23 Şubat 2025 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 MART 2014 / SAYI 1462 3 Mümin Sekman’dan başarı üzerine tespitler Avrupalılar önce düşünür sonra yapar. Afrikalılar önce yapar sonra düşünür. Biz Türkler, yaparken düşünürüz! Bizde, kervan yolda düzülür. Kriz zamanlarında akılda tutulması gereken, basit ama güçlü başarı ilkesi şudur: “umutlarınızı yüksek, sabit giderlerinizi düşük tutun.” Büyük başarılar kalpten gelir, beyinde büyür, ellerden hayata akar. Her başarının bir son kullanma tarihi vardır. Yaşarken en son işimiz, ölünce en büyük işimiz kadar başarılı sayılırız. Başarmak şaşırtmaktır! Kendini ve başkalarını şaşırtan sonuçlar almaktır. Skor tabelanızda yazan sonuç kimseyi şaşırtmıyorsa kariyer patinajı yapıyorsunuz demektir. Başarınızı ilk unutan, başarısızlığınızı ise ilk gören siz olun. İnsanlar başarı karşısındaki duruşlarına göre üçe ayrılır; gerçekten başarılılar, başarılıyım diye geçinenler ve başarılı insanlar üzerinden geçinenler. l Ben bir başarı provokatörüyüm Mümin Sekman’a göre hayat hareketi ödüllendiriyor. Başınıza gelenlerden sonraki tutumunuz da başarınızda doğrudan etkili. Bu yüzden Sekman kendini bir “başarı provokatörü” olarak tanımlıyor. Kışkırtmak için özel teknikler öneriyor. En önemlisi de “Her kaybettiğimizde bir şeyler kazanacağız. Her kazandığımızda da bir şeyler kaybedeceğiz” diyor. ALİ DENİZ USLU ve eğitimsizliği yaşamış, destekleyici olmayan bir ailenin içinden gelmiş olması bizim için önemli. Yani kardelen çiçeği gibi... Böyle hikâyeleri varoluşsal olarak başarılı buluyoruz. Bazı insanlar başarılı olur, bazıları başarılı yapılır. Bu fark önemli. Skora değil, söyleme de bakıyoruz. Kariyer ahlakı ve erdem standartları mesela. Ayrıca başarının sürdürülebilir olması... Başarı da göreceli. Mesela “saygın” ya da “yaygın” olma çelişkisi gibi. Bu her zaman çakışır. Geniş kitlelerin beğenisini kazanmışsanız yaygınsınızdır ama saygın olamazsınız. Entelektüel beğeni yapısı gelişmiş insanlara ürün sunarsanız saygın ama yaygın olamazsınız. Bunun örnekleri çok. Kitaptaki örneklerde bunlar göz önüne alınarak seçildi. Okuyucu kitapta ne bulacak? Moral! Çünkü başınıza gelenlerden çok, sonrasındaki tutumunuz sizi hayata bağlar. Bir de metot! Başarılı isimleri başarılı yapan metotlarıdır. Metot obsesifi olanlar başarır. Üç “m” diye bir kavram var burada. Metot, moral ve mantık. Tüm bunların sağlıklı işlemesi için de kas hafızanızın iyi olması gerekli. Moral harekete geçiren güç, demek tetikleyici. O, olmadan ötesi gelmez. Çünkü hayat hareketi ödüllendirir. “Tozu dumana katmakla tozu dumanı yutmak” çok ince bir çizgi. Ben bir başarı provokatörüyüm. İşim,derdim bu. İnsanları başarı için kışkırtıyorum ama insanları yalnızca kışkırtarak bunu yapamazsınız. Önce ezberlerini bozmalısınız, silkelemelisiniz. Hayat zaferler ve yenilgilerden ibaret değil ama? Kaybedince de kazandığınızı bilmek gerekli. Herkes büyük bir başarı hikâyesi yaratamaz ama herkes kendi içsel başarısını yaşayıp mutlu bir hayata sahip olabilir. Hepimizin kendimize borcu var, yapabileceğini yapmaktır bu da, azını değil. Her kaybettiğimizde bir şeyler kazanacağız. Her kazandığımızda da bir şeyler kaybedeceğiz. Zekâ ile akıl arasındaki fark? Beyin herkeste var ama içindeki yazılımlar çok pahalı. Mantık, paradigmamız, entelektüel algoritmamız. Zekânın yüzde 80’i doğuştan belirlenmiş. Akıl ise sonradan geliştirilebilir. Akıl esnek, bu yüzden bir fırsat eşitliği. Tabii insanların beyinlerini neyle besledikleri önemli. Günümüz insanı bedenini ne ile beslediğine çok dikkat ediyor ama beynine iyi bakmıyor. Beyin diyeti önemli çünkü beyin obezi herkes. Nasıl korunacak insanlar? Çok iyimser değilim. Büyük bir siyasi şizofreni yaşıyoruz. İnsanlar nefret dolu, paranoyak gibi davranıyorlar. Farabi şöyle der “Devletin başına kimin geldiğine dikkat edin, ruh hali toplumun üzerine çöker”. Siyasette başarı nasıl yorumlanmalı? İnsanlara kapasitelerinin üstünde beklentiler yüklenirse neler yapabileceklerini gördük. Ege Cansen’in bir sözü var “bilgi eksikliğini kurnazlık, beceri yetmezliğini kabadayılıkla” kapatmak. Türk başarı kültüründe bu yaygın. Bir de bilmemiz gereken her başarı öyküsünün bir son kullanma tarihinin olduğu. Önemli olan kaybederken ki tavırlardır. Çünkü insan kaybederken kendini ele verir. Politikacılar bunun en canlı örneği. Elbette kaybetmeyi de bilmek gerekli. “17 Aralık” sonrası son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, bir parti açık ara çok oy alırsa, tek adam rejimi kurulunca tipik bir “3Y” süreci yaşanıyor. Önce yolsuzluk yapılıyor, sonra bu yalanlarla kapatılmaya çalışılıyor, gerçekler ortaya çıkınca da yasaklar başlıyor. Yasakçı iktidarlar başarılı olursa, bu defa o toplumda gene “3Y”: yüzsüzlük, yolsuzluk ve yozlaşma patlama M ümin Sekman, Türkiye’de ‘kişisel gelişim uzmanı’ titrini kullanan ilk isim. Londra merkezli “The Success Think Tank”ın da kurucusu. Bugüne kadar 10 kitabı yayımlandı, on binlerce insana konferans verdi. Kitaplarının toplam baskı adedi iki milyona ulaştı. Şimdi konsept danışmanlığını yaptığı, sıfırdan zirveye çıkanların başarı öykülerinin anlatıldığı “İnsan İsterse: Azmin Zaferi Öyküleri” kitap dizisinin beşincisini yayımladı. Başarı nedir ya da ne değildir? Bu tanım insanların hayata tutunduğu yeri doğrudan etkiliyor. Başarının farklı boyutları var. Birincisi hayal ettiğini hayatında görme oranı, yaşamak istediğin hayat ile yaşadığın hayat. Başarı “3H” aşamalı. Önce bir hayal, sonra hakikat sonra da yıllar geçince bir hatıra oluşuyor. Bu da iki türlü tanımlanıyor; “iç merkezli” ve “dış merkezli” olarak. İç merkezli, kendi ile kıyaslayarak yapıyor. “Dün olduğumdan daha iyi bir yerdeysem başarılıyım” diyor. Hayaline her gün bir adım daha yaklaşıyorsa başarılı olduğunu düşünüyor. Dış merkezliler ise kıyaslıyor. Sosyal başarıcılardır bunlar, sürekli bir rekabet ve kıyaslama ile hareket ediyorlar. Elbette yanlış doğru tartışılır. Bunlar kitlelerin tabela beğeni yapısına kendini mahkum ediyor. “İnsan İsterse Azmin Zaferi Öyküleri” kitabındaki hikâyeler neler, nasıl bir seçim yaptınız? “İnsan İsterse”de sıfırdan zirveye çıkmış insanların başarı hikâyeleri var. Değiştirilmesi teklif bile edilemeyen kriterimiz şu; hikâyelerimizin kahramanlarının üst sınıf ve zengin ailelerden doğmamış olmaları. Çünkü yoksulluğu yapıyor. Sonuçta, o ülke dünyada yalnızlaşıyor ve gittikçe yoksullaşıyor. A sınıfı değil, Y sınıfı bir ülke oluyor. Bu nedenle “siyasetçilerin (b)oylarını eşitleyin!” diye bir kampanya yapıyorum çevreme. Hiçbir parti açık ara üstün olmamalı. Birbirlerini dengeleyecek ve denetleyecek kadar oyları eşit olursa, o zaman siyasetçiler hayatımızın renklerini solduramaz, özgürlüklerimiz kısıtlamayamaz. Açıkçası, siyasetçileri timsahlar gibi görüyorum, güçleri çok artınca yaşamaları gereken batanlıktan çıkıp, karadaki hayatı da çamura bulaştırıyorlar. l alidenizuslu@gmail.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle