22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 EYLÜL 2013 / SAYI 1432 3 G Bugün susarsak, yarın nasıl konuşuruz! Hep yakın geçmişle karşılaştırılıyor içinde olduğumuz günler. Size göre durum nasıl? Geçmişte, 15 yıl önce, “durum daha kötüydü” diyenler için söylüyorum; “Tansu Çiller İktidarı’nı yıpratma” diye bir suç yoktu. Ya da örneğin, “Erbakan iktidarını alaşağı etmek” gibi bir suç tanımı da olmadı. İnsanların bir siyasal iktidarı yıkma, alaşağı etme hedefleri olabilir, suç bunun hangi araçla gerçekleştirileceğine dairdir. Keza, geçmişte “herhangi bir tarikatı kötüleme” diye, “onun hakkında kitap yazma”, “taslak aşamasına getirme” diye bir suç yoktu... Elimizdeki dosyalardan şunu anladık; Türkiye’deki siyasal iktidarın ve onun bileşeni olan Gülen Cemaati’nin otoritesine ayrı ayrı Devlet nefret çağrısı yapıyor. Bu tuzağa düşmeyen toplum, sokağa çıkıp demokratik hakkını kullandığı ise terör torbasından onun payına düşeni alıyor. Yeni medya da polis eliyle mi düzenleniyor? Son beş yılda Emniyet’te yazılmış fezlekelerin, sanık dosyalarının, polis notlarının aynı gün belli gazete ve televizyonlarda döndüğünü gördük. Sanıkların tutuklandıkları hakkında bilgiler karakola düşmeden gazetelerdeydi. Bizim de elimize çokça imzasız, mühürsüz polis notu geldi, tıpkı 28 Şubat günlerinde askerin kendine yakın gazete ve gazetecilere sızdırdığı gibi... Polis o zaman önce bir istihbarat toplayıp gazetecilere veriyor, sonra onu delil olarak mı kullanıyor? İşte bu iş artık böyle işliyor! Polisler gazete çıkartıyor. Birgün Gazetesi de dahil buna, OdaTv operasyonunda bir polis basın merkezi de kurulmuştu. O günlerden farklı olarak bugün polisin yanına MİT de eklendi. Başınıza bir şey geleceğinden korkuyor musunuz? Gazeteciliği korkucesaret bağlamında almıyorum. Beni sokakta bir polis tartaklasa kavga edemem, kaçarım, korkarım. Ama birini dövse haberini yaparım, fotoğrafını çekerim, kaçmam, her şeyi göze alırım. Böyle bir ayırımdan bahsediyorum. Bu benim gazeteciliğim adalet, hakkaniyet ve vicdandan oluşuyor. Bu bireysel anlamda korkmadığım azeteci İsmail Saymaz, 30 ayrı dava dosyasını incelediği yeni kitabı “Sözde Terörist”te annesiyle beraber cezaevinde volta atan iki yaşındaki Şana’nın, taş atan çocuk Berivan’ın, “parasız eğitim” pankartı açan Berna ve Ferhat’ın, oğlunu andığı için yargılanan Ayşe Karakaya’nın, Kürt sanılıp linç edilen Balgün Ailesi’nin, askeri casusluk örgütünün lideri denilen bir genç kadının ve daha onlarca “sözde terörist”in hikâyesini anlatıyor. “Terör Suçu” AKP ile iyice bıçak sırtı bir tanıma kavuştu. Sisteme aykırı, muhalif olan herkes “terör suçu” işlemiş sayılıyor, iki kişi bir arada yürüse “örgüt” olarak tanımlanıyor. Peki nedir “terör suçu”? Siyaset biliminde bile uzlaşılan tam bir tanım yok, yaklaşık 360 tanımlama var! En yaygını da sivil bir grubun devlete karşı silahla ayaklanarak, ondan siyasi bir çıkar elde etmesi ya da onu devirmesi, yıkması... Türkiye’de terör ile mücadele uygulaması Yazılar: ALİ özellikle 2005 yılından DENİZ USLU sonra tersyüz edildi. Kapsamı dönüştürüldü; sivilden devlete doğru değil de devletten sivile doğru, iktidarı devirmek için değil de iktidarın kendi gücünü pekiştirmesi için uygulanan bir enstrümana dönüştü. Artık suç istatistikleri ile terör soruşturması kapsamında açılan dava ve soruşturmalar ters orantılı. Çünkü Türkiye’de terör eylemi diyebileceğimiz olaylar sıfıra yakın, (silahlı eylemler) buna karşın onun yüzlerce katı fiili terörist bulunuyor! Terör enflasyonunda ciddi artış var yani? “Terör mahkemeleri” iktidarın manipülasyon aracı oldu. Muhalefet=terör! Özellikle 11 Eylül bu anlamda dünyada bir milat. Bu tarihten sonra polis eliyle tüm kamusal, sosyal ve siyasal alan düzenlenmeye başladı. Türkiye’de de siyasal otoriterin kendine tehdit gördüğü tüm unsurları yalnızca siyaset alanından değil kamusal alandan silip, vatandaşlıktan düşürüyor. “Özel Yetkili Mahkemeler” nasıl bir çıkmaz? Toplumda iki tür insan var; biri işlediği suçtan sonra yargılanan, cezasını çektikten sonra topluma katılan yurttaşlar, diğeri ise suç işlemeyen, eyleminin gelecekte suç oluşturacağı düşünülen, davranışının suç kapsamına girdiği varsayılan ve ceza alan yurttaşlar. Kehanetle suçu belirlenenler vatandaşlıktan düşürülür, kamusal alandan dışlanır, hayattan ötelenir. Özel Yetkili Mahkemeler bu mirası Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden aldı! ÖYM’lerde yargılanan sekiz bini tutuklu yetmiş bin sanıkla Türkiye, 12 Eylül mahkemelerinin rekorunu bile geride bıraktı. Tayyip Erdoğan dünün teröristiydi Gelelim “Sözde Terörist”e. Bu kitapta sıradan insanın bir anda nasıl terörist olarak suçlanıp hayatının kararabileceğini 30 ayrı dava dosyası ile anlatıyorsunuz. Bu kitapta arşivimde yüzlerce davadan 30 tanesi var. Davaları belli verilere göre sıraladım. Türkiye’deki tüm Özel Yetkili Mahkemeler’den örnek kararlar aldım. Yaş grubu, etnik aidiyet, kadın oranı... Halktan, sıradan insanlar ne kadar kolay terörist olabiliyorlarmış onu göstermeye, bir empati kurmaya çalıştım. Mesela Batman’da Belediye’nin kadrolu cenaze yıkayıcısı, bir PKK’lının başında görevi gereği dua ettiği için, bir Cuma hutbesi okuduğu için nasıl tutuklanır, hutbe okurkenki fotoğrafları nasıl fezlekeye konur. Fezleke nasıl iddianameye o da nasıl karara dönüşür, bunu anlatmak istedim. Tarihin herhangi bir döneminde neyin terör suçu olduğuna devletler karar verir. Mesela Tayyip Erdoğan dünün teröristiydi, Fethullah Gülen’in 71 Nurculuk davası vardı. İki takke, bir tespih suç aletiydi. Namaz kılınan bir ev basılmıştı, Gülen ve arkadaşları seccade, tespih takke ve saman yastıklarla tutuklanmışlardı. Said Nursi’ye özenerek namaz kıldırmak ve namaz kılmasıydı suçlama. Bugün de terörist olarak adledilen deliller iki pankart, bir kitap, üç defter. İşte Türkiye... Gezi Direnişi günlerinde Eskişehir’de katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın durumu ortada. Ama sorumlular da görevlerinin başında. Eskişehir Valisi katledilen Ali İsmail Korkmaz için önce arkadaşları dövdü dedi, sonra onu “İstanbul için” dediğini söyledi, sonra suça siviller karışmış olabilir diye değiştirdi. Mesela onun hâlâ görevinin başında olmasının bir izahı yok. Celallettin Cerrah’ın durup dururken Osmaniye Valisi olması da öyle. Eskişehir Emniyet Müdürü hâlâ açığa alınmadı. Şimdi savcılık soruşturmayı polisten alıp jandarmaya verdiği için işler sağlıklı yürüyor. Bunun sebebi de savcılığın polisi şüpheli bulması ve delillerin karartılacağını düşünmesi. Önümüzdeki günler neler getirir? AVM ve havalimanı sayısı ile bir ülkenin demokratik gelişimini ölçemezsiniz. Adama sorarlar, Türkiye’deki cezaevlerinde yaklaşık 55 bin ortalama tutuklu varken Temmuz 2013 itibarıyla bu 137 binden fazla. Doluluk oranı yüzde 90. Bunlar kim? Sekiz bin siyasi tutuklu var, beş bini PKK’li, 800’ü KCK’lı, 900’ü sol örgütlerden. Yalnızca Gezi Direnişi’nden 130 genç şiddet eylemine katılmadığı halde içeride. Sonra adama Pozantı Cezaevini sorarlar, tecavüzü, istismarı sorarlar. AKP iktidarının sunduğu otoban uzunluğu karşısındaki istatistik de böyle... l Fotoğraf: MUHSİN AKGÜN ve birleşik olarak karşı her düşüncenin suç olarak değerlendirilmesi mümkün. Ergenekon sanıkları hangi örgütün üyesi olduklarını bilmediklerini söylüyordu. Bugün de insanlar bir örgüte dahil olmasalar da onların hangi örgüte dahil oldukları devlet tarafından ilan ediliyor. Terörle Mücadele Şubeleri ve Mahkemeler yapıyor bu atamayı! “Türkiye’de herkes 15 dakikalığına ya da çok uzun zamanlar için terörist olacak!” değil mi? Bunun için eskiden olduğu gibi yalnızca Kürt olmaya, sosyalist olmaya da gerek yok! Demokratik açılım dedikleri buymuş meğerse. Topluma iki yol gösterildi, ya koşulsuz susacaklar, biat edecekler ya da başlarına geleceklere razı olacaklar. Polis muhabirlik, yayın yönetmenliği de yaptı yani? Hanefi Avcı, Ergenekon’dan tutuklanırken, hakkında Devrimci Karargâh’tan da dava açılırken hakkında yedi delil gösterildi. Bunlar gazete yazılarıydı. Alper Görmüş, Rasim Ozan Kütahyalı, Emre Uslu, Yiğit Bulut yazıları... Bu yazıların hepsi EylülEkim 2010’da yazılmışlardı, Odatv Operasyonu ise Şubat 2011’deydi. Yedi ay sonra ortaya atılacak iddiaların tamamını haber veren yazılardı bunlar. Bu yazılar polis tarafından alındı, savcılığa delil olarak sunuldu. Şunu sormalıyız; “Bu gazeteciler yedi ay sonra bir başka baskında bulunacak belgelerden elde edilecek bilgileri nasıl öğrendiler?” İkinci soru, “kaynakları kim?” Muhtemelen polis. İsmail Saymaz, siyasal otoritenin kendine tehdit gördüğü tüm unsurları yalnızca siyaset alanından değil kamusal alandan da sildiğini anlatıyor. Devletin açık bir nefret çağrısı yaptığına dikkat çekiyor. Bu tuzağa düşmeyen, sokağa çıkıp demokratik hakkını kullanan halkın ise terör torbasından payına düşeni aldığını söylüyor. anlamına gelmiyor. Elbette çok kez sınandım, açılan davalardan bağımsız olarak, bilgisayarlarıma girilmesi, telefonlarımın dinlenmesinin doğrudan yüzüme söylenmesi ve daha pek çok şey var. Bazı terör dosyalarında adım geçirilmeye çalışılıyor, her yıl bir terör örgütüne adım yazılmak isteniyor. Bugüne kadar yaptığım haberlerin merkezinde polis, yargı ve devletin organların vardı. Yüzlerce haber yaptım, tekzip yediğim bir elin parmağını geçmez. İşkence haberleri bile polis ile teyit edilmiştir bende, işte o yüzden beni koruyan haberin kendisi. Hanefi Yoldaş kitabım çıkmadan önce kitap çıkarsa tutuklanacağım söylendi, ama korksam da bugün susarsak yarın ne diyeceğiz dürtüsü ile çıkardım! İnternetin sözlük Atlas’ı DENİZ ÜLKÜTEKİN Ruhumu devrim hayalleri besliyor İ nternet üzerinde yayın yapan, sözlük tabanlı sosyal platformlar içinde İTÜ Sözlük en popüler olanlarından. 2004’te İTÜ kampüsleri içinde yayın hayatına başlayan platform, hızla popülerleşerek kısa süre içinde tüm internet mecrasında kullanılır hale geldi. Zaman içinde sitede ajanda, not defteri ve duyuru gibi pekçok yeniliği üyeleriyle buluşturan İTÜ Sözlük, bir süredir ATLAS projesiyle, platformunu sözlük formatının dışına taşıyıp lokasyon bazlı bir servis haline geldi. Bir yıldan kısa süre içinde kullancı sayısının müthiş bir artış göstermesi de, ATLAS projesinin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Konuyla ilgili detaylı bilgileri projeyi hayata geçiren Tasarım ve Proje Evi The Hive Cluster İcra Kurulu Başkanı Emre Dirağ’dan (sağda) aldık. Öncelikle ATLAS projesinden bahseder misiniz? Ne gibi özellikler taşıyor. Benzer projeler varsa onlardan farkları nedir? Atlas’ı, “her yer hakkında her şey” tümcesi ile özetlemek mümkün. Temel olarak bir lokasyondaki mekân ve olayların kayıt altına alınması ve bunun kullanıcıya sunulması prensibiyle çalışıyor. Popüler bir örnek ile gidersek Truva Antik Kenti yakınlarında Atlas’ı çalıştırdığımız zaman karşımıza yalnızca o spesifik lokasyon ile ilgili değil, o bölgede gerçekleşmiş olan destansı Truva Savaşı hakkında bilgilere de ulaşabiliyoruz. Bu noktada İTÜ Sözlük’ün yaklaşık 10 yıllık bilgi birikimi Atlas’la birlikte eşsiz bir lokasyon tabanlı servis deneyimi sunuyor. Bu proje birebir sözlük benzeri platformlar için yapılan bir tasarım mı? Yoksa farklı alanlar için de fonksiyonel olarak kullanılabiliyor mu? Proje pek çok farklı platform ile entegre çalışabilecek şekilde tasarlandı ancak gelişim sürecini İTÜ Sözlük altında sürdürüyor. Özellikle hem mobil web hem de yeni Android uygulamamız üzerinde etkin olarak kullanılıyor. Atlas’ın İTÜ Sözlük’ün takipçi sayısının artmasına nasıl yardımları oldu? Atlas’ın ilk lanse edildiği günden bu yana geçen beş aylık süre içerisinde özellikle mobil trafiklerimizde yüzde 85’in üzerinde büyüme yakaladık. Şu an mobil servislerimiz ayda 1 milyon 200 binin üzerinde tekil ziyaretçiye ulaşıyor ve bu rakam her gün artmaya devam ediyor. Yakın zamanda bu rakamın 1,5 milyonun üzerine çıkmasını bekliyoruz. l A ytuğ Gökdoğan, Erdal Eren’e ithaf ettiği ilk deneme kitabı “Ben Hep 17 Yaşındayım” 2009’da yayımlandı. Sonra da “Ağladı ve Gözyaşlarını Öptüm” raflardaydı. Şimdi ise “Ben Hiçbir Şey”i geldi. Değişik bir evreni var Gökdoğan’ın, biraz flu, biraz uzak. Ne anlatmak istediğini biliyor, zorlamıyor da okuru ama kolay da değil kapısını açmak. İşte yeni kitabı ve hikâyesi... Tanımlayınca sınırlıyoruz edebiyatı ama senin yazmaktaki derdin ne? Metinlerimin bir önemi varsa eğer, onları henüz yaşıyorken paylaşmayı tercih ediyorum, çünkü insanlara söyleyeceğim şeyleri ya da bir sohbet esnasında vereceğim cevapları, genelde yazıyorum. Konuşursam yalan söylerim. İnsanlara onlar için yalan söyleyecek kadar değer vermiyorum. İlk kitap “Ben hep 17 yaşındayım”dı, yıl 2009. Neden 17? Hep 17 yaşında kalmak istemek dünyanın en güzel düşlerinden biri. Ancak 17 yaşında idam edilmek hiç de öyle değil. Erdal Eren’in öldürüldüğü yaşta yazdığım kitabı ondan başkasına adayamazdım… O günden bu güne ne değişti? Ne değişti bilmiyorum, ama devletler hiç değişmedi; hâlâ katil, hâlâ günahkârlar… Yazdığı kadar okumayan bir coğrafya burası, şiirden çok şair de var! Senin ruh dünyanı neler besliyor? En azından şair adamdan zarar gelmez. Geçen gün Mayakovski’nin kendini öldürmeden önce Lili’ciğine yazdığı şiiri okuyordum: “Bırak hiç değilse son bir sevgi dalgası sereyim, beni bırakıp giden adımlarının altına!” diyordu. Şu naifliğe bakar mısın? Etkilenmemek elde değil! Benim ruh dünyamı da bu şiirler, kadınlar, tütünler, şehirler, yollar, moteller, gençlik, şarkılar ve devrim hayalleri besliyor! Önünde epey uzun bir yol var, yazmak da bu ülkede zor. Neler bekliyorsun ya da neler seni bekliyor? Bu soruya yanıt olarak, geçen hafta doğum günümde, şöyle bir paragraf yazmıştım: “Bugün 21 oldum. Bir bu kadar daha yaşayabilirsem, mülteci tekneleriyle tüm sınırları aşacağım! Yeniden Berlin sokaklarında eşcinsel hakları için yürüyecek ya da Paris banliyölerinde haydutlarla ıslık çalacağım! Gençlik! Gençlik! Gençlik! Havana’da Castro’nun sakalını taradıktan sonra Tijuana’ya geçip kavak ağaçlarının altında tütün sarmak –Bangkok’un en ucuz motelinde kayıp bir adanın haritasını bulmak –Bombay’de esrik bir şamanla aynı arının gözüne girmek Madagaskar’da bir lemura dokunmak ya da Ortadoğu’da süren bir savaşın tam Aytuğ Gökdoğan’ın yeni kitabı “Ben Hiçbir Şey”. ortasında bağırarak Mayakovski şiirleri okumak istiyorum! Ormanlarda çırılçıplak koşup şelalelerde yıkanmak ve yorgun ay ışığı altında ulumak, ulumak, ulumak istiyorum!” Türkiye’de, birdenbire genç bir adam çıktı ortaya ve fahişeler, uyuşturucular, kumarhane ve haydutlar hakkında yazmaya başladı. Sormak istediğim şey neyin cesareti bu? Aslında bu cesaretin kaynağı olağanüstü bir korkuya dayanıyor: Ölüm korkusu. Hayatım boyunca ölümü düşündüm. Ölüm konusunda takıntılıyım. Bakın ondan bahsetmek beni nasıl da heyecanlandırıyor! Dolayısıyla yazarken dönemin şartlarını ya da insanların metinlerim karşısında rahatsızlık duyup duymamalarını bir kenara bırakıyor ve kendi okumak isteyeceğim ve yazmaktan keyif duyacağım kitaplar yazmaya bakıyorum, çünkü buradaki işim her an bitebilir ve ben bu vakti iyi değerlendirmek istiyorum. Bazı öykülerini kısa filmler haline getirdin. Kitap uyarlaması filmlerin genel olarak beklentiyi karşılamadığını biliyoruz. Peki, filmi kitabın yazarı çektiğinde ne oldu? Daha da kötü oldu, çünkü çekmeyi beceremedim! Sinema okulunda 3. yılım ve hâlâ senaryo yazımında –ki Feride Çiçekoğlu’nun ilk derste söylediği şey, senaryo yazımının edebiyattan bağımsız, matematiksel bir süreç olduğudur– ve film çekimlerinde epey eksiğim var, ancak ümitli ve çalışkan olduğumu söyleyebilirim; ölmeden önce birkaç uzun metraj film çekmek istiyorum. l alidenizuslu@gmail.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle