Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 23 MART 2014 / SAYI 1461 Yeni paralel evrenimiz: Sosyal medya SERAP DAMGACI Facebook, Twitter, Myspace, Whatsapp, Skype, İnstagram, Wechat ve pek çok sosyal ağ daha… İçinizde bunların herhangi birine üye olmamış ya da bugüne kadar hiç kullanmamış olan var mı? Dürüst olun ve gerçekle yüzleşin; birden fazlasını kullanıyorsunuz… Sosyal medya günden güne büyürken, büyük markalar da bu fenomene kayıtsız kalmıyor. CocaCola’nın son reklam filmi, başını telefonundan kaldırmayanlarla ilgili. tanımadığın kişilere kendinle ilgili bilgileri aktarmak ve onların yaşamlarını öğrenmeye çalışmak, eskiden beri uzak olmadığımız davranışlardır” diyor ve ekliyor, “tek fark, artık insanlar, bunları yapmak yerine sosyal paylaşım ağlarını kullanıyor.” İnsanlar artık telefon kullanmak yerine uçak biletlerini internetten alıyor, alışverişlerini online yapıyor, yemeklerini buradan sipariş ediyor. Günümüzde pek çok firma, sadece internet üzerinden yapılan iş başvurularını kabul ediyor. Yeni dönem ilişkilerinin de çoğu internet ve sosyal medya temelli. Bekâr kadınların yüzde 48’i, bekâr erkeklerinse yüzde 38’i görüşme öncesinde karşı tarafın Facebook profillerini inceliyor. Yeni arkadaşlıkların kaynağı olan internet, aynı zamanda pek çok ilişkinin de bitme sebebi. Günümüzde “sosyal medya ihaneti” adı altında açılan boşanma davaları olağan karşılanıyor. Semerci, sosyal ağlardaki çoğu insanın, kendini anlatma ihtiyacı için orada olduğunu ifade ediyor. “Eğer, insanlarla çok fazla ilişki kuramayacağınız bir ortamda yaşıyorsanız ya da ruhsal yapınız nedeniyle insanlarla ilişki kuramıyorsanız, sosyal medya sizin için bir imkândır” diyor. Sosyal platformların başka biri olma özelliği ve gündelik hayatta konuşurken söylenemeyen şeyleri dile getirme durumunun yüzsüzlüğü arttırdığını da vurguluyor Semerci ve ekliyor, “orada kimliksizleşmeye başlıyor, toplumun hareketlerimize yaptığı sosyal kuralları ve sınırlamaları geride bırakıyorsunuz.” IAB Türkiye İnternet Ölçümlemesi Araştırması Gemius Ekim 2013 verileri, günümüzde bir “dijital” insanın ortamlama 3 saat 12 dakikayı internette geçirdiğini ve 17 sayfayı ziyaret ettiğini söylüyor. Semerci, bu önü alınamayan paylaşımın bireyselliği ve narsisizmi de destekleyen bir süreçtir olduğunu belirtiyor. “Sizi izleyenler çoğaldıkça, takip etmeleri için daha fazlasını vermeye başlarsınız, ‘ne kadar çok kişi takip ediyorsa o kadar iyiyim’ duygunuz beslenir” diyor ve ekliyor, “önemli olan gerekli durumlarda sosyal medyayı kullanıp, gerektiğindeyse gerçek iletişimden kopmamaktır. Sanal iletişimde gerçek iletişimin üstündeyseniz yanlış yoldasınız demektir.” l Toplumların baş belası mı, modern bireyin en yakın dostu mu? S osyal medyanın hayatımıza etkilerini, haber alma, bir grubun parçası olma, eğlenme ve bilgi edinme olarak birkaç maddede tanımlayabiliyoruz. İşin içine girdiğimizde ise bu maddelerin etkilerinin tahminimizden çok daha fazla olduğunu görüyoruz, hayatımızı ne denli etkilediğini de... Dünyayı küresel küçük bir köy haline getirme, ötekini dünyaya tanıtma ve yayma özelliği sayesinde zamanmekân birliği olmaksızın, kişileri tek bir platformda buluşturabilen fonksiyonel bir mecra sosyal medya. Artık günümüzde şirketlerin, doğru düzgün bir ofisi olmasa da, mutlaka erişilebilir bir internet sitesi ya da sosyal medya ağı var. Hayatımızın olmazsa olmazı haline gelen bu mecra, diğer yandan insan ilişkilerine farklı bir boyut getirerek sanal ortam sosyali bireyler türetmeye devam ediyor. Dünyanın önde gelen markalarından CocaCola, “sosyal medya gardiyanı” adlı yeni reklam filminde, bu sanal ortam bireylerine dikkat çekerek, kişileri iletişime çağırıyor. Ünlü firmanın yaratıcı reklam filmi, sosyal medyanın hayatımıza etkilerini tekrar gözden geçirmemizi sağlıyor. Çocuk, Genç ve Erişkin Psikiyatrı Prof. Dr. Bengi Semerci, insanların sosyalleşme ve başka insanların hayatlarını merak etme isteğini, eskiden beri süregelen bir davranış olarak tanımlıyor. “Komşuyu izlemek, gideni geleni merak etmek, kendini görünür kılmak, Ö nümüzdeki yıllarda üye sayısının azalması beklense de Facebook, günümüzde en sık kullanılan ve en çok paylaşım yapılan sosyal ağ konumunda. Instagram, son yıllarda beş katı kullanıcıya ulaşarak kullanımı en fazla artıran sosyal medya sitesi. Twitter ise ünlülerin en aktif takip edildiği mecra olma özelliğini taşıyor. Artık Obama başta olmak üzere pek çok dünya lideri sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanıyor. Bu da interneti, iç ve dış politikayı etkileyen önemli bir iletişim aracı haline getiriyor. Yine yakında tarihteki Arap Baharı, İran Twitter Devrimi, 31 Mayıs Gezi gibi pek çok toplumsal olaya baktığımızda da bu alanın, kitleleri bir araya toplayabilen Bengi Semerci Aslı Tunç sağlam bir muhalefet alanı olduğunu görüyoruz. İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aslı Tunç, geleneksel medyanın habercilik işlevini yitirdiği bir coğrafyada çaresiz bir biçimde sosyal medyaya yüzümüzü döndüğümüzü söylüyor. “Almanya gibi haber medyasının sağlam bir geleneğe oturduğu ülkelerde, Twitter sadece eğlence ve dedikodu amaçlı kullanılıyor. Oysa ülkemizde böyle bir lüksümüz yok. Sosyal medya aynı zamanda sağlam bir muhalefet alanı, farklı ve kıstırılmış seslerin duyulduğu ve birbiriyle çarpıştığı bir mecra” diyor ve ekliyor, “sosyal medya da kuşkusuz dikensiz gül bahçesi değil. Nefret söylemi, bilgi kirliliği gibi sorunlar tabii ki mevcut, ancak Twitter’in dinamik yapısı yalan haberin derhal doğrulanmasını da olanaklı kılıyor.” Pek çok işi aynı anda yapma durumunun, modern insanın temel özellikleri arasında olduğunu söyleyen Tunç, “dijital yerli dediğimiz”, internetin içine doğmuş bir nesil için yüz yüze sohbet anlayışının artık çok farklı olduğunu, sabırla dinleme ve karşıdakinin söylediklerine odaklanma eşiğinin oldukça düşük olduğunu söylüyor. Diğer pek çok şey gibi ilişkileri de anlık, yüzeysel ve hızlı yaşadığımızı belirtiyor. Kuşkusuz yepyeni bir teknoloji çağının ortasındayız artık. Yeme, içme şeklimizden, gezip tozduğumuz yerlere kadar hep yeni bir modelin içine doğru sürükleniyoruz. Bu yeni düzen içinde insan ilişkileri de eskisi gibi kalmıyor, değişiyor ve dönüşüyor. Tunç, yeni ilişki tanımının getirdiği çok işlevliliğe dikkat çekiyor, “artık gözler sürekli bir ekrana kitli durumda. İlişkilerde onu yaşamaktan ziyade nasıl yaşadığınızı, kimle nerede olduğunuzu dünya âleme duyurmak önem kazanıyor. Bu noktada ilişkilerde derinlik ve mahrem olma hali kayboluyor” diyor. Böyle bir akışın içinde, arada durup dinlenmek, birbirimizi dinlemek içinse, reklamdaki “sosyal medya önleyici huni”ler tek çözümümüz oluyor. l F Herkes bu hayatta kendi gibi olanı arar Engin Alkan başka bir proje için çalışmaya başladı ve oyun sahnelenmedi. Ardından tiyatronun olduğu yer yıkıldı ve Saraçoğlu Stadyumu’nun tribünlerine eklendi sahnemiz. Kıvanç Tiner; provalarını yapmıştı oyunun, derken prömiyer bile yapamadan oyun rafa kalktı. Ama şimdi düşünüyorum da Kıvanç ya da Engin Alkan oyunu bir kere sahneye taşısaydı bu romanı yazmazdım. Ama bazen Kıvanç’ın tüm ısrarlarına rağmen provalara gitmediğime yanıyorum. Keşke bir kere o oyunu sahnede görseydim! “Don Quıjote’nin Üçüncü Cildi” ezber bozan bir roman. Okuyucuyu şaşırtıyor ve yoldan çıkarıyor. Kurguyu nasıl oluşturdunuz? Kitaba kaynaklık eden ilk metnin altındaki tarih 9 Nisan 2000… Kitabın yayımlandığı yıl ise 2014… Arada 14 yıl ve bu zamanın biriktirdikleri var. O yüzden hiç sabit bir kurgu üzerinde çalışamadım. Her seferinden bir yerini ekledim bir yerini çıkardım. Bozdum yeniden yaptım. “1001 Fıçı Bira” da önemli bir kitap. Özellikle Trakya’yı farkı bir pencereden çok sahici anlatıyor. Kasaba yaşantısının tekdüzeliği, endişeden uzak, gamsız hayatı ve menem sonuçları. Uzun zaman önce oralardan ayrıldınız. Peki, arada sırada gittiğinizde nasıl ruh hali karşılıyor sizi? Garip bir aidiyet! Biz neden göç ettik diyorum bazen… Burada yaşadığımdan daha rahat yaşardım orada biliyorum. Ama bizim hayati değil hayali sorunlarımız vardı kasabada… Küçük kasabalarda büyük düşler kurma hatasına düştük ve oraları kendimiz için yaşanmaz hale getirdik. İşte bu yüzden hep bir hain olarak gidiyorum sanki kasabaya. Edebiyat hayatınıza “Rock Reaction” fanzini ile başlamıştınız. Günümüz fanzin ve yeraltı edebiyatında neler eksik? Doksanlı yılların sonlarında Çorlu, Lüleburgaz, Edirne ve Kırklareli güzergâhında hangi kentte kaç tane fotokopi makinesi var ve fotokopiyi kaça çekiyorlar biliyordum. Sadece ben değil o dönem bizim kuşağın tamamı biliyordu bunu. Çünkü bizim iletişim aracımızdı fotokopi makineleri. Kendin gibi olanı bulmak bu şekilde mümkün oluyordu. Eğer Gezi Parkı Direnişi yaşanmamış olsaydı bu soruya bambaşka bir şekilde cevap verirdim ama orada gördük ki fotokopi makineleri cep telefonları olmuş ve fanzinlerin yerini twitter almış. Biz yarattığımız fanzinlerle bizim gibileri harekete geçirmek ve dünyayı değiştirmek isterken twitter bunu yaptı. Kitap babanıza bir ithaf ile açılıyor. “Ben ne zaman sarhoş olsam/babamın mezarından bana/gülümsediğini görüyorum/o yüzden hep onun sevdiği rakıdan içiyorum... Sabahın erken bir saatinde, daha işe gitmek için bile erkenken annemin telefonuyla uyanmıştım. Babamın kalp krizi geçirdiğini ve ambulans beklediklerini söylemişti. Hazırlanmaya başladım ve telefon yine çaldı. Ben annemin gelmene gerek yok baban iyi demesini beklerken o babamın öldüğünü söyledi. Üç yıl önce bugün yaşanmıştı bunların hepsi; söyleşiyi yaptığımız gün… l erhat Uludere’nin yeni romanı “Don Quıjote’nin Üçüncü Cildi”nde sabit bir kurgu yok, ezber bozan ve okuyucuyu taşıyan bir serüven, epey de şaşırtıcı. Kitabın sırrını o yüzden okuyucuya bırakmalı. Uludere aynı zamanda bir gazeteci. Yani soru sormayı da biliyor, iyi soruyor çünkü merak ediyor. Romanında da bu hissediliyor. “Sayıklamalar”, “İslenmiş Aşka Mektuplar”, “1001 Fıçı Bira” ve “Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba” gibi güçlü kitaplarınız var mazide. Peki, “Don Quıjote’nin Üçüncü Cildi” nasıl hayat buldu? Konservatuvarda dramaturgi hocamız kısa bir oyun yazmamızı istemişti. Ben de Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar oyununda Coşkun Ermiş’in attığı tiradı yeniden yazdım. Ama bu kez içki masasında Oblomov, Don Quijote, Zahar ve Sancho Panza vardı. Don Quijote, Sancho Panza, Oblomov, Zahar ve Coşkun Ermiş’in bu birlikteliği çok hoşuma gitmişti. Ardından bu oyun benim oyuncağım gibi oldu. Sürekli farklı anlamlar yükleyerek farklı biçimlerde üzerinde çalışmalar yaptım. İlk yıllarda tiyatro oyunu olarak tasarlamıştım ama sonradan roman fikri daha sıcak gelmeye başladı. Böylece, ara ara yazarak, hiç yayımlanacağını düşünmeden yazarak bu hale geldi. Kitabınız tiyatro oyunu olmanın da kıyısından dönmüş bu arada. Oyunu; o zaman Müjdat Gezen Oyuncuları’nın genel sanat yönetmenliğini yapan Engin Alkan’a götürmüştüm. Sonra Ferhat Uludere’nin yeni romanı “Don Quıjote’nin Üçüncü Cildi” Yitik Ülke Yayınları’ndan yayımlandı. Bu kitapta Uludere’nin 14 yılda biriktirdikleri var. Uludere neredeyse bu romanla büyümüş. Şimdi oyuncağını arkadaşlarına göstermiş bir çocuk gibi hissettiğini söylüyor. Bize de hep birlikte oynamak düşüyor. ALİ DENİZ USLU C M Y B