02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 1 ARALIK 2013 / SAYI 1445 HALK BENİ DELİ SANMASIN İstanbul’da yaşayanların yolu mutlaka bir yerlerde karşılaşmıştır onunla. Hele de İstiklal’e sık uğruyorlarsa. Zira Kamber Özcivan, hazirandan beri hemen her gün üzerine pankart önlüğünü giyip yola düşüyor. Kimi zaman Avcılar’da alıyor soluğu, kimi zaman Kartal’da. Mümkün olduğunca her yere yürüyerek gitmeye çalışıyor. Ne mi istiyor? Aleviler için eşit yurttaşlık hakkı! Bu olana kadar da sokakta olmaya devam edecek. ESRA AÇIKGÖZ Bir kitap B irkaç aydır İstiklal’de her gün rastlıyorum ona. “Ey halkımız! Bunları biliyor musunuz? Devlet, Hacı Bektaş Veli’nin mezarını yoksul Alevilere 50 yıldır parayla ziyaret ettiriyor. Genel bütçeye kattığı o parayla 100 bin imam ve müftünün aylığını ödüyor”, “Aleviler eşit yurttaşlık hakkı istiyor, onu da hemen istiyor!” ve daha pek çok cümlenin yazılı olduğu pankartı giymiş öylece adımlıyor İstiklal’i yukardan aşağıya, aşağıdan yukarı; Kim bilir gün de kaç defa... Kimi zaman önünde onlarca insan birikiyor, telefonlarıyla, kameralarıyla... İnsanların kafalarını ondan öte çevirip, hızla uzaklaştığı kimi zamanlardaysa beklemeye devam ediyor. Belki de bu kaçıştan, konuşmamızın aralarına “Halk deli sanmasın diye bir örnek daha vermek istiyorum” laflarını ekliyor sık sık. Peki kim o? Tanışalım... Aylardır İstiklal’e ne zaman çıksak sizi görüyoruz, sadece İstiklal’de de değil, Üsküdar, Bakırköy, Şirinevler, İstanbul’un pek çok yerinde. Kimsiniz? Ben Kamber Özcivan. 1951’de Hacı Bektaş’ta doğdum. 20 yıl Almanya’da çalışan bir işçinin oğluyum. Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler ve Anadolu Üniversitesi Tarih bölümü mezunuyum. 28 senedir İstanbul’dayım. 10 sene öğretmenlik yaptıktan sonra ayrıldım, sonra tekrar döndüm ve dört yıl önce emekli oldum. Bu hazirandan beri sokaklarda, eylemdeyim. Nereden çıktı bu eylem fikri? Bekir Bozdağ, haberlerde bundan sonra Kuran kurslarında yeme, içme, araçgereç, bina her şey devlet yatırımı olacak, dedi. Ucu çok açık bir yasa çıkarmışlar. 100 bin mi Kuran kursu açılacak, 200 bin mi? Ne kadar personel alınacak? Dondurmasından etine kadar yiyecekler, içeçekler, 100 bin eski personel, 100 bin yeni personel ve milyonlarca Kuran kursu öğrencisi benim kesemdem beslenecek ve bana kindar adam olarak yetiştirilecek! Torba yasayla sadece Alevilerin değil, camiye gitmeyenlerin de parasının çalındığını düşünüyorum. Bu konuyu hiçbir köşe yazarı gündeme getirmedi. Kimseden ses çıkmayınca, ya ben deliyim ya da bu millet aptal, dedim. Ankara’ya geldim, tüm medyaya Kızılay’da bireysel bir eylem başlatacağıma dair metin yolladım, iki basın mensubu geldi, onlar da haber yapmadılar; anlayacağınız adam payvon kapatır gibi medyayı kapatmış, sesimizi duyuramıyoruz. Dört gün Kızılay’da durdum, ne yapıyorsun, diyen olmadı. Hatta sivil polis yanımda anons ediyor, “Burada bir sivil, pankartlı eylem yapıyor, gelin” diye, ama polisler gelmedi. “Bu 23 gün sonra çeker gider” dediler herhalde. Elin evinde olmuyordu, çıktım İstanbul’a geldim. İstiklal Caddesi’nde, Şirinevler’de, Bakırköy’de, Kadıköy’de eylemlerimi devam ettirdim. Bir hafta boyunca yine ne yapıyorsun, diyen olmadı. Bu defa daha hassas bir yerlerine dokunayım istedim, Eyüp’e gittim ramazanda. Hemen polisle, zabıta geldi. Halk demek ki şikâyet etti, nerelerine dokunduysa üstümdeki yazı, anlayamadım. Karakola götürdüler, izin al, dediler. Ben de dilekçe verip izin aldım. Polisten, özel güvenlikten kaynaklı kötü bir durum yaşadınız mı hiç? Yaşamadım, ama izin verdiklerine pişmanlardır. Onlar, bu 62 yaşında yaşlı adam 63 yaşına girdim hatta bir iki gün durur, yorulur, çeker gider, diye düşündüler. Ama aylar geçti, yıllar da geçse bu eyleme devam edeceğim. Ya eşit yurttaşlık ya da hiçbir şey istemiyoruz. Tek başınıza aylardır sokaktasınız. Ne sıklıkta çıkıyorsunuz eyleme? Hemen her gün. Avcılar, Ümraniye, Kartal... İstanbul’un pek çok köşesinde eylemimi yaptım. Geçen gün AsyaAvrupa maratonuna katıldım, bu kıyafetimle köprünün üstündeydim. Bir hafta önce Taksim’de aksesuvarlarımı giydim. İstiklal Caddesi’nden Tünel’e, Galata Köprüsü’ne, oradan vurdum Kapalıçarşı’ya. Özel güvenlikler bu kıyafetle girmesen iyi olur dediler. Tartışmayım, dedim, çıkardım. Beyazıt’a varınca yeniden giyindim. Sirkeci’ye kadar da yürüyerek indim. Bir gün de hem Şirinevler’de, hem Bakırköy’de, hem de İstiklal’de eylem yaptığım da oluyor. Geçen hava kararırken İstiklal’e geldim, önümden yürüyen iki kişi “Ya adam az önce Bakırköy’deydi, buraya da gelmiş” diye konuştular. Böyle şeyler de oluyor. Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz? Biraz genetik, bir de sporu çok seviyorum. Türkiye halteri Naim Süleymanoğlu ile duydu, ama ben 63’lerde halter yapardım. Barfiks çekerdim. Bu çabalarımın sonucunda iki kardeşimi de beden eğitimi öğretmeni yaptım. Sokaktaki insanlardan nasıl tepkiler alıyorsunuz? Yüzde 99’u olumlu. Kalan bir, iki kişi de olacak artık. Onlar da okumadan tepki gösteriyor çoğunlukla. Laf atanlar oluyor bazen, ama benden cevabını almadan hemen kaçıp gidiyor. Geçen 12 Eylül’de Kenan Evren’e mektup 12 Eylül’de ben 29’umdaydım. Babamın yanına gitmiştim, Almanya’ya, öğretmen olarak orada kalmak için. 12 Eylül’ü bir Türk bakkaldayken öğrendim. Herkes yurtdışına kaçarken bir hafta sonra Türkiye’ye döndüm. Geldim ki, Hacı Bektaş Lisesi’ndeki arkadaşların yarısını Konya’ya sürmüşler... Halk deli sanmasın diye bir örnek daha vermek istiyorum. 12 Eylül’den sonra ilk Hacı Bektaş Derneği’ni ben kurdum, ilk Alevilikle ilgili Yurtta Birlik gazetesini tek başıma çıkardım, fotomuhabiri, yazıişleri müdürü, ressamıydım... Kenan Evren, Atatürk Barış ödülünü alınca ona bir mektup yazdım. Kenan Evren’e kibarca sahte Atatürkçüsün, gerçek Atatürkçüler benim gibi güç durumlarda yaşıyor, diye yazmıştım. Öyle bir yere yazı göndereceğiniz zaman hemen kimlik istiyorlar. Belki Ankara’ya bile gitmedi o mektup. Ama ben takip edileceğimi biliyordum. Evime kadar gelip, nasihat eder gibi bir şeyler konuşup gittiler. O mektupta Türkiye’nin bugünkü bütün sorunlarına değinmiştim, başörtüsünden Alevi sorununa kadar. Hiçbir şeyin de değişmediğini görüyorum. l gün biri, kaç para veriyorlar orada durman için deyip hızla gitti. O her şeyin parayla yapılacağını sanıyor. Bu eyleme tek başıma karar verdim. Çünkü bunları utanarak söylüyorum ama ne yazık ki bir Kamber daha yok... Bir gün İstiklal’de yürürken bir adam önümde durdu, “Senin burada duruşun var ya, ibadet sayılır” dedi. Sonra onunla Silivri’deki mahkeme eylemleri sırasında tarlanın ortasında karşılaştık. Emekli assubaymış, Sivaslıymış. “Bana Sivaslıyım, deyince soruyorlar” dedi, “Yananlardan mısın, yakanlardan mısın? Vallaha tenim yakanlardan, ama canım yananlardan, diyorum”. Anadolu halkının AlevilikSünnilik diye bir sorunu yok. Sorun devletle Aleviler arasında. Yalnız insanlarımız çok korkak. İçimdem kaval çalıyorum adeta, kara koyun biriniz durun diye. Bir iki kişi durunca bir de bakıyorum 4050 kişi birikmiş. Aynı anda 1015 kişinin fotoğrafımı çektiği oluyor. Çoğu alkışlamak istiyor. Kimi alkışlayıp kaçıyor. Beni bu milletimin korkaklığı üzüyor. On yılda bir darbe yapa yapa milleti korkaklığa alıştırdılar. Her gün eyleme çıkmanızı aileniz nasıl karşılıyor? Bir oğlum var. Medya iletişim sistemleri diye bir bölüm bitirdi. Ama şu an işsiz, askerden geldi. İyi karşıladı desem yalan olur. Eve geldiğimde, “Bugün kaç Aleviyi kurtardın”, diye espri yapıyor. Düşündüklerim ve yaptıklarımı düşündüğüm zaman ben de utanıyorum, ama Kenan Evren’e yazdığım mektuptaki hiçbir durumun değişmediğini gördüğümde zamanın beni haklı çıkarttığını da biliyorum. Bu yaptıklarınız bir farkındalık oluşmasına yarıyor mu sizce? Benim bu yaptığım bu işin şovudur. Sizin gibi birilerinin ne yapıyorsun, diye çağırıp sormasını bekliyorum. Alevilerin sorunlarını ve bardağımı taşıran Diyanet’in kurslar ve pansiyonlar yönetmeliği adı altındaki torba yasasıyla milyarların nasıl çalındığını bu halka duyurmak istiyorum. Bütün medyayı, Türk aydınlarını da kınıyorum. Bu konuyu en kısa zamanda dile getirmeleri, tartışmaya açmaları gerekir. Hakkımızı vermeyene yuh, hakkını aramayana da yuh, yuh olsun. Halk deli sanmasın diye bir örnek daha vermek istiyorum. Temmuzda bir pankart hazırladım: “Başbakan yardımcısı Küçükdeve (Bekir Bozdağ) kurslar önergesi adı altında Benim (Alevilerin) paramla bana kindar yetiştiremezsiniz. Hırsız var. Sesimi duyan var mı?” CNN’in önüne gittim, herkes çıktı ama kamerayı çıkartmadılar. Hacı Bektaş’a gittim. Bekir Bozdağ da orada. Önünde pankartımı açtım. Bozdağ tam karşısındaki pankarta hiç bakmıyor, sağasola bakıyor. Sivil polisler, pankartımı indirirken kameralar dönsün diye yeri göğü inlettim. Çoğu dönmedi bile. Son olarak, bu eylem ne zaman sona erer, ne istiyorsunuz? Ben kısacası Almanya’daki modeli istiyorum. Döşüme yazdım onu da, vatandaşlar okuyor. Almanya’daki modeli 40 yıl önce babam anlatmıştı, şimdi internetten de bakıyorum. Devlet, Almanya’da yurttaşına “Katolik mi, Protestan mısın? Dinin için para kesilsin mi?” diye soruyor. İstemiyorsa kesmiyor, istiyorsa eğer, Katoliklerin parasını Katoliklerin fonuna, Protestanlarınkini Protestanların fonuna veriyor. Hatta verginizi topladım, masraf ettim, diye de onlardan vergisini alıyor. l Gezi Parkı Destanı’na farklı bir yorum azar Bülent Satıcı’nın ikinci kitabı “Gezi Parkı Destanı” birbirine bağlanan 51 adet şiirle ve destansı bir anlatım tarzıyla yaşananları yorumluyor. Gezi Parkı Destanı yönetenlerin, halkın yani yönetilenlerin önemli bir kısmının beklentilerini hiçe sayarak, yaşama biçimlerine karşı küçümseyen bir yaklaşımla, fırsat buldukça bu yaşam biçimine kısıtlayıcı müdahaleler geliştirmek, politikalarını sürdürme ısrarını ve bardağı taşıran bir damla sonucu halkın ortaya koyduğu tepkiyi, bu tepki sonunda da yönetenlerin çok sert müdahalelerini ve halkın da bu müdahaleler karşısında destansı direnişini şiirsel bir söyleyişle anlatıyor. Y “Gezi Parkı olayları için çok şey yazıldı, çizildi ve söylendi ama ‘Gezi Parkı Destanı’ bu kitapla vücut buluyor ve bir boşluğu dolduruyor” sözleriyle kitabını tanımlayan Bülent Satıcı, “Kitabım, arka planından başlayarak Gezi Parkı olaylarına, şehrin dillere destan güzelliklerinden, İstanbul'la İstanbullu arasındaki özel bağa, Emek Sineması, üçüncü köprü, kentin siluetini bozan yapılar gibi tamamlanmış ve tamamlanmakta olan projelere, üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen içyüzü karanlık kalan Hırant Dink cinayetine; Pink Floyd konserinden ve son olarak da gökkuşağının renkleriyle boyanan merdivenlere uzanan ve bir kurgu ile birbirine bağlı 51 şiirden oluşmaktadır” diyor. “Gezi Parkı Destanı" Cinius Sosyal Yayınları’ndan yayımlandı. l B SELÇUK EREZ Sayın ne demek? ugünlerde herkes en sevmediğine “sayın” diyor. Biz eskiden “sayın”ı başka bir anlamda kullanırdık. Demek ki “sayın” o eski anlamını yitirdi ve artık “Muhterem” demek değil, “gavat” filan gibi bir şey oldu. “Hiç böyle bir şey olur mu?” diye düşünüyorsanız açıklayalım: Pekâlâ olur! Mesela, eskiden silahlara “yarak” denirdi ve 17. yüzyılda “yaraklarını alıp harbe gittiler” dendiğinde bunu kimse ayıplamaz, sadece “Yine mi harp çıktı!” der, hayıflanırlardı. Çünkü atalarımız, taramaya yarayan aygıta nasıl “tarak” deniyorsa savaşta işe yarayan nesneye de “yarak” dendiğini bilirdi. Zamanla silah anlamını taşıyan bu sözcük, anatomik ve ayıp bir anlam kazandı ve yerine “pipi” gibi daha kibar tilcikler kullanılmaya başlandı. İşte “sayın” kelimesi de böyle bir anlam kaymasına uğramıştır. A. Öcalan’a eskiden “sayın” diyene dava açılırdı. Çok kişi bu nedenle cezalandırılmıştır. Oysa bugün protokol toplantılarında bile ondan “sayın “diye bahsedenlere kızmıyor, dava falan açmıyorlar. Neden? Artık biliyorsunuz! Sadece Öcalan mı? Hayır bazı vekiller de karşı partiden birine bazen böyle sesleniyorlar: Örnek çoktur; biz bir tanesini verelim: Başbakan,  2012 Ekimi’nde partisinin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada şöyle demişti: Sayın Kılıçdaroğlu bak, Suriye’de Baas Partisi’nden başka ikinci bir parti yoktur. “Sayın Kılıçdaroğlu, şu yaşanan ortamı eğer kalkıp da orayla bu şekilde adil olmayan insaf dışı yaklaşımla değerlendiriyorsan sen önce bakar körsün bunu bir düzelt, tedaviyi al çünkü gerçekleri görmen lazım”. Başbakan bu konuşmasında “Sayın Kılıçdaroğlu ‘düşün’ diyeceğim ama kendisini zorda bırakmak istemiyorum.” da demişti. Birine “sayın” diye hitap etmeye başlayıp arkasından “önce bakar körsün” ve “düşün diyeceğim ama kendisini zorda bırakmak istemiyorum.” denebiliyorsa bütün bunlardan “sayın”ın artık o bildiğimiz anlamını çoktaaan yitirdiği sonucu çıkar. Kürtçesi “rezdar”, “birez” ya da “Xoresevist” imiş. Birinin size böyle seslendiğini duyarsanız “Babandır!” demeyin, ayıp edersiniz. O adam kızıp gittiğinde birine “Ne demek istedi yani?” diye sorarsanız bu kelimelerin “eşek”, “ayı” gibi anlamlar taşımadığını, o zatın aslında size “sayın” demeye çalıştığını öğrenir ve artık ona haklı olarak son derece kızabilirsiniz! Demek ki “sayın” kelimesi, artık “bir kimsenin, başka birine bir eylem yakıştırmaksızın şerefine ve haysiyetine saldırı” yani “sövme suçu” kapsamına girmiştir. Öyleyse her önünüze gelene “sayın” demeyin! l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın [email protected] C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle