Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Fotoğraf: İBRAHİM AKGÜN 28 NİSAN 2013 / SAYI 1414 Hepimiz biraz “yabancı”yız ESRA AÇIKGÖZ AHMET MÜMTAZ TAYLAN P Tanrı’yı güldürmek için bir sürü projem var Ahmet Mümtaz Taylan’a göre günü yaşamayı bilmeli insan. Maruz kaldığımız gereksiz bilgi de büyük bir lanet. “Google yokken mağdur muydum diye sorsanıza kendinize” diyor Taylan. Haklı da! “Takımın şampiyon olmuş ama karın seni sevmiyor. Partin yüzde 52 oy almış çocuğun sana saygı duymuyor. Çocuğunla güzel ilişki kurabilmek, sokaktaki kediyi sevebilmek, akşam huzurlu sevişebilmek tüm bu kaostan daha az önemli şeyler değil.” aris’in sokaklarında köksüzlüğün verdiği bağımsızlıkla dolanan bir genç kadın, babasını yeni kaybetmiş, ama içine sinmiş öfke bastırıyor üzüntüsünü. Ona bu öfkeyi yaşatan aslında ne babası ne de annesi; 12 Eylül. Filiz Alpgezmen’in ilk uzun metrajlı filmi “Yabancı”, işte o genç kadının, babasını defnetmek için bu öfkeyi iliklerine işleyen, babasını vatandaşlıktan çıkaran ülkeye, Türkiye’ye dönüş hikâyesini anlatıyor. Dahasını, filmde o genç kadına hayat veren Sezin Akbaşoğulları anlatıyor. Yabancı filmine katılımınız nasıl gerçekleşti? Yönetmen Filiz Alpgezmen’le Bilkent Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde tanışmamızla başlayan bir dostluğumuz vardı. Dolayısıyla bu filme katılımım diğerlerinden farklı oldu. Senaryonun yazılış sürecinden itibaren filmin içindeydim. Senaryonun farklı aşamalarında, değişikliklerinde kısaca bütün süreçte birlikteydik yönetmenle… Daha sonra son bir yılda teorik çalışma ve sonrasında set süreci… Neden yer almak istediniz bu filmde, sizi çeken neydi? Hem tiyarodan tanıdığım, işlerine inandığım bir yönetmen olması hem de senaryonun kendisi beni bu işe çekti. Senaryonun güçlü ve cesur bir senaryo olması beni etkiledi. Ayrıca elbette Türk sinemasında sık sık karşılaşılmayan bir kadın karakter, Özgür. Öyle bir karakteri oynayacak olmak da beni çok heyecanlandırdı. Sezin Akbaşoğulları “Yabancı”da... 12 Eylül’de ülkeyi terk etmek zorunda kalan bir ailenin kızı olarak Paris’te doğuyor Özgür. Öfkeli, başına buyruk, köksüz... Her şey babasını Türkiye’de defnetmek isteyince başlıyor. “Yabancı” bir eski zaman anlatısı değil, amacı 12 Eylül’ün yarattığı bugünkü Türkiye’yi göstermek. Özgür’e hayat veren Sezin Akbaşoğulları da 12 Eylül’ün çocuklarından. Sadece dün değil, bugün de konuşulsun, tartışılsın istiyor. A hmet Mümtaz Taylan oyuncu, yapmak zorundasınız! Bunun da İlk üç soru ve mutsuz bir resim yönetmen, baba. Rol aldığı ve matematiği belli. Önce “merhaba+beğeni çiziyorsunuz. Neden? yönettiği onlarca oyun, dizi ve film. belirtme+mahçup olma ya da havaya Daha neşeli olmak için neden bulmak Son yıllarda onu efsane dizi Leyla ile girme.” Ben genelde mahçup oluyorum. isterdim ama eldekiler bunlar. Çaba sarf Mecnun’un “İskender abisi” olarak bildik, Zaten aynı kişiyle bir sonraki karşılaşma etmiyor da değilim. İçim güler aslında hatta sokakta bile ancak 18 milyonda bir ihtimal. Biz, meslek benim. bizim için “İskender” gereği kapıyı çalmadan her eve giriyoruz. O Köşe Yazarlığı” da yapıyorsunuz. abi o. Taylan hem yüzden de sokakta size her selam verene, Sözünüzü esirgemeden yazıyorsunuz sosyal medyada hem her soru sorana cevap vermek mesainin üstelik. de köşesinde bir parçası. Bu biraz da ürkütücü. Sanırım Ona öyle demeyelim çok mahçup yazıyor, çünkü o yüzden evden yalnızca çalışmak için oluyorum. Ben “yazar” değil “yazanım.” sürekli düşünüyor. çıkıyorum. Eskisi gibi İstanbul’un her Sahibi gelince ben oradan giderim. Sözcüklerle derdi deliğine girmek, eski binaları seyretmek Yazması gerekenler yazmıyor, yazamıyor, olanlardan. artık büyük lüks. yazdırmıyorlar. Ben de deniyorum! “Yazarım” demeye Hayatımı yazarak kazanmayı isterdim ALİ DENİZ dili varmasa da “köşe de o ayrı. USLU yazarlığı” sıfatından Sosyalmedyada varlığınızı mahçup olsa da hissettiriyorsunuz. yazmaktan mutlu. Gezi Parkı’nın akıbeti için Başka neler yapmak var kafanızda? Bir röportajınızda “kusurlu “Leyla Mecnun” ekibiyle bir Yemek programı! ama huzurlu bir hayat” video çekmiştik. Ben de orada Nasıl? diyordunuz benimkisi. diyorum ki; “Gezi Parkı’nın Ciddiyim bak; biniyorum halk otobüsüne düşüyorum Bir yorgunluk var yıkılması iyi oldu, Boğaz’a İstanbul’da yollara. İsmi de “Kenarın Gurmesi” olabilir mesela. sanırım sizde. Nedir da beton dökülse trafik Otobüse binip dünyada yiyebileceğin en güzel dönerine nasıl hikâyenizin aslı? rahatlar, karşıya da ulaşacağını anlatıyorum. Gidiş geliş beş lira, Burası sözde bir yürüyerek gideriz. döner yedi buçuk. İstanbullu arkadaşa; “Bak sana ucuz ve kaliteli yer metropol, “büyükşehir” Tarihi Yarımada’da gösteriyorum. Temiz ve lezzetli döneri Nuruosmaniye, belki ama metropol iyi bir Disneyland olur, Kapalıçarşı’da saat 12.00 ile 15.00 arasında yiyebilirsin” diyorum. Bu değil. Bu şehrin yaşam zaten çocukları götürecek dönere yaklaşamayan dönere Boğaz’da 75 liraya yiyenin salak pratiği yoruyor. Konuşur gibi yer bulamıyoruz. Topçu olduğunu hatırlatıyorum. Sonra “İstanbul bana niye döner yapıyoruz sürekli, anlaşmaya kışlası da iyi bir fikir değil vermiyor” diyemezsin bu senin kabahatin olur diyorum. Sanırım böyle bir yemek programına çok sponsor ise hiç sıra gelmiyor. Ciddi bir onun yerine Gezi AVM yapılsın. gelir! Ne diyeyim yastığımın altında Tanrı’yı karmaşanın içinde yaşıyoruz. Hadi Kireçburnu’nda sahile beton güldürmek için projelerim var. l Sanırım ben bu yorgunluğu taşıyorum döküyorlarmış, gelin çay içelim sonra üstümde. Başkalarıyla ilişkilenmeye dağılırız.” Bunu twitter’da paylaştığımda mecbur kalıyoruz çoğunlukla. Bizimkisi bir arkadaş “O proje bittiği zaman sana bu Telefonla konuştuğumuzda oksimoron, zorunlu tercih. Mesela söylediklerini hatırlatacağım. Utanacaksın, “cumartesi günleri kızıma ait” sohbetten sonra siz unutursunuz ama ideolojinle mutluluklar dilerim” demişti. demiştiniz, “başka her gün olur”. Nasıl sözcükler bende kalır, takılırım onlara, İdeoloji mi? İSosyal çözümle için faydalı bir ilişkiniz var? kafamı meşgul ederler. Elbette tüm bu sosyal medya. Ben orada kavga etmem Haftada bir günü kızıma ayırıyorum. söyledikleri münzevi bir hayat özlemi içinde zaman da kaybetmem, yalnızca “anlarım.” On yıldır cumartesi günleri çalışmam, olduğum anlamına da gelmiyor. Sosyalmedyayı mastürbasyon aracı tek ayrıcalığım budur mesleğimde. Duvarlarınız epey yüksek. gibi görüyorum, kontrollü bir bahçe Cumartesileri kızım Ayşegül demek Televizyondan sizi tanıyor olmak da orası. benim için. Bir erkeğin kız çocuğundan büyük handikap olmalı. Hükümet oraya müdahale etmemekle fazla şımarabileceği başka bir şey yok İnsanların görmek istediği şeyler var. akıllıca davranıyor. Hava falvi vardır, havayı bu hayatta. Hem zaten kızlar çok çabuk Sokakta Ahmet Mümtaz Taylan değil de alır. Teknenin açıkta sintineyi boşaltması büyüyor. Ayşegül 14 yaşında genç bir kız. televizyonda gördükleri adamı görmek gibi... Elbette haber kanalları haberleri onay Onun beni sevmesi benim de kendimi istiyorlar. Zaten onu vermeyecekseniz olmadan girmezken oradan öğrendiğimiz sevmeme yardımcı oluyor. durmayacaksanız yolda. Sizden bekleneni çok şey de oldu. l Kenarın Gurmesi Google yokken mağdur muyduk? Cuma olanı pazartesi, pazartesi olanı cumaya unutuyoruz. Son dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Hayat yaşadığımızdan ibaret değil önü var arkası var. Bunu bilerek sukunete kavuşarak yaşamak gerekir. Tüm bu barış götürmeler getirmeler, insanların iradelerine rağmen başka “doğruları” onlara belletme çabası tarihin içinde gülünecek şeyler. Toplum mühendislerine insanları ve geleceği emanet etmek ahmakça. Bir barış havası hâkim evet, bu güzel. Bu zamanda kimsenin ölmüyor olmasından mutsuz olan birileri olamaz! Olursa patolojiktir zaten. İsrail, İran’a rahat saldırmak için özür dileyebilir ama bir özür diledi değil mi? Türkiye ile PKK pekaka, pekeke, pikiki, hangisiyle telaffuz ederseniz edin bu süreç içinde insanlar ölmüyor. Önemli olan bu! Bir de herkes her şey hakkında yüksek bir bilgi ve kimsenin bilmediği bir şeyi bildiğini düşünüyor ya işte bu çok saçma. Nedir çözümü? Çocuğunla güzel bir ilişki kurabilmek, sokaktaki kediyi sevebilmek, akşam huzurlu bir şekilde sevişebilmek tüm bu kaostan daha az önemli şeyler değil. Takımın şampiyon olmuş ama karın seni sevmiyor. Partin yüzde 52 oy almış çocuğun sana saygı duymuyor. Ülken hızla gelişmede 16. sıradan bilmem kaça yükselmiş ama işyerindeki ezikliğin değişmemiş. Altı sıfır atıldı da senin hayatında ne değişti? Gereksiz bilgi lanettir işin aslı, kirli bilgi bunlar. “Google yokken mağdur muydum?” diye sorsanıza kendinize? Sorsak da yanıtlar bizi kandırıyor olabilir. Sanki her şey kontrol altında. Kendine zaman ayıran insanlar kendini belli ediyor. Amerika’daydım bir süre dikkat ettim ki haberleri izlemiyorlar. Cahillik mi bu? Hayır! Haberlerin öngördüğü, bizi yönetenlerin bize sunduğu uydurma gerçekleri izlemeyi reddediyorlar. Biz ise buna alet oluyoruz. İşte teknolojiyi nasıl kullanacağımız konusunda da birbirimizden ayrılıyoruz. l Evet, sinemasında kadın karakterlerin az olduğu bir ülkede, siz bir antikahramanı canlandırdınız. Nasıl hazırlandınız bu role? Teorik açıdan uzun bir hazırlık süreci geçirdim. Özgür karakterine dair senaryonun değişen draftlarında hep konuşma, tartışma içindeydik Filiz’le… Senaryo son halini alınca da bizzat Özgür’ü analiz etme ve yorumlama süreci başladı. Bu yaklaşık bir sene sürdü. Sete girmeden hemen önce de teknik meselelere hazırlanma başladı. Ülkü Duru ile Fransızca fonetik üzerine çalışmalar yaptık yaklaşık iki ay. Filmdeki köpek Action’la çalışmalarımız da bir o kadar sürdü. Onun dışında elbette karakteri anlama, yorumlamaya dair okumalar ve izlemeler yaptım süreç boyunca… Film, Özgür karakteri üzerinden 12 Eylül’ün sürgün ettiği binlerce insanın hikâyesini anlatıyor aslında. Siz de 12 Eylül sonrası çocuklarındansınız, bu dönemi ne kadar biliyordunuz? Bu elbette ki ana hatlarıyla bildiğim ama çok da hâkim olmadığım bir dönem. Film için okumalarım, yönetmenle tartışmalarım oldu. 12 Eylül bugünkü toplumu oluşturan önemli kırılma noktalarından biri olduğu için, biraz bugün üzerinden yorumluyorum 12 Eylül’ü… Filmde yapmaya çalıştığımız da buydu zaten; bugünün bir karakteri Özgür. Onun üzerinden 12 Eylül’ün üzerimizde, toplumun üzerinde bıraktığı etkiyi anlamaya, tartışmaya çalıştık. Filmde ilgilendiğimiz darbenin kendisi değil, bugün ve bir sonraki kuşak üzerindeki etkileri. Yabancı, muhafazakârlaşmaya, mahalle baskısına da dikkat çekiyor, finaliyle. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye bu anlamda zor bir süreçten geçiyor bence de… Filmde de zaten bu anlatılmaya çalışılıyor. Bu süreci çeşitli olaylar ve durumlar üzerinden şimdi yaşıyoruz ama esas etkileri ve sonuçları gelecek kuşaklar içinde belirleyici olacak diye düşünüyorum. Özgür, bir yabancı ama sadece Türkiye’ye değil, kendisine, yaşadığı dünyaya da; öfkesi, içindeki boşluklar, köksüzlüğü... Sizin bu ülkeye karşı kendinizi yabancı hissettiğiniz anlar oluyor mu? Ne zaman mesela? Elbette ki oluyor. Ait olduğum kuşak itibarıyla sadece benim için değil, hepimiz için bu böyle diye düşünüyorum. Ki yine içinde bulunduğumuz çağ itibarıyla, sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada da, hepimizin belki Özgür kadar sert yaşamasa da farklı farklı, benzer yabancılıklar içinde olduğumuzu düşünüyorum. Kendimi ülkeme yabancı hissetmeye gelince; örneğin Emek Sineması’nın kapatılması sürecinde yaşananlar ülkeme yabancı hissettiğim olaylardan biri. Filmdeki sevişme sahnesi her zaman olduğu gibi yine magazin dünyasına takıldı. Oysa o, film için kilit bir sahne. Ama Türkiye gibi tabuların yüksek olduğu, oyuncuların bile kendilerine “kurallar” koyduğu bir ülkede bu “cesaret” isteyen bir sahne konumuna düşüyor. Kaygılarınız oldu mu? Evet, bizim ülkemizde hâlâ bu sahneler bir “konu”, “başlık”, “soru” oluşturuyor. Bir oyuncu olarak bu tür sahnelerde oynamanın bir cesaret gösterisi değil, işin kendi doğası olması gerektiğini düşünüyorum. Elbette bu ülkede bir kadın oyuncu olarak “kurallarınız” olsa da olmasa da karşınıza bu tür sahneler geldiğinde düşünmek zorunda kalıyorsunuz ne yazık ki... Ben kendi adıma ekibe ve yönetmene güvenerek, senaryoda bu sahnenin anlamına ve gerekliliğine ve dediğiniz gibi kilit bir nokta olduğuna inandığım için, gönül rahatlığıyla oynamayı kabul ettim. Ancak çekimi sırasında da gördüm ki bu tür sahneleri oynamak için teknikler geliştirmek, çalışmalar yapmak, dışarıdan gelen baskılardan çok artık içimize işlemiş toplumsal baskılardan kurtulmanın yollarını aramak gerekiyor. l C M Y B