22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 1 EYLÜL 2013 / SAYI 1432 kişiye teslim etmemişim diye, açtığım davayı yüzde 50 kaybettim. Patlayıcı olduğunu bilseydim oraya bırakır mıydım, sonra gelip cihazı gördüler. Karakol komutanı bizimdir demedi ama Afyonlu bir yardımcısı vardır, o söyledi bizimdir komutanım diye, gece eğitiminde 5 tanesini kaybetmişiz. 4 tanesini buldular sonra.” “93 nerede, 2013 nerede, 20 senedir duruyor hâlâ mayınlar. Tel örgü çekilmeyen birkaç yerde mayın var levhası asılı. Dayı oğlu geçen sene gördü, bu çaydanlık kadar, bir çocuk oynuyor, öbürü geliyor mayındır diyor, çocuk atınca patlıyor. Şans eseri kurtulmuş. Barolara, askeriyeye şikayet ettik, halen mayın bulunuyor. ÇOCUKLUK HALİ Bir süre sonra aramıza katılan Kasım, hiç konuşmuyor, başı önde çömelmiş dinliyor. Sorunca kısa kısa anlatıyor: “12 yaşındaydık, okul bahçesindeydik arkadaşlarla, bahçenin dışına çıktık, orada buldum, oyuncak sanıp elime aldım. Valla bir metal parçasıydı, arkası yeşil, ön tarafı radyo gibi, evin yanına gittim. Halam, iki amcam kuzulara gidecekti biri, kuzulara giderken almak için üstüme eğildi, vermek istemedim, çocukluk hali...” Kasım susuyor... cümlenin gerisi gelmiyor. Sonra ilk hatırladığı şey? “Hastanede açtım gözlerimi, annem seslendi ‘oğlum gitti’ diye. Ellerim hep kandı” Muharrem “Parmak hâlâ annesindedir” diye giriyor söze. Kasım Diyarbakır Dicle Üniversitesi’ne kaldırılmış. Dilo ana ilk kez söze giriyor, Kurmanci yaptığı konuşmayı bana tercüme ediyorlar. Vücüdunda hala yara izleri var. Neler hissettin? “Çocukluk hali” diye söze başlıyor yine Kasım. “İnsan gözüne baktığında, eline baktığında ...” cümle gene yarım kalıyor. “Hala da ağırlığı üstümde vardır.” “İki parmakla bir gözüm gitti, sol elimin de kenarı... ” Dilo Ana Kurmanci tamamlıyor konuşmayı, “Patladığı zaman duvardan topladım etlerinin parçalarını.” Dilo Ana’ya bakıyorum, “He valla” diyor. Kasım 12 yaşında KürtTürk meselesiyle ilgili ne biliyordun? “Hiçbir şey konuşamıyorduk, çocukluk aklı. Askerler bizim okula gelip bu bombadır diye gösteriyorlardı. Zaten bizim öğretmen, o da mayın mağduruydu, bir elimi ne gitmişti, eski bir astsubaymış.” Astsubay nasıl olmuş öğretmen? “Bize getirirlerdi öğretmen öyle. Ziraat teknisyenini de öğretmen yapmışlardı.” Dilo Ana’nın söylediklerini amca tercüme ediyor: “Karakol komutanı diyor, bizim değil yardımcısı diyor bizimdir” Cengiz komutanı bulsan ne yaparsın Dilo Ana... “Kanını içerim.” Muharrem ekliyor: “Komutan bomba bizim değil, PKK’den kalma diyor.” Dava boyunca hep anlatılmış bunlar, 13 yıllık bir hukuki sürecin ardından Savunma Bakanlığı’nın ödediği tazminatın yarısını avukat almış. Çok geliyor bana yarısı. Muharrem sebebini söylüyor : “O zaman kimse bu tür siyasi davaları almıyordu. Siyasi dava deniyordu. Önce sorumluluğu bize attılar. Sonra tespit ettiler Petro kimyadır diye.” Kasım hep durgun. “Bak Kur’dan kız kaçırmışsın. Kızları çok güzel diyorum”. Kasım “Hayat devam ediyor... Zamanla insan herşey alışıyor... “ diye başladığı cümlesini yarım bırakıyor yine. Dilo Ana, “Hep ona baka baka bu hale gelmişim” diyor, kendince yaşından çökük gösterdiğini düşünüyor. Muharrem, Kasım’la birlikte yine mayın ya da bomba parçası kolu kopan bir çocuğun daha Dicle Üniversitesi’ne geldiğini, çocuğun şimdi Türkiye birincisi olduğunu, üniversiteye gittiğini anlatıyor: “O hiç aldırış etmiyor, bu çok üzülüyor. O okuyor ya, bu sürekli psikolojikman çöküyor.” Hiç psikolojik yardım almamış Kasım. Fotoğraf için yine izin istersek, haber için gelmediğimizi vurgulama ihtiyacı duyuyoruz arkadaşımla birlikte. Muharrem Yüksel “Ben zaten hocayı üzmezdim. Kendiliğinden oldu” diyor özür dilercesine. Altında eziliyorum bu nezaketin. l Fünyeyi oyuncak sanmıştık ÖZGÜR ULUSOY B ingöl’ün Kur köyünden, yaylaya doğru yola çıkıyoruz, yer yer dağın tepesinden akan kar sularının oluşturduğu küçük dereleri (vay) takip eden yoldan keyifli bir yolculuğun ardından Gueregual yaylasındayız. Bu yayla, bir vakitler yazın bütün köylülerin toplanma yeriymiş. Büyükbaş hayvanları olanların dışındakiler de çıkarmış. Aşık denen Romanlar gelip bir hafta kalıp müzik yaparlarmış. Köylüler, yayla yaşamının vazgeçilmesi parçası olan Aşıklara et ve yağ vererek teşekkürlerini sunarmış. Bu bilgileri dinleye dinleye Gueregual’a varıyorum. Son tırmandığımız tepenin ardından, koyun ve çadırlarıyla bir sürpriz gibi çıkıyor karşıma yayla. Diyarbakırlı Muharrem Yüksel’in çadırına konuk oluyoruz. Kendi bölgelerinde kuraklık olduğu için yaylaya buraya geldiklerini söylüyor. Kürt açılımından, oradan buradan söz ederken çayla birlikte sohbet de demleniyor. Muharrem’in bir ara yanımıza gelen oğlu Kasım’a geliyor söz. Kasım’ın, tek gözünü bir fünyeyle oynarken kaybetmesi sonrasında böyle durgunlaştığının bahsi geçiyor. “Niyetim gazetecilik değildi ama bu öyküyü yazmamın sakıncası var mı?” diye soruyorum. Olay uzun yıllar önce olmuş, bir dönem gazetecilerden bıkmışlar, kimileri yazacağım demiş yazmamış, önce bir tereddüt yaşanıyor, Türkçe bilmeyen anne Dilo’nun Kurmanci yaptığı itirazı anlamam için Kurmanci bilmem gerekmiyor. Yavaş yavaş izin çıkıyor öyküyü haberleştirmem için... En çok baba Muharrem Yüksel ile kardeşi anlatıyor. Muharrem Yüksel 90’ların başında köyündeki rahatlığı “Askerlerle o kadar iç içeydik, rahattık ki, askerlen köylü yani bir futbol takımı 11 kişi midir, 5 köylü onlara taraf, 5 kişi köylüye taraf, öyle olurdu” diye anlatıyor. Adı Kasım. Diyarbakırlı. O da bölgedeki yaşıtı pek çok çocuk gibi savaş mağduru. Bir gözünü ve iki parmağını kaybetmiş. Köyün çamurlu arazisinde oynarken! Okul bahçesi dışında en sevdikleri oyun yeri, eski karakolun bahçesiydi. İlginç oyuncaklar çıkıyordu o bahçeden. Birgün ön tarafı metal, arkası yeşil, radyoya benzeyen bir “oyuncak” buldu. Büyükleri elinden almak istedi ama o direndi. Sonra oyuncak kızdı ve “boom”! Kasım hastanede gözünü açtı. Bir gözü ve iki parmağı yok olmuştu. gitti. İnsanlar o acıyı çekiyor. Karakol taşındı ama mayınlar kaldı. Hayvanlarla patlaya patlaya temizlendi mayınlar.” Kasım’ın amcası devamını getiriyor: “Eşek girdi patladı, inek girdi patladı, kaplumbağa girdi patladı...” “Yani şu andaki askeriye ile o zamanki farklıydı. O zaman daha azgın, yırtıcı saldırıcı idi, her şeyi doğru konuşmak lazım, şimdi halka kucak açıyor” diyor Muharrem ve ekliyor: “Eskiden halk onu düşman gibi görmüyordu, çocuğumun elinde mayın patladı, bir gözünü kaybetti. Ama benim hesabım o adamla. Hesabım var Allah tarafından. Ondan sonra gelenlerle bir çekişmem yok. Bu sene de karakol komutanıyla konuştum, çocuk hastalandı, akrep yakalandı, Bingöl’e hastaneye götürdüm, o zaman oğlanı gösterip sordu ne oldu diye. Bubi tuzağı diye bir tuzak var, fünyeleri atılmış okulun bahçesine. Çocuk yerde görüp almış oyuncak diye, anlattım. Dicle üniversitesine ilk götürdüğümüzde hemen bubi tuzağı mıdır diye sordular, görür görmez. 20 gün evvel yine akrep yakalandı çocuğa onu götürdüm, polis de sordu hastanede, halen devletten kinli misin? Şimdi senle konuştuklarım kinli gösteriyor mu, yalnızca o adamla hesabım var. 12 yaşındaydı, ilkokul 4’e gidiyordu, şimdi kocaman adam olmuş, evlenmiş, burada kız kaçırmış.” Kasım için Zaza köyü Kur’dan kız kaçırmışlar. Önce bir dargınlık olmuş, sonra Yüksel ailesi de onlara kız vermiş, eklemededen edemiyor “Zazaların biraz inadı var”. Kızları çok güzel Yüksellerin. Yaylada koyunların peşinden koştururken yeşil gözlerinin içi gülen Nesrin okumak istiyor, dargınlığı barıştırmak için Kur’a gelin verilen ablanın öyle bir şansı olmamış, umarım Nesrin dileğine kavuşur... Tekrar mayınlara dönüyoruz... Bugüne kadar mayınların temizlenmesi için hiçbir şey yapmadı mı devlet? “Diyarbakır bölge komutanı geldi, ekip gönderdi temizlensin diye, bazılarını patlattılar. 370’e yakın mayın döşendi, muhakkak 200 tanesini hayvanlar patlatmış. İnek bastığı zaman inekten ses çıkar, ses çıkınca o taraftaki inekler oraya doğru toplanır, bam bam diye ses çıkar.” Amca söze gerekiyor: “Bir defasında 7 tane gitti. Bir de tuzaklı mayın var, sen burada basıyorsun, başka yerde patlıyor.” 90 başında gelen Cengiz komutan, karakolun etrafına döşemiş mayınları ama okulla karakolun arası 200 metreymiş. Okul bahçesinde de askerler gece eğitimi yapıyormuş. Şimdi ilkokul taşınmış, bahçesinde askerlerin eğitim yaptığı okul anasıfı olmuş, miniklere tahsis edilmiş, sırf öyküsü bile içini ürpertiyor insanın. Muharrem, yine 1993’e dönüyor: “Okullar tatildi, çocuklar dışarıda oynuyordu, ben çocuğun elinde bir şey gördüm, önce sandım oyuncaktır, bir iki tokat attım sen niye karakol komutanının çocuklarının oyuncağını alıyorsun diye, okulun bahçesinden aldım baba dedi. Aldım ellerinden attım, benden sonra çocuklar yine gelip almış, elinde patlamış. Çocukların elinde görüp yetkili PİSLİĞİNİ TEMİZLEMEDEN GİTTİ Sonra bir karakol komutanı gelmiş ve işler değişmiş... “Bakıyorum sizin köy çok rahat ediyor dedi, niye dedim, çok af buyurun ‘buraya çamurdan kazık yaparım’ dedi. Ne yaptı? Karakolun etrafına mayın döşedi.” Adı neydi? “Cengiz soyadını bilmiyorum.” 93’te mayınlar döşenmiş. “Mayınlar döşendikten sonra etrafına ne bir tel örgü ne bir şey. Hâlâ mayın var, geçen sene bile patlama oldu.” Karakol duruyor mu? “Afedersin pisliğini temizlemeden İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr Tutsak Taş Bir mermer işliğinde gördüm Tutsak taşı Apak bedeni kesilip biçilirken Tutsak Halk Keskilerle, bıçaklarla, hızarlarla Mermeri kesip işleyen İşçileri gördüm Bir pencere camının arkasından Ve o işçiler ansızın Kesip biçtikleri taşın Benzeri gibi göründüler bana Sanki aynı mayadan Aynı hamurdandılar Aynı işkence teknesinde yoğrulan Daha yakınlarına gittiğimde Bakışlarımızla bile Dokunamadık birbirimize Yaşamın ötesinde Bir bilimkurgu filminde gibiydiler İki ayrı dünyanın İnsanlarıydık sanki Çalışırlarken kimileri Toz duman içinde Kimileri bir düşte gibi Yanımdan geçerlerken… Mermere ve İnsana Ağıt Şimdi inip çıktığımda Mermer basamaklardan Yemek yer ya da çalışırken Bir mermer masada Dokunurken apak ve soğuk Bedenine bir mermer yontunun; Dokunur gibiyim tutsak taşın Yaralı tenine, Ve kanına Tutsak bir halkın… 2012 /12. 08. 2013 ATAOL BEHRAMOĞLU Öyküsünü öğrendim sonra Dürtülüp uyandırılışını Derin ve sonsuz uykusundan Çıkarılışını Toprak yuvasından Kanatılarak Şimdi bir mermer işliğinde Yatıyordu kıpırtısız Aynı teslim olmuşluk Aynı savunmasızlıkla Bir mermer işliğinden notlar ataolb@gmail.com www.ataolbehramoglu.com.tr http://behramogluataol. blogspot.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle