Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 ARALIK 2014 / SAYI 1501 Kent sürgünleri anlatıyor 3 Diyarbakır da hızla “dönüşen” kentler arasında yerini aldı. ESRA AÇIKGÖZ T ürkiye’nin hemen her şehri büyük bir “dönüşüm”ün eşiğinde. Her şehirde daha bir griye boyanıyor toprak, daha bir parlıyor zeminler, daha bir yukarı yukarı yükseliyor binalar. Onların gölgesinde yaşam savaşı verenler de var ama; daha önce köylerinden kentlere sürülen, yoksulluğu ve yoksunluğu paylaşarak büyüyen ve hâlâ mahalle kültürünü bilenler. Gazeteciyazar Gülşen İşeri, NotaBene Yayınları’ndan çıkan “Ateşin ve Sürgünün Gölgesinde Kentsel Dönüşüm” kitabında işte bu insanlara çeviriyor yüzünü. Bizi onların acılarına, sürgünlerine, mücadelelerine ortak ederken, kentlerin silinen ruhlarında bir geziye çıkarıyor; Bir de kendi geçmişinde. Zira o da üzeri biraz kazındığında kentsel değil, rantsal olduğu aşikâr bu dönüşümün mağdurlarından. Dokuz yaşındayken köyünden sürülüp vardığı Küçükarmutlu da “temizlenip dönüştürülecek” alanlardan. Öyleyse gelin sözü ona bırakalım... Bu, kentsel dönüşüm üzerine yazdığınız ikinci kitap. Tekrar bu konu üzerine yazmaya neden gerek duydunuz? “Metropol Sürgünleri” 2010’da çıktı. Orada da kentsel dönüşüm hikâyelerinin izini sürdüm, ama bir yanı eksikti; daha çok metropollere yüzümü dönmüştüm, İstanbul, Ankara ve İzmir’e. Oysa Türkiye’nin her noktası kentsel dönüşüm alanı. Yaşanılanlar canımı sıkıyordu, bu kadar büyük bir mesele var önümüzde, barınma hakkının devlet gaspıyla insanların elinden alındığı bir dönem yaşıyoruz. En çok da bende yarım kalan hikâyeler için yola çıkmak istedim. Ve nerelere vardınız? Ankara, İzmir, İstanbul, Diyarbakır, Mardin, Van, Antakya ve tabii ki Gezi Direnişi… Ülkenin doğusuyla batısının aynı dertten mustarip olup, doğunun bu derdi dillendirmeyi ötelemesi ve ötelerken de kentsel dönüşüm yapması benim için kırılma noktasıydı. Diyarbakır, beni çok üzdü. Suriçi’nde yıkılmış binalar, moloz yığınları arasında yaşamaya devam eden aileleri gördüm. Mantık hep aynı; evini verenler gitmiş, vermeyenler de moloz yığınları arasında yaşıyor. İkna olmayanları içten yok etmek istiyorlar. Onlar da bir Gazeteci yazar Gülşen İşeri, “Ateşin ve Sürgünün Gölgesinde Kentsel Dönüşüm” kitabıyla gökdelenlerin ve TOKİ’nin tek tip binalarının arasında kalmış insanların yaşadıklarını anlatıyor. Tabii mücadelelerini de. Gülşen İşeri süre sonra yıkıntılar arasında yaşamaktan vazgeçecek. Bu kitapta Van’ın da özel bir yeri var, barınmak onlar için o kadar zordu ki! Kışın gittim Van’a, sorunu daha iyi görebilmek için… O insanlara dokunmak sizi yakar, ama dokunmadan dertlerini anlayamazsınız. Küçükarmutlu’da yaşayan biri olarak kendi göç hikâyenizle başlıyorsunuz kitaba. “Kentsel dönüşümün” sadece gözlemcisi değil, muhatabı, mağdurusunuz da. Dönüşecek bir mahallede yaşamanın en zoru ne? İlk yıkım deneyimimi dokuz yaşında yaşadım. O kadar tuhaf bir duygu ki bu; hiçbir yere ait değilsin! Ait olduğunu hissettiğin köyün bile senin değil. O yüzden sürgün denilen o kavramı içselleştirdik. Sadece dört duvarın yıkımı değildi elbette, 20 yıldır yaşadığım yerde anı biriktirdim, sokağında acılarım var, kendimi rahat hissettiğim bahçem var. Evle birlikte ağaçlar dikmiştik, emek verdik. Bunlar basit gibi görünen ama yaşayanlar açısından çok mühim… Sürekli sürgün olma korkusuyla yaşıyorsunuz. 90’da başlayan bu süre zarfında korkumuz hiç gitmedi, ama mücadele etmeyi de öğrendik. Barınmanın meşru bir hak olduğunu örgütlü mahalleler çok iyi biliyor. Ancak karşınızda güçlü bir devlet yapısı var, 90’larda buldozerlerle mahallelere giren zihniyet 2000’lerden sonra stratejisini değiştirdi. TOKİ’yi bize “modernite” diye yutturdular. “Sizi güzel binalarda yaşatacağız” dediler. Ardından da çeşitli yasalarla yıkımı meşrulaştırdılar. Türkiye’nin her yerini afet riski ilan etmek tesadüf değil! Ben İstanbul’u bir umut belleyen, o umudu acıya dönüştürülen çocuklardan biriyim sadece. Anlatılan herkesin hikâyesi, acısı… Gezi de dönüşüme karşıydı Üstelik şehirlerde kentsel dönüşüm; köylerde HES’ler, santrallar... İnsanların barınma hakkına karşı saldırı her yerde... 2000’lerden sonra kentsel dönüşümü duyduk. Bazı mahalleler çok erken tanıştı. Kimileri belediyelerin ikna yöntemlerine kanıp, 50 yıl yaşadıkları mahallelerindeki evlerini ucuza verip TOKİ konutlarına borçlandılar. Bahçıvan parası, aidat derken daha da yoksullaştırıldılar. Bunu yaşayanlar çok pişman ama artık geç. Bundan ders çıkaran mahalleler de var. İstanbul Gaziosmanpaşa Sarıgöl, 1100 hanelik küçük bir Roman mahallesi. Belediye insanları kandırarak 300 haneyi yıkmış, kalanların etrafında koca koca binalar yükseliyor, moloz yığınları öylece duruyor. Üstelik inşaatların etrafında hiçbir güvenlik yok! İnsanlar kaderine terk edilmiş ama mücadele de sürüyor. O mahallede bir başına mücadele eden Hacı Şadi amcanın sözünü hiç unutmuyorum: “Bizi lüks konutlara koyacaklarmış, havuzlu vs… Sen bana bakınca fakir olduğumu anlarsın, bu devlet bizimle dalga mı geçiyor”… Devlet halkı düşündüğü için kentsel dönüşüm yapmıyor, ranttan pay almak için yapıyor. Aynı mantık köylerde de var. Suyun satılması ne demek? Köylünün suyunu satıyorsun! Bir yandan doğayı katlediyorsun, bir yandan doğal kaynakları yok ediyorsun, kültürü, yaşamı hiçe sayıyorsun ve kalkıp zenginleştiriyoruz, diyorsun! Sizce neoliberalizmin rant üzerinden yükseldiği bir dönemde, şehirlerde, köylerdeki bu kıstırılmışlıktan kurtulmak mümkün mü? Bilmiyorum. Bazen umutsuzluğa düşüyorum, bazen de bir başına da olsa mücadele edenleri görünce umutlanıyorum. Ama umutsuzluğu umuda çevirmek de güç değil… Gezi Direnişi beklenmedik bir anda ortaya çıktı. Bedeli ağırdı ve sekiz genç yaşamını yitirdi. Kitapta onlara saygı olsun diye her birinin aileleriyle görüştüm, çünkü kentsel dönüşümü Gezi Direnişi’nden ayırmadım. Bu isyan, ortak yaşadığımız soruna dur, demekti. Bunun adı kentsel dönüşüm, bunun adı talan edilen ormanlar, bunun adı özgürlüğümüze vurulan darbe… Belki yeniden böyle bir direnişe ihtiyacımız var. Belki o zaman mümkün olur umut ve o zaman gülebiliriz kocaman. l YENİ YILA EĞLENMEYİ BİLEN BİR ARKADAŞINLA GİR. Dört yılda yaşanan değişim İlk kitaptan bugüne ne değişmiş? Mesela Sulukule; dört yıl önce insanlar orada yaşıyor ve mücadele ediyordu. Şimdi villalar dikilmiş. 40 yıllık Sulukuleli yaşadığı yerde yabancı! 70 bin liraya halkın elinden aldıkları evler şimdi 700 bin liradan alıcı bekliyor. Ancak villaların balkonu Sulukule’nin arkasındaki Sultan Mahallesi’ne bakıyor. Sultan Mahallesi’ndekiler “zenginlerle komşuyuz” diyerek dalga geçerken, villalarda yaşayanlar onların da gitmesini istiyor… Keza Tarlabaşı’nda tarihi binaların nasıl yerle bir olduğuna tanıklık ettik. Soylulaştırmanın en somut örneğiydi Tarlabaşı. l MINI SÜR. EĞLENCE BAŞLASIN. Yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer derler. Senin de 2015'ten beklentin eğlence ise MINI'ler maceraya her an hazır. Tüm MINI tutkunlarının yeni yılı kutlu olsun! MINI İLETİŞİM MERKEZİ: 0850 2522020 C MY B