02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Analara İş Çocuklara Kreş” yürüyüşü. (1979) İstanbul’daki “Evlat Acısına Son” mitingi. (1977) Kendi tarihlerini kendileri yazdılar Dört yıllık kısa tarihlerine büyük işler sığdırdılar. Koca koca partilerin kadın kollarının yapmaya cesaret edemediği eylemlere imza attılar. Kadın sorununu Türkiye’nin gündemine taşıyan kampanyalar yürüttüler. Bu kampanyalardan bazılarının sonuçlarını da aldılar. Eylemlerde başlarına taktıkları kırmızı bandanalar nedeniyle “Kırmızı Çatkılı Kadınlar” olarak tanındılar. 75’ten sıkıyönetim tarafından kapatıldıkları 1979’a kadar tarih yazan İlerici Kadınlar Derneği kendi tarihlerine de sahip çıktı. Darbe koşullarında bütün riskleri alarak arşivlerini darbecilere kaptırmayıp sakladılar. Şimdi o arşiv Tarih Vakfı tarafından kitaplaştırıldı. “Kırmızı Çatkılı Kadınların Tarihi” ismiyle yayımlanan kitap Muazzez Pervan tarafından derlendi. Ankara’daki “Evlat Acısına Son” mitingi. (1979) S andıklarında çeyiz gibi yıllardır sakladıkları kırmızı çatkılarını yeniden başlarına takmanın kıvancı içindeydi hepsi de. Bir eyleme gider gibi heyecanla koşuşmuşlardı davet mektubunu alınca. Tarih Vakfı’nın kütüphanesine meraklı bakışları ve yürek çarpıntıları ile ilk adımlarını attılar. Ancak eski yoldaşlarını görünce sevinç nidalarını koyverdiler. Yılların hasretiyle kucaklaştılar. Kimisi gözyaşlarını kırmızı çatkısının ucuyla silerken kimisi, “Senin çatkın uzun, makasla ikiyi böl de Ayfer’e de verelim” diye eski günlerdeki gibi dayanışma ruhunu canlandırıyordu. Sadece İstanbul değil başka il ve ilçelerden de gelen vardı. Örgütün en aktif şubelerinden Bandırma’dan bile... Birlikte ne çok başarılara imza atmış, ne çok iş kotarmışlardı. Hem de sınıf mücadelesini böleceği kaygısıyla erkek yoldaşların muhalefetine rağmen. Gecenkondu bölgelerinde okuma yazma kursları, 8 Mart’ın Türkiye gündemine getirilmesi ve kitlesel şekilde kutlanması, eşit işe eşit ücret, her işyerinde kreş, kadın çalışan sayısının 100’ü geçtiği işyerlerinde emzirme odası, doğum izinlerinin uzatılması, 20 yılda emeklilik ve evlere temizliğe giden gündelikçi kadınlara sigorta hakkı, gecekondu mahallelerine çocuk parkı gibi kampanyalar ile ilki Ankara’da, ikincisi İstanbul’da olmak üzere CHP Kadın Kolları ile birlikte düzenlenen “Evlat acısına son” mitingleri bu kırmızı çatkılı kadınların emeği ile gerçekleşmişti. Bu kampanyalar sonucunda birçok fabrika ve kurumda kreşler açılmış, gecekondu mahallelerinde çocuk parklarının yapımı sağlanmıştır. Dört yılı resmi, 1.5 yılı ise illegal süren faaliyetleri sonucunda siyasi gündemi tek başına belirleyen, kısa sürede 15 bin MİYASE üyeye ulaşan, yayımladıkları “Kadınların Sesi” İLKNUR dergisini kısa sürede 30 bin tiraja ulaştıran bu kadınlar kısa adı İKD olan İlerici Kadınlar Derneği’nin emektar yönetici ve üyeleriydi. İKD’li kadınları yirmi üç yıl aradan sonra yeniden buluşturan, Tarih Vakfı tarafından çıkarılan bir kitaptı. Muazzez Pervan tarafından derlenip yayıma hazırlanan kitapta onların, yani kırmızı çatkılı kadınların tarihi anlatılıyordu. “İlerici Kadınlar DerneğiKırmızı Çatkılı Kadınlar’ın Tarihi” adıyla hazırlanan kitap da Muazzez Pervan’ın olduğu kadar onların özverisi ve fedakârlığı sayesinde ortaya çıkmıştı. İKD’nin arşivi darbe koşullarına rağmen saklanmasa kuşkusuz bu kitap da, dolayısıyla bu mücadeleci kadınların tarihi de sözlü anlatımdan öteye Tarih Vakfı tarafından yayımlanan “Kırmızı Çatkılı Kadınların Tarihi” kitabının tanıtım kokteylinde bir araya gelen İKD’li kadınlar 23 yıllık hasreti sonlandırdı. İKD’nin kuruluş öyküsü Uluslararası Demokratik Kadınlar Federasyonu (UDKF) önerisiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 19751985 yıllarını “Kadın On Yılı” ilan etti. Bu dönemde Avrupa’daki sosyalist ve komünist partiler de ayrı kadın örgütlenmelerine ağırlık vermeye başlamıştır. Eşzamanlı olarak TKP de Türkiye’de yeniden örgütlenmeye ağırlık vermiş, bağımsız duran ama partinin yönlendirdiği dernekler kurulması yönünde çabalara girişmiştir. İlerici Gençler Derneği dışında İKD de bu örgütlenmelerden biri olarak planlanmıştır. Ancak Türkiye solu henüz bağımsız bir kadın örgütlenmesini içselleştirecek olgunlukta değildir. Bu tür bir cinsiyetçi örgütlenmenin sınıf mücadelesini böleceği inancıyla karşı bir tavır içine girmiştir. Başlangıçta TİP ve TSİP’in de katıldığı kuruluş toplantıları bir süre sonra ayrışmayla sonuçlanır. Sonuçta İlerici Kadınlar Derneği (İKD) 3 Haziran 1975 günü kurulur. Üstelik bağımsız bir görüntü vermek için yönetimde TKP’lilerin sayısı azınlıkta kalmıştır. Başkanlığına da TKP’li olmayan ve 1960’lı yıllarda Türkiye İleri Kadınlar Derneği Başkanı olan Beria Onger getirilmiştir. Sendikanın kurucuları çoğunlukla emekçi kadınlardan oluşturulur. Dört yıllık faaliyeti süresince İKD bağımsız duruşunu korur ve hızla güçlenir. İlk merkezi Çeliktepe’deki tek gözlü bir gecekondu olan İKD, kısa sürede hızla kitlesel bir örgüt kimliğine kavuşur. 1979 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatıldığında 15 bin üyesi, Türkiye çapında 33 şubesi ve 30 bin tirajlı bir yayın organına sahip büyük bir örgüttür. Kampanyaları Türkiye gündemini belirler. Özellikle gecekondu bölgelerinde ve fabrikalarda örgütlenme faaliyetleri büyük bir başarı kazanır. Kadın hakları, özellikle de çalışan kadınların hakları için önemli kampanyalarda tümüyle olmasa da önemli kazanımlar elde edilir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün Türkiye’ye malolması İKD’nin çabası ve emeği sayesindedir. l geçmeyecekti. Sonuçta “Belge yoksa tarih de yoktu.” 12 Eylül darbesi nedeniyle birçok siyasi parti ve örgütün arşivi ya Seka’ya kâğıt hammaddesi olarak gönderilmiş ya da arşivi saklayanlar tarafından olası bir baskın göz önüne alınarak kendileri tarafından imha edilmişti. Peki erkek egemen örgütlerin başaramadıklarını nasıl olup da dudak büktükleri kadınlar başarabilmişti? İşte onun öyküsü. 12 Eylül 1980 darbesine giden yıllarda İKD, 1979 baharında Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından kapatılan ilk dernek oldu. Ama kadınlar için ne gam? Dernek kapatılsa da dergi yayımını sürdürdüğü için kadınlar bu kez onun etrafında kümelendiler. Darbe öncesinde kapatılan derneğin kapısına vurulan mühür kadınlar tarafından kırılarak arşivi, açık olan başka dernekler ve evlerde saklanmaya başlandı. Darbe gerçekleşince yönetim kurulu üyelerinden genel sekreter Zülal Kılıç, başkan yardımcısı Gönül Dinçer ve eğitimden sorumlu yönetim kurulu üyesi Ayşe Erzan aynı evde oturduğundan, derneğin pek çok evrakı Nişantaşı’ndaki bu evde bulunuyordu. İstanbul’un merkezindeki bu evde saklamanın sakıncaları göz önüne alınarak belgeler, daha güvenli olduğu düşüncesiyle Ayşe Erzan’ın anne ve babasının Tuzla’daki evine taşındı. Taşınma işleminden önce anne ve babanın izinleri alındı. İzin sorunu halledilmişti ama asıl sorun askerin sık sık arama yaptığı şehir merkezinden bu evraklar 30 kilometre uzaktaki Tuzla’ya nasıl taşınacaktı. İçi tıka basa evrak dolu 20 büyük koliyi apartmandan dışarı çıkarmak bile tehlikeliydi. Düşünüldü taşınıldı, sonunda bir yol bulundu. Güya içlerinden biri evden taşınıyormuş gibi yapacak, tutulan kamyonete bu kolilerin yanına birkaç parça da ev eşyası yüklenecekti. O sırada genç bir akademisyen olan Ayşe Erzan, kamyonetle birlikte eşyaları Tuzla’ya ailesinin evine götürüp yerleştirdi. Bu arada darbe nedeniyle TKP, yönetimde sayıca az da olsa kendi mensuplarını ülke dışına çıkardı. Ayşe Erzan da politik göçmen olarak yurtdışına çıkmıştı. 1990’lı yıllarda politik göçmenler yaşadıkları ülkelerden döndüler. İKD’nin arşivini saklayan Ayşe Erzan’ın annesi Leman Hanım ile babası Muammer Bey de artık yaşamıyordu. O fedakâr iki insanın yıllarca sakladığı arşiv tasnif edildi ve bir kopyası Kadın Eserleri Kütüphanesi’ne verilmesi koşuluyla Tarih Vakfı’na bağışlandı. Muazzez Pervan’ın titiz çalışması sonucunda İKD’nin tarihi Tarih Vakfı tarafından geçen günlerde yayımlandı. l B ATAOL BEHRAMOĞLU Bir kenti içerden yaşamak ir kenti, bir ülkeyi içerden yaşamak ne anlama geliyor? Örneğin, 20. yüzyıl Ermeni şiirinin büyük ustalarından Avetik İsahakyan’ın yaşamı ve şiiri hakkında bilgi sahibi değilseniz, aşağıdaki anekdot sizi pek fazla etkilemeyecektir: Birçok şiirini Ermeni halk türkülerinden damıtmış olan İsahakyan, uzun yıllar zorunlu olarak ülkesinden uzakta yaşadıktan sonra bir gece Yerevan’da dolaşırken bir kuyumcu dükkânının önünde türkü söyleyen bir bekçiyle karşılaşır. Türkünün sözleri onun bir şiirindendir. İsahakyan, bekçiye bu şiirin kime ait olduğunu sorar. Bekçi, yurtdışından, aklımda yanlış kalmadıysa Paris’ten henüz dönmüş olan bu iki dirhem bir çekirdek beyefendiyi tepeden tırnağa süzdükten sonra, şöyle der: Sen anlamazsın beyim… Burada, zorunlu sürgün yaşamı halkı için bile olsa (zaten genellikle böyledir) halkından uzak düşmüş aydının dramı gizlidir… On dokuzuncu ve yirminci yüzyıl Ermeni aydınları, tıpkı bizler, bizimkiler gibi, bu dramı olanca acılığıyla yaşadılar. Sanatçı, yazar, şair anıtlarıyla insanı büyüleyen Yerevan’ın bir köşesinde, ben görmedim ama, mutlaka İsahakyan’ın da bir anıtı vardır. Buna karşılık, tıpkı onun gibi sürgünü ve cezaevini yaşamış bir başka büyük şairin, Hovhannes Tumanyan’ın Opera alanındaki anıtı önündeyim. Çok yıllar önce onunla ilgili Rusça bir biyografi okumuştum. Ölümcül hastalığının son süreçlerinde, doktorlardan, elindeki son çalışmayı bitirebilmek için ömrünü biraz daha uzatmalarını rica ettiği aklımda kalmış… Bir şiirimde de onun bir şiirinden bir bölüm vardır… Bana Yerevan’da eşlik eden, akademi üyesi, Türkolog, sevgili Tatevik Manukyan Hanım’ın çevirmenliğiyle, anıtın önünde oynamakta olan birkaç oğlan ve kız çocuğuna, bu anıtın kim olduğunu bilip bilmediklerini soruyorum. Günümüzün her yerdeki bütün yeni kuşakları gibi elbette hiçbir şeyden haberleri yok. Tatevik Manukyan’la bazen Türkçe, bazen Rusça konuşuyoruz. Ermenistan’da aydınlar da sıradan halk da Rusça biliyor. Bu, yazarlarını, sanatçılarını, özellikle şairlerini “içerden” tanıdığım Ermeni toplumuyla daha yakınlaşmamı sağlıyor… Kesinlikle barışçı bir halk... Ne sınırda, ne otelde Türk olduğum için bir sıkıntıyla karşılaşmadım. Sokakta da, alnımda Türk olduğum yazılı değil ama, kimliğimi söylemem gerektiğinde, ilgi ve yakınlıktan başka bir tepkiyle karşılaşmadım. Yazarlar Birliği Başkanı Levon Ananyan başta olmak üzere, bütün Ermeni yazar ve şairlerle, aramızda bir anda kardeşçe bir sıcaklık oluştu. Ermenistan Yazarlar Birliği’nin saray yavrusu konutunun bitişiğindeki küçük park alanına konuk yazarların her birinin kendi ülkelerinin adını taşıyan bir fidan diktiklerini bir önceki yazımda yazmıştım. O küçük park alanına diktiğim Türkiye fidanı da serpilip geliştikçe Türkiye ve Ermenistan halkları arasında kardeşlik bağlarının güçlenmesini dilerim… Ve öyle de olacak… Ülkeye dönüşüm Tiflis havaalanından, Ermenistan’ı karayoluyla boydan boya geçerek oldu… Ermenistan, sınırları her yandan kapatılmış, neredeyse nefes alması engellenmiş bir ülke… Her yanı dökülen arabasıyla bizi eski Yerevan’a götüren şoför arkadaşım Eduard (Edo), halkları birbirine düşman eden siyasetin her türüne; hırsız, rüşvetçi siyasetçi takımına veryansın ediyor… Onunla bütün bu düşmanlık siyasetlerine inat, eski Yerevan’ın bir sokağında kucaklaşıp fotoğraf çektirdik ve kardeşliğimizi ilan ettik… Yerevan’da iki günlük bulunuşumun izlenimleri, zorlamaksızın bir kitap olabilir… Yerevan içerden tanıyıp yaşadığım, her zaman sevgiyle anımsayacağım kentler arasında, kalbimde yerini aldı…l [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle