Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
11 AĞUSTOS 2013 / SAYI 1429 7 Rus usulü taze salatalık turşusu Bu turşu taze yenince güzel! Tam yaz turşusu... Rakıya da iyi meze olur. Deneyin. 2 kg turşuluk salatalık ½ bardak sirke 2 çorba kaşığı şeker 100 gr tuz sarımsak dişleri ve karabiber taneleri Salatalıkları yıkayın kurutun ve sarımsak dişleri ve karabiber taneleri ile 3 litrelik bir kavanoza yerleştirin. Aralara bulabilirseniz bayır turbu ve frenk üzümü yaprakları yerleştirin. Yoksa dereotu ve hardal tohumu da koyabilirsiniz. Üzerine kaynar su dökün. 15 dakika kadar ılınmasını bekleyin, sonra suyu bir kuşhaneye süzün. Suya tuz, şeker ve sirkeyi ekleyin. Birkaç dakika kaynatın ve tekrar geri kavanoza dökün. Kavanozu sıkıca kapatıp başaşağı çevirin. Yoğurt yapar gibi battaniye veya havluya sarıp sarmalayın. Ertesi gün çıkarıp serin ve karanlık bir yerde saklayın. Birkaç gün içinde yenmeye hazır olacaktır. l Çavdar ekmeği ve hayat kırıntıları ıcak ve nemli Temmuz gecesinde bavullarımı sürüyerek tren istasyonunda ilerliyorum. Geceyarısı ama karanlık daha yeni basmış. Trene bavulları ve omuzumdan devrilip AYLİN duran lüzumsuz ÖNEY TAN sayıdaki çantaları yüklerken kendi kendime soruyorum. “Değdi mi yani, şimdi ne işin vardı buralarda?” Novosibirsk tren istasyonunda binbir türlü soru kafamı kurcalıyor. Gitmek her zaman iyi gelir, geride kalmak bana uymaz ama bu sefer gidesim yok. Bütün paracıklarımı bu geziye harcamışım, kafamda gelecek endişesi, bitiremediğim biriken yazılar, eskisini bitiremeden yeni aldığım işler silsilesi, kazanılması gereken paralar... Tam bir hayat gailesi, gelecek yılın korkutucu iş yükü, bir de kızın üniversite sınavı hazırlığı, annekız dayanışmasındaki çaresiz yalnızlık... Tam yola çıkmadan annemin kırık omuzunun acısı, onun endişesi. Sıkılıyorum, hem de çok sıkılıyorum. TransSibirya ve Moğolistan macerası uğruna sınırlarımı zorladım, boyumdan büyük işe kalkıştım gibi geliyor. Bu gezi, bu ruh halinde tam bir lüzumsuzluk gibi sanki... Gecenin boğucu karanlığı kasvet gibi üstüme çöküyor... Loş kompartmanda bavulları yerleştirip yatakları yapmaya çalışıyoruz. Daha tam yerleşemeden tren gacırdayarak yola koyuluyor. Trenin ritmik sesi birden anılarımı canlandırıyor. Annem ve babamla Ankara garından İstanbul’a yataklı vagonda yapılan sayısız yolculuk, Haydarpaşa garına varışın sevinci, Ankara’ya dönüşün hüznü... Haydarpaşa merdivenlerinden inince önümüzde sadece deniz ve martılar, karşıda Avrupa yakası ve tarihi yarımada... Denizi aşıp karşıya geçerken içime dolan özgürlük havası.. Bunları hatırlayarak uyuyakalıyorum. Rüyamda annemin elinden tutarak vapura biniyorum. Babam anneme çay, bana naneli şeker alıyor... İçim ferahlıyor... Ertesi gün Irkutsk yolunda bir istasyonda duruyoruz. Yiyecek birşeyler almak ve fotoğraf çekmek için dışarı fırlıyorum. Kadınlar ufak tezgâhlarda evlerde yaptıkları yiyecekleri satıyor. Mantı benzeri hamurişlerini bulunca çok seviniyorum, fotoğraf çekerken birkaç tanesi kızıyor, alabildiğim kadar hepsinden alıyorum... Pelmeni, buuz, mantı, baozi çeşit çeşit, çoğu buharda pişmiş, neredeyse yumruk büyüklüğünde... Sonunda bu gezinin çıkış amaçlarından biri gerçekleşmiş oluyor. Geçen yıl Oxford yemek sempozyumunda Asya’dan S Anadolu’ya mantı çeşitlerini anlattığım için inanılmaz heyecanlanıyorum. Trende hepsinin fotoğrafları çekiliyor, tek tek tadım yapılıyor. Yanına bir yudum da buz gibi Baltika birası.. Hayat düzeliyor gibi... Baykal gölü kıyısında anneannemin neden Abant’ı çok sevmiş olduğunu anlıyorum. Memleket hasreti olmalı... Baykal gölü muhteşem ama adından olsa gerek Angara nehri bana itici geliyor. Tıpkı Ankara’dan ömür boyu nefret etmiş olduğum gibi, Angara’ya da ısınamıyorum. Moğolistan’dan önce yiyecek alışverişi için son şans, Irkutsk’da markette deli gibi Borodinski ekmeği arıyorum. Rusya’nın tipik kişnişli çavdar ekmeğinin benim için apayrı bir İntersentır anlamı var. Öncelikle anneannemi hatırlatıyor. Prusya’nın eskiden Alman yönetiminde olan merkezi Königsberg’de geçen çocukluğu nasıldı diye düşünüyorum. Anneannemin buz mavisi gözleri vardı. Çavdar ekmeği bulduğunda çok sevinirdi. Ekmek yerken sessizliğe gömülür, buz mavisi gözlerini bilinmez bir ufka doğru diker, dalgınlaşır, uzak düşüncelere dalardı. Ulan Ude’ye doğru ilerlerken pek kıymetli Borodinski’mi çantadan çıkarıyorum, dökülen kırıntıları toplamaya çalışırken tekrar anneannemi hatırlıyorum. Titrek kemikli parmak uçlarıyla tek bir kırıntı bile ziyan olmasın diye topluyor. Kim bilir belki de Königsberg’deki çocukluğunu hatırlıyor. Birinci Dünya Savaşı bitiminde kapının önüne çıkmış Prusyalı bir genç kız, karlara bata çıka yürüyerek evlerine dönen Alman askerlerini seyrediyor. Ne bilecek hayat onu bambaşka bir yere savuracak... Ankara’nın Kızılay’ında bir dilim çavdara hasret kalacak... Abant gölünün soğuk sularında yüzerken çam kokusunda memleketini bulacak... Zincirlikuyu’da bir çam ağacının altında yatan anneannemi özlüyorum... Borodinski yanına votka, peynir ve taze salatalık turşusu çıkarıyorum. Kadınlardan aldığım ev turşusu tam da annemin ve anneannemin sevdiği gibi... Kıtır kıtır, dereotlu ve hardal tohumlu, hafif sirkeli ve azıcık şekerli... Birden bu yolculuk anlamını buluyor. Tren yolculukları bazen varış ve çıkış noktalarıyla değil sadece gitmek ile ilgilidir. Tevekkeli değil “gitmek” benim en sevdiğim kelimelerden biri... Besbelli bu yolculuk da sadece gitmek ile ilgili... Sibirya’nın ortasında anneannemin Stuttgart’tan kızını ve oğlunu alıp Türkiye’ye geldiği uzun tren yolculuğunu merak ediyorum. Ne bilsin o zaman kucağındaki oğlu Kaya Yenen yıllar sonra bir hızlı tren kazasına kurban gidecek. O günü görmedi diye seviniyorum. Moğolistan sınırında anneme telefon ediyorum. Annem telefonda beş yaşında Almanya’ya geri dönerken Venedik trenine zar zor yetişmelerini anlatıyor. En erken hatırladığı şeylerden biri buymuş. Tren yolculuğu iyi bir şey, hafızayı tazeliyor... Gidiyor olduğuma seviniyorum. Bir yudum votka daha, bir lokma Borodinski, bir ısırık taze salatalık turşusu... Ailenin güçlü kadınlarına selam çakıyorum. Benliğime şekil veren annem, anneannem, kaybettiğimiz kardeşler Sevgi Soysal, Duygu Aykal... Kendi kendime içimden slogan atıyorum: Diren Sibirya! Bu davayı kazanırsın sen, davan haklı olunca sonuna kadar diren, geri adım atmak yok! Hayalimde kızım ile başbaşa upuzun bir tren yolculuğuna çıkıyoruz... Hayal bu işte!.. Çok ama çok eğleniyoruz, kıkırdaşıp duruyoruz, hep gülüyoruz... Borodinski’nin kalanını bayatlamasın diye kızım için sarıp sarmalıyorum. Bir tadına baksın, seveceğini sanmıyorum ama bu lezzeti öğrensin... Artık yanına votka da atabilir, zaten doğum gününde arkadaşlarıyla “shot, shot” diye evi mahvettiler. Ah, bir de şu kıza turşuyu sevdirebilseydim! l aylinoneytan@yahoo.com Sahibinden temiz Şöhretli siyasetçiden sınırlı miktarda söylenmemiş yalan satılıktır. Veresiye teklif etmeyiniz. Misafir şair HAİKU’Ş Bunca kuş Böyle üstelesin de Daha gözlerini açma sen... *** Onca yılda Onca yaprak ve kuş... Ağacım nasıl anımsasın? *** Bizim gibi Yolu şaşıranı yok Kuş bakışı onlarınki... *** Diyor ki: “Bunca uzak gök Kuşlarla komşum oldu.” Adil İzci Dakkada bir Dünyada dakikada 165 bin 235 varil petrol tüketiliyormuş! Kaç kere söyledim az iç şu mereti diye!.. Bu halk satırları unutmaz, satır satır hatırlar. A. Zeki Yeşil Beni bir kişi anladı. O da anlamak için benden rüşvet istedi. İbrahim Ormancı Misafir çizer: Seyran Caferli Off the record Her hücresinde insan kromozomu bulunan fare üretilmiş!.. Maymundan geldik, fareye gidiyoruz. Haftanın sanat çizelgesi Sanatçılarla sıfır sorun! Midilli: Göz doyuran, ‘iştah’ açan bir sakin ada TÜREY KÖSE M idilli, ilk kadın şair Sappho’nun adası. Adanın merkezi Mytilini kentinde Amerika’daki özgürlük heykelinin bir kopyası karşılıyor ziyaretçileri. Meydanda da elinde liriyle Sappho’nun bir heykeli ve hemen dibinde denizin dalgalarıyla zeytin ağaçlarının yer aldığı bir duvar resminde de dizeleri selamlıyor. Midilli sokaklarında, duvarlarda bol bol orak çekiçli KKE afişleri var. Sappho’nun Lesvos adası, bugün komünistlerin çok güçlü olduğu bir “kızıl” ada... Midilli en yakınımızdaki adalardan. Öyle ki, Ayvalık’a Yunanistan ana karasından daha yakınmış. Midilli ve Ayvalık’tan feribotla gitmek mümkün. Biz, Ayvalık’tan gittik, iki firmanın (Turyol, Jale) feribot seferleri var. Gidişdönüş 30 Avro. Sabah 09.00 ya da akşam 18.00’de feribot seferleri var. Hava koşullarına göre 1.52 saat sonra Mytilini kentine ulaşıyorsunuz. Biz, 18.00 feribotunu tercih ettiğimiz için ilk geceyi limana çok yakın bir pansiyonda geçirdik. İki kişi odakahvaltı 45 Avro. Midilli en yakınımızdaki adalardan. Sappho’nun adası olarak da bilinen Midilli Türk turistlerin gözde mekânlarından biri. Denizi, tarihi yerleri, zengin mutfağı, her şeyden önemlisi Türkiye’deki en sıradan tatil beldelerinden bile ucuz fiyatlarıyla karşı kıyıdan bize “gel gel” ediyor. Pansiyonlardaki kahvaltı kötü. Kuru bir peksimet ile kek ve minik bir kutu reçel Türkiye’den gelen bir turisti pek memnun etmez. Bu nedenle olmalı, kıyı boyunca kafelerde, restoranlarda “Türk kahvaltısı” yazıları var. Feribotta gazetecigurmerehber arkadaşımız Nedim Atilla’ya rastladığımız için şanslıyız. Bize akşam limana çok yakın Sappho heykelinin hemen arkasındaki sokaklarda yer alan Kaldırimi’yi önerdiğinden, akşam yemeğinde bu mekândayız. Sokak arasına yerleştirilmiş masalarda çoğunluğu Türkler oluşturuyor. Nedim Atilla’nın önerisine uyup, masamızı Lena’nın istediği gibi donatmasını istiyoruz. Kabak çiçeği dolması, yaprak sarma, Greek salata, kalamar, ançuez, karides, suşi gibi tuzlu Kalloni sardalyesi, ızgara papalina (sardalya) eşliğinde adada üretilen Barbayannis marka uzoyu tercih ediyoruz. Bu şahane yemek için yaklaşık 40 Avro ödüyoruz. Midilli Adası’nda dolaşmak için araba ya da motosiklet kiralamak gerekiyor. Günlük 3040 Avro’ya araba kiralayabilirsiniz. Arabanızla gelecekseniz, vergilerle birlikte 100 Avro’yu geçiyormuş, o nedenle kiralamak daha mantıklı. Arabayla 1.5 saatlik mesafedeki Molivos’a doğru giderken Mantamados’taki Taksiarhis manastırında duruyoruz. Burası adanın hac yeri. Efsaneye göre; korsanlar manastıra saldırıp 40 rahipten 39’unu öldürmüşler, kurtulan rahip Taksiarhis, ikonasını mum ve arkadaşlarının kanıyla sulanan topraktan yapmış. Manastırın hemen karşısındaki köyde seramik atölyeleri de var, ancak biz alışveriş yapmak için açık bir tane bile bulamadık. Skala Skamnias, damak tadına düşkün turistlerin Midilli’de atlamayacağı bir küçük balıkçı köyü. Bu küçük koyda deniz kıyısındaki lokantalarda asılı kurutulmuş ahtapotların görüntüleri birçok turistik broşürü süslüyor. Kıyıdaki Anemoessa lokantasında yemek yerken, “kuru” olduğu için bu ahtapotları pek beğenmeyen arkadaşlarımızın tavsiyelerine kulak verdik. Şarap sosunda ahtapotu yeğledik, müthişti. Ahtapotun yanına bir de kalamar dolma söyledik. Porsiyonların çok büyük olduğunu söyleyelim. İskeledeki bu şahane yemekten sonra Midilli Adası’nın gözdesi Molivos’a doğru yola çıkıyoruz. Deniz kıyısında bir yolu tercih ediyoruz, korkunç. 1520 kilometrelik bir yolu 45 dakikada aldığımızı söylersem bir fikir verebilir. Aracınız uygun değilse bu yola girmeyin, bol virajlı, taşlı, bir yanı uçurum deniz, kuş uçmaz kervan geçmez bir yolda tek başınıza ilerliyorsunuz. Ama yolun sizi götürdüğü yer büyüleyici. Molivos, kalesi, taş evleri, daracık sokakları, zeytinlikleriyle çok etkileyici. Mardin’in o güzelim taş evlerini alın, bir deniz kıyısına taşıyın, çevresini de zeytinliklerle kuşatın. Hatta biraz da Santorini'yi andırıyor. Dar sokaklar, tepeden muhteşem deniz manzarası, güneşin batışı. Molivos adanın turistik yeri, ama yine de Türkiye’den ucuz. Deniz kıyısında güzel bir tatil köyünde kaldık, iki kişilik odanın günlüğü 75 Avro. Önceden rezervasyon yaptıran sağlamcılardan değilseniz, Molivos içinde çok daha ucuza kalacak bir yer bulabilirsiniz. Molivos’ta yenecek yemekler için de deniz kıyısındaki liman lokantaları yerine, tarihi çarşıdaki tepeden denize bakanları öneririm. Bir taş evin üzerinde yükselen teraslarda yemek bir şölen. 2530 Avro’ya iki kişi gayet güzel yemekler yiyebilirsiniz. Bizim ünlü turistik yörelerdeki balık lokantalarının fahiş fiyatları göz önüne alınırsa, yemekler sudan ucuz denebilir. Yemeklerden sonra “Grek kahve mi, Türk kahvesi mi” esprileri yapılıp gülünüyor. Baklava tadılıyor ve kıyaslanıyor. Yufkası kalın, bizim baklavalar daha incecik yufkalı, daha güzel. Ama onların süzme yoğurttan yapılan cacığını (Tzatziki) çok beğendiğimi eklemeliyim. l C M Y B Artşop