Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 5 EKİM 2014 / SAYI 1489 Pekinel kardeşlerden bir davet: “Renkleri Duymak, Sesleri Görmek” G üher ve Süher Pekinel, ilk konserlerini verdiklerinde altı yaşındaydı. Dokuz yaşındayken Ankara Filarmoni’yle çalıyorlardı. Aradan geçen yıllara 22 albüm, binlerce konser, onlarca ödül sığdırdılar. Dünyanın farklı yerlerindeki önemli orkestralarla çaldılar; Berlin Filarmoni, Viyana Filarmoni, New York Filarmoni, İsrail Filarmoni, Londra Filarmoniya, Concertgebouw Amsterdam, Los Angeles Filarmoni, İngiliz Oda Orkestrası, Fransız Ulusal Orkestrası, Tokyo Filarmoni... Şimdi üçüncü uluslararası çapta yayımlanan albümleriyle karşımızdalar. “Renkleri Duymak, Sesleri Görmek”, algıları tersine çeviren bir albüm. Temelleri çok eskilere, küçüklüklerine dayanıyor. “Küçüklüğümüzden beri tüm sanat dallarının aktif birlikteliği bizleri bitmeyen bir yolculuğa da yönlendirdi” demeleri bundan. Vassily Kandinsky ve Franz Marc’ın 1911’de kurduğu ressamlar birliği Blauer Reiter (Mavi Süvari) akımının etkisi büyük bu albümde. “İç içe geçmiş sanatsal ve sosyopolitik strüktürlerin müziksel belgeseli diyebiliriz bu DVD’mize. Klasik, impresyonist, expresyonist ve modernizmin başlangıcını birleştiren, aralarındaki yakınlık ve değişim akışını gösteren bir program” diyorlar. Bırakalım onlar anlatsın... İnsanın alışılageldik algılarını yıkan bir isme sahip albüm; “Renkleri Duymak, Sesleri Görmek”. Bu başlık bizler için olduğu kadar CD’yi dinleyen ve DVD filmini görenler için de çok ESRA önemli. Her ikisi aynı AÇIKGÖZ zamanda piyasaya çıkmış olsa da değişik duygular yaratıyor. Küçüklüğümüzden beri tüm sanat dallarının aktif birlikteliği bizleri bitmeyen bir yolculuğa da yönlendirdi. Bütünlüğü arayan bizler için bu, hiç durmadan akan bir suyun parçası. Renkler ve sesler arasında nasıl bir ilişki var sizce? İnsanoğlu binlerce yılda geçirdiği evrim ile zannedilenin üstünde içsel bir güce sahip. Bunun bilincine varış ise her şeyden önce kişisel gelişimle mümkün. Müziğin renklerini içimizde duymadan geliştirmemiz mümkün değil. Birlikte çalıştığımızda algıladığımız renkler birbirine benzese de farklı ton duyumlarından yola çıkıyoruz. Beethoven giderek azalan ve zamanla kaybolan duyu yetisini, içsel olarak yarattığı renk duyumu ve sesleri polifonik bir biçimde algılamasıyla abstrakt biçimde beyninde canlandırıyor, aynı zamanda bir nevi görerek kâğıda aktarıyordu. Rembrandt’ın son derece loş, mum ışığı altında yarattığı eserlerindeki ışık algısı; bunun bir başka göstergesi. Goethe’nin Scriabin, Delaunay ve Kandinsky’nin müzikle ilgili renk teorilerinde buluşan yelpaze aslında sanat dallarını birleştiren çok doğal bir oluşum. Nedir Blauer Reiter akımına çeken, etkileyen? Renkleri duymak aynı zamanda sesleri görmeyi de içeriyor. Lise yıllarında Kandinsky’nin iki kitabından “Punkt und Linie zur Flaeche’’ ve “Das Geistige in der Kunst”tan çok etkilendik. 1911 yıllarında başlattığı resimdeki dönüşüm noktası Almanya’da “Blau Reiter’’ ve “Bauhaus” gibi çok önemli oluşumları beraberinde getirirken; Birikimlerimizi gençler için kullanıyoruz Genç müzisyenlere yönelik çalışmalarınızla da takdir topluyorsunuz. Neden önemli genç müzisyenlerin desteklenmesi? Almanya ve USA’da okurken, önemli müzisyenlerin yanı sıra devam eden yıllarda menajer ve CD firmalarından da çok büyük destek gördük. Maestro Karajan, Zubin Mehta, Sir Colin Davis gibi alanında saygın şeflerin mentor olarak büyük yardımı hayatımızı müzikal açıdan da çok etkiledi. Bize zamanında verilen imkânları, birikimlerimizi bugün çeşitli projelerle üstün yetenekleri keşfederek ve onları bir dünya ismi olma yönünde yetiştirerek kullanıyoruz. Onlar müziğin geleceğini yönlendirecek ve uluslararası platformlarda Türkiye’nin de varlığını hissettirecekler. Müzisyen olmak, sanatçı olmak büyük bir sorumluluk. Toplumu kültürel olarak en iyi şekilde besleyebilmeleri için her açıdan donanımlı olmaları gerekiyor. Bu donanımı da sağlayabilmek için bizler her türlü zaman, birikim ve ilişkilerimizi devreye sokuyoruz. Alanında bilinen hocalar ve okullara yönlendirmenin yanı sıra en iyi enstrümanlarla çalışmalarını sağlıyoruz. Bu projede kalabilmek için tarafımızdan seçilen yetenekler, her sene uluslararası bir yarışmaya girerek kendilerini kanıtlamak mecburiyetindeler. Böylece isimleri de değişik platformlarda duyulduğundan, geleceklerini belirleyecek beklenmedik fırsatlar önlerine açılabiliyor. l Notaları gördüğünüzü, renkleri duyduğunuzu hayal edebilir misiniz? Güher ve Süher Pekinel’in son albümü işte bu soruya yanıt veriyor. “Renkleri Duymak, Sesleri Görmek”, dinleyenin algı dünyasında farklı bir boyut açıyor. bilindiği gibi Fransa’da yeniliğe susamış değişik akımlar, müzik, resim ve edebiyatta birbirleriyle iç içe yeni oluşumlara temel hazırlıyordu. Her ne kadar sanat tarihi belki de en hızlı değişimini Rönesans döneminde yaşamışsa da, bugüne ulaşan değişim daima vardı. Önemli olan bir sanatçının etrafındaki akımları ne kadar derinden izlediği ve bu akımlardan nasıl etkilendiği ve aktardığıdır. 1970 ve 1985 arasında Münich’te yaşadığınız dönemde boş vakitlerinizi resim yaparak değerlendirdiğinizi biliyoruz... Evde yalnız müziğe değil, resme de yoğun bir ilgi vardı ve zamanla tutkuya dönüştü. Resim dersleri en sevdiğimiz derslerden biriydi. Kandinsky’yle yoğun olarak ilgilenmemiz Münih’te yaşadığımız dönemle başladı. Blauer Reiter akımı ile Lenbach Haus’a yerleşmiş Kandinsky, Klee, Franz Marc üçlüsünün ayrıca müziksel açıdan da bir trio oluşturması bizleri o günlerde devamlı yapılan etkinlikler ve seminerlere yönlendirdi. Bu arada Kandinsky’den etkilenmiş olan Bartok’un sonradan konçertoya dönüşen sonatını Berlin Filarmoni ve Münih Filarmoni orkestralarının iki değerli perküsyonistleriyle plağa almıştık. Daha sonra New York’ta Juillard School’dan arta kalan zamanımızı cumartesileri “Student Art Legue” resim kursunda geçirirdik. Konserler biriktikçe, ruhumuzu beslediğimiz ve tek kaçabildiğimiz yerler müzeler olmaya başladı. Hatta menajerlerimizi bu yönde etkilemeye başladığımızı sonradan fark ettik. Değişik bir talep olarak görseler de, önemli konserlerden sonra bir gün ekstradan kaldığımız o günler çok verimliydi. Geriye doğru bakınca bu ortamı yaratan tüm oluşumların bizi bugüne taşıdığını düşünüyoruz. Bu uluslararası çapta yayımlanan üçüncü DVD’niz. İçeriğini nasıl oluşturdunuz? Öncelikle geleceğimizi şimdiden belirleyen; görsel medya, internet. Bu süreci yakalayamadığımız takdirde müzisyen olarak da önümüzü görmemizin zorlaşacağının bilincindeyiz. DVD büyük bir sorumluluk. Olay sadece bir programı belgelemenin ötesinde, dünyaya hangi mesajı vermek istemenizle de yakından ilgili. İç içe geçmiş sanatsal ve sosyopolitik strüktürlerin müziksel belgeseli diyebiliriz bu DVD’mize. Klasik, impresyonist, expresyonist ve modernizmin başlangıcını birleştiren, aralarındaki yakınlık ve değişim akışını gösteren bir program. Mesela Debussy Bartok ilişkisi, “Bartok, Infante, Saygun üçgeni”; bunlar son derece entresan birleşimler. Etnelog olan Bartok Balkan halk müziğinin gelişimini derinlemesine araştırırken 1936’da Türkiye’ye de gelerek Adnan Saygun’la Anadolu’da Türk halk müziği üzerine araştırmalar yapmış ve 136’ya yakın topladığı halk melodi ve şarkılarının 67’sini seçerek komposizyonlarında değerlendirmiş. Nitekim şu an Türkiye’de Bartok müzesi mevcut. DVD’mizde bunlarla ilgili bizzat yazdığımız bir analiz de bulunuyor. Kısacası, her DVD ve CD çalışmamızda olduğu gibi, dünyaca bilinen Arthaus ve Unitel firmalarıyla titizlikle, araştırarak ve iyi bir ekiple çalışarak kendi belirlediğimiz konser salonlarında bu özel konser çekimlerini gerçekleştirdik. Bu arada DVD’mizde çekimini izleyeceğiniz konserimiz Zubin Mehta eşliğinde, Maggio Musicale orkestrasıyla, İtalya’da yeni açılan, akustiği muhteşem opera salonundaydı. l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr Müziğin ruhunu korumaya çalışıyoruz İ Grubun kurucusu Bahadır Han Eryılmaz. En sıradan hallerimize bile yön veren, ama farkında olmadığımız, olmaya korktuğumuz derinliğimiz. Hayat, aşk, kayıplar... İçimizle dışımızı birleştiren bu keşifler, Barista’nın arayışı. İşte Barista böyle tanımlıyor kendisini. Herkesin, yeni albümleri DayDream’in her notasında, içinde yaşattığı bir şeylerle karşılaşacağını umuyorlar. ve sonunda bir şeyler bıraktığını hissetmek smail Kocak, Bahadır Eryılmaz, Evren isterim. Bizimki, radyoyu açtığımda duymayı Arkman ve Naci Engin, dört yıl önce özlediğim müzik, elimizden geldiğince tabii. Kadıköy’de ufak bir stüdyoda bir araya Albüm kitapçığı elinizde, uygun bir ortamda gelirken, tam olarak neye başladıklarının zaman yaratarak, sözlerini ve hikâyelerini farkında değillerdi. Sade ezgilerin içindeki takip ederek dinleyeceğiniz bir müzik bu. doyum, Bahadır ve Evren’i yola çıkarmıştı. Her şarkıda farklı bir vokal Özgür Hazar ile atılan tohum, var. Nedir hikâyesi? Gökhan Büyükkara’nın da Eğer olağanüstü, muhteşem katılımıyla çiçek vermeye başladı. bir vokalistiniz yoksa (Steve Perry Volkan Cebeci, Crystal Hogg, Ian örneğin), her şarkıyı aynı sesin Barnson ve David Saylor gibi söylemesini, monoton ve sıkıcı birçok yerliyabancı müzisyenin bulmuşumdur. Bizim şarkılarımız katkısıyla DayDream’e ulaşıldı. gerçek hayat hikâyeleri üzerine Onlar için müziği bir ifade aracı inşa edildi; her biri için, şarkının olarak seçen herkes müzisyen! tadına uygun ve içindeki duyguyu Barista’nın heyecanla beklenen ilk ALİ DENİZ güçlendirecek vokalistleri seçmeyi albümü DayDream yayımlandı. USLU tercih ettik. Albümün arkasında pek çok Vokalleri nasıl seçtiniz? hikâye var. Bunlardan biri de Bazen cuk oturdu, bazen arayıp durduk. albümün kapak tasarımı. Deniz Üçuk Toplamda 12 vokalist var albümde, ayrıca 18 tarafından hazırlanan tasarımlarda bir de enstrümantalist görev aldı. sürpriz var. Kapaktaki artwork bizzat grubun Kayıtlar genelde analog? kurucusu Bahadır Han Eryılmaz’a ait. Ticari amaçları olan müzisyenler için Yaptığınız müziği nasıl analog miks ve master çok tercih edilmez, tanımlıyorsunuz? çünkü maliyeti artırır. Her şeyden önce, Bir şarkıyı dinlerken içimden geçtiğini gerekli ekipman her yerde yok ve emek yoğun bir işlem. Digital ortam müzisyenle dinleyiciyi birbirine daha yaklaştırdı. Öte yandan, şarkıları da birbirine çok yaklaştırdı: müzik artık bir hızlı tüketim kalemi haline geldi. İnsanların, içerik üzerine ilgileri yok. Radyo açıkken çoğu kez şarkıların değiştiğini fark etmiyorum; hemen hepsi, bilgisayarda üretilmiş, sentetik. Kuşaklar değiştikçe, “nerede bizim zamanımızdaki şarkılar” diyen öncekiler her zaman olacak, ama benim endişem müziğin içsel doyum ve dönüşüm gücünün yok olmaya yüz tutması. Albüm kapağının tasarımı çok özel... Önüme konulan hiçbir şeyi beğenmeyince, Kayhan “o zaman sen yap” dedi. İyi de oldu, çok zevk aldım. Kapak, içindekileri anlatıyor, hem fiziksel, hem duygusal olarak. Bundan ötesini dinleyicilere bırakıyorum. Barista Türkiye’deki müzikte nasıl bir boşluğu dolduruyor? Bir boşluğu doldurma iddiamız yok. İçimizden ne geldiyse o. Müzikalite açısından farkımız, fabrikasyon olmamamız ve yaşanılanlarla müzik arasında direkt ve açık bir bağın bulunması olabilir belki. Umarım dinleyenler beğenir ve bir bağ kurarlar. l C M Y B