17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 28 NİSAN 2013 / SAYI 1414 Aslında bu benim ilk filmim TUNÇ OKAN Tunç Okan yeni filmin gösterim tarihi için heyecanla bekliyor. Her türlü tepkiye ve eleştiriye açık. İnsanların reflekslerinin bile kontrol edildiği günümüzde geri dönüşlerin önemli olduğunu düşünüyor. Başarı onun için derdini anlatabilmekte. “Hikâyelerimi anlatabilmek benim için önemliydi. Çünkü ne yaşadığım ülke ne de ülkem bana destek oldu. Her ülkede yabancıydım” diyor Okan; “Az film yaptım ama hepsi de büyük ödüller aldı. O yüzden doğru yolda olduğumu düşünüyorum.” ALİ DENİZ USLU Sarı Mercedes Her ülkede yabancıyım Hayatınızı nasıl devam ettiriyorsunuz, dişçi koltuğundan yönetmen koltuğuna? Sinemadan hiç para kazanmadım, elimdekilerle yetinmeyi biliyorum zaten. Hikâyelerimi anlatabilmek benim için önemliydi. Ne yaşadığım ülke ne de doğduğum ülkem bana destek oldu. Her ülkede yabancıydım. Az film yaptım ama hepsi de büyük ödüller aldı. O yüzden doğru yolda olduğumu düşünüyorum. Türkiye oradan nasıl görünüyor? Herkes futbol takımı tutar gibi bakıyor dünyaya. Takımı kazansın yeter, aydınlarımız da böyle. Objektif bakmak gibi bir dertleri yok. Bir de “şef” kültürü var. Biri olsun herkes onu takip etsin, risk almasın ama riskli emirleri yerine getirsin. Peki, süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye merkeziyetçi katı bir yapıya sahip, bir yandan da demokratikleşmeye çalışıyor, elbette destekliyorum bu çabayı. Demokratikleşme adına ciddi adımlar atılıyor ama bir yandan da sansür ve otokontrol artıyor. Tam bu coğrafyaya özgü bir durum! Türkiye’de politik sinema ve politikada sinemanın dozu nedir? Politika için sinema yapılmaz, sinemada politika olur. Manifestoyu filmleştirmek anlamsız geliyor bana. Bu arada en iyi politik filmler hep Amerikan sinemasından çıkmıştır. Toplumunu, askerini, siyasetini yerden yere vuran bu kadar film yapan kim var? Hem bağımsız hem de popüler sinemada bunu yapıyorlar. Özgürlüklerden bahseden Fransa bile Cezayir konulu pek çok filmi yasakladı. Başa dönersek benim sinemada derdim soru işaretleri yaratmak. Zaten ömür bitiyor, çok da zaman kalmadı kafamda birkaç projem var, onları da tamamlarsam mutlu gideceğim. l S arı Mercedes ve Otobüs filmleriyle Ulusal ve Uluslararası festivallerden kazandığı ödüllerle Türk sinemasında iz bırakan yönetmenlerden Tunç Okan’ın yeni filmi “Umut Üzümleri” 17 Mayıs’ta beyazperdede. Okan’ın yönettiği ve yapımcılığını yaptığı “Umut Üzümleri” Fakir Baykurt’un “Kaplumbağalar” isimli eserinden uyarlanmış. Başrollerinde ise Altan Erkekli, Ahmet Mekin ve Yetkin Dikinciler var. “Umut Üzümleri” Okan’ın dördüncü sinema filmi. Daha öncesinde yasaklanan bol ödüllü “Otobüs” filminin yanı sıra “Cumartesi Cumartesi” ve Adalet Ağaoğlu’nun ‘Fikrimin İnce Gülü’ adlı romandan beyazperdeye uyarlanan Sarı Mercedes’i hâlâ hafızalarda. Hikâyeye nereden başlamalı? Ses Mecmuası’nın kapak yıldızı olmuştum, yıl 1965’ti. Zaten dönemin Yeşilçam’ında başroldeki 22 yaşında bir oyuncuydum. İlk filmim Türkan Şoray’la oynadığım “Veda Busesi”ydi. Sonra Hülya Koçyiğit, Selda Alkor ve Ajda Pekkan ile de oynadım. Yaşım 24’e gelince yurtdışına çıktım, kaçtım hatta. Neydi aradığınız? Dünyayı görmek istiyordum, gideceğim yerlerin her anlamda daha özgür olduğunu düşünüyordum. Orada başkaldıracaktım. Gittiğim gibi eğitim almaya başladım. Ve diş doktoru oldunuz? Şu an Cenevre’nin önde gelen diş doktorlarından biriyim. Bu çok ayrı şey. Ben ilk İsviçre’ye gittim, sonra Almanya’da doktora, en son da Fransa’da buldum kendimi. Tabii tüm bunları yaparken aklım sinemadaydı. 1976’da bir gazete haberinden yola çıkıp Stockholm ile Hamburg’ta çektiğiniz “Otobüs”le yapımcılık ve yönetmenlik girdi hayatınıza, bu film uluslararası onlarca ödül aldı ve doğal olarak yasaklandı! Filmin bir sahnesinde adamlar tuvaletlerini yapıyordu; “Türkler öyle çiş yapmaz!” dendi ve yasaklandı. O günün koşullarında herkes bunu haklı gördü. Aslında yeni filmim “Umut Üzümleri” de benzer bir akıbete uğradı. Otobüs Fotoğraf: UĞUR DEMİR ama hep yarım aldı. İnadım tuttu mu tutar, çünkü ben inatçı bir adamım. En sonunda filmimi çektim. Yani “Umut Üzümleri” 25 yıllık bir rüyanın gerçekleşmesi aslında. Kesinlikle, filme uyarladığım Fakir Baykurt’un “Kaplumbağalar” eseri için izni ondan belki de 30 yıl önce aldım. O kalınca “Otobüs” ve “Sarı Mercedes”i çektim. Kadroda da Altan Erkekli, Ahmet Mekin, Yetkin Dikinciler, Norina Nobashari, Barış Koçak, Elizabeth Niederer ve Ankara Polatlı halkı var. Filmin müziği “Umudun Şarkısı” ise ünlü bir Kırım Tatar müziği. Üzerine ben ve Nilüfer söz yazdık, o da harika yorumladı. “Umut Üzümleri”, “Otobüs”, “Cumartesi Cumartesi” ve bir diğer kült film “Sarı Mercedes”ten sonra dördüncü filminiz. Oynadığınız da çok film oldu. “Bir Caniye Gönül Verdim”, “Veda Busesi”, “Dağda Silah Konuşur”, “Ben Bir Kanun Kaçağıyım”, “Karanlıkta Vuruşanlar”, “Ölüm Yolcuları”. En son ne zaman kamera karşısına geçtiniz? 2008’de bir İsviçreFransa Kanada ortak yapımı olan “Dirty Money” filminde BAKA adlı mafya şefini canlandırdım. Nedir derdi? Değişen üretim ve yaşam biçiminde, değişmeyen bireysistem çatışmasını Kırım Tatar köyünde mizahi bir dille anlatıyorum, deniyorum. Ben kurguya inanıyorum. Tepkilere de ihtiyacım var. Bundan sonrası seyirciye kalıyor. Sinema bir gösteri sanatı, sinemanın derdi gösteridir. Eski Yunan’dan beri iki maske var; güldürmek ve ağlatmak. Ben bunu yapmayı seviyorum. Önce güldürüp sonunda ağlatıyorum. Bu dördüncü filmim gibi görünse de bana sorarsanız ilk filmim! “Umut Üzümleri”nin yasaklanma sebebi neydi? Nasıl? Senaryo Sansür Kurulu vardı. Bu film için de ona takıldım, çekimi yasaklandı. Haberi Güneş Karabuda ile Paris’te Cumhuriyet okurken öğrenmiştik. Hatta film için Anthony Quinn ve Nastassja Kinski ile anlaşmıştım. İşin özü bu hakları alalı tam 25 yıl oldu neredeyse Devleti köylüye karşı ve kötü gösteriyormuşum. Bu hiç değişmedi ki. Devlet ile birey çatışıyor, çünkü devletler bireyleri kontrol altına alıyor, izliyor. Fabrikasyon bireyler çıkıyor, bu da çatışma doğuruyor. Tüm dünyada böyle. Kara mizah işte, güler misin ağlar mısın? Ben ise hep umutluyum. Gücümü insandan alıyorum, insanlara inanıyorum. Özellikle de bu coğrafyanın insanlarına. Var olmanın anlamı üretmektir, hedefi olmayan insan yaşamıyordur. Ne varlığından tat alır ne çevresindekiler ondan. Bu film de koyu bir köy edebiyatı değil. Yedi karakter ve hepsi de başrol oynuyor. Sizin mizahınız nedir? Ben Boşnak kökenliyim, benimki Slav bakış açısı. Türkiye’nin mizahının çizgisi kalın, daha kaba. Slavlar’da daha ince. Ben ise olaylara tersten bakarım, iyiye kötü, kötüye iyi... Kendi kendimle alay edebilen bir insanım, rahat duramıyorum. l Harutyun Muradoğlu (Koronun en yaşlı üyesi): Ömrümün 57 yılı koroda geçti Annem Kayserili, babamsa Yozgatlıydı. İkisi de 1923 24 yıllarında İstanbul’a ilk göç edenlerden, Samatya’da tanışarak evlenmişler. Ben 1937’de Samatya’da doğmuşum. Bizden önce Samatya’da doğma büyüme İstanbullu Samatyalılar yaşamaktaydı. 1915’ten sonra yetişen nesil Anadolu’dan göç etmek zorunda kalınca benim milat diye tabir ettiğim bir dönem başladı. Annebabam Ermenice bildikleri için bizler hiç yabancı olarak görülmedik ancak Anadolu’dan gelenler Ermenice bilmediği için yabancı gibi görülüyordu. Eski ve yeni Samatyalıların yavaş yavaş kaynaşmasıyla onlar da koroya üye oldular, heyet ve kilise yönetiminde görev aldılar. Anasınıfı bitirip ilkokul birinci sınıfa başladığımda şabig (kilisede görevli olanların giydikleri kıyafet) giymeye başladık. 1956’da koronun resmi üyesi oldum. Robert Kolej’in İnşaat Mühendisliği bölümü mezunuyum ancak Sahakyan Korosu’nda aldığım eğitimin yeri başka... İkinci Dünya Savaşı sırasında azınlıklara uygulanan haksızlıklar sonrasında hız kazanan yurtdışı göçleri ve farklı sebeplerle koro çalışmaları neredeyse sonlanma noktasına gelse de Anadolu’dan gelenler sayesinde tekrar aktif hale geldi. Dedem Giragos sütçü olduğundan Ermenilere ait her evde tanınan, itimat edilen biriydi. Annemse Kayseri’de kolej eğitimi almış, Ermenice ve Türkçe okuryazarlığı sayesinde 194142 yıllarında 20 kura veya nafıa askerliği olarak adlandırılan dönemde bütün Samatya’nın mektuplarını yazmıştı. Herkes mektup yazdırıp okutmak için bize geldiğinden Samatya’da sevilen, tanınan bir aileydik. Aileme duyulan güven sayesinde benim gibi heyet üyesi olan kız kardeşimle perşembe akşamları ev ev dolaşır, koro üyelerini toplar, provaya katılımlarını sağlardık. Prova bittiğinde onları tekrar evlerine bırakır, sonra kendi evimize dönerdik. Bu yıl 310. yılımızı kutladığımız koromuzun asırlardır devamlılık göstermesindeki en büyük etken kilise korosu olması. l 310 yıllık bir gelenek 310 yılı geride bıraktı Samatya Kilisesi Sahakyan Korosu. Koro Şefi Sevan Agoşyan amaçlarını; koronun 57 yılına tanıklık eden, en yaşlı üye Harutyun Muradoğlu ise geçmişi anlatıyor. K Samatya Ermeniler için önemli aç asır devirdiler, kaç merkezlerden biri olma özelliğini saldırıdan canlı çıktılar, kaç hiç yitirmiyor, bugün bile. Samatya kuşak değiştirdiler de S. Kevork Kilisesi Muganni Heyeti, bırakmadılar şarkı söylemeyi. sekiz makam başı ve 80 kişilik Samatya S. Kevork Kilisesi tıbir kadrosuyla 1703’te kabul Sahakyan Muganni Heyeti (kilise edilen yazılı tüzüğüyle resmi hale okuyanı) ve Korosu, 310. yaşını 20 geliyor ve 1915, 1941 yılında ve 27 Nisan’da verdikleri Nazi ordularının Yunanistan’ı konserlerle kutladı. Gelin bu 310 ESRA işgal etmesiyle yaklaşık 12 bin yıllık tarihi koroyu biraz tanıyalım... AÇIKGÖZ gayrimüslim erkeğin askere Onların tarihi İstanbul’un alınması, Varlık Vergisi, 67 Fatih Sultan Mehmet tarafından Eylül 1955, darbeler gibi pek çok kara alınması kadar eski. İstanbul’un fethinden tarih nedeniyle koro elemanları “azalarak” sekiz yıl sonra Fatih Sultan Mehmet Bursa’da çalışmalar durma noktasına gelse de varlığını bulunan Ermeni Ruhani Önderi Hovagim hep sürdürüyor. Temelinde sözlü aktarım Episkopos’u İstanbul’a getirterek Samatya’da ve “yaparak öğrenme” yönteminin yer aldığı ilk Ermeni Patrikhanesi’nin kurulmasını istiyor. model, yüzyıllar boyunca kuşaktan kuşağa Patrikhane 1641’de Kumkapı’ya taşınsa da, aktarılarak günümüze taşınıyor. Üstelik artık bu heyet ve koro, Ermenilerin cenaze, düğün, vaftiz törenleri ve dini ayinleri sonrasında, “şabig” denilen özel kıyafetler içinde dualar okumakla yetinmiyor, zamanla çoksesli halk şarkılarının da seslendirileceği konserler vermeye başlıyor. Samatya Kilisesi Sahakyan Korosu, bugün İstanbul Ermeni kiliselerinin en çok takdir edilen tıbir kadrolarından birine sahip. Yetişkinler Korosu Şefi Sevan Agoşyan, 1990’dan beri koronun bir parçası. “1990’da Samatya’da çocuk korosu kuracak potansiyel oluştuğunda eğitmen olarak teklif getirdiklerinde, o güne kadar öğrendiklerimi aktarabilmek adına severek kabul ettim. O yıllarda 10 yaşında olanlar, bugün bu konserlerde izlediğiniz arkadaşlarım, hepsiyle gurur duyuyorum” diyerek başlıyor lafa, “Düşünün ki Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 1453’te fethetti ve Anadolu’da yaşayan Ermeni sanatkârları İstanbul’a getirtti. İlk Patrikhane İstanbul’da Samatya’da kuruldu ve muganniler ilahiler seslendirdi. Yıl 1461. Peki Amerika ne zaman keşfedildi?” Gerçekten de bu, koronun ne kadar köklü bir tarihe sahip olduğunu anlamak için iyi bir örnek. Peki bugüne kadar yurtiçinde pek çok festivale katılarak kendini geliştiren koronun amacı ne? Yanıt yine Agoşyan’dan: “Ermeni müziğini en iyi şekilde tanıtmak ve yurtdışında Sahakyan Korosu’nun ismini duyurmak, ülkemizi ve cemaatimizi onurlandırmak”. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle