22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

19 OCAK 2014 / SAYI 1452 3 Türkiye’nin ilk hippisi, kadın arkeoloğu, olimpiyat sporcusu Ortaya çıkardığı anıtlar gibi bir anıt kadın: Halet Çambel MİYASE İLKNUR Halet Çambel ve Nail Çakırhan (2005) Halet Çambel, Türk arkeoloji biliminin dünyada en tanınan ismi. Karatepe Hitit anıtları bugün varsa ve hâlâ korunuyorsa onun sayesinde. Film gibi bir yaşama imza attı Halet Çambel. Cumhuriyet kuşağı kadınlarının efsane isimlerinden biri o. Zekeriya Sertel’in “Türkiye’nin ilk hippisi” dediği Halet Çambel, arkasında anıtları gibi bir anıt isim bırakarak gitti bu dünyadan. “Ne yanıt vermeli acep” diye düşünürken İlhan Abi atıldı: Kıskanma Halet’ciğim kıskanma. Güzel kadın resimlerini sen sevmiyor olabilirsin ama belki Nail’le benim hoşuma gidiyor. Halet Hanım omuz silkeleyerek yanıt verdi: Ne kıskanacağım Allahını seversen? Cumhuriyet’e yakışmıyor. Nail’in de hoşuna gidiyormuş. Bak hele. Nail’in gözü beni bile doğru dürüst seçemiyor, nerde kaldı sizin arka sayfadaki yavruyu görecek. İlhan Abi, Halet Hanım’ı kızdırmak istiyordu. Yoksa kadınca kıskançlık duygularının Halet Çambel’e uzak olduğunu en iyi bilenlerdendi. Zira Halet Hanım’ın Nail Çakırhan’ın Sovyetler’de kalan eski karısı ve çocuğunun izini bir hafiye gibi sürerek bulduğunu da ondan dinlemiştim. İlginç bir öyküdür. Bu öyküyü geçmiş yıllarda Pazar Dergi’nin eski Genel Yayın Yönetmenlerinden Berat Günçıkan da yazmıştı. Nail Çakırhan, Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen olarak çalışırken aniden ortadan kaybolur. Yunus Nadi, Çakırhan’ın yeni bir komünist tevfikafatı nedeniyle gözaltına alındığı endişesiyle “Nail’i bulun” diyerek emniyeti ayağa kaldırır. Ancak olay Yunus Nadi’nin düşündüğü gibi çıkmıyor. Nail Çakırhan, meğer gözaltında değil Moskova’daymış. O yıllarda bütün komünist gençlerin hayali olan Moskova’daki Doğu Halkları Üniversitesi’nde öğrenci olmak üzere Sovyetler’e kaçmış. İkinci Dünya Savaşı’nın tamtamları çalmaya başlayınca Komintern ülkedeki bütün yabancı komünistlerden savaş karşıtı çalışmalarda bulunmaları için ülkelerine dönmelerini istiyor. Nail Çakırhan “eyvah” diyor. Zira Moskova’da evlenmiştir. Üstelik karısı Taisa da ha doğurdu ha doğuracak... “Çocuk ne olacak” diye soruyor. Kominternin önerdiği “Çocuk evleri”ni karısı kabul etmiyor. Bu kez gerekli ekonomik yardımın verileceği sözü veriliyor. Çaresiz Çakırhan, bu söze güvenerek İstanbul’a dönmek zorunda kalıyor. Aradan on üç yıl geçiyor. Çocuğun akıbetini Nail Çakırhan kadar merak eden Halet Çambel, Sovyetler’e yaptığı ilk gezi sırasında Nail Çakırhan gibi Nâzım’ın en yakın dostlarından Ekber Babayev’den bu konuda yardım istiyor. Ekber Babayev bunun “imkânsız” olduğunu söyleyince Şükrü isimli bir Türk sürgünün desteğiyle Taisa ve oğlunun peşine düşüyor. Halet Hanım resmi yollar yerine Türk usulü bakkala manava sorarak Taisa’nın izini buluyor. Taisa ve Rudik’le Moskova’da gizlice buluşuyorlar. Komintern sözünü tutmuş ve Taisa ile oğluna ekonomik desteğini savaş yıllarında bile aksatmadan sürdürmüş. Halet Çambel, eşinin oğlu ve ilk aşkının inatla peşine düşmüsini şöyle anlatmış Berat Günçıkan’a: “Ben oğlunu değil, Taisa’yı aradım. O Nail’in ilk aşkı, bulmak gerekirdi. İnat değil insani bir istekti bu...” Halat Çambel ile Nail Çakırhan 1940 yılında evleniyorlar. Çifti tanıştıran ise Halet Çambel’in çocukluk arkadaşı Mina Urgan. Nail Çakırhan, Mina Urgan ve bir grup arkadaşıyla Çambel’lerin yalısına yemeğe gidiyor. Burada tanışan ikili bir buçuk yıllık arkadaşlıktan sonra evleniyorlar. Kendisinden altı yaş büyük ve üstüne üstlük müseccel komünist, Nâzım’ın arkadaşı Nail Çakırhan’la evliliklerine ailesi karşı çıksa da onlar gizlice evlenirler. Dönemin iki aykırı kadını Halet Çambel ile Mina Urgan, birlikte kadınlara kapalı olan birçok alanda ilkleri başarararak hemcinslerine o kapalı alanların kapılarını açarlar. Zekeriya Sertel’in deyimiyle 1920’li yıllarda “Türkiye’nin ilk hippisi” dediği kadınlardandır Halet Çambel. Cumhuriyet kuşağından pek çok efsane kadın yetişmiştir. Ancak bunlardan Halet Çambel, Mina Urgan ve Behice Boran’ı diğerlerinden ayrı tutmak gerektiğine inanlardanım. Çünkü onlar mesleki başarılarının yanında aykırı duruşları ve komünist olmaları nedeniyle kadın olmanın dezavantajları dışında bir de komünist olmalarının getirdiği sıkıntıları da göğüslemek zorunda kalmışlardır. Halet Çambel de 1960 darbesinden sonra üniversiteden atılan 147’liklerden biri olarak bu çileyi çekenlerden biri oldu. l miyase@cumhuriyet.com.tr Hititolojinin anası D E şi Nail Çakırhan’la birlikte uzun yıllardan beri yerleştiği Akyaka’dayız. 1990’lı yıllardan birinde yaz tatili için kaldığımız Yücelen Otel’de lobinin tavanını işaret parmağıyla gösteren İlhan Abi (İlhan Seçuk), “Bak Miyase bu tavan da Nail Çakırhan’ın eseri” demişti. İki günden beri Akyaka’daydık ama İlhan Abi’nin dostları olan ve Akyaka günlerinde akşam sofralarında sürekli birlikte olduklarını bildiğim Halet Çambel’le eşi Nail Çakırhan’la henüz karşılaşmamıştık. Acaba Akyaka’da mı değillerdi? Nihayet üçüncü gün İlhan Abi, koltuğunun altında gazeteleriyle sahile geldiğinde müjdeyi verdi. Akşam Nail Bey ve Halet Hanım otele yemeğe geleceklerdi. İki efsaneyle aynı masayı paylaşmak olmanın heyecanıyla bir an önce akşam olsun diye sabırsızlanıyordum. İki efsane isim nasıl da birbirlerini bulmuşlardı böyle? Sahilde otururken “nasıl efasene olunur” diye düşünmüş ve sonunda doğru zamanda doğru yerde bulunmak ve doğru işler yapmakla olanacağı konusunda bir fikir oluşturmuştum kafamda. Akşam gün batmadan geldiler otelin sahildeki lokantasına. İlhan Abi beni tanıştırdıktan sonra “Nail Çakırhan, “Ben Nail Çakırhan” diyerek elini uzattı. “Sizi ve Halet Hanım’ı ilk kez görsem de çok iyi tanıyorum” dedim. “Bizi ne kadar tanıyorsun bilemem ama umarım sizi hayal kırıklığına uğratmayız” dedi Çakırhan. Yemeğe oturuldu. Nail Bey’in gözleri iyi seçemiyordu. Tabağına konan yemekleri eliyle göstererek “Halet bu nedir” diye soruyor, Halet Hanım, “Nail önündeki balık, sol yanındaki tabakta da salata var” diyor, Nail Bey ondan sonra yemeye başlıyordu. Halet Hanım’ın insanı rahatsız etmeyen otoriter bir tavrı vardı. Söz bir ara Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasına gelmişti. Halet Hanım, sanki gazetenin tek editoryal sorumluluğu bana aitmiş gibi eleştiriye başladı: Kuzum nedir o arka sayfanızdaki kocaman bir kadın resmi öyle. Yavrunuzun sayfası kabilinden bir sayfa tutturmuşsunuz gidiyor. Çok mu hoşunuza gidiyor. Bir kadın olarak ben rahatsız oluyorum sen olmuyor musun? ünya çapında tanınan ilk Türk arkelogu olan Halet Çambel’in film gibi bir yaşam öyküsü vardır. Halet Hanım, Hasan Cemil Çambel ve Remziye Çambel’in üçüncü çocuğu olarak 1916’da Berlin’de dünyaya gelir. Annesi Remziye Hanım, eski sadrazam ve Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa’nın kızıdır. Babası Hasan Cemil Bey ise, Almanya’daki Türk Askeri Ateşisi ve aynı zamanda Mustafa Kemal’in yakın arkadaşıdır. Sevr Antlaşması koşullarında ülkeye dönemediklerinden ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra İstanbul’a dönebilirler. İstanbul’a döndükten sonra Arnavutköy’de “Kırmızı Yalı” olarak bilinen yalıda yaşamaya başlarlar. Halet Hanımın, sonradan Robert Kolej adını alacak Arnavutköy Kız Koleji’nde aldığı eğitim, geleceğinin planlaması ve şekillenmesini sağlayacaktır. Zayıf bir çocuktur Halet Çambel. Kendi deyimiyle “Harp çocuğu”dur ve hemen her yıl iki ayını hasta yatağında geçirmektedir. Arkadaşı Mina Urgan gibi o da o günlerin moda hastalıkları tifo, sarılık ve dizanteri gibi hastalıkların pençesinden kurtaramaz kendisini. Ancak spora başlayınca bedeni bağışıklık kazanacaktır. Halet Çambel’in seçtiği spor dalları da sıra dışıdır. Okçuluk, eskrim ve japon güreşi jiujitsu ile ilgilenir. Amatörce başladığı sporculuğun onu sonraki yıllarda olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu olma sıfatını kazandıracağını elbette bilmiyordu. Lise yıllarında başlangıçta fizikçi olmayı düşlermiş. Ancak sanat tarihi öğretmenin konuları etkili biçimde anlatması ve uygulama olarak hafta sonları İstanbul’un tarihi ve arkeolojik yerlerine düzenlediği geziler Halet Çambel’in yüreğine arkeoloji sevdasını düşmesinde başlıca etkendir. 1935 yılında kazandığı bursla Fransa’ya giderek, Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji okur. Fransa’da üç yıl sürecek lisans öğreniminde arkeloji ile ilgili uygulamalar yanında Hititçe’yi ve eski İbranice’yi öğrenir. Yurtdışında öğrenimini sürdürken sporu da ihmal etmez. 1936 yılında yurda dönme hazırlıkları yaparken sürpriz bir teklif alır. Türk hükümeti Berlin Olimpiyatları’nda Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte eskrim dalında Türkiye’yi temsil etmelerini istemektedir. Çambel, Berlin olimpiyatlarında Türkiye’yi temsil eder. Aynı yıllarda babası Hasan Cemil Çambel de Türk Tarih Kurumu Başkanlığı’na atanmıştır. Atatürk’ün önerisi üzerine TTK tarafından yapılacak arkeolojik kazı yerinin seçimi için Cemil Çambel, Dr. Kurt Bittel’e danışır ve Alacahöyük seçilir. Halet Çambel’in arkeolog olmak istediğini öğrenen Bittel, onu Boğazköy kazısına stajyer olarak götürür. İlk kazı deneyimini Boğazköy’de geçiren Çambel, doktora çalışmaları için yeniden yurtdışına gitme planları yaptığı sırada II.Dünya Savaşı’nın başladığı haberi gelir. O nedenle bu arzusunu gerçekleştiremez. İstanbul Üniversitesi görev yapan Prof.Dr. H. Th. Bossert’ten asistanlık teklifi alır. Başlangıçta pek sıcak bakmadığı bu görevi Bossert’in ısrarları sonucu kabul eder. Prof.Bossert, Hitit uygularlığı kalıntılarının izini süren bir bilim adımıdır. Her yıl oluşturduğu bir ekiple Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde araştırma gezileri düzenler. Yaşamını değiştirecek ve bilim dünyasında büyük yankı uyandıracak Karatepe kazıları da Bossert’in bu gezilerinden birinde bir çobanın verdiği bilgiyle başlar. 1946 yılında başkanlığını Prof. Bossert’in yaptığı küçük bir araştırma ekibiyle Kayseri’ye gidilir. Amaç Kayseri ile Adana arasında kalan bölgede, Hitit eserlerinin izini sürmektir. Ancak gezi sırasında Feke ile Saimbeyli arasında bindikleri araç bozulunca ekibi yol üzerindeki harabe bir hana bırakarak Çambel ve hocası Feke’ye yürüme kararı alırlar. Kar ve tipi altında zorlu bir yürüyüşten sonra Feke’ye varırlar. Bu arada Feke’de tanıştıkları bir çobandan güneydeki Kadirli’nin doğusunda taştan yapılmış bir aslan heykeli olduğunu öğrenince Kozan’a doğru yola çıkarlar. Karatepe kazılarına bir ömür adar Halet Çambel. Bugün bile çalışmaları süren Karatepe’deki Hitit kalıntılarını gün yüzüne çıkarılması ile de yetinmeyen Çambel, bunların restorasyonu ve Karatepe’nin bir açıkhava müzesine dönüşümüne eşi Nail Çakırhanla birlikte yıllarını verirler. Nail Çakırhan içindeki keşfedilmemiş mimari yeteneğini ilk burada sergiler. Halet Çambel, yıllarca kaldığı Karetepe’de sadece kazı yapmaz, bölgenin gelişimi, köylülerin geçimi ve eğitimi ile de ilgilenir. Kooperatifler kurar, köylü kadınlara kök boyalarla kilimler dokutup bunları İstanbul ve Ankara’daki tanıdıklarına satılmalarını sağlar. Köylülere günde biriki saat okuma yazma dersleri verir. Nail Çakırhan’la birlikte köyde çiçek bahçeleri ve seralar yaparlar. Ancak kilim üretimi ve pazarlaması kadar çiçek yetiştirme işinde başarılı olamazlar. Çiçek bahçeleri bir süre sonra solar. Bahçedeki çiçekler solsa da ne gam. Halet Çambel’in okulda ve köyde yetiştirdiği fidanlar solmaz. Karatepe Açık Hava Müzesi onun adıyla anılır. Köydeki okul onun adını taşır. İstanbul’da kurduğu kürsü de öyle. Hitit tabletlerinin çözümüne verdiği katkıyı kim unutabilir ve Hititolojinin anası olma ünvanını kim alabilir ki elinden. l Necip Fazıl’ı tuttuğu gibi havaya kaldırdı Arkadaşı Mina Urgan anlatıyor: “Bizim şu maço toplumumuzda bile, Necip Fazıl kadar erkekliğiyle gururlanan bir kişi görmedim. Bir gün bizim evde kalabalık bir toplantıda, Necip Fazıl, oturma odasının ortasına dikilmiş, “Ben! Erkek! Ben! Erkek!” diyerek King Kong gibi, ünlü torsosunu yumrukluyordu. Halet Çambel’in yanına gidip, kulağına, “bu işe bir son ver” diye fısıldadım. Halet incecik bir genç kızdı. Ama Türkiye eskrim şampiyonuydu. Takımımızla birlikte Berlin Olimpiyatları’na katılmıştı ve şimdi karate moda olduğu gibi, o sırada moda olan jiujitsu’yu çok iyi biliyordu. Bu japon güreş tekniğini uygulayan 50 kiloluk bir kadının 100 kiloluk bir erkeğin hakkından gelmesi işten bile değildi. Halet, yavaşça ayağa kalktı, “ben, erkek!” diye göğsünü yumruklayan Necip Fazıl’a gülümseyerek yaklaştı. Sol ayak bileğiyle sağ el bileğini sıkıca tutup, seksen kiloluk Necip Fazıl’ı hop diye omuzuna aldı. Necip Fazıl çırpınıyor, ama Halet’in çelik gibi ellerinden kurtulamıyordu. Halet, omuzunda Necip Fazıl, evin içinde dolaşmaya başladı. Bizler de kahkaha atarak peşlerinden gidiyorduk. Yüzü allak bullak olan, tikleri artan Necip Fazıl, “rezil oldum, bırak beni, n’olur” diye fısıldayarak yalvarıyordu. Bizler “sakın bırakma!” diye bağırıyorduk. Sonunda annem araya girince, Halet gayet zarif bir omuz hareketiyle Necip Fazıl’ı sedirin üzerine atıverdi. Adamcağızın “Ben erkek!” gösterileri de böylece bitti. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle