Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 ARALIK 2013 / SAYI 1445 5 David Lynch’in filmlerinde işlediği gibi bir gerçeküstüne ve soyut bir şeylere açılıyor. 50’li ve 60’lı yılların aşk şarkılarının gerçeküstüne açılan kapılar gibi olmaları da bana çok ilginç geliyor. Dolayısıyla, tarzlarını direkt olarak almasam da, o yılların ruh halini ve duygusunu kendi müziğime yansıtmak istedim. Parçalarınızın sözlerini siz yazıyorsunuz, siz çalıyor, siz söylüyorsunuz. Albümlerinizin her şeyiyle de siz ilgilendiniz. Neden bu tek silahşör olma isteği, nasıl bir rahatlık sağlıyor size? Hangi yöne gitmemi ya da kiminle çalışmam gerektiğini birine anlatarak müzik yapabileceğimi sanmıyorum. Yaptığım işin sürekliliğini ve mekanizmanın doğru işlemesini sağlayan şey bence kendi içimden gelenleri, yine kendi merakımla anlamlandırmaya çalışmam; bir nevi kendi kendimi yorumlamam da diyebiliriz. Bir odaya girip her şeyi kapatıyorum ve orada başka hiçbir şey düşünmüyorum. O odayı açtığım takdirdeyse bazı şeylere eskisi kadar ilgili olacağımdan şüpheliyim. Ama sadece belki. Bilemiyorum. Açıkçası buna bir plak şirketinin karar verebileceğini sanmıyorum. Yalnızca, belki gerçekten ilginç işler yapmış başka bir müzisyenle ben birbirimizden ilham alarak bir şeyler yapmaya karar verebiliriz. Şu zamana kadar yaptığım müzik, kendi kendine gelişiyor ve olgunlaşıyordu; en azından başka hiçbir şey düşünmediğim zaman böyle hissediyorum. Şarkıyı ortaya çıkarıp kendi kendine “organik” bir şekilde büyümesine izin veriyorum ve başkası tarafından nasıl görüleceğine takılmıyorum. Peki bu yolculuğunuzda sizi en çok etkileyen nedir? İsveçli piyanist Jan Johansson’ın gerçek bir hayranıyım, çünkü o bu tarz folk şarkıları alıp kendi tarzına uyarlıyordu. Her zaman onun müziğinin, vokal kullanmamasına rağmen, çok sesli İsveç peri masallarını andırdığını düşünmüşümdür. Bu düşünce gerçekten çok hoşuma gitmiş ve onu aynı şekilde kendi işime de uyarlamak istemiştim. 56 Aralık’ta Salon İKSV’de konser vereceksiniz. Türkiye’deki dinleyicileri nasıl bir konser bekliyor? Müzik yapmayı gerçekten çok seviyorum. Bu turne, müzisyenlerim ve işinde en iyilerinden biri olan ses teknisyenim sayesinde hepimiz için muhteşem geçiyor. Yetenekli insanlarla birlikte çalışabilmek harika… İstanbul gibi görkemli şehirleri bu sayede ziyaret edebilmek de ayrıca muhteşem… l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr Öğrendiklerimi müzikle paylaşıyorum Agnes Obel, çocukluktan beri müziğin içinde, ama ilk albümünü çıkarmak için 30’unu bekledi. Çünkü deneyimlediklerini dinleyicisine bozmadan, olduğu gibi aktarmak istiyordu. Philarmonics, eleştirmenlerden olumlu notlar aldı, uzun süre listelerde kaldı, ödüller aldı. Bu yıl çıkardığı ikinci albümü Aventine de. Obel, 56 Aralık’ta İKSV Salon’da dinleyicileriyle buluşacak. S arkadaşım olarak müzik, zaten hep orada akin sesine huzurlu piyanosu eşlik gibiydi. Bu, benim için adeta “süregiden” bir ediyor Agnes Obel’in. Hayatı anlatıyor şey. Tabii ki hayatta başka şeyler de yaptım, bize, yalnızlığı, aşkı, kalp kırıklıklarını... fakat söylemek istediğim; müzik ne olursa Çocuklukta içine doğduğu müzik, onun için olsun her zaman orada bir yerlerdeydi. hayatın “süregiden” bir parçası. Yine de ilk Çok rahat bir şekilde enstrüman çalmayı albümünü çıkarmak için 30 yaşına kadar öğrenebildiğim için çok şanslıydım. Başka bekledi Obel. Çünkü deneyimlediklerini bir deyişle; ailem beni müzikle uğraşmam eksiltmeden dinleyiciye geçirebileceği için hiçbir zaman zorlamadı; her zaman için seviyeyi yakalamak istiyordu. Öyle de oldu. önemli olan, bundan zevk alabilmemdi. Bana Yeni çıkan ikinci albümü, Aventine’le çıtayı hoşlanmadığım bir parçayı hiçbir daha da yükseltti. Obel, 56 zaman çalmamam gerektiğini Aralık’ta İKSV Salon’da sevenleriyle tekrar eden bir klasik piyano buluşacak. Merak edip de yeni öğretmenim vardı. Dolayısıyla tanışmak isteyenlerle de tabii... ben de hoşuma ne gidiyorsa onu Aileniz nedeniyle küçük yaşta çaldım. Konservatuvara gitmedim. tanışmışsınız müzikle, hatta Bu “zor müziği öğrenmeyi” hiçbir müziğin içine doğmuşsunuz. zaman deneyimlemedim. Sonuç Ancak neydi sizi müzikte tutan, olarak da antrenmanlarım, gerçek neden hayatınızı onun üzerine klasik müzik çalışanlardan her kurmak istediniz? ESRA zaman çok farklı oldu. Çalmak Kopenhag’ın kuzeyinde AÇIKGÖZ istediğim tarz ve onun için büyüdüm. Müziğe olan ilgim harcayacağım zamanı belirlemek de mutlaka ailemden geliyor, her zaman kendi seçimim. Daha sonra, mesela annem evde piyano çalardı. Ben okuldayken, bir grupla beraber müzik yaptım dört yaşındayken annem eve yeni bir piyano ve özellikle de bas çaldım. Sonraysa müzik getirdiğinde onunla ilgilendiğimi fark etmiş. prodüktörlüğü ve ses teknisyenliği eğitimi Benim için de hikâye sanırım böylece aldım… ki kariyerim için yeteri kadar fazla! başlamış oldu. Piyano çalarken kendi Müziğe yıllarca emek verdiğiniz hislerimi bulup ifade edebilmeyi başarmıştım halde; size pek çok ödül kazandıran ilk ve o zamandan beri de bunu yapmayı hiç alübümünüz Philarmonics’i 30 yaşınızda bırakmadım. Hayatta yapmak istediğimiz şeyi çıkardınız. Neden beklediniz bu kadar? bulmak üzerine sürekli konuşup duruyoruz, Albüm çıkarma vaktinizin geldiğini nasıl ama benim için durum hiçbir zaman anladınız? böyle olmadı. İçimde bir yerlerde en yakın Albümdeki şarkıların yayınlanması da, ondan sonra gelen turne dönemi de çok uzun sürdü... Gerçekten tekrardan yazmam ve kaydetmem gerekiyordu. Aynı zamanda bunu hâlâ yapabiliyor muyum ve müzikal olarak neredeyimi görmem gerekiyordu. Çok fazla şey deneyimledim; bunları da bir şekilde dışarı aktarabilmem gerekiyordu. Hayatımın bu bölümünde, yaşamın kendisinden çok yoğun izlenimler edindiğimi hissediyordum ve açıkçası bu izlenimlerin ne olduğunu anlayabilmek için de yeterli zamanım kalmamıştı. Bunların kendilerini müzikal olarak nasıl ifade edeceklerini de kestiremiyordum. Sadece çok şey öğrendiğimi ve bu öğrendiklerimi çello ile kemanlarla yorumlamayı denemek istediğimi biliyordum. Öte yandan, bu bahsettiklerimi söz yazarken ve kayıt aşamasında kullanıp kullanamayacağımı da merak ediyordum ve neticede Aventine’e başlamak bu yüzden kendimi çok iyi hissetmemi sağladı. İkinci albümünüz Aventine bu yıl çıktı. Onun için nasıl bir hazırlık sürecinden geçtiniz? Albümde yaylı çalgılar yanında, davul yerine tahtaya vurulduğunda çıkan sesi de ritim olarak kullanmak istedim. Kırılmış kalbine rağmen umudunu elden bırakmayan karşılıksız bir aşk üzerine şarkı yapmak isteğimin sonucunda; “Run Cried the Crawling” çıktı ortaya. Kırılmış ve artık eskisi gibi olmayan bir şey üzerinden bir türlü ayrılamayıp acı çeken ve bu duyguyu anlatmaya çalışan şarkıları gerçekten çok seviyorum; zira aynı duygular bir şekilde Özgürlük için “Yoldan Çıkmış Şarkılar” ALİ DENİZ USLU C enk Taner ve grubu Kesmeşeker 90’lı yılların en güzel emanetlerinden. Çeyrek yüzyıldır, inatla, tutkuyla ve inanarak yapılan bu müziğin kalıcı olması da o yüzden hiç şaşırtıcı değil. Cenk Taner önce okunur, sonra dinlenir, emek ister. Bazıları için Kadıköy biraz da o demektir. Cenk Taner Taksim hattı “110”dur kimileri için. Yıllardır müzikli hikâyeler anlatan Taner’in iki yıl önce yayımladığı albümü yeni içselleştirmiştik ki şimdi “Yoldan Çıkmış Şarkılarla” geldi. Bu arada Taner’in ikizleri de hızla büyüyor, biri adaşım; Ali Deniz diğeri Ali Güney. İşte yeni albümün ve Taner’in hikâyesinden röportaja düşenler. “Doğdum Ben Memlekette” albümü yakın zamanda yayımlanmıştı. “Yoldan Çıkmış Şarkılar” ise bizi hazırlıksız yakaladı. Mevsimsiz bir fırtına gibi geldi. Nedir hikâyesi? Bunca yıldır albüm yaparız, en sonunda Kadıköy’de bir albüm kaydettik! Temmuzağustosta, İstanbul’un ateş altında olduğu günlerde tamamladık kayıtları. Buram buram direniş kokuyor. Elbette şarkılar Gezi’den önce yazılmıştı. Ama bizde her daim “Gezi” ruhu zaten var. Bu ekibin kimyası da çok iyi tuttu. MŞŞ yani Mehmet Şenol Şişli ve Veysel Çolak ile birlikteydik. Bu albümde “çıtayı yükseltmedik”, “çıtayı başka bir yere koyduk”. Zihin sürekli kayıt tutuyor. Bilinçli de değil aslında bu. Kendimize söyleyemediklerimizi şarkılarda söylüyoruz. Yüz yüze söylemekten korkarız ama onu kitlelere söylemek daha kolaydır. Zaten üretim süreci karanlık. Gezi Direnişi’nde burası “Cenk Taner’in mahallesi, ne arıyosunuz burada!” diye sloganlı twettler atıldığı da oldu. İlerde benim için “Kadıköy’de yaşardı” diyecekler. Bu kulağa hoş geliyor. Ben her şeyi anlatmaktan yanayım, bu denizde Cenk Taner yeni solo albümü “Yoldan Çıkmış Şarkılar”ı Gezi Direnişi döneminde kaydetmiş. Albüm buram buram özgürlük ve direniş kokuyor! Dinleyeni olmak istediğine yaklaştırıyor albüm. Taner cephesinde bir önemli gelişme de okumadıysanız çok şey kaçıracağınız “Andıran Otu”nun yeniden yayımlanıyor olması. Yeni kitabı “Özgür Olduğunda Marmara” da yolda. Fotğraf: FETHİ KARADUMAN Ben akustik bir adamım. Albüm akustik olunca da sözler daha görünür oldu. “Olgunluk albümü” klişesi bir yana biz hiç ergen olmadık. İktidarlar halkları sonsuz ergenler gibi yönetmeye çalıştıkça da bu değişmeyecek. Biz daha çok 80’li yılların çocuklarıyız. Hani hep kayıp kuşaktan bahsedilir ya, bizim kuşak için biraz geçerli bu. Ama bu yokluktan var edilmiş güzelliklerin kıymetinin bilindiği senelerdi. “Özgür Olduğunda Marmara”, “Aklımın Sibiryası”, “Her şey Siyaha Giderken” ve “Bir Şehre Merhaba Dedim” de tüm bunlara adanmış şarkılar. Bu arada Metin Kurt’u kaybettik. Cenk Taner ve Metin Kurt yoldaşlığı son yılların en güzel buluşmalarından biriydi. Ona bir selam çakmak gerekli bu yazıda. Ne dersiniz? Hak mücadelesi verdiği, solcu kimliğiyle özgürlük peşinde olduğu için yok sayılan bir adamdı, çok da güzel adamdı. Futbolu onunla sevenler futbolun ne olduğunu daha doğrusu ne olmadığını çok iyi bilir. Biz aynı dünyanın insanlarıydık. Çok zaman geçirdik, konserlerimize geldi, sahneye çıktı. “Metin Kurt Yalnızlığı”nın değerini biz iyi bildik, o yalnızlığın her anını coşkuyla yaşadık. Görünür olmakla hiç derdiniz olmadı ama bazen varlığınızı sistemin araçlarıyla hissettirmeniz gerektiğini düşünmüyor musunuz? Biz bu işe başladığımız köşeyi dönmek derdinde değildik ama köşeyi hep görüyorduk, yaklaşmıyorduk. 90’lı yıllarda televizyonda olmadığımız için değerliydik. Bizi arayan bulur, tanıyan bilirdi, kıymetliydik. Bu bizim geldiğimiz geleneğin felsefesiydi. Her şeye rağmen iyimserdik. Hiçbir zaman bu coğrafyanın katı gerçekleriyle ilgili umutsuz düşünmüyorduk. “Olur” diyorduk zamanla. Tabii duvara toslayan da oldu, onu atlayan da. O günden bugüne kalan, müzikle sanatla uğraşan insan sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Herkes başka yollara gitti. O yüzden sanatla uğraşan herkes kahraman gibi görülmeli bence. Zor bir iş direnmek, istediğini yapabilmek! Andıran Otu’nun yeniden yayımlanacağını biliyorum ve en önemlisi sizi dinlemeden önce okumanın öneminin farkındayım. Peki, başka bir kitap var mı ufukta? “Andıran Otu”nun yeni baskısı yapılıyor, bir de “Özgür Olduğunda Marmara” isimli bir kitap geliyor. Bu yıl hem müzikle, hem de metinle yürüyoruz. Konserler de sıklaşacak. l yan yana yüzebilmekten yanayım, aksini de kendime yediremem. İyi bir şeylerin olacağına duyduğum inancı hiç kaybetmedim. Sosyal medyaya da merhaba dediniz. Zor oldu mu? Biraz mecbur kaldım. Yoksa akıllı telefon nedir, onu bile pek anlamıyordum; akıllı insanlar bu kadar azken. Ne yapacağımı da bilmiyorum! Herkes her şeyi yazıyor, sanırım zamanla alışır ve kendime uygun şekilde varlığımı oraya taşırım. Sosyal âlemde zamanla pişeceğiz artık. “Yoldan Çıkmış Şarkılar” hep olduğu gibi; net, anlaşılır, mesafeli ve cephesinde. Yalnızca daha akustik. Ceylan İnsel’den tuval gibi tişörtler C eylan İnsel, ressam ve yaptığı resimleri aynı şekilde tişörtlere de yansıtıyor. El boyaması tişörtlerden yarattığı bir de markası var. Semazen koleksiyonu rafta yerini almış bile. Bir de yılbaşı için bereket sembollerinden oluşan bir koleksiyon hazırlamış. 1975 İstanbul doğumlu Ceylan İnsel, Boston’da Bentley College’de Business Communication ve İtalyanca bölümünü bitirdi. Üniversiteye devam ederken “School of the Museum of Fine Arts”da resim eğitimi aldı. New York Parsons School of Design’da Grafik Tasarımı bölümünden mezun oldu. Paris’te Sipa Press’te fotoğraf bölümünde çalıştı. Milano’da yaşarken kendi adıyla bir tünik ve tişört markasını başlattı. İşte bunca yolculuktan sonra tekrar İstanbul’a döndü İnsel. İstanbul’da Orhan Taylan atölyesinde resim çalışmalarına başladı. Daha sonra kendi atölyesini açtı, çeşitli kişisel ve karma sergilere katıldı. Şimdi Bebek´te Atölye 26 adındaki atölyesinde devam ediyor. Tişörtleri tuval niyetine kullanarak üzerlerine tek tek illüstrasyonlar çiziyor. l C M Y B