15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 KASIM 2014 / SAYI 1493 3 örgütleyip, TIR’larca yardım topluyor. EğitimSen otobüsler kaldırıyor. Biz on yazar bir araya gelmek için çok uğraşıyoruz (gülüyor). Her şeye rağmen fiili katılım sayısı hiç de az değil, hele de edebiyatçıların böylesi hayati konularda eylem yaptığının pek de görülmüş bir şey olmadığı düşünülürse... Belki bütün dünyada bu böyle. Edebiyatçı giderek daha marjinal bir konuma itiliyor. Sözünün eski ağırlığı yok. Sosyal medya çağında artık herkes yazıyor. Medyanın da edebiyatçıyı çok ciddiye aldığını sanmıyorum. Bir edebiyat piyasası oluştu. Bire bir yazarlar bundan suçlu diyemeyiz, ama bir parçasıyız, biz de bir metaya döndük. Star sistemi hepimizi eğip büküp yamulttu. Çuvaldızı kendimize batırırsak, edebiyatçılar ortaya çıkıp söz söyleme yeteneğini kaybetti. Görüş birliği de yok aramızda. Ben çok inanmıyorum böylesi ayrımlara ama İslamcı ve laik yazarlardan söz edebiliriz. Ama hepimiz üst kimliğimize demokrat desek de, Kürt lafı belirir belirmez, bu kimlik kırılıyor. Türkiye insanı yazarı da dahil Kürt lafından çok korkuyor. Yazarlar geçen hafta Kobani için bir cümle kurdular. Sonra da Kobani’nin cümlelerini dinlemek için sınırın yolunu tuttular. Kimler yoktu ki ekipte? Murathan Mungan, Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz, Vivet Kanetti, Seray Şahiner, Işıl Özgentürk, Hatice Meyrem... Biz de çağrının sahiplerinden Aslı Erdoğan’la Kobani’yi, çağrının sebebini, edebiyat dünyasının eylemsizliğini ve insanlığı konuştuk. IŞİD Türkiye’de kazanabilir Çağrınızda “Bakalım Kobani bize nasıl cümleler kuracak” diyordunuz. Ne duydunuz? İtiraf edeyim ki, bütün izlenimlerimi söze dökebilmiş değilim. Bir sınıra bakmak, bir kilometre ötende savaşı görmek, gerçek bir bombardımana tanıklık etmek; çok sarsıcı. Toz, duman, alevler içinde bir kent... Diğer yandan dayanışma, direniş gibi sözcükler anlam kazandı. Bölgeden yoğun yazar katılımı oldu, 42 kişilik bir yazar ekibiydik, sınırın sıfır noktasında zincir kurduk. O kadar yalnız değilmişiz diyebilmek güzeldi. Ayrıca oradan Türkiye’nin ikiyüzlülüğü çok çıplak görünüyor. Devlet için bir pazarlık aracı sınır. 12 kişi, sırf sınır vaktinde açılmadığı için ölmüş mesela. Cenazeler bekletiliyor. Yöre halkı, sınırda IŞİD’e katılımı önlemek için nöbet tutuyor. Kobani buradan büyük gözüküyor, minicik bir kasabaymış meğer. Kadıköy kadar bir yerde on bin kişi tanklara, toplara karşı savaşıyor, savaşıyor, savaşıyor. Sürekli cenaze geliyor. İçeriyi hayal bile edemiyorum. Sığınmacı kampını da gezdiniz, nelerle karşılaştınız? Çok yoğun insan acısıyla; yoksulluk, yoksunluk... Sokaklarda barınmaya çalışan 100 bine yakın insan... İnsanlar yardımcı olmaya çalışıyor, ancak kaynaklar çok kısıtlı. Devlet hepi topu altı bin kişilik kamp kurup diğer 120 bine hiç aldırmıyor. Özellikle çocuklarla beraber kaldığımız kamptan herkes çok etkilendi. İlk fırsatta tekrar gitmeyi düşünüyorum. Keşke bölgeden ve dışardan bir yazarın sürekli kalacağı bir nöbet çadırı kurabilsek. Sığınmacı kampları için ne yapabiliriz; Türkiye’ye, batıya nasıl taleplerle gidebiliriz; bunları konuşmalıyız. Son olarak şunu söyleyeyim; Kobani’nin düşmeyeceğine eminim, IŞİD orada kazanamayacak. Ancak benim korkum Türkiye’de kazanması. Türkiye’nin bir savaşa çekildiği gibi kötü bir sezgiyle geldim. l Sözcükler, stratejilerden güçlü olabilir ESRA AÇIKGÖZ Fotoğraf: VEDAT ARIK G eçen hafta edebiyatçılar Kobani için cümleler kurdular. “Kobani için Çemberden çıkmak için... açılacak koridor Türkiye’nin iç barışı ve huzuru için çok önemli. Direnişçileri “Görüş ayrılıklarını, siyasi ve kişisel selamlıyorum” dedi mesela Emrah Serbes. çatışmaları bir kenara bırakalım” “Kobani kalesi düşerse, barış zor ayakta diyordunuz çağrınızda. Yazarlar arasında duruyorken, düşer. Koridoru aç” diye seslendi bu ne kadar başarılabildi? Murat Uyurkulak. Murathan Mungan’ın Biriki küçük kişisel kırgınlıktan dolayı temennisi netti: “Bu ülkede her zaman katılmayan olduğunu işittim. Ama bence seyirciler olmuştur. 12 Mart’ta da, 12 Eylül’de beklenenden daha başarılı olduk bir araya de oldu. Kimi zaman zulme ve zalimlere gelmekte. Bir de tabii sınıra gelemeyenlerin sadece desteğimizle değil, daha çok ciddi gerekçeleri de var. Seyahat engeli, sessizliğimizle yandaş oluruz. Bunlar hastası olan var. Can Öz, Burhan Sönmez, yaşanırken sessizliği seçenlerin vicdan ve Behçet Çelik, Özcan Karabulut son anda ahlaklarını yeniden gözden geçirmesini ümit kişisel işleri çıktığından gelemediler mesela, ediyorum.” Aslı Erdoğan’sa cümlesiyle başka bir çağrının kapısını araladı. “Şimdi kuşatılmış durumdayız. Bir süreliğine yan yana durmadan bu çemberi kıramayız. Kobani’ye doğru yola çıkalım.” Murathan Mungan, Sema Kaygusuz, Ayşegül Tezören, Seray Şahiner, Vivet Kanetti, Hatice Meyrem, Menekşe Toprak, AKP’nin Kobani politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Işıl Özgentürk, Sine Erkul, İlkay Akkaya’nın Suriye’deki iç savaş Türkiye’ye sıçramadı demek, bir yalan. Hükümetin içinde olduğu bir grup 25 Ekim’de bu IŞİD’e yardımlarından, ona oy verelim ya da vermeyelim, hepimiz çağrıya kulak verip sınıra yollandı. Bu sefer sorumluyuz, çünkü vergilerimizle destek oluyoruz. Dolayısıyla Türkiye cümlelerini oradan kurmak, Kobani’nin onlara taraf değildir deme lüksüne sahip değiliz. Türkiye’de de IŞİD örgütleniyor, ne diyeceğini, dinlemekti hedef. Biz de Aslı güçleniyor. Üniversiteleri polis desteği alarak basıyor. AKP, Kobani bir Erdoğan’la yazarların nadir de olsa bir araya Kürt meselesidir, deyip “Ne PKK, ne IŞİD” gibi sahte bir denklem kuruyor. gelmeyi başardıkları bu çağrıyı, izlenimlerini Sığınmacıların alınmasını bile lütuf gibi sunuyor, oysa bunu uluslararası ve Kobani’yi konuştuk. sözleşmelere göre yapmak zorunda. Kobani sizin için ne ifade ediyor? Koridorun En zor soruyla başladık. açılacağına, peşmerge Pek çok anlam ifade ediyor, geçişlerinin başladığına günden güne değişiyor dair haberler çıkmaya anlamı, derinleşiyor. Anlamını başladı. kendi buluyor. Ben sözcüklere Büyük devletlerin hep mesafeli durmuşumdur; de oturdukları kirli bir ancak altı haftadan fazladır pazarlık masası kurulu. ölümüne bir direniş var Eminim binlerce telefon Kobani’de; son mermiye gidip geliyor bu devletler dek sürecek, direnecekler arasında. Koridor açıldı belli. Direniş gibi sözcüklere deniyor, ancak nasıl bir burun kıvırdığımız, romantik numara dönüyor belli bulduğumuz bir çağda, değil. Dolayısıyla hâlâ ölümüne direnen bir kent orada olmak lazım. görüyoruz. Biz de onlarla Yazarlar sınırda Kobani’yi dinlerken... Biz yazar olarak sözün direnmeyi öğreniyoruz. Tabii ölümsüzlüğüne, insanların insani trajedinin yoğunluğunu kardeşliğine, dayanışmaya inanıyorsak bunu söylemenin en doğru yeri da unutmamalı. Yüz binin üzerinde insan Kobani. Sadece Suruç’la Kobani arasında değil, bütün ülkeler, bütün halklar kaçtı geldi, çadır kentlerde perişanlar. Kentleri arasında koridor açılabilir. Türk’tü, Kürt’tü, Aleviydi, Sünniydi, Suriyeliydi; gözlerinin önünde yanıyor. Belki akrabaları umursamadan, bir insanlık koridoru açalım, insan olduğumuz noktada orada. Suruç’ta oturanların da akrabaları var buluşalım, diyeydi benim çağrım. o tarafta. Onların, ölümüne bir çatışmanın Bunca stratejik, politik söylemin arasında bu cümleler havada ortasında kalışını izliyorlar. Politik görüşleri ne kalmıyor mu? olursa olsun, bu büyük bir trajedi. Bir de şöyle bakalım, belki de olayın özü o söylemler değil, belki de onlar Hele de yakınları sadece öldürmekle saçma detaylar. Onlar; bize para ve petrolü dünyanın en önemli şeyiymiş yetinmeyen, işkence etmeyi kendine bir gibi sunan kapitalist sistemin kurguları. Benim insanlık, dayanışma laflarımın savaş yöntemi edinmiş IŞİD’in saldırısı önemsiz ve de romantik tınlamasına yol açan da bu sistem. İnsan hayatı altındayken... niye petrolden, Barzani’nin, Amerika’nın çıkarından önemsizmiş, anlatabilir IŞİD korku mekanizmasını çok iyi misiniz? Kuşkusuz ben Barack Obama kadar güçlü değilim, ama benim kullanıyor. Kafa kesmeler, diri diri gömmeler... sözüm onunkinden daha kalıcı olabilir. Buna neden inanmayayım? l Ben yakınlarımın IŞİD tarafından kuşatıldığını bilsem çıldırırdım herhalde. Aslında hepimizin yakını onlar; kapı komşularımız. Halkların arasındaki sınır hakikaten derinleşti. İnsanlar sokağa çıkıp birbirlerine saldıracak hale geldiler. Ciddi provokasyonlar oldu. AKP de insanları sıkıştırdıkça sıkıştırıyor. Her protestoda gaz bombaları yağıyor. İnsanlar patlama noktasına çok yakın ve bu çok tehlikeli. Tüm bunları göz önüne alarak da bu çağrıyı yaptım, aramızda bir insanlık koridoru açalım, diye. Nasıl karışılık buldu? İlk emaille duyurdum. Taktik hatalar yaptım, keşke sosyal medyayı daha fazla kullanabilseydim. Bilmiyorum ama oraları. Change.org’daki kampanyayı bile bir arkadaşım açtı. Neyse; ilk iki yanıt aynı anda geldi. Biri; İzlandalı milletvekili Brigitta Jonsdottir’dandı; “Ben ne yapabilirim, orada olmalıyım” diye alev alev bir email. Diğeriyse Türkiye’den bir entelektüeldendi; “Lütfen beni listenizden çıkarın”! Ama sonraki yanıtlar çok olumluydu. Çağrı, Fransız, İsveç, Norveç ve İngiltere’de PEN’e gitti. ama her şekilde biz de varız dedikleri için ruhen bizimleydiler. Ne işiniz var orada diyene rastlamadım. Koca bir insanlık trajedisi olurken gitmenin ne anlamı var, demek çok zalimce zaten. Lale Mansur bizimle evindeki kabanları Kobani’ye yolladı mesela. Bu bile bir şey. Korunaklı çemberinden dışarıya çıkmak için bir hamle bu, bir koridor işte. Hem gidenler yazar, bir şekilde bu onların edebiyatına yansıyacak. Mutlaka bir şekilde başkalarına da gidecek... İslamcı yazarlardan da destek mesajları geliyor. Bizde aramızdaki dikenli telleri tespit ediyoruz... Sponsor bulunsaydı, belki daha çok gelen olurdu. Çünkü uçak biletinin bütçesini sarstığı yazarlar da var; ben dahil. TYS ve PEN seyrek buluşan, ortak antolojilerde bir araya gelen bir topluluk. Örgütlü değiliz maalesef. Tabipler Odası bir haftada kampanya Kim demiş Obama’nın sözü benden kalıcı diye! Jacques Ranciére Cahil Hoca ZİHİNSEL ÖZGÜRLEŞME ÜSTÜNE BEŞ DERS Felsefenin elması Joseph Jacotot'nun başına düşmüştür: 1818'de sürgünde bir devrimci olan Jacotot, Belçika'da Fransız edebiyatı okutmanı olarak yarızamanlı bir iş bulur. Tek kelime Fransızca bilmeyen Flamanlara, kendisi de tek kelime Flamanca bilmediği halde hocalık etmek zorundadır... Fénelon'un ikidilli bir "Telemak" baskısı koşar imdadına; "öğrencileri"nin kendi kendilerine Fransızcayı ve kitabı öğrenmelerine kılavuzluk eder. İnsanın bilmediğini de öğretebileceğini gösteren bu tuhaf deneyin sezdirdiği kaçınılmaz sonucu anlamakta hiç gecikmez Jacotot: Bilen ile bilmeyenin, öğreten ile öğrenenin, kol emekçisi ile zihin emekçisinin, kısacası zekâların eşitliği. Çeviri: Savaş Kılıç ISBN13:9789753429665 144 sayfa Bu şaşırtıcı hikâyeyi ve Jacotot'nun felsefesini anlatan Jacques Rancière hem eğitim üzerine çok özgün bir düşünce sunuyor hem de zekâların eşitsizliğini ve bilgi hiyerarşisini bahane eden toplumsal eşitsizlik tasavvurlarına önemli eleştiriler getiriyor. "Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır," diyen "Cahil Hoca", eğitimciler ve eğitim sistemi üzerine kafa yoranlar için olduğu kadar siyaset felsefesiyle ilgilenenler için de ufuk açıcı bir kitap. metis metiskitap.com /metisyayınevi /metiskitap T 212 2454509 F 212 2454519 E [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle