajlarımın hepsini aynı şekilde kitaplaştırmayı düşünüyorum. Bunun dışında yazmak istediğim başka kitaplar da var. Kişisel hikâyem bunlardan biri. Ekranları özlediniz mi? Doğrusunu söylemek gerekirse, ekranı özlemeye fırsat kalmıyor. Teklif hep var. Koşa koşa gideceğim bir iş olmayacaksa, ekranda olmanın benim için bir cazibesi yok. Profesyonel bir ekiple çalışıyorum. Menajerlerim benim adıma projeleri değerlendiriyor. Ağırlıklı olarak oyunculuk teklifleri üzerinde duruyoruz. Yeni atıldığım bu alan beni çok heyecanlandırıyor. Habercilikte yıllarını geçirmiş biri olarak günümüz haberciliğini ve yazılı haber kaynaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dışarıdan manzara ve gidişat nasıl sizce? Medya üzerinde çok ciddi bir baskının olduğunu artık sağır sultanın bile duyup bildiği bir dönemden geçiyoruz. Öyle ki artık televizyon programlarında bu durumun esprisi yapılıyor. Bir yanda ciddi anlamda taraf olan yayın organları var, bir yanda etliye sütlüye karışmamaya çalışanlar. Bu iklim gitgide sertleşmiş olsa da, yeni değil. Televizyon haberciliğini ben bırakalı iki yıl oldu. Bu işin şu anda layığıyla yapılabilir olduğunu savunan yok herhalde. Yine de bu sektöre emek veren, ekmeğini sadece bu işten kazanan arkadaşlarım zor şartlarda da olsa ellerinden geleni yapıyor. Gidişatı görebilmek, Türkiye’de zor. l C M Y B