Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 12 MAYIS 2013 / SAYI 1416 Biz hâla evlatlarımızı bekliyoruz Nurettin Yedigöl kaybedildiğinde yıl 1981’di. Hâlâ yok. Hüsamettin Yaman’ı ailesi en son 4 Mayıs 1992’de gördü. 2011’de Ayhan Çarkın “Yaman ve Gül yere çömeldi. 20 yaşındaki çocukları nasıl öldürdük inanamıyorum” diyerek anlattı ölümlerini. Mezarları hâlâ yok. Emine Ocak “şanslı”ydı; oğlu Hasan da 20 Mart 1995’te kaybedildi, ancak 55 gün sonra mezarına ulaştılar. Katilleri hâlâ cezalandırılmadı. Bugün Anneler Günü ve Cumartesi Anneleri’nin tek isteği; evlatlarının mezarı. B ugün, Anneler Günü. Çiçeklerle, hediyelerle gideceksiniz annenize. Sevgiyi bir güne sıkıştırmaktan yana olmayanlarınız bile bir buse kondurmayı, telefon açıp annesinin yüzünü güldürmeyi ihmal etmeyecek. Siz annenize, çocuklarınız size süprizler yapacak... Ama ben size bu mutluluk tablosunun dışında bir anneler günü anlatacağım. Herkesin hemfikir olduğu bir lafla başlayacağım: En büyük acı evlat acısıdır. Ama ondan beteri olduğunu bu satırları okuyunca anlayacaksınız, bir mezara hasret anaları duyduğunuzda. İçiniz kararacak belki ama onlara kulak verin, çünkü yüreğiniz bir Cumartesi sabahı sizi Galatasaray Lisesi’ne götürürse, acılarını az da olsa dindirecek bir gelişmeye katkıda bulunabilirsiniz. Zira Mehmet Ağar’ı serbest bırakan hukukun da, katiller yerine vatandaşlarının peşine düşen iktidarın da bunun için uğraşmayacağı belli. Hazırsanız, susayım, Emine Ocak konuşsun... “76 yaşındayım. Ne konuşacağız ki... Sor bakalım? Hasan’la birlikte dokuz çocuğum vardı. 11 torunum, bir de torun çocuğu var”. Dirayetli bir kadın Emine Ocak, yıllara da acılara da dayanmış, dayanıyor. Galatasaray’ı ilk mesken tutan o. Hasan Ocak’ın annesi. “Hasan”, derin nefes alıyor, “güzel çocuktu, faaldi, akıllıydı, sevgi çocuğuydu. Hep sevgi vardı, hep sevgi. Ne fayda, kayıp gitti”. Bir es veriyor, yine derin nefeslenip devam ediyor: “Güzel severdi. Beni yormamak için tabağını kendisi doldururdu, bitince yıkardı. Yatağını toplardı. Aldılar, gittiler”. Yıl, 20 Mart 1995. Emine Ocak kızı Aysel’in doğumgünü için yemekler yapıyor. Doğumgünü şerefine oluyor oğlu için. 27 Mayıs 1995’te başladığı eyleme, her hafta başka bir ana ekleniyor. Altı ayda kalabalığa dönüşüyorlar, oğlunu, kızını, eşini, babasını, anasını, kardeşini arayan onlarca insan kalabalığına, devletin en büyük ayıbına. Bu ayıbı temizlemek için her zamanki refleksini devreye sokuyor yetkililer, analar tekmeleniyor, saçlarından sürükleniyor, sövülüyor... Yine de 1999’a kadar bırakmıyorlar orayı. Niye mi? “Oğlumu, öğretmenimi götürüp ormana attılar. Bir buçuk ay sonra toprağı kaldırıp bulduk. Hasan’a duyduğum sevgiydi beni Taksim’e götüren. Ona olanlar başkasına olmasın, diye oturdum. Eylem, kayıpların mücadelesine dönüştü. O çocuklar da Hasan’dır. O anneler ki bendir. Hasan’ın mezarını bulamadığım o 55 günü hiç unutmadım”. 99’da bitirdikleri eyleme on yıl sonra yeniden başlıyor anneler. Çünkü artık Türkiye’de geçmiş konuşuluyor, davalarda evlatlarının adını duyuyorlar. Belki, Emine Ocak. Fotoğraflar: VEDAT ARIK diyorlar, bu sefer bir mezara kavuşuruz, katiller yargılanır. Ama yine olmuyor. “Oğlumun katilleri, işkenceci TİM 3 şefi Bayram Kartal’dır, devletin ödüllendirip Terörle Mücadeleden Sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı yaptığı Sedat Selim Ay’dır, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir’dir, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dır” diyor kızgın, “Bir sürü köy yakmış, insanları öldürmüş, yaşlıları Dersim’de köprü altlarına atmış Mehmet Ağar için Erdoğan bir cezaevi boşalttı. Ödül gibi. Sonra özgür bıraktı”. Bugün anneler günü, diyecek oluyorum. Susturuyor: “Bizim için anneler günü yok. Biz Hasan’ı bulduk, bu Hasan’ın kanı, diyerek işkence yapılanların ama o acıyı bildiğimiz için evlatlarının mezarını kanının üzerine savurdular”. bulamayan ailelerin acısını çok iyi anlıyoruz. Ama canı en çok, karakolda oğlunun Kayıplar bulunana kadar anneler gününü fotoğrafını elinden alıp çöpe attıklarında kutlamayacağız. Şu anda bir barış süreci yanıyor. Ocak ailesi Hasan’ın işkenceyle yaşıyoruz, ama bunu yaparken kayıplarla öldürülmüş bedeninin Beykoz ormanlarında yüzleşilsin. Anneler ağlamasın, çocuklar bulunup kimsesizler mezarlığına kaybolmasın”. l gömüldüğünü 17 Mayıs 1995’te öğreniyor. Yakınındaki başka bir mezardan, kendisiyle Not: Bu Şubat’ta, 105’inde hayata gözlerini aynı gün kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kapatırken bile “Oğlumun kemiklerini verin” cesedi çıkıyor. 19 Mayıs’ta Gazi Mahallesi’nde diyen Berfo Ana’nın oğlu Cemil Kırbayır’ın toprağa veriliyor Hasan, 12 Mart 1995’te büyüdüğü ev, kültür evi yapılacak. Destek Gazi’de öldürülen 17 kişinin yanına. Çünkü olmak için 22 Mayıs’ta Beşiktaş’taki Mustafa öğretmen Hasan, Gazi Mahallesi’nin Kemal Kültür Merkezi’nde yapılacak konsere direnişine öncülük eden isimlerden. Annesi katılabilirsiniz. Biletler Taksim’de Mephisto, de Cumartesi Anneleri’nin öncülerinden Kadıköy’de Seyhan Müzik’ten temin edilebilir. Hasan da erken gelecek, demin arayıp söyledi. Ama gelmiyor, ne o gün, ne de sonrasında. “Arkadaşlarına, kaldığı eve ulaştık, Hasan yoktu. Aksaray’da gözaltına alındığını ESRA öğrendik. Her gün AÇIKGÖZ karakola gittik, her gün vurdular. Her gün sorduk, her gün vurdular. Ankara’ya, Demirel’e, Mesut Yılmaz’a, Ecevit’e, Erbakan’a gittik. Yanıt alamadık. Kaybolan köpeğine şiirler yazan Eski DGM Başsavcısı Nusret Demiral, oğlumun peşine düştüm diye bana bir ay ceza verdi, cezaevinde yattım. İşkence gördüm, soğuk suya tuttular, dayak yedim” diyerek anlatıyor Ocak yaşadıklarını, “Eminönü Karakolu’nda saçımdan tutup bak Zeycan Yedigöl (12 Nisan 1981’de kaybedilen Nurettin Yedigöl’ün annesi) Yavrumun kemiklerini mezarıma koyun Ben mi? 77 yaşımdayım. Maşallah, diyorum, biraz refleksle karışık belki, belki de sözler başka yöne giderse, gözlerindeki derin acı da azalır, diye. Ama nafile: Ne maşallahı kızım; hayım gitmiş huyum kalmış, derim gitmiş, suyum kalmış. Bu sohbet boyunca söyleyeceği manilerin ilki. İşitme cihazının ayarı sonuna kadar açılsa da bizi duymuyor Zeycan ana, kendi zamanından sesleniyor: İki kız, iki oğlum vardı, biri gitti. Kalan oğlumun saçı döküldü, kel oldu. Gençliğini bilmedi kardeş acısından. Baba gitti evlat acısından, kardeşleri çırpınıyor. Benim ne kendime hayrım var kızım, ne çocuklarıma. Ah, ah. Edenler bulsun. Benim oğlum öyle arsız bir oğlan değildi, Allah korkusu çeken biriydi. Köye gelince bütün komşu kucaklar, sevinirdi. Fukara babasıydı. Mal davarla geçinirdik, katıktan birkaç kuruş alırdık. Biz okumadık, dedim, oğlumuz okusun. Okulu bitirdi. Hereke’de çalışmaya başladı. 400 kişi emrindeydi, yine de her yaz yardıma gelirdi. Harman bitti. Nurettin’imin arkadaşları geldi köye. Koyun kestik, yedirdik. Bir suçu olsa diyeyim yaramazdı da başına bu geldi. Ah, ah. Açık mı kayıt? Hah, Kenan Evren ölmesin, sürüm sürüm sürünsün. Ağlamaktan kurumuş, artık bir perde ardından gören gözlerinde acının yanına öfke de düşüyor. Elinden bir şey gelmemesinin öfkesi bu, “suçlu”nun hâlâ bulunmamasının, oğlunun mezarında dualar okuyamamanın öfkesi. Sesi Feyyaz Yaman: 30 yıldır hep aynı oyun Hüsamettin Yaman 4 Mayıs 1992’de, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencisi Soner Gül’le “kaybedildi”. O günden sonra haber alınamadı. Ta ki 2011’de Ayhan Çarkın, anlatana kadar: “Yaman ve Gül yere çömeldi. 20 yaşındaki çocukları nasıl öldürdük inanamıyorum.” Abisi Feyyaz Yaman anlatıyor: Dört kardeştik. Ben en büyükleriyim. 1980’de babamı kaybettik. O yüzden kardeşlerime hem abilik, hem babalık yaptım. En büyük gayemiz Halil ve Hüsamettin’i okutmaktı. Babamız, cumhuriyet kuşağıydı. Vatan için adam olmak gibi bir ütopyayla yetiştirilmişti, bizi de öyle yetiştirdi. 80 darbesi bizi ve sonraki kuşağı yok etti. Hüsamettin, benimle kalıyordu. Haftada iki gün annemle, kardeşimiz Feyzan’a geçerlerdi. Çalışmaya başlayacağım, eve çıkmak istiyorum, kullanılmayan eşyaları bana ayırın, demişti. Tamam, dedik. Sonra arkadaşımla Eyüp taraflarında ev bulduk, gelin görün, dedi. O gün Feyzan’da kaldı, eve gideceğini söyleyerek ayrılmış, ama gelmedi. Arkadaşındadır, dedim. Pazartesi de ses çıkmayınca arkadaşlarını aradım. Çarşamba işyerime telefon geldi, “Abi kardeşini polis gözaltına aldı, onu bulmak için baskı yap”. Halkın Hukuk Bürosu’na gittim, hızlı davranmaya çalıştım. Gayrettepe’ye, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığına, Devsol masasına başvurdum. Ergin Cinmen’le Meclis’e başvurduk. Davayı o takip etti. AİHM’ye bireysel yapılan ilk dava bizimkidir. Devlet bize hiç tutarlı açıklama yapmadı. Bir gün Reşat Altay 2. şubeye çağırdı. Nasihatle başlayıp “Kardeşin bizde olsaydı kafasına bir kurşun sıkar, bir köprü altına bırakırdık” dedi. Bir hafta sonra “Eyüp’te bir hücre evi bulduk” diyerek davet ettiler. Hüsamettin’in kitapları oradaydı. Güya evde kalan iki kişi Malatya’ya gidiyoruz deyip, evi boşaltmış. Bu beyanla Hüsamettin’in gözaltında bulunmadığına dair bir iddianame oluşturdular ve davamız düştü. Yıllar sonra Ayhan Çarkın beyanat verince avukatımız Taylan Tanay’ı Beşiktaş’taki Cumhuriyet Savcılığı çağırdı, “Hükümet bu olayların açığa kavuşturulması için çaba sarf ediyor, iddianamenizi tazelerseniz, davanın peşine düşeceğiz” diye. Dava yeniden açıldı, ama aynı savcı Taylan’ı tutukladı. Mehmet Ağar “Beni devlet içeri aldı, devlet saldı” diyor ya, çok doğru, dizginlerini devlet kontrol ediyor. 30 yıldır hep aynı oyun. Annem hâlâ kabullenmedi Hüsamettin’i. Gece yarıları telefon geldiğini, Hüsamettin’in aradığını ama konuşmadığını, hep kendinin anlattığını, dön dediğini söylüyor. Hüsamettin’ini bekliyor hâlâ... l yükseliyor, yükseliyor: Oğluma hakaret edeni, vuranı, kemiklerini kıranı Cenabi Allah’a havale ettim, hakkımı savunsun. Gözüme uyku girmiyor, hep dua ediyorum. Ben bir anayım, çalıştım, çabaladım, ezildim. Çocuklarım kimseye muhtaç olmasın, okutayım, dedim. Bileydim bu başıma gelecek, köye çoban yapardım. Kenan Evren’i de benim gibi yaksın Cenabi Allah. Oy, oy... Oğlumun kemiklerini istiyorum. Hiç olmazsa kemiklerini göreyim. Öldü daha elimden ne gelir? Suskunluğu yine onun anıları bölüyor. Yaşlandıkça zayıflar hafıza, oysa o hiç unutmamış, unutmuyor. Nurettin hafızasında acıyla kazınmış derin bir yara. Nurettin kıymet bilirdi. Ahırı süpürsem elimden süpürgeyi alırdı hemen. Allah eğer haklıdan tarafsan hakkımızı ara. Benim oğlum yaramaz değildi. Babası gitti soruşturma açtırdı. Duruşmada oğlumun arkadaşları “Nurettin’i işkenceyle öldürdüler, kanlı elbiselerini bize verdiler, onun artık ihtiyacı yok, öldü, götürüp giyin” diye anlattılar... Aklıma, geçen yıl açılan 12 Eylül davasında Nimet Tanrıkulu’nun Nurettin Yedigöl’le ilgili anlattığı “Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Meşhur ‘bambulu oda’ dediğimiz bir oda vardı. Orada biri çırılçıplak vaziyette oturuyordu. Kendinde değildi. Onun görüntüsü hâlâ belleğimde capcanlı durur” sözleri geldiğinde Zeycan ananın elindeki Nurettin’in gülen fotoğrafına takılıyor gözüm, Zeycan ananın öpüp okşadığı fotoğrafa: O işkenceye tutanlar demedi mi bunlar genç, nasıl bu hale koyuyoruz, hesapları sorulur? En azından Allah’tan korkaydılar. Dava bitene kadar götürüp cezaevine ataydılar. Nasıl kıydılar anababa evlatlarına? Babası yıllarca aradı oğlumuzu. “Yok” diyordu, “Valiliğe, başbakanlığa çıktım, ipucu bulamadım”. Kalp hastası oldu, öldü. Yememiz de iyiydi, içmemiz de ama bize zehir ettiler hayatı. Evladımız gitti. Nurettin, son gelişinde, “Anne, solcu dernek açtık diye bizi polis izliyor” dedi, “Ama kimseye bir hatamız yok anne. Gerekirse ifademizi veririz.” Oğlum yakışıklıydı, uzun boyluydu, akıllıydı. Bizim çocukları durduk yere yaktılar. Allah annelerin, babaların hesabını sorsun. Galatasaray’a gittik yıllarca. Artık gidecek halim kalmadı. Yürüyemiyorum. Ama yine de 12 Nisan’da Gayrettepe’ye gittik, oğlumun kaybedildiği yere. Sonra Galatasaray’a... Yavrum gitti, kemiklerini istiyorum, mezarıma koysunlar. l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B