Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Krizler işgücü piyasasından kadını dışlıyor Kadınların işçi hareketlerindeki yerini değerlendirebilir misiniz? Yunanistan’da kadın erkek eşitliğini kusursuz bir biçimde güvence altına alan mevzuata rağmen kadınlar işgücü piyasasına erişimde engellerle karşılaşmaya devam ediyor. Fakat kadınların çalışma hayatını etkileyen engellere sadece Yunanistan’da değil dünyanın pek çok yerinde rastlanıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’ya göre bu engeller, sadece kadınları değil, aynı zamanda ülkelerin ekonomik büyüme ve kalkınmasını da olumsuz etkiliyor. 2008’den bu yana krizin kadın istihdamında etkisi kadınerkek eşitsizliğinin işgücü piyasasında daha da artması olmuştur. Kadınların sendikalara yaygın ve etkin katılımını kalıplaşmış yargı sistemleri kadar iş ve aile sorumluluklarının birleşmesinden kaynaklanan baskılar engelliyor. Yunanistan’da profesyonel sendikacılık yapısının olmaması, kadınların iş ve aile yüklerinden başka sendika için ek vakit bulmasını gerektirmekte. Kadınlar yönetici kadrolarda hâlâ yeterince temsil edilmiyorlar ve sendikal faaliyetlere gereken vakti ayıramıyorlar. Sendikalar da kadın sorunlarını sendikal hayatın entegral bir öğesi haline getirecek şekilde önceliklerini ve yapılarını değiştirmekte ağır kalıyorlar. Bir ülkenin ilerlemesi ve çağdaşlaşması için temel şartlardan biri olan kadınerkek eşitliğinin, fırsat eşitliğinin tam anlamıyla sağlanabilmesi için yenilikçi bir yaklaşımla yapmamız gereken birçok şey var. l İşçi hakları 20 yıl geriye gitti DENİZ ÜLKÜTEKİN Z oe Lanara, belki de Avrupa çapında işçi hareketlerinde en etkin kadınlardan biri. Yunan Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu (GSEE) Dış İlişkiler Başkanı olarak hem ülkesindeki hem de Avrupa çapındaki işçi hareketlerinde önemli bir role sahip. Yunanistan’da son yıllarda yaşanan ve bir süredir sosyal felaket noktasına gelen ekonomik kriz hakkında söyleyecekleri çok fazla. Bir özelliği daha var. Lanara aynı zamanda bir Türkiyeli hikâyesine de buradan başlamak en doğrusu Öncelikle kökenlerinizden bahseder misiniz? Sizin Türkiye kökenli olduğunuzu biliyoruz. Türkiye ile bağlarınız ne kadar güçlü? İstanbul’da doğdum ve Istanbul’da büyüdüm. Üniversiteyi Türkiye’de bitirdim. Hayatımın yarısı Türkiye’de geçti. Kardeş bildiğim birçok insan Türkiye’de. Her insanın doğup büyüdüğü, konuşmayı, okumayı ve düşünmeyi öğrendiği, seslerini, kokularını, mevsimlerini özlediği, yani yurdu bildiği yerle bağları ne kadar güçlü ise benim de Türkiye ile bağlarım o kadar güçlüdür. Yunanistan’a ne zaman yerleştiniz? Ailem, İstanbul’da yaşayan Rum azınlığının üçüncü büyük göç dalgasının kaydedildiği 1975 döneminde Yunanistan’a yerleşti. Yurtdışında master eğitimimi tamamladıktan sonra aileme benim de destek sağlamam lazımdı. Pek hevesli olmamama karşın Atina’da onlara katıldım. Yunanistan’da bizleri iyisi ile kötüsüyle farklı bir hayat bekliyordu. İşçi sınıfıyla yakınlaşmanız nasıl oldu? Sendikal faaliyetlere nasıl başladınız? Çalışma hayatına girmemle sendikal uğraşa da öğrenci hareketinden kaynaklanan bir birikimle katıldım. Önceleri bu katılımı sadece sendika üyeliğinde odaklanan bir faaliyet olarak görüyordum. Ancak işyeri sendikamızın kurulmasında öncülük eden ve işverene karşı ağzını açan biri olarak arkadaşların ısrarıyla işyeri temsilciliğine seçilmem sonucunda sendika hayatımın bir parçası haline geldi. 1990’dan sonra dünya ve Avrupa sendika konfederasyonlarında görevlere seçildim. Uluslarası işkolu sendikam olan Dünya Medya Federasyonu UNIMEI’ın başkanlığına seçilmem büyük bir onur kaynağı oldu. 2004’ten sonra Yunan Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (GSEE) Dış İlişkiler Bölümü’nün başına geçtim. Sendika uğraşımımı yönlendiren inanç, emeğe saygı olmaksızın toplumsal adaletin ve eşitliğin sağlanamayacağı düşüncesidir. İşçi sınıfının baş örgütlenme zemini olarak sendikaların, gerek iktisadi ve siyasi gündemleri gerekse örgütlü direniş potansiyeliyle emeğe saygıyı, demokratik hak ve özgürlükleri temel alan bir toplumsal gelişmeyi sağlayabilecek önemli bir aktör olduğu kanısındayım. Yunanistan’da işçi hareketleri sizin içinde bulunduğunuz dönemde nasıl şekillendi? Yunanistan’da sendikaların ve işçi sınıfının gelişimini ülkenin sanayileşme süreci kadar siyasi tarihine damgasını vuran gelişmeler de belirlemiştir. GSEE’nin 1918 yılında kurulmasıyla işçi sınıfı ilk somut örgütlenme adımını attı. Cuntanın yıkıldığı 1974 yılına dek, işçi sınıfı ve sendikalar, askeri dikta rejimlerinden ve darbelerden payını fazlası ile almıştır. Bu acı deneyimlerin, farklı görüşleri bünyesinde barındırabilen, tüm kademelerinde tek sendika ile temsil edilen mücadeleci ve direnişçi bir sendikal hareketin oluşumuna katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Bir dönüm noktası oluşturan 1975 Anayasası, toplu iş sözleşmesi, grev ve sendikalaşma gibi temel hak ve özgürlükleri yeniden düzenlenmiş; sendikaların toplumsal rolünü güvence altına almış ve emeğin örgütlenme gücünü artırmıştır. Olumlu mevzuatın da katkısı ile Yunanlı çalışanlar mücadeleleri sonucunda ekonomik ve siyasi birçok hak elde etmiş; 1990’lı yıllara dek uygulanan geniş kapsamlı sosyal güvenlik politikaları eşitsizlik ve yoksulluk düzeyini önemli ölçüde düşürmüştür. Buna rağmen işgücü piyasasında düşük istihdam artışı, ücret ayrımları, kayıtdışı çalışma, yetersiz denetim yapıları, göçmen işçilerin güvencesiz çalışma koşulları gibi kronik aksamalar da vardı. Bu ortamda Avrupa Birliği tarafından meşrulaştırılan ve 1990’larda gündeme getirilen emek piyasasına yönelik kuralsızlaştırılma, esnekleştirme, atipik çalışmayı yaygınlaştırma ve sosyal güvenliği daraltma politikaları, sendikaların etkin Dünyanın gözü şu sıralar Türkiye, Brezilya ve Mısır’ın üzerinde ama belki de daha büyük bir sosyal kriz, komşumuz Yunanistan’da yaşanıyor. Birkaç yıldır süregelen ekonomik kriz, artık dayanılmaz noktada. Ülkenin işçi hareketlerindeki en önemli isimlerinden Zoe Lanara, “Yunan halkının yüzde 30’u AB’nin yoksulluk sınırının altına inildi” diyor. Fakir kesimler toplum dışına itiliyor Özellikle bazı ailelerin çocuklarını daha iyi beslenebilmeleri için yetimhaneye verdiklerini duyuyoruz. Bunun gibi trajik örneklere şahit oldunuz mu? Eurostat tarafından yayımlanan son verilere göre, Yunan halkına reva görülen politikalar sonucunda vatandaşın yüzde 30’u AB’nin yoksulluk sınırının altına itilmiş olup sosyal dışlanmaya maruz kalıyor. Yetimhaneye verilen çocuklar hakkında henüz güvenilir veriler olmasa bile günbegün sivil toplum örgütleri, yardım kurumları, belediyeler, okullar ve kiliselerden kaygı verici haberler geliyor. Sayısı gittikçe artan muhtaç vatandaşlara el uzatabilmek için tüm bu kuruluşların sosyal yardım altyapıları dayanamaz hale gelmiş durumda. Fakat toplumun zayıf kesimlerinin sosyal güvenceye en çok ihtiyaç duydukları dönemde, sosyal harcamalar kısılıyor ve kamu hizmetlerine erozyon uygulaması yapılıyor. Uyum programını düzenleyen binlerce sayfa içerisinde, her türlü sosyal güvencenin topyekun tasfiyesine karşı, hiç olmazsa toplumun en zayıf gruplarını koruyabilecek dengeleyici hiçbir tebdirin bulunmaması maalesef AB’nin sosyal retoriğinin riyakârlığını sergiliyor. l direnişi sayesinde kısmi uygulanan sosyal güvenlik reformu dışında askıya alınabilmişti. Ülkede son yıllarda yaşanan ekonomik kriz büyük trajedilere de sahne oldu. Yunanistan’daki son durumu ve sendikaların tutumunu değerlendirebilir misiniz? Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve IMF’nin iktisadi ve yapısal uyum programı gereğince Yunanistan’a verilen kredi karşılığında dayatılan önkoşulların asli bir parçası emek piyasasının reformu, yani yukarıda saydığım neoliberal kapsamlı politikaların rekor bir süre içinde uygulanmasıydı. Böylece acımasız kemer sıkma, haksız vergilendirme, özelleştirme türünden iktisadi uyum önlemlerinin yanı sıra orantısız iş ve ücret kaybı yetmiyormuş gibi çalışanlar temel sosyal ve sendikal haklarından ve artan sosyal adaletsizlikler karşısında etkin olabilecek her bir kurumsal savunma imkânından da mahrum edildi. İş ilişkileri en azından yirmi yıl geriye itildi. Toplusözleşme sistemi işkolu sözleşmelerinden başlayarak söküldü, asgari ücretler yürürlükten kaldırıldı, bireysel iş ilişkileri ve güvencesiz esnek çalışma hâkim konuma getirildi. Sosyal diyalog kurumu da unutuldu. 20’den az işçi çalıştıran işverene “işçi birliği” denen ne olduğu belirsiz gruplar kurup onlarla bağlayıcı sözleşme imzalama yetkisi tanındı. Sarı sendika kurmanın hak teşkil ettiği Yunanistan iş ilişkilerinin işveren lehine yeniden yapılandırıldığı bir laboratuvara dönüşmüş durumda. Bu uygulamaların diğer AB ülkelerine de yayıldığını vurgulamak gerekiyor. Avrupa sosyal modelinin temel ilkeleri ve ortak değerleri tek tek sökülürken demokratik istikrarın da kuyusu kazılıyor. Bu dönüşümlerin sendikalar üzerinde ciddi ve kalıcı etkileri vardır. Sendikaların kurumsal rolü, pazarlık gücü, kolektif temsil ilkesinin bütünlüğü zedelenmiştir. Misli görülmemiş işsizliğin, güvencesiz ve esnek çalışmanın baskın çıktığı bir emek piyasasında, orantısız güçlenmiş işverenlere karşı durmak zorundayız. l SELÇUK EREZ G Gezici’ler Venüs’ten... ezi olaylarını iyice izledik, belledik, biliyoruz. Şimdi bu olayların yöneticilerce nasıl yorumlandığına bakmak bundan sonraki gelişmeleri doğru kestirmemizi sağlayabilir: Başbakan, bunların “aşırı uçların organize ettikleri bir eylem olduğunu” söylemişti. Sonra bakanlar arasında görüşünü açıklamayan kalmadı. Birkaç örnek verelim: Dışişleri Bakanı’na göre, “Normal şartlarda çevre hiç gündeminde olmadığı halde, bu dalgayı kendi gündemi için kullanmaya çalışanlar var. Onlarla oynadıkları oyunun siyasete, demokrasiye ne kadar büyük bir tehlike yarattığını paylaşmak isterdim. Onun içinde CHP’liler de var. Bazı iş çevreleri de var. Normal şartlarda iktidara gelme imkânı kalmayan bazı kesimler, Türkiye’nin ekonomik göstergeleri ve uluslararası itibar açısından tam da zirveyi yaşadığı ayda ülkemizi türbülansa sokmak ve bunu kullanmak istediler. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, “Bunun Yahudi diyasporası tarafından düzenlendiğini” önce söyledi, sonra da söylediğini inkâr etti. AB Bakanı Egemen Bağış’a göre Gezi’nin ardında başka güçler var: “98 yılında Washington’da ulusal güvenlik enstitüsünde bir tezgâh kurdular, 99’da Türkiye karıştı. 2007 yılında yine Washington’da aynı çetenin, aynı lobinin başka uzantısı olan Hudson Enstitüsü’nde benzer bir senaryo çalışması yapıldı. Arkasından Ergenekon, Balyoz gibi işlerin döndüğü ortaya çıktı. Şubat ayında da American Enterprise Institute’de, yine Washington’da, aynı lobinin, çıkar grubunun finanse ettiği bir etkinlikte son dört haftada ülkemizde yaşananlar tartışılmış. ‘Böyle bir şey olursa’ diye. Ne tesadüf” dedi. Oysa “Gezi”nin ardında ne görülmemiş başarılarımızı çekemeyenler, ne Washington enstitüleri, Yahudiler ya da iktidar olmak için dümen çevirenler var. Gezi olayı, sadece bugünkü yönetici kuşaktan çok farklı yetişmiş, yeryüzündeki yaşdaşları ile benzer şekilde bilgilerle donanımlı gençliğin, bu ülkede sürdürülen baskıları, yönetimin akılla, usla bağdaşmaz tutumlarını etkin bir şekilde reddetmesinden ibarettir. Dindarının ateistiyle, cinsel yönelimleri farklı kimselerin kendilerine benzemeyenlerle, Kürt’ünün, Ermenisi ve Türk’üyle içten ve gerçekten bağdaşık yaşamakta tereddüdü olmayan bu kuşağın değerlerini kavramayan iktidar, bu standartları karşılamayı düşüneceğine, olayı, korkutarak, bastırarak söndürebileceğini sandığından ortaya çıkan karışıklık tablosu, ekonomimizi olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bunları anlamamak bugüne kadar çok zarara yol açtı. Bu yorumlar ise ümit vermiyor. Ne olur? Daha da sıkılırız ama sonuçta “satın alınmış zavallılar, marjinallerce kandırılmışlar” sandığınız bu gençlerin katıldığı bir iktidar gelir ve düzeltir bu ülkeyi. l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt /İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B