17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 10 ŞUBAT 2013 / SAYI 1403 Cezaevinde var olmak O 2009’da iki bileğimi de kestim ve niyetim ölmekti... Yarım saat süren sinir krizi sonrasında kollarımdaki kesiklerden iki litre kan kaybettim, tesadüfen ölmedim ve bileklerime çok sayıda dikiş atılarak yine kendi kanıma bulanmış nunla ilk 2009’da tanıştım, mektubu sayesinde. hücreme geri getirildim. Oysa o durumdaki bir insanın “Size bugüne kadar adını farklı şekillerde hiç değilse birkaç gün kontrol altında olması gerekmez duyduğunuza inandığım F Tiplerinden miydi? Yaşam tamamen anlamsızlaşmıştı ve bir çeşit birisinden yazıyorum” diyor ve kendini tanıtıyordu: bilinç yitimi yaşıyordum”... “12 yıldır hapisteyim, 10 yıldır F Tipi’ndeyim ve bunun Bu kâbustan okuyarak ve yazarak kaçıyor Erol, az son 4 yılı tek kişilik hücrede geçti ve halen bu durum da olsa. “Az çok edebiyatla ilgili çalışmalarım oluyor” devam ediyor (yani tek kişilik hücrede geçirilmiş 7 yılın diyordu mektubunda, “şimdiye kadar yüzden fazla kısa yükünü taşıyor şu anda Erol). Daha doğrusu ‘ölünceye öykü, yetmiş kadar şiir yazdım ve bir de yeni başladığım kadar hapis ve tek tutulacak’ diye bir mahkeme kararı roman taslağım var. Bunun gibi mektuplarla sol, var... Diğer tutuklu ve hükümlülere haftada bir saat demokrat, aydın, ilerici insanlarımıza misafir oluyorum, yaptırılan aile ziyareti ve haftada 10 dakika yaptırılan ben varım ve yaşıyorum diyorum. Açıkcası çok da yararlı telefon hakkı bana iki haftada bir veriliyor. Ayrıca diğer oluyor, yaşama sevincimi artırıyor”. insanlara ikinci, üçüncü derece akrabalarıyla yaptırılan Ancak bu da kolay değil, kurallara göre hücreye çok ziyaret bana yasak ve sadece birinci derece yakınlarımla az sayıda kitap sokabiliyor Erol. Hoş, kitap elde etmek yapabiliyorum. Kaldı ki ailemin maddi durumu iyi bile sorun onun için, maddi imkânsızlıklardan ötürü. Ama olmadığından ancak 6 ayda bir gelebiliyorlar... Son ne olursa olsun, “yaşama ve güzel olana dair sınırsız bir 4 yılda hücremden sadece aile ve avukat ziyareti için merak ve öğrenme isteği var” Erol’un ve o hiç bitmiyor. ortalama iki ayda bir defa çıktım. Son 4 yılda sadece Sonra başka mektuplar da yolladı Erol, şiirlerini, yemek getiren, mektup dağıtan görevlilerle bir iki öykülerini paylaştı benimle. Ben de onunla paylaşayım kelimeyi geçmeyen konuşmalarım oldu”. diye, “Hiç tasalanmana falan gerek yok, ola ki bana İki ayda bir defa insan yüzü görmek, sesi duymak, yanıt yazacak olursan salıver kalemini hem de yüreğini kokusu almak... Sadece bu kadar da değil üstelik inan ki onlar gideceği yönü bulurlar”, “Akacak yasaklar; hücre içinde el işi, maket yapılması yasak, mürekkep kalemde durmaz” diyordu. Ama ben bir sosyal alanlar, atölye, sohbet alanı, fazladan üç arkadaş türlü yanıt yazamadım ona. İstemediğimden değil, ne ziyaretçi hakkı da yok ona. Sonuç; tecrit koşulları yazacağımı bilmediğimden, “dışarı”nın sıkıştırılmışlığı nedeniyle gelişen fiziksel ve psikolojik hastalıklar; ve insanı kandıran hipertansiyon, ağır koşuşturmacası depresyon, reflü, iki içerisinde intihar girişimi... Bu sadece bir haber değil, bir mektup darlandığımdan, “Yaşama var size aslında. İçerden, tecridin yoğun, anlatacaklarımın sevincimi insan sesine özlemin eksik olmadığı F “yersiz”liği yitirdiğim oldu ne tiplerinden birinden. Mektubun sahibi ve “yetersiz” yazık ki” diye Süleyman Erol, 24 yaşında girdiği geleceğinden... anlatıyor Erol cezaevinde şu an 40. yaşını Ben hiç yanıt o anı, “23 dolduruyor. Bir hediyesi var bize, yazamadım ona. Şubat “Sarı Sabır” adlı bir öykü kitabı... Sonra ondan da ses çıkmaz oldu, derken geçen ay bir posta geldi Erol’dan, kalınca bir zarf. Kapağında memleketi İzmir’den esinti toplayan bir efe çiziminin olduğu, sarı sıcak bir kitap çıktı. Onu hayata bağlayan, hayatı yaşanılır kılan kaleminin döktüğü öyküleri kitaplaştırmıştı Erol. Ürün Yayınları’ndan çıkan Sarı Sabır’ı bir çırpıda okudum. “İçerdeki” bir adamın dünyayı algılayışı yoktu sadece kitapta, tersane işçilerinin sorunlarından, mevsimlik çalışanların ezilmişliklerine, efelerin kurtuluş mücadelesine kadar hayatı anlatıyordu, zaman zaman kurgulayarak tabii, içerde olduğu zamanın dışarıya dair algısını kendisi tamamlayarak... Önsözde de dediği gibi çünkü, “Burada yazmak, yaşamakla eşanlamlı bir varoluş eyleminin kendisi oluyor. Hiçbir yer ve zamanda olmadığı kadar. İçerdekinin kendi olmaktan, kendisi olmaktan, kimlik ve kişiliğinden koparılarak ‘antiinsan’a geriletilmesi üzerine kurgulu tüm eylem ve etkinlikleri, düzen ve düzenekleri boşa çıkaran, çıkaracak olan bir insan kalma savaşımı bu”. Anlayacağınız daha çok yazacak Süleyman Erol. Çünkü o hep insan kalacak, duvarlara rağmen... Ona ses vermek istersiniz belki diye adresini de yazmak şart oldu: “1 No’lu F Tipi Hapishane, A Tek 10, Şirinyer/ İzmir”. l ESRA AÇIKGÖZ İsrail’i kızdıran hahamlar DENİZ ÜLKÜTEKİN R abbis For Palestine (Filistin Yanlısı Hahamlar) isimli oluşumu, kendi ülkeleri İsrail’de en hafifi vatan hainliğiyle suçlayan pek çok muhalif var. Sebebi açık. Filistin’e destek vermeleri. Ancak onların desteği İsrail’deki pek çok barış yanlısı aktivist gruptan farklı. Açıkça İsrail devletinin feshedilmesini ve toprakların Filistinlilere iade edilmesini savunuyorlar. İsrail’de yüzyıllardır var olan ve gün geçtikçe yayılan Siyonist ideolojiyi de Ortadoğu ve dünya için büyük bir tehlike olarak görüyorlar. Elbette görüşleri sırf Siyonist görüşe yakın olan değil pek çok Yahudi için de yenilir yutulur cinsten değil. Yayınladıkları makalelerde, örneğin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi katliamı sırasında pek çok Yahudinin Nazilerin işgal ettikleri ülkelerden başka ülkelere geçişinin Yahudi hiyerarşisinde üst kademelerde yer alan Siyonistler tarafından engellendiğini öne sürüyorlar. Bunun sebebinin de Siyonistlerin Yahudiler için gidilecek tek yerin kutsal topraklar olduğu yönündeki takıntısı olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla Avrupa’da pek çok Yahudi kökenli ailenin İspanya, Türkiye ya da Macaristan’a göç etmeyip sonra da ölmesini Hitler’e olduğu kadar Siyonizme de bağlıyorlar. Eylemlerindeyse, İsrail bayrağı yakmaktan çekinmiyorlar. Buraya kadar olan kısmı özetledikten sonra sözü Jacob Weisz’e bırakmak en iyisi. Kendisi Filistin Yanlısı hahamların bir üyesi, zamanının önemli bir bölümünü Londra’da geçirse de ikametgâhı Kudüs olan pek çok haham gibi o da Kudüs’ün yabancısı değil. Elbette, bu cesareti onu ve diğer üyeleri açık bir tehdit haline getiriyor. Ancak Weisz, fikirlerinden geri adım atmıyor. Siyonizmle Musevilik arasında ne fark var? Çok basit bir fark var. Musevilik ahlaki ve etik kuralları olan bir dinden fazlası değil, Siyonizmse ulusal ve politik bir konsept. Maalesef bugünlerde çok garip Yahudilerle karşılaşıyoruz. Dinsiz Yahudilerimiz ve dinci Siyonist Yahudilerimiz var. Biz Antisiyonist Yahudiler, mesela kapı zillerimize “Siyonist değil Yahudi” gibi mesajlar bırakıyoruz. Çünkü insanların her Yahudinin Siyonist olmadığını anlamasını istiyoruz. Sizce yanı başınızda yaşanan Arap Baharı da Siyonist planın bir parçası mı? Bu sorunuza cevap vermem pek mümkün değil çünkü bizler hep politikadan uzak durmaya çalışıyoruz. Bu konuda her zaman tarafsız olmaya çalıştık ve Tanrı’dan tek isteğimiz, akan kanın bir an önce durması, barışın sağlanması. En önemli söyleminiz, tüm kutsal toprakların Filistin’e geri verilmesi değil mi? Evet Yahudiler için dini açıdan önemli olan topraklar ve de çevresinde insanların yaşadığı yerler. Öncelikle Filistinliler, tarihsel açıdan kutsal topraklar üzerinde hak iddia edebilecek yegâne millet. İkinci olaraksa bu topraklarda barışın sağlanmasının tek yolu bu. Ortadoğu’da yaşanan ve pek de biteceğe benzemeyen gerilimle ilgili İsrail’i eleştirenlerin sayısı oldukça fazla ancak bu eleştirenler arasında Musevi din adamlarını görmek fazlasıyla şaşırtıcı. Rabbis For Palestine isimli bu oluşum, İsrail’in topraklarını Filistin’e geri vermesini, ülkenin kendini feshetmesini ve kutsal topraklardaki Yahudilerin Filistin yönetimi altında yaşaması gerektiğini savunuyor. Bu oluşumun üyelerinden biri olan haham Jacob Weisz anlatıyor. Siyonizm fikri İsrail ve Yahudiler üzerinde nasıl yayıldı? Sanırım dini inancı olan Yahudilerle seküler Yahudiler arasında ciddi farklar var. Evet seküler Yahudiler içinde Siyonizm düşüncesi taşıyanların sayısı çok daha fazla, çünkü kendilerini Yahudi olarak tanımlamanın yolu buradan geçiyor, bu düşüncenin temelinde de tamamen Yahudilerin yaşadığı bir anavatan fikri yatıyor. Öte yandan dini Yahudiler, İsrail kurulmadan önce bu topraklarda var olan duruma korkuları olmadan ve herhangi bir propogandaya gerek duymadan adapte etmeyi başarmıştı. Ama Siyonizme hiçbir zaman adapte olmayı başaramadılar tabii fanatik yerleşimciler hareketi hariç. Ancak bu fanatikliğin sebeplerini konuşurken Yahudilerin de 1800 yıldır çektikleri acıları ve gördükleri zulümleri de göz önüne almamız gerekiyor. Filistin Yanlısı Hahamlar hareketinin çok sayıda muhalifi olduğuna da eminim. Bu oluşumun amacından ve herhangi bir tehdit alıp almadığınızdan da bahseder misiniz? Çok sayıda muhalifimiz olduğu ve ölüm tehditleri aldığımız doğru. Ancak bir o kadar da, farklı çevrelerden yandaşımız var. Özellikle Ortodoks cemaatten önemli bir destek görüyoruz. Hareketin amacıysa, Filistinliler için harekete geçip onların sesini duyurmalarına yardımcı olmak. Bu aynı zamanda bizim için bir görev ve vicdan borcu. Çünkü İsrail onlara zulüm ediyor. l www.rabbisforpalestine.org Hamas’sız barış olmaz Sizce Yahudiler için Filistin yönetimi altında yaşamak mümkün mü? İnanıyoruz ki, tek bir ülkenin ortaya çıkması için çalışmak hem daha ucuz hem de daha kolay ve böylece Siyonizm fikri de çok daha kolay ortadan yok olur. Sonra uzlaşma ve tazminatlarla ilgili görüşmeler de başlayabilir. Ancak şunu hepimiz biliyoruz: Bugün ortada herhangi bir barış süreci yok ve İsrail de barışın bir tarafı değil. Oysa, nasıl ki İran ve Türkiye’deki Yahudiler rahatlıkla hayatlarını sürdürebiliyorsa, İsrail’dekiler de Filistin yönetimi altında yaşayabilir. Okuduğumuz kadarıyla oluşumunuzun mensuplarından Haham Manehem Fruman, geçen haftalarda Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’la bir araya geldi ve “Hamas’ı kapsamayan bir barış görüşmesi hiçbir umut taşımıyor” dedi. Bu görüşme hakkında bilginiz var mı? Türkiye’nin bu süreçteki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Haham Fruman, Hamas’sız bir barış olamayacağı konusunda kesinlikle haklı. Barış görüşmesi düşmanla yapılır, dostla değil. Ancak şu anda herhangi bir ülkenin bu süreçte önemli bir rol oynayabileceğini sanmıyorum. Türkiye Yahudilere karşı çok hoşgörülü ve dost canlısı tarihe sahip olan bir ülke. Umuyorum ki İsrail’in yok olacağı gün geldiğinde, Türkiye de barış sürecinde, Yahudilerle Araplar arasında yeniden uzlaşma sağlanmasında ve gerekli olursa mülteciler konusundaetkisini gösterecektir. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle