03 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 TUĞRUL ERYILMAZ 19 OCAK 2014 / SAYI 1452 Tuğrul Eryılmaz’ın uzun yıllar yayın yönetmenliğini yaptığı Radikal İki’deki görevine son verildi, onunla birlikte 13 kişi de işten çıkarıldı. Eryılmaz kızgın ve kırgın değil, kendiyle birlikte işten çıkarılan gençlere üzülüyor en çok. İktidarın ve ana medyanın gençlerden korktuğunu söylüyor. Gazeteciliğe tekrar dönmek konusunda isteksiz ve umutsuz olsa da yaşamaya gazeteci olarak devam edeceğinin farkında. Onlar gazeteci ise ben neyim? Bu kâbus bir gün bitecek Hep kötünün iyisini seçmek zorunda kalmak bu ülkenin kaderi mi? Ehveni şer, şerlerin en kötüsüdür. Bizi buna razı etmek istiyorlar. Gazeteleri patronlar kadar reklamcılar yönetiyor. Nokta’yı hatırlıyorum, Ercan Arıklı bize reklamcılarla konuşmayı yasaklamıştı. “Siz karışmayın o işlere” derdi. Şimdi reklamcılarla genel yayın yönetmenleri, editörler omuz omuza çalışıyor. “Patron adam atın dedi”, “patron sayfa azaltın dedi”, meslek hayatımda üçüncü bir cümle duymadım. Mesela patron kötü gazete yapıyor diye adam attı mı hiç? Elbette ben tüm bu söylediklerimin içindeyim, şimdi dışından konuşmuyorum. Belki ben de kendim gidecektim, elime eteğimi çekecektim bu işlerden. İzmir’de bir evim var, en kötü kıçımı kırar orada otururum ama ya gençler? Örgütsüz kalmayı kabul ettik, asıl sorun da burada. Mesela İngiltere’deki gazeteciler sendikasının onbinlerce üyesi var. Türkiye’de ne kadar? Sonuç? Sindirilmiş adamlarla bir şey yapılmaz. Dizilerde vardır ya sindirilmiş karakterler, hikayenin bir yerinde mutlaka bir hainlik yapar onlar. Sözün özü taşra şehri yendi, bütün karanlığı ile çöktü üzerimize. Şimdi buradan laf çıkartacaklar ama demek istediğim küçümseme değil. Zihniyetten bahsediyorum Yaratılıktan yoksun, yetenekten uzak insanlar gazetelerin başlarında. Risk almayan, şüphelenmeyen, sahadan korkanlar, basın bültenleri ile doldururlar artı gazetelerini. Elbette dibi daha görmedik, siyasal iklim ile çok bağlantılı gazetecilik ve bu kabus bir gün bitecek. l T uğrul Eryılmaz gazeteciliğe kafa yoran açık tutmaktı. Biz bunu denedik ve cevabını pek çok kişinin yolunun kesiştiği ya da sonunda aldık! Zamanlama “manidar” mı? kesişmek istediği isimlerden. Ben gazeteciyim, becerebildiğim kadar Eryılmaz, Nokta, Yeni Gündem, Tempo, kişisel fikrimin haberin önüne geçmemesine Sokak, Cumhuriyet ve Yeni Asır dergi ve çalıştım. Bunu laf olsun diye söylemiyorum. gazetelerinde çalıştı, üniversitelerde ders Tek derdimiz bir ses olmaktı, zorluk çekenleri verdi. Pek çok gazeteciye hocalık, görünür kılmaktı. Eskiden “öteki” diye bir mihmandarlık etti. Gazeteciliğin ne olması, tanım yoktu, biz onlarla bağ kurup onların daha doğrusu ne olmaması gerektiğini sesi soluğu olmaya başlayınca bu egemenleri anlattı. 40 yıldır Türkiye’nin fırtınalı medya rahatsız etti, liberaller bile tahrik olmaya denizinde batmadan kaldı ama 1996’dan başladı. beri yayın yönetmenliğini yaptığı Gazetede artık gazeteciler Radikal İki’deki yayın değil değişik bir meslek grubu yönetmenliğine “dijital dönüşüm” çalışıyor. Peki, kim onlar? gerekçe gösterilerek son verildi. Misyoner onlar, daha kötü İşte hikâyenin özeti. bir kelime kullanmamak için Radikal İki’nin 17 yıl yayın misyoner diyorum. Kendilerini yönetmenliğini yaptınız ve üç adadıklarına aitler. Ya deliler gibi hafta önce işten çıkarıldınız. kemalist, ya deliler gibi AKP’li Nasıl geçti bu üç hafta, boşluğa ALİ DENİZ ya da deliler gibi cemaatçiler! İlk düştünüz mü? görevleri ait oldukları gruba karşı. Boşluğa düşecek zaman USLU Zaten biraz kafası çalışanlar da yok çünkü hayat devam ediyor, “şunu yaparsam özgürlüklerim bir yandan da para kazanmam kısıtlanır, kaybederim” dediği anda işlerini gerekli. Hem elli yaşında ruhsal sıkıntıları bitiriyor, vahim. atlatmak kolay, zaten maalesef Türkiye’desin, Siz bu sansür çemberine ne kadar maalesef burayı çok seviyorsun, burada girdiniz? yaşamak zorundasın ve de kararlısın burada Girdim, nasıl girmem! “Hadi bu hafta varolmaya, o yüzden kenara çekilmek, bunu biraz es geçelim, ucundan az görelim” boşluğa düşmek diye bir şey yok! diye diye budadık kendimizi. Ama korku Gazetelerin “dijital dönüşüm” derdi değildi bunun nedeni... Hiç değilse insanların “kentsel dönüşüm” gibi riyakarca geliyor laflarını söyleyebilecekleri bir yer kalsın bana, insansız gazeteler için bir kılıf değil diye dilimi tuttuğum çok oldu, çünkü çok mi bu? Öyle bir şey elbette var ama dönüşümün az kalmıştık. Şimdi her akşam, her kanalda bir kısmı da gerekli. Zira gazete başarısız. gazeteciler kanaat önderleri gibi konuşuyor. Biz başarısız olduk, gazete iyi yönetilmedi. Onlar gazeteci ise ben kimim? Mektup “Sen niye kaldın bu zamana kadar?” taşıyan adamlarla, televizyonda her gece diyeceksin. “Radikal İki”nin kapıları ırkçılık hükumet ya da cemaat savunanlarla “Atam ve ağır milliyetçilik yapmadığı taktirde sen kalk ben yatam” diyenlerle benim ortak herkese açıktı, benim derdim bu kapıyı noktan ne olabilir? Jacques Séguéla ünlü sözünü artık şöyle değiştirebiliriz belki “anneme gazeteci olduğumu söylemeyin o beni bir genelevde piyanist sanıyor”? Neredeyse öyle! İktidarın kaçırdığı ise gençler, zaten korkuları da gençler. Öfkeli misiniz olanlara? Ben önemli değilim, gençlerin harcanması önemli, öfkem buna. Bir şey yaratmışsın, sonra kendi ellerinle onu ortadan kaldırmanı istiyorlar. Beni işten atmaları da dert değil ama genç gazetecilerden ne istiyorsunuz? Gazetede muhabir yok, haberler servis ediliyor. Dijital gazeteciliği yanlış anlıyorlar, insansız gazete demek değil ki bu! Haberi kim getirecek! Sahadaki muhabire, savaşmak için nefere ihtiyacın var. Her taraf şef dolu ama savaşçı Kızılderili yok der Amerikalılar, hikaye buna döndü. Gazetelerde gazeteci ve muhabirden fazla köşe yazarı var, alın sayın. Ne kadar sürer bu durum? Son zamanlarda otosansür ve baskı arttı ama daha önce de vardı. “Aman çok Kürt haberi koymayalım, aman çok Ermeni bunlar...” Böyle günler yaşadık. Haber seçiminle belli et tarafını, büyük gör küçük gör ama bir gerçeği beş gazete beş farklı şekilde okursan canın cehenneme! Televizyonda da aynı saçmalık. Sondayız, tabii doktora diyebilir misin “tüm hastalar öldü, mesleğini bırak?” Geçen TGS’nin bir toplantısına gittim, “5N 1K ve V” demişler. V ne mi? Vicdan. Bu çok hoşuma gitti. Yaş ortalamaları da neredeyse 30. Daha güzeli yarısı kadın, bununla da yetinmemişler LBGT’li de var aralarında. Vicdan en ihtiyacımız olan şey, çünkü vicdanı olan kuşku duyar. Bunlar bize kuşkuculuğu unutturmak istiyorlar. “Ben senin ebeni öperim” diyor bir bakan gazeteciye. Var mı böyle bir şey? AKP’li olmasa sarhoş derim bu nasıl olur? İşin acı tarafı biz bunlara alıştık sanırım. 12 Eylül’den sonra askerlerin daveti ile oraya buraya giden gazeteciler, köşeciler şimdi de başbakanın ya da bakanların uçağına binmek için birbirlerini eziyorlar. Ama bunların hiçbiri gazeteci değil! Gazeteciliğe döner misiniz? Umut her zaman olsa da sanmıyorum. Zaten bir yerde 17 yıl çalışmak saçma. İstikrar adamı öldürür bir yandan. Gazetecinin içinde hep bir kıpırtı olacak, anarşist bir ateş yanacak, umarım okuyan anlar ne demek istediğimi. Ben senden şüpheleniyorum ile başlar bu meslek, “sizin de söylediğiniz gibi” ile değil. l Babanızın malı mı, sattırmecez Muğla’da uzun süredir devam eden, termik santral karşıtı direnişin simge isimlerinden biri Şenay Çaylı. Bunun sebebi de Özelleştirmeye Karşı Emek ve Bağımsızlık Mitingi’nde yerel şiveyle yaptığı konuşma. İşin aslı Çaylı, o gün annesini taklit etmiş çünkü santrala en çok karşı olan annesiymiş. ÖZCAN ÖZGÜR MUĞLA Muğla’daki termik santralların özelleştirilmesine karşı geçen yılın son günlerinde Milas’ta gerçekleştirilen “Özelleştirmeye Karşı Emek ve Bağımsızlık” mitingine, Muğla şivesiyle yaptığı konuşmayla damgasını vuran Şenay Çaylı, “Ben aslında o gün Bağyaka köyündeki annemi oynadım. Özelleştirmeye herkesten çok annem karşı” dedi. Türkiye’de 2014’ün son emek ve bağımsızlık eylemi olarak kayda geçirilen 29 Aralık’taki Milas Mitingi’nde Muğla şivesiyle yaptığı konuşma nedeniyle Çaylı damgasını vurmuştu. Herkesten alkış alan 1984 doğumlu, yeni evli Çaylı, o gün Ata Park’ta toplanan TGB’lilere, TKP’lilere, HDP’lilere, ÖDP’lilere, CHP’lilere, DSP’lilere ve hatta Ülkücülerle MHP’lilere, yani 25 bin emekçi ve emekçi dostuna şöyle seslenmişti: “Biz borlan zehirini, tozunu yuttug. Hasda oldug. Ayeçlemiz gurudu, döletimiz için türlü cefaya gatlandık. Gızannamızın kimi santralda iş buldu. Kimisi iş umud edip beklepduru. Başımızdekile de çıkmış satcez deypduru. Bubanızın malımı bu. Sattırmecezz!!!”(*) Şenay Çaylı’yı herkes gibi Yatağan’ın bir köyünden, köylü kadın sanıyorduk. Ancak bölgedeki termik santrallara kömür üreten GELİ’de (Güney Ege Linyitleri İşletmesi) bilgisayar işletmeni olarak çalışırken bulduk. Ama şive tamamdı… Şenay Çaylı yine de bir köy kadınıydı. Yatağan’ın kömür ocaklarının en çok olduğu köylerinden Bağyaka köyündendi. Ailesi oradaydı, Yatağan’a çalışmaya gelmiş ve bir yıllık da Yatağan’ın gelini olmuş. “Çocuk var mı?” diye sormaya kalktım. “Üç tane yap diye akıl verenler var. Biz bir tanesine cesaret edemedik. Çocuğu hangi geleceğe doğuracaksın ki? Daha biz geleceğimizi garanti altına alamadık” karşılığını verdi. “Umut var mı?” sorumuzu da, “Neredeyse 120 gündür değişik eylemler yapıyoruz. Bu soruyu ilk günlerde sorsaydınız ne derdim bilmiyorum. Ama Milas’ı gördükten sonra umudum arttı. Milas’taki birlik beraberliği görmeyenlerin gözleri kör, oradan yükselen sesleri duymayanlar sağır olmalılar” diye yanıtladı. Şenay Çaylı önlisans eğitimini tamamlamış. İş bulamamış. Santraldan ve kömürden en çok zarar gören köylerden birinden olduğu için GELİ’de kontenjandan işi kapmış. Özelleştirmeye neden karşı olduğunu da şu sözlerle anlattı: “Ben termik santralı ve kömür ocaklarını sadece çalışan olarak değil, bölgede yaşayan olarak herkesten çok tanıyorum. Çocukluğum santral isinin, kömür tozunun içinde geçti. Bizim köyün kızları tütün, zeytin amelesi olurdu. Ne zeytin var, ne tütün. Şimdi santralı da elimizden almak istiyorlar. Cefasını biz çektik. Sefasını özelleştirmeciler sürecek. Eğer bizlere kulak vermezler, bu santralları satarlarsa buralarda hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Şu anda baca gazı arıtma tesisleri iyi kötü çalışıyor, özel sektör çalıştırmaz. Kömür çıkarılırken koruma kurullarına haber veriyor. Kazı birlikte yapılıyor. Bundan sonra özel sektör haber vermeyecektir. Ülkenin enerji üretimi neredeyse tamamen özel sektörün eline geçtiği için sık sık elektrik zammı olacaktır. Sendikalı yaşam sona ereceği için daha az kazanıp, daha az harcayacağız. Bundan herkes zarar görecek. Aslında ben Milas’ta Bağyaka köyündeki anam oldum. Anamın derdini, Türkiye’nin derdini dillendirdim.” Tiyatroyla ilgisi olup olmadığına ilişkin de, “Tiyatro ile bir ilgim olmadı. Bir iki defa denk geldi izledik o kadar. O gün tiyatrocu olmaya gerek yoktu. Çalışmadan çıktım. Anam gibi, kendim gibi konuştum. Sorun yaşadığım sorun, şive benim şivem. Hem ben keşfedileli çok oldu. Eylemlerimizin ilk gününde Yatağan’da madenci heykelinin önünde konuşmuştum. O gün bu gün şivem sayesinde Yatağan, Milas işçi sınıfının sözcüsü haline geldim” yorumunu yaptı. l Yatağanlı işçilerin sesi Şenay Çaylı İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle