01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 2 MART 2014 / SAYI 1458 Korkuyu paylaşmak aşılmasını sağlar “Bu satırların yazarı, tıp fakültesini 1981 yılında bitirdikten bir yıl sonra uzmanlık eğitimine başladı. 1986 yılında, otuz yaşını sürdürürken, önünde parlak bir gelecek düşlediği ve yaşamın kendisine sunduklarını demirbaş olarak gördüğü zamanlarda, uzman olmasına on gün kala lenf kanseri olduğunu öğrendi.” Böyle diyor “Bir Türk Filmi Olarak Kanser” kitabında, Prof. Dr. Ahmet Erözenci. O zamanlar kanser onun için sadece bir sözcükten ve bir tanıdan ibaretti. Tedavi boyunca kendi deyişiyle “çok şey öğrendi ondan”. Yıllar sonra ablasına kanser teşhisi konunca bu sefer de hasta yakını olarak kanserle karşılaştı. 2000’de abisini, 2010’da da ablasını kanserden kaybetti. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Bir Türk Filmi Olarak Kanser” kitabında işte bu deneyimlerden çıkardığı sonuçları anlatıyor, hasta, yakınları ve doktor arasındaki iletişimin öneminden bahsediyor. Biz de İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Erözenci ile kanser olduğu yıllardan bugüne uzanan bir sohbet gerçekleştirdik... Kanserde iletişimin önemi üzerine bir kitap yazarken, hepimizin belleğinde yer etmiş Türk filmlerinden alıntılar yapmayı neden seçtiniz? Film manyağıyım. Çocukluğum siyahESRA beyaz Türk filmleriyle AÇIKGÖZ geçti. Bu tıbbi değil, halk dilinde yazılmış bir iletişim kitabı. Yazarken herkesin aşina olduğu bir tema kullanmak istedim, Türk filmleri de bu açıdan muhteşem denk düştü. 29 yaşında bir kızım var, eski Türk filmlerini pek izlememiş olmasına karşın, “Size anne diyebilir miyim teyze” repliğini biliyor. “Karnımızda aşkımızın meyvesini taşıyorum”, “N’ayır, n’olamaz”ı biliyor. Böyle bir etkisi var Türk filmlerinin... Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde, yeni uzman olmuş, iki yaşında kızı olan bir babaydınız. Hastalığı atlattınız. Abi ve ablanızı kanser nedeniyle kaybettiniz. Hem doktor, hem hasta, hem de hasta yakını olarak üç ayağını da yaşamışsınız kanserin. Bu yerlerden kanseri tanımlamanızı, anlatmanızı istesem... 35 yıl önceki tanımımla şimdiki farklı kuşkusuz. Tıpta okuyan herkes için bir kelimedir kanser. Ama sadece kanser olarak bakmayın, her hastalık bir kelimedir; yaşayıncaya ya da bir yakını yaşayana kadar. Şimdi doktor olarak baktığımda, muhteşem bir ders olarak tanımlıyorum. Hasta için de, yakını için de, doktor için de. Hasta ve hasta yakınlarının çoğunun merak ettiği soru; “İyileşecek miyim, ne kadar ömrüm kaldı?”. Siz bugün babanızın, annenizin, eşinizin ne kadar ömrü kaldığını düşünmüyorsunuz, ama kanser tanısı konursa düşünmeye başlıyorsunuz. Öğreticiliği burada. Hastalıktan sonra bir sevgi, ekstra ilgi gelişiyor, yitirme kaygısından kaynaklı. Keşke bunu hastalık tanısı konmadan yaşasak. Ama bence, öğrenmesini bilene kanser öğreten bir hastalık. Size neler öğretti? Anı yaşamayı, anın kıymetini bilmeyi, Ahmet Erözenci kanserle önce doktor olarak tanıştı. O zamanlar sadece bir kelimeden ibaretti. Sonra kanser tanısı kondu. 2000’de abisini, 2010’da ablasını kanserden kaybetti. Doktor, hasta ve hasta yakını olarak deneyimlediklerini bir kitapla paylaştı Prof. Erözenci. “Bir Türk Filmi Olarak Kanser”, aslında bir iletişim kitabı... gelebilir bu, ama her an ne hissettiğimi, korkuysa korku, sevgiyse sevgi, hepsini yakalamaya çalıştım. Yaşandığı sürece hiçbir duygu olumsuz değildir. Her duygunun anlatacağı bir şey vardır. Öğrendiğim bir başka şey de, teslimiyetti. Siz şu an yaşamınızı yönetiyorsunuz. Hastalanırsanız, ben size dikte edeceğim, şunu yiyebilirsinyiyemezsin, evden çıkmaçık, gibi. Kanser size teslim olmayı öğretiyor. Gelelim iletişime, kanserde iletişim neden önemli? Hasta olduğum için de, hastalarımdan da biliyorum ki, kanser hastasının en büyük isteği konuşabilmek. Korkuyu paylaşmak onun aşılmasını sağlar. Ölmekten korkmak çok doğal. Hasta yakını, “Bugün daha iyi görünüyorsun” deyip makas alırken, kapıdan çıkınca ağlıyorsa; hasta ona “Korkuyorum” demeyip, o gidince kendi başına yaşıyorsa; yazık... Biz doktorlar olayın mekanik yönünü hallediyoruz. Ama kafada yenmek daha uzun bir süreç. Tanı konduktan sonra kanser yaşamın odağı haline getirilmemeli. İletişim kişinin doğal seyrine, eski rayına dönmesini sağlıyor. KANSER KOÇLUĞU Kanser teşhisi konduktan sonra hasta ve hasta yakınının yapması gerekenler neler? İlk şey, kabullenme aşamasını çabuklaştırmak. İkincisi hastalığın doğallığını kabullenmek. Ben savaşmak kelimesini sevmiyorum, olumsuz şeyleri çağrıştırıyor... Kanser tedavisinde psikolojinin, moralin çok önemli olduğu söylenir hep. Ancak ne yazık ki Türkiye’de hastaya ya da hasta yakınlarına yönelik psikolojik bir destek yok, pek. Sizse, kanser koçluğuna başladınız. Tam olarak nedir kanser koçluğu? Liyezon psikiyatri dediğimiz bir alan var, ama ne kadar geniş çalışıyorlar bilmiyorum. Benim yaptığım kanser başka kelime bulamadığım için söylüyorum koçluğu. Hastalarla konuşarak, yaşama çabuk dönmeleri, kitapta bahsettiğim evreleri kabullenmeleri, hastalığı yaşamın odağı haline getirmemeleri, duyguları paylaşabilmeleri yönünde yardımcı olmaya çalışıyorum. Yarın size kanser tanısı konsa, ben anı yaşıyorum, diyemezsiniz tabii ki. Ben de yapamadım. Bu bir süreçtir. Önce kişinin kendiyle duygularını paylaşması önemli. Ancak kendini kabullenirse karşısındakine söyleyebilir. Hasta ve yakınlarıyla görüşüyorum. Kemoterapi zamanında çıkamadıkları için, bazen Skype üzerinden konuşuyorum hastalarımla... Türk Dil Kurumu’na baktığınızda sağlığın son anlamı, gerçek. Sağlıklı haber denir ya. Metaforik olarak bakarsanız, insan hastalandığında kendi gerçekliğini kaybediyor. Korkusu orada. Yakalamaya çalıştığı kendi gerçekliği, sağlıklı olmak gerçek kişiliğine dönmekle eşdeğer oluyor. Herkes sonuçta ölecek günün birinde. Mühim olan o ana kadarki süreyi ne kadar kaliteli yaşadığımız. “Ah kanser” karamsarlığına kapılıp, perdeleri kapatıp odanızda yaşama şansınız da var. Tedavi aralarında dinlenip, diğer zamanlarda yaşamınızı sürdürerek de geçirebilirsiniz. Benim yapmaya çalıştığım kansere rağmen, kanserle birlikte yaşam sürülebildiğini anlatmak. l sevgiyi iyi ifade etmeyi, duyguları yaşamayı... Tabii ki, acı. Tabii ki, kimse olmasın... Kanser bana kendim dahil bir sürü şeyi ne kadar kolay kaybedebileceğimi öğretti. Daha bir soluyarak yaşıyorum şimdi. Duygularımdan korkmuyor, ilgilendiklerime odaklanıyor, yaptırımları, baskıları dinlemiyorum. Kanser bana sakinlik kazandırdı. Tabii kızıyorum. Hele bu devirde Cerrahpaşa’da, sağlık alanında idareci olmak çıldırtıcı. Peki ne yapıyorum? İçine atmak kötü, kanser yapıyor insanı, onu bir kere yaşadım (gülüyor). Bağırmaksa... Ben olumsuz duyguları olabildiğince kabullenmek ve onu kendi halinde bırakmaktan yanayım. Bunları zamanla düşünmeye başladınız kuşkusuz. Peki ya tanı konulduğu zaman... Çok komikti o süreç. Aslında hastalık bangır bangır bağırıyormuş, kendime tanı koymam gerekirmiş, ama işte asistanlığımın son yılındaydım, kendimi göstermek istiyordum, sabah yediden gece on bire kadar hastanedeydim, ne kahvaltı, ne öğlen yemeği yiyordum. Kilo kaybı gibi, bazı semptomlar vardı ama kahvaltı etmiyorum, koşturuyorum, uykum az, diye açıklıyordum kendime. Ta ki bir gün doktor arkadaşım pat diye, “Şuranda koskoca bir lenf büyümeye başlamış, fark etmedin mi?” diyene kadar. Doktor olmak kabullenmeyi kolaylaştırıyor mu? Doktor olmanın pek etkisi olmuyor o anda. Ben uzmanlığa saygı duyan biriyim. Adı konduktan sonra kendimi o konunun uzmanlarına bıraktım. İyileşene kadar da lenf kanseriyle ilgili tek bir satır okumadım. Bir çalkantılı dönem, çöküntü, depresyon olması gayet doğal. Oldu da. Ama yapı olarak iyimserimdir, çözümleri görmek önemli, ona inanırım. Tabii duygusal açıdan, korku, endişe, merak duydum. Öte yandan bir duygusuzluk anı yaşıyorsun. İfade edilemeyen bir sürü duygu... 30 yaşındasınız, iki yaşında çocuğunuz var, “Büyüdüğünü görecek miyim” diyordum. Kerime Nadirvari sorular geçiyor kafanızdan. Kendime hep iki şey söyledim. Çocuğumun büyüdüğünü görmek istiyorum. Göreceğime inandım. İkincisi, hep yazar olmak istemiştim. Ben, dedim, bu deneyimi yazacağım. Şimdi sekiz romanım var. Dolayısıyla orada anı yaşadım. Sapıkça Sağlıklı uyku her şeyden önemli! ALİ DENİZ USLU H orlama, özellikle kilo problemi olan yetişkinlerde, dil, yumuşak damak ve küçük dilin gerginliklerini kaybederek soluk yolunu daraltması sonucunda ortaya çıkar. Kilo dışında, alerjik nezle, burun kemiğindeki eğrilikler, sinüzit, alt ve üst çenedeki yapısal anormallikler, dilin aşırı büyük olması, sigara ve alkol kullanımı da sebepler arasında. Horlama ve uyku apnesi birbirine bağlı hastalıklar. Yani uyku apnesinin başlangıç evresi horlama. Bu yüzden, hastalık ne kadar erken tedavi edilirse, tedavi süresi o kadar kısalır. Horlama tedavisi, sağlıklı ve rahat bir uyku uyunması, günlük yaşam kalitesinin artırılması ve bazı hastalıklara yakalanma riskinin azaltılması açısından da çok önemli. Çene ve Yüz Protezi Uzmanı Dr. Tuğrul Saygı anlatıyor. Tedavi edilmeyen horlama nasıl apneye dönüşür? Uyku apnesi horlamaya göre daha tehlikeli bir hastalık. Uyku apnesinde, yutak bölgesindeki gevşeyen dokular (dil, küçük Tuğrul Saygı Horlama ciddi bir sağlık problemi. Bu nedenle, eğer horlama şikâyetiniz varsa ya da kalitesiz uyku uyuyorsanız, hiç zaman kaybetmeden doktora gitmelisiniz. Çünkü horlama uyku apnesinin başlangıç evresi. dil, yumuşak damak) belirli aralıklarla nefes yolunu tamamen tıkar ve nefes alımı durur. Uyku apnesi, horlamanın daha ilerlemiş bir evresidir ve tedavi edilmeyen horlamalar uyku apnesine dönüşebilir. Sorunun uyku apnesi olduğunu nasıl anlarız? Genellikle kişilerin horladığını ilk önce eşleri fark eder. Yüksek sesle horlarken birden ses kesilir. Nefes alımı durur ki bu uyku apnesidir ve daha sonra ani sıçrama ile tekrar gürültülü horlama devam eder. Genel olarak uyku apnesinin tablosu budur. Uyku apnesi tedavi edilmezse neler olabilir? Uyku apnesinin temelinde oksijensizlik vardır. Vücudun temel elementlerinden birisi olan oksijendeki bu düşüş, beraberinde bir çok hastalığı getirebilir. Örneğin, kandaki oksijeni pompalayarak vücuda yetiştiren kalbin, bu düşüş karşısında az miktardaki oksijeni yetiştirmek için normalden daha fazla çalışması gerekir. Buna bağlı olarak ta taşikardi, aritmi hipertansiyon gibi ciddi kalp rahatsızlıklarına neden olabilir. Ayrıca, oksijensizliğe bağlı olarak beyinde tahribat oluşabilir. Kısmi felç gözlenebilir. Bunlar dışında birçok çalışmada uyku apnesinin şeker hastalığını tetikleyebildiği de belirtilmiştir. Uyku apnesinde tedavi seçenekleri nelerdir ve protezin yeri nedir? Günümüzde uyku apnesinin tedavisinde CPAP maskesi veya horlama protezi uygulanmaktadır. Daha önce de belirttiğim gibi, CPAP maskesi hastalar tarafından daha zor kullanılmakta ve buna bağlı olarak tedavi yarım kalmaktadır. Horlama protezinin kullanımı daha kolay ve konforludur. Gerek horlama gerek oksijensizlik gerekse uyku apnesinde CPAP’a göre çok daha etkilidir. Hasta tarafından kabulü de daha kolaydır. Horlama protezi nasıl ve ne zaman kullanılıyor? Kişiye özel hazırlanan horlama protezi, geceleri uykuda kullanılır. Dişler üzerine oturan protez, alt çeneyi ileri ve aşağı konumlandırarak, sarkmış olan dokuları tekrar eski gerginliklerine kavuşturarak soluk yolunu açar, horlama ve uyku apnesini engeller. Protezin etkili olabilmesi için günlük altı saatlik kullanım yeterli oluyor. Yapılacak muayeneye göre, çene yapısı uygun olan herkes horlama protezini kullanabilir. Protez, ilk geceden itibaren 34 hafta içinde artarak etkisi gösterir. Hastalığın şiddeti ve hastanın durumuna göre tedavi süresi 4 ile 12 ay arasında değişiyor. Öncelikle, hiçbir cerrahi müdahale gerektirmez. Kullanımı ve taşıması hem kolay hem de rahattır. Asıl etki, 34 hafta içinde gözlemlenmesine rağmen, çoğu zaman ilk gecede horlama ve uyku apnesini keser. Son olarak da, diğer tedavi yöntemlerine göre ucuzdur. l http://www.horlamatedavisi.com www.dentgroup.com.tr C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle