Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 KASIM 2014 / SAYI 1495 7 Fotoğraf: MANEKİ NEKO Mizah ve hayal gücü en büyük silahlarımız Doğu Yücel’in yeni kitabı “Güneş Hırsızları”nda öfke de var umut da. En karanlık öykülerine bile ince bir mizah sızıyor. “Gerçekliği eleştirmek için hiçbir tür, bilimkurgu ve büyülü gerçekçilik kadar geniş olanaklar vermez” diyor Yücel ve ekliyor: “Okuyucuyu çekmek istediğim yer de tam olarak burası. Fahrenheit 451, 1984, Mülksüzler’in yazıldığı, okurların o kitaplarla uyanışa geçtiği ruh hali... Mizah ve hayal gücü bizim en büyük silahlarımız.” ALİ DENİZ USLU azar Doğu Yücel, “Hayalet Kitap” ve “Varolmayanlar”ın ardından pusulasını yine öyküye çevirdi. Yücel, “Güneş Hırsızları”nda hırsları için hayattan ışığı bile çalmaya kalkışanların hikayesini yazıyor, öykülerinde karanlıkta güneşi arıyor. Yaratıcı hayal gücü, sözünü esirmeyen sivri dili, ezberbozan tavrı ve yırtıcı mizahi ile tadını damakta bırakıyor “Güneş Hırsızları”. “Hayalet Kitap” ve “Varolmayanlar”dan sonra yeni çalışmanız “Güneş Hırsızları” öykü kulvarında insanı sarsan, zaman zaman ezber bozan bir çalışma. Çıkış noktanız, muradınız neydi? Her öykünün bir derdi, tasası var mutlaka. Ama şimdi fark ediyorum ki, en büyük, en temel derdim iyi öyküler yazmaktı. Gençken okuduğum, beni içine alan, her birinde bambaşka karakterlerle tanıştığım ve zekice olay örgüleriyle beni büyüleyen öykü kitaplarını düşündüm. Calvino’lar, Borges’ler, Vian’lar, Maupassant’lar, Buzzati’ler… Öykü geleneği günümüzde farklılaştı. Bu kitabı yazarken özellikle yeni örnekleri de takip etmeye çalıştım. Ama akılda kalıcılığı olmayan, “çok kısa” süren veya karakterin iç sesinden ibaret öykülerle karşılaştım. Bu kitapta öncelikli derdim her biri birbirinden farklı, her birinin ayrı bir dünyası olan on iki öykü yazmaktı. Bunlardan ikisinin, yine günümüzde çok yazılmayan novella uzunluğunda olmasını istedim. Yaşayan öyküler yazmak en büyük derdimdi. Sayfalardan taşıp okurların hayata bakışını değiştiren, renklendiren öyküler… Okurlarından aldığın yorumlara göre daha önce böyle bir etki bıraktığın oldu mu? Ne mutlu ki, oldu. İlk aklıma gelen örnek ilk kitabımdaki “Bariyer” isimli öykü. Bu öyküden sonra “Artık ne zaman bir otopark bariyeri görsem ürperiyorum, sizin öykünüz aklıma geliyor” diye çok yorum aldım. Çünkü benim sevdiğim iyi öyküler bende böyle bir iz bırakırdı. Mesela Haldun Taner’in “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” öyküsünü okuyan biri sonsuza kadar değişir çünkü ondan sonra göreceği bir at, asla sadece bir at olmayacaktır. Ya da Stephen King’in “Rita Hayworth’ı Seven Adam”ını okuyan biri için duvardaki posterler anlam değiştirir. Ben de bu yüzden “Güneş Hırsızları”nda gündelik objeleri kullanmaya çalıştım. Tarak, tespih, dişçi kerpetenleri gibi objeler bu kitaptan sonra yeni anlam kazanabilirler. Benzer bir etki yol süpürme araçları, troleybüsler ve kediler için de yaşanabilir. Uyarıyorum! Öyküler kapınızı çalmıyor, zorluyor bazen de kırıyor. Eşikte beklediği zamanlar az. Biraz öfkeli gibi geldi. Yazmaya başlarken neler sizi besledi, Y sanki memleketin ruh hali de sızmış içeri gibi. Öfke beslendiğim duygulardan biri elbette. Bazı öykülerde bu öne çıkıyor. Ama bence kitabın genelinde kendi öfkesiyle dalga geçen bir taraf da var. En karanlık öyküde bile mizahtan uzaklaşmadım. Bu açıdan son bir buçuk senedir yaşadığımız, bir ağlayıp bir gülen halimizin bir yansıması olduğunu söyleyebilirim. Zaten öykülerin çoğu o çalkantılı günlerde yazıldı. Benim kuşağımın ve hayata benim gibi bakanların öfkesi, kırılganlığı, endişesi mutlaka her öyküye orasından burasından sızmıştır. Fantastik bir dünyadan yazıyorsunuz. Metaforlarla gerçekler arasındaki sınır flulaşıyor. Okuyucuyu çekmek istediğiniz yer tam olarak neresi? Bence tam tersi, çok gerçekçi bir dünyadan hayal gücünün bana verdiği araçlarla yazıyorum. Gerçekliği eleştirmek için hiçbir tür bilimkurgu ve büyülü gerçekçilik kadar geniş olanaklar vermez. Zaten tarihe baktığımız zaman baskının arttığı dönemlerde mizah ve bilimkurgu altın yıllarını yaşamıştır. Okuyucuyu çekmek istediğim yer de tam olarak burası. “Fahrenheit 451”, “1984”, “Mülksüzler”in yazıldığı, okurların o kitaplarla uyanışa geçtiği ruh hali... Mizah ve hayal gücü bizim en büyük silahlarımız. Türkiye’de geçen seneye kadar düşsel edebiyata dair ciddi bir önyargı vardı. Artık azaldı. Çünkü “V For Vendetta” olmadan Gezi Direnişi’nin olamayacağı fark edildi. Hırsları için Güneş’i çalanlar “Güneş’in doğmadığı gün” diyorsunuz “güneşimizi çaldılar ve hepsinden önce umudumuzu...” “Güneş Hırsızları” neredeyse ortaokuldan beri kafamda tasarlayıp durduğum bir öykü. Kendi hırsları için hayattan ışığı çalmaya kalkışanlar her daim hayatımızda vardı. Benim aklımdan da hep şu öykü geçiyordu: Bir gün uyanıyorsunuz, bir bakıyorsunuz güneş doğmamış. Biraz bekliyorsunuz, güneş doğmak bilmiyor. Dünya geceye mahkum oluyor ve kimse sebebini anlayamıyor. Sonra Güneş’in çalındığı ortaya çıkıyor. Ama kim, nasıl, ne zaman orası meçhul! İşte bu fikirden yola çıktım. Dediğin gibi metaforla gerçek arasındaki çizgi belirsizleşti. Tabii bu durum edebiyat için tehlikeli. Alegori bir noktadan sonra kabak tadı verir. Umarım tadını kaçırmadan “Güneş Hırsızları” ile hem daha önce söylediğim bilimkurgu klasikleri gibi muhalif kimliğe sahip hem de tek başına bakıldığında da zevkle okunan bir bilimkurgu öyküsüne imza atabilmişimdir. “Güneş Hırsızları” bir seri başlangıcı olabilir mi? Bugüne kadar yazdığım tüm kitapları görünmez bağlarla birbirine bağlı bir serinin parçası gibi görüyorum. “Güneş Hırsızları” özelikle ilk kitabım “Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları”yla kardeş gibi diyebilirim. Kitaptaki bazı hikâyelerin ilk kitabımdaki hikâyelerle yakın akrabalıkları var. Mesela “Hayatın Gıcık Anlamı” isimli öyküm “Ölümsüzlüğün Gıcık Sırrı”nın bir nevi devamı. Birbiriyle ilgisiz olsa da, ilk kitaptaki “Bin Bir Gündüz Masalı” ile bu kitaptaki “Aynasız Güzelin Masalı” birbirlerinin yansıması gibi… l “Ben başardım, çok iyi bir hayatım var” Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı, risk altındaki çocuklar için önleme programı yürütüyor. Olumsuz koşullarda yaşayan çocuklar, gönüllü abla ve ağabeyler sayesinde mutlu, başarılı birer genç oluyor. Etkinliklerin temel amacı, çocuğa “sen değerlisin, bir bireysin, eğitime devam etmelisin” mesajını vermek. Sokaklar çok tehlikeli Programın gönüllü ağabeylerinden Onur Yusuf Macit, öyküsünü anlatıyor: “Risk altındaki mahallelerden birinde büyüdüm. 1213 yaşlarında her şeyden umudumu kesmiştim. Hayattan hiçbir beklentim yoktu. Kendimi değersiz ve önemsiz hissediyordum. Okulu bırakmıştım. Kardeşim vakfa geliyordu. Fulya Giray (vakıf başkan yardımcısı) benim hayatımı değiştirdi, defalarca eve geldi vakfa gelmem için. Ama ben gelmek istemedim önce. Kimseye güvenemiyordum. Önce bu binayı sevdirdi bana. Buradaki ilgi ve sevgi beni hayata döndürdü. Farklı biri olmak istemeye başladım. Suça karışan, o ortamlardaki arkadaşlarıma kızıyordum, onlardan uzaklaştım. Evimizi de değiştirdik. Ben başardım, şu an çok iyi bir hayatım var. Babamın yapmadığını yaptım, ailemi bir araya getirdim, yeniden aile olduk. Aynı sofraya bile oturulmazdı eskiden, aynı evde yabancı gibiydi herkes. Babamı da yargılamıyorum, kendince nedenleri vardı ilgisizliği, davranışları için. Dört yıl önce de vefat etti. Sokaklar aslında çok tehlikeli, bazı mahalleler çok tehlikeli. Yeniden okula başladım, akşam lisesine gidiyorum. Konservatuara gitmek, şan bölümünde okumak istiyorum. 18 yaşına gelince bu program için gönüllü oldum. Belki buradaki diğer gönülüller kadar verecek şeyim yok çocuklara ama ben onlar için rol modelim.” l B u yazı aslında, 12 yaşında hayattan umudunu kesen Onur Yusuf Macit’in öyküsü. İlgisiz, sevgisiz, olumsuz bir baba modeli, şiddet dolu bir arkadaş ortamı, tehlikeli bir sokak, yarıda bırakılmış eğitim yaşamı, büyük bir değersizlik hissi... Öykü böyle başlıyor. Sonrası ise Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’nın büyük desteğiyle gelen bir kişisel başarı öyküsü. 20 yaşındaki Onur Yusuf, şimdi Konservatuar Şan bölümü için hazırlanan bir lise öğrencisi, kendisine benzer öyküleri olan çocuklar için ise başarılı, mutlu, özgüvenli bir rol model. Dezavantajlı kesimlerde, zor koşullardaki yaşam tarzı, şiddeti, öfkeyi, eğitimsizliği ve yoksulluğu barındırıyor. Bunlardan en çok etkilenen gruplar da çocuklar ve gençler. Bu koşullarda yaşayan çocuklardan kimisi, eğitimini tamamlayamadan küçük yaşlarda çalışmaya başlıyor, şiddete başvurarak suça karışabiliyor. Aile bireylerinin haklar ve sorumluluklar anlamında bilgi ve donanımının, şiddet ve çatışma çözme bilgilerinin olmaması sonucu, çocuklar hak temelli hizmetlerden de yararlanamıyor. Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı (TCYOV) suça sürüklenerek tutuksuz yargılanan, tahliye edilmiş ya da risk altında yaşayan 1218 yaş arası çocuk ve gençler için “Gençlik Merkezi” adlı bir “önleme” modeli uyguluyor. Halen programa 20 çocuk devam ediyor, 7 üniversite öğrencisi de gönüllü olarak çalışıyor. Kadıköy’deki vakıf merkezinde, her pazar günü düzenli olarak sürdürülen programda, çeşitli atölye ve programlar aracılığı ile çocuklarda özgüven duygusunun gelişimi, farkındalık yaratılması FİGEN ATALAY Soldan sağa: Cansu Aksoy, Onur Yusuf Macit, Sibel Eslek ve proje koordinatörü Sema Tuzcu. Burası bir tür sosyal klüp. Öncelik saygı, sonra sevgi. Etkinliklerin temel amacı, çocuğa ‘sen 77 milyon kişiyle aynı değerdesin, bir bireysin, ayaklarının üstünde durmalısın, eğitime devam etmelisin. Sen değerlisin ve bunu farketmelisin’ mesajını vermek. Üniversite gençleri için burası bir laboratuvar ve referans. Okullardaki rehberlik servisleri çok önemli. Bu durumdaki çocuklar rahatça farkedilebilir ama çok yetersiz.” Sokakta oynamayı ve gezmeyi seven 13 yaşındaki F.E ile üniversiteye hazırlanan lise son sınıf öğrencisi 17 yaşındaki ablası K.E, vakıfta yaptığı herşeyi çok eğlenceli bulan 12 yaşındaki N.K, daha iyi bir gelecek için mutlaka üniversiteye gitmek isteyen lise 3. sınıf öğrencisi 16 yaşındaki G.Y. programa devam eden çocuklardan bazıları. Maltepe Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun olan Cansu Aksoy ve Yeditepe Üniversitesi Psikoloji bölümü öğrencisi Sibel Eslek de gönüllü gençlerden ikisi. Aksoy ve Eslek, bu çalışmalarla büyük bir manevi tatmin yaşadıklarını, önyargılardan kurtulduklarını, çocuklardan çok şey öğrendiklerini anlatıyor. Vakfın Proje Koordinatörü olan Sema Tuzcu ise önümüzdeki günlerde, bu programla yeni tahliye olmuş 10 çocuğa ulaşacaklarını belirtiyor ve “Gönüllü olmak isteyenler, vakfımıza, bu çocuklara destek vermek isteyenler, bize ulaşın. Hem buradaki kütüphanemiz hem cezaevleri için kitap da topluyoruz. Kitap bağışı da bekleriz” çağrısında bulunuyor. l figenatalay@yahoo.com ve aktif bireyler olarak toplumsal yaşamlarını sürdürebilmeleri için destek veriliyor. Ayrıca; her çocuk ve genç için bireysel bir gelişim planı hazırlanarak, sosyal, eğitsel ve psikolojik destek mekanizmaları kullanılıyor. Çocuklarla uygulamaları, vakıf koordinatörü eşliğinde gönüllüler yürütüyor. Müzelere, parklara pikniklere de götürülen çocuklar ve gönüllü üniversite öğrencileri, bu yaz Edremit’te bir hafta tatil de yapmışlar. Ey Devlet, görevini yerine getir... Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Nevin Özgün, programın ana hedefinin “önlemek” olduğunu vurgulayarak, şunları söylüyor: “Çocuk adalet mekanizması önlemeye yönelik olmalı ama Türkiye’de cezalandırıcı sistem var, onarıcı adalet sistemi yok. Oysa linç kültürünün geliştiği ülkemizde bu çok önemli. Çocuk hakları sözleşmelerine taraf olan ey Devlet, görevini yerine getir. Öğrenciler NASA uzmanlarıyla Doğa Koleji NASA Kulübü öğrencileri, NASA görevlileri ile video konferans sistemiyle görüşme yaptı. Ataşehir Doğa Koleji 4. sınıf öğrencilerinin katıldığı bağlantı sırasında, NASA’da görevli bilimadamı Umut Yıldız ve Oxford Üniversitesi’nde görevli bilimadamı Selçuk Topal, uzay, galaksiler ve bilim konusunda kariyer yapmayı hedefleyen öğrencilere, merak ettikleri konularla ilgili bilgi verdiler, önerilerde bulundular. l C M Y B