01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hayat küçük projelerden oluşan büyük bir proje Hep bilmenin peşinde Sanem Çelik. Ona 12 yıllık bale eğitimini bıraktırıp tiyatro eğitimine geçirten de; şöhretin tepesindeyken doğrusunuyanlışını görebilmek, kendini anlayabilmek için Türkiye’den uzaklaştıran da bu; bilmek, öğrenmek güdüsü. Şimdi Derviş Zaim’in “Balık” filmi için geri döndü. O filmden de kendi payına öğrendikleri var. Kendi markamı oluşturacağım Ayakkabı tasarımlarınızı Ümit Ünal Berlin’de bir fuarda sergileyebileceğini söylemiş. Sizi bundan sonra bir marka olarak mı göreceğiz? Ben tasarımlarımla ilgili başka fikirler geliştirdim. Ümit Ünal’la yol alamadık. Tasarımlarımın sanat eseri niteliğinde olduğunu ve üretim aşamasında çok titiz bir çalışma gerektiğini söyleyerek beni cesaretlendirdiği için teşekkür ederim kendisine. Bu sayede kendi markamı oluşturma çalışmalarım başladı ve devam ediyor. Tasarımlarımı sevecek bir markayla anlaşınca tasarımlarımı vitrinlerde ve fuarlarda görmek beni mutlu edecek. Ben tasarlamaya ve aynı aşkla, titizlikle üretmeye devam ediyorum. 2005’te motor sporları dünyasına da adım attınız, hatta pistte araba yarışı yapıp, derece almışsınız... Araba kullanmayı severim. Teklif geldiğinde bu şansı geri tepemezdim. Şahane bir tecrübeydi. Laf aramızda, araba kullanmayı da yeniden öğrendim. Artık yolda daha dikkatliyim, çünkü araba kullanmayı bilenimiz yokmuş. l Şehirde doğdum, şehirde büyüdüm. İnkâr gerçeklerle anlaşmayı engeller. Ama her zaman doğayla beslendim. Doğayı aradım, buldum, sevdim, sevildim. Ne verdiysem, fazlasını aldım. Doğa bize dost, biz doğaya ne oldu da düşman olduk? Ben insanın burada çakralarının kapandığına, yani evrensel algılarının tıkanıklığına inanıyorum. Sadece sol beyinle eğitilen bir varlığın balans bozukluğu kaçınılmazdır. Popüler kültür hızla insanları öğüttüğü halde siz hep akılda kalmayı başardınız. Üstelik öyle sayısız sinema filmi ya da dizide oynayarak değil. Altı sinema filmi, yedi dizi var kariyerinizde. Neden unutulmadınız? Kalp unutmaz. İstanbul Üniversitesi bale bölümünde uzun yıllar eğitim aldınız, 12 yıl baleye emek verdiniz. Ancak lisans eğitiminde tiyatro bölümüne yöneldiniz. Neydi sizi o süreçte baleden oyunculuğa geçiren? Sanatlar birbirini destekler, bazen de köstekler. Ama bilmek, varsaymaktan iyidir bazen. Ben de bilmek istedim. Montaj, piyano, pandomim, resim, ayakkabı tasarımı... Bu kadar alana yönelmeniz yetinememekten mi, “ileri”si için kapı açma telaşından mı? Her bilgi bir öncekini destekliyor. Yaratım sürecimde önümü aydınlatıyor. Ben biraz detaycı ve öğrenmeye açık bir insanım. Arka planda bir işin ucundan tutan olmaktansa, işi sırtlanan olmak bana göre bir tavır. Bu sebeple bilgi benim için çok kıymetli. Öğrenme aşkım ilerisi için yeni kapılar açtırırsa, ne mutlu bana. Bir insanın artık kendini anladığı yaşlar olduğu söylenir 35’ten sonrasının. Bugünden düne dönüp baktığınızda pişmanlıklarınız neler? Yaptıklarından değil yapamadıklarından pişman olmalı insan. Yapacağını yapmış zaten, zamanı geri alamayacağına göre dönüşü olmaz teknik olarak. Ama o yapamadıkları yok mu; o hep aklını kurcalar. Bu yüzden pişmanlık yaşamamak için kendime, hayallerime hep kulak veriyorum. Kendime vakit ayırıp, kendime karşı özenli davrandığım için de hiç şikâyetçi olmadım. Oyunculukta 20 yılınızı dolduracaksınız neredeyse, geri dönüp bakınca ne kadar yol aldığınızı düşünüyorsunuz? Oyunculuk, tadına doyamadığım bir macera. Yapamadığım zamanlarda çok özlüyorum gerçekten. Keşke sinema ve dizi sektörü daha hızlı gelişebilse, genç ve parlak zekâların, fikirlerin yolunu açsalar ve aynı kalıpların içine sıkışmasak. Ben de elime geçen senaryoları okurken heyecanlanıp “Evet, ben bu işi sırtlanırım” diyebilsem. Tüm ekip aynı heyecanla yaklaşıp, yalnızca para kazanmak için orda olmadığımızın, “sanat” yaptığımızın farkında olsa. 20 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Ama benim çağdaş ve yenilikçi senaryolarla karşılaşma arzum hiç değişmedi. Umarım anlatabilmişimdir. Kendinize oyunculuk ve hayat anlamında koyduğunuz hedef; varmak istediğiniz yer var mı? Hayat küçük projelerden oluşan büyük bir proje. Ama büyük planlar ve büyük cümleleri barındırmayan bir proje. Kendini geliştirir ve akışına bırakırsan meyvesini toplarsın. Başarılı bir proje mi, yoksa büyük bir hayal kırıklığı mı; tamamen bitmeden bilinmez. Tamamen bitişine de şahit olamazsın zaten. Hayat kendinizi geliştirirseniz, size başarıyı sunar. Yerinde sayanın yanına yaklaşmıyor başarı. Yenilikçi, çağdaş, gelişmeye dair cümlesi olan işler yapmak istiyorum. Geriye gittiğimizi gözümüze sokan işler yapmayalım, lütfen. l [email protected] ESRA AÇIKGÖZ Demet Ş. Dinler İşçinin Varlık Problemi SINIF, ERKEKLİK VE DUYGULAR ÜZERİNE DENEMELER "İşçinin Varlık Problemi"ni oluşturan denemelerde sınıf, ezilme, mağduriyet ve erkeklik meselesini, duygular, performans, eylem ve örgütlenmeye dair yanlarıyla ele alıyor Demet Dinler. Politik yazılarda, akademik tezlerde, kuramsal kitaplarda görmeye alıştığımız bu konuları farklı bir perspektiften, yazanın öznel deneyimini de içine alan bir yerden, aynı anda hem kuramın hem deneyimin penceresinden inceliyor. Mağduriyeti ve madunluğu yenmek için "Önce kendini yok etmelisin!" diyor kitap yalın bir dille. Ama içsel hesaplaşmalar, yoğun emekler, cesaret ve korku dolu yüzleşmelerle kazanılmış, hak edilmiş bir yalınlık bu. "Bu düzen değişmeli" diyeceksek ütopyanın sorunlu yanlarına da kafa yormamız gerektiğini hatırlatan bu denemeler, umudumuzu bir kaybedip bir bulacağımız, ama mutlaka güçlenerek çıkacağımız bir yolculuğa davet ediyor bizi... Aşk bir kimya bozukluğuysa... İnternette bir arama yapınca sizle ilgili ağırlıklı iki başlık ortaya çıkıyor: “Güzel” ya da “huysuz”. Sizi tanımadan yapılan bu yorumlar incitiyor mu? Kişinin ne dediği sadece kendisini belirler. Siz her ne kadar içinde olmamaya çalışsanız da, özel hayatınızla ilgili haberler çıkıyor, sanki sevgilinizin olması dünyanın en garip olayı, haberi gibi. Diğer yandan ne yazık ki bunlar “ünlü” olmanın kaçınılmaz bedeli. Bu iş bu bedele değiyor mu? Bu durum bir oluşun, bir diğer oluştan beslenmesi sonucu. Görsel sanatlardan, önceliği alanlardan ve televizyondan sebeplenerek kendini var eden tüketici dedikodu anlayışı; varlığını, yaratmış olduğunu iddia ettiği ilizyonu tekrar yaratıp yok etme ikilemi arasında gidip geliyor. Oynanmakta olan insan varlığı bir maddeymişçesine top gibi hak ve hukuk sisteminin de önemsememesiyle savruluyor. Adaletin insan haklarıyla ilgili göz ardı edişlerinden biri bu durum. Doğru adımlar atmaya dikkat göstererek var olmaya çalışan bir ismin üzerinden yok etmeyi hedeflemek pahasına kazanılan her hesabın borcu ilahi güç tarafından ödetilir. Aşkla aranız nasıl? Harika. Aşkla arası iyi olmayan var mıdır? Sevgili ya da eş olmayı beceremeyenler olabilir belki. Ben hayatında birisi olunca zor kadın olanlardan değilim. Hayatı kolaylaştırmaya ve eğlenceli kılmaya çalışırım ilişkilerimde. Aşk da yaşamdaki en şahane duygulardan biri. Aşk bir kimya bozukluğuysa, onu sevgiye dönüştürebilmektir mucize. l Yaşamış ve ileriyi yaşamaya meraklı S anem Çelik, yedi yıldır Amerika’daydı. Derviş Zaim arayıp bir film projesinden bahsedince valizini topladı ve döndü. İki gün önce vizyona giren “Balık”, doğayla savaşa girişen bir balıkçının ve onun karşısında duran karısının hikâyesini anlatıyor. Aslında hepimizin geç bile kaldığı bir yüzleşmenin kapılarını aralıyor film; insanın doğa üzerinde kurmaya çalıştığı tahakkümü ve ona verdiği her zararla nasıl da kendini yok ettiğini gösteriyor. Çelik de bu yüzleşmeden kendi payına düşeni almış. “Eskiyi kapatıp bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğumuzun, birbirimize zarar vermemizin aslında kendimize olan zararımızdan kaynaklandığının ve bu dışa dönük zararların aslında birer birer bize geri döndüğünün anlaşılmasının zamanı” diyor. Röportajlarınızı uzun zamandır yazılı olarak veriyorsunuz. Bu karşı tarafa duyulan güvensizlikten mi, bundan sonra ardınızda bırakacağınız belgelerde sonsuz söz söyleme hakkı isteği mi, konuşurken söylediklerinizin sonra size yersiz gelmesinden mi; kısacası neden? Teşekkür ederim, leziz bir soru bu. Yanıtıysa; Seyircime ve okuyucunuza saygıdan. Bu yöntem bana daha samimi ve sıcak geliyor. Bu röportajı yüz yüze yapsak en fazla bir saat sürecekti. Oysa ben çok daha fazla zaman ayırıyorum. Zevkle ve sevgiyle… Yedi yıldır Amerika’daydınız, ama Derviş Zaim’in bir telefonuyla döndünüz. “Balık”ta sizi Türkiye’ye döndürecek ne vardı? Öncelikle yedi yıldır çok gelip gittim Türkiye’ye. Fakat Derviş Bey aradığında yine bir Amerika dönemiydi. Seyredince, kaçırılmayacak bir proje olduğuna dair bana hak vereceğiniz sebepler var bu filmde. Derviş Zaim’le 13 yıl aradan sonra yeniden birlikte çalıştınız. Sizin için nasıl bir yönetmen? Öğrenen, öğreten, dinleyen, düşündüren, yenileyen, değiştiren bir insandır Derviş Zaim. İnsanlığın doğadan giderek daha çok uzaklaştığı bir dönemden geçiyoruz. Öyle ki parklara bile tahammülümüz yok artık, rant alanı olarak görüyoruz her toprak parçasını. Denizlerimiz çöplük... Doğayla savaşa girişen bir balıkçının ve onun karşısında duran karısının hikâyesini anlatıyor “Balık”. İzleyeni için bir yüzleşme de getirebilir bu film. Size ne bıraktı? Bence dünyamızda yüzleşilmesi gereken sorunlar yarattık, gayet de başarılıydık. Şimdi uyanmamızın, bu sorunlarımıza çözümler üretmemizin ve yeniden yapılanmamızın zamanının geldiğine inanıyorum. Eskiyi kapatıp bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğumuzun, birbirimize zarar vermemizin aslında kendimize olan zararımızdan kaynaklandığının ve bu dışa dönük zararların aslında birer birer bize geri döndüğünün anlaşılmasının zamanı. Kişi önce kendini tanır, kendiyle barışır, kendini severse; o zaman çevresinde olup biten her şeye şükran duymaktan, el vermekten kendini alamaz. Sizin doğayla kurduğunuz ilişki nasıl? Kendinizi şehir kadını mı, doğa insanı olarak mı tanımlarsınız? Tam da tanınırlığınızın zirvesine çıkmışken her şeyi bırakıp Amerika’ya gittiniz. Nedenini sormayacağım, yanıtlamaktan bıkmışsınızdır. Benim merak ettiğim, “Sanem Çelik” adını içinde şöhret, önyargı, eleştiri, sevgi olmadan söyleyebilmek nasıl bir duyguydu, kendinizi sıfır zemininden görmek size ne öğretti? Madalyonun öbür yüzünü gördüm. Kendimle baş başaydım, şeffaftım. Karşınızdakinin hakkınızda doğruyanlış bir fikri olmaksızın, kendinizi tanıtabilme hali aslında çok doğal bir insanlık hali. İşte bunu öğrenmek istedim. Üstelik bir de çok doğru bir yere gitmişim. Sıfır zemin diyemeyiz, çünkü ben oraya gidince nötrleşmedim. Gittiğim yer, yani Amerika hepimizden ileriyi hedeflemiş, bir ortam yaratmış kendine. Amerika Amerika’ydı, ben bendim, yaşamış ve ileriyi yaşamaya meraklı. Bir röportajınızda Amerika’daki deneyiminizi; “bildiğimi sandığım kendimle yeniden bilmediğim bir yerde karşılaşmak ve üstümdeki kalıplaşmışlıklardan sıyrılmak” diyerek anlatıyordunuz. Nelerinizi bıraktınız Amerika’da? Kalıplaşmışlıklarımı. Durmak size ne öğretti? Beş duyumuzun önce birer birer farkına varıp, onları bir araya getirmemizin; aslında kendimizi dengede tutmaya yarayan ekibi topladığımız anlamına geldiğini. l İlk Basım: Ekim 3014 ISBN13: 9789753429719 176 sayfa metis metiskitap.com /metisyayınevi /metiskitap T 212 2454509 F 212 2454519 E [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle