22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 1 ARALIK 2013 / SAYI 1445 Bazen boşluğa da ihtiyacı olur insanın Ayça Bingöl sistemin dayattığı rollerin uzağında kalabilenlerden. Çünkü pusulası tutku. Üniversitede kimya okurken rotasını konservatuvara kırması da bundan. Bingöl televizyonda, sinemada ve beyazperdede sanatına devam ediyor. Ama işsiz kaldığı ve çaresizliğini umuduyla yendiği günleri de unutmuş değil. “Hayata direnmeyi de o günlerde öğrendim” diyor. A yça Bingöl “Öyle Bir Geçer Zaman ki”deki Cemile rolü ile her eve girdi. Öyle iyi üstüne giydi ki rolü, o hüzünlü ama mağrur haliyle onu görmek isteyenler hâlâ çok. Bingöl bu yıl televizyonda değil. Beren Saat, Uğur Yücel ile başrolleri paylaştığı “Benim Dünyam” sinemalarda gösterimde. Tiyatroda ise “Nehir” oyunu ile sahnede. Nehir, Jez Butterworth’ün yazdığı, Hira Tekindor’un çevirisini yaptığı Haluk Bilginer’in yönettiği bir tiyatro oyunu. Sahne tasarımı Gamze Kuş’a müzikleri Tolga Çebi’ye, ışık tasarımı Yüksel Aymaz’a ait. Oyuncuları ise; Haluk Bilginer, Ayça Bingöl, Canan Ergüder. “Nehir”de, hayatında kırılma yaratan bir anıya takılmış, sert duvarlar örmüş bir adamla ilişki kurmaya çalışan iki kadın var. Kadınlar hoşlandıkları adamla olmak için geliyor, beklentileri de farklı. Ama adam yaşayamıyor, yaşanmıyor. Kendini geçmişi ile zırhlamış durumda. Ayça Bingöl’e göre “Nehir” sıradan kadınerkek “ilişkisizliklerine” farklı bir Ayça Bingöl, “Nehir”de Haluk Bilginer’le. takılmış, sert duvarlar örmüş bir pencereden bakıyor. Oyun ayrıca adamla ilişki kurmaya çalışan seyirciyi de kendi muhasebesine iki kadın seyrediyoruz. Kadınlar davet ediyor, yalnızca izlenecek da adam da iyi niyetli. Kadınlar değil içselleştirilecek bir metine hoşlandıkları adamla olmak için sahip. geliyor, beklentileri de farklı. Ama Metaforu bol, ironik, kadın ve adam yaşayamıyor, yaşanmıyor. erkeğin ortak derdi ilişkisizliği Kendini geçmişi ile zırlamış konu alan, derin bir oyun durumda. “Nehir”. Bir yandan da toplumun Söyleşiler: Günümüz dünyasında şimdiyi bize dayattığı öğretilere bir ALİ DENİZ yaşayanlar çok az. Şimdinin gönderme. Nedir “Nehir”in USLU anahtarı var mı? derdi? Benim de uğraştığım ve Oyun sıradan kadın erkek uğraşacağım en büyük dert! Şimdiye yakın “ilişkisizliklerini”, ilişki kuramama biçimlerinin olmaya çalışıyorum, sarsılıp sarsılıp kendimi ötesinde bir felsefeyle anlatıyor. Ciddi de kafa ana döndürmeye çalışıyorum. Ama geçmiş, yoruyor, seyirci bu oyunu yalnızca izleyemez, travmaları ve yaşanmışlıkları ile tepemizde ona katılmak ve düşünmek zorunda bir duruyor. İnsanı zaafları ve korkuları yönetiyor. yandan da. Biz tiyatro olarak böyle metinleri Bu yüzden de gelecek için kurulu saatimiz. sahneye taşımaya inat ediyoruz. Tiyatro Umut olmadan hayal kurmadan yaşamak seyircisi de artık hazıra konmak istemiyor mümkün değil. İşte, gelecek ve geçmiş zaten, oyuna emek harcamaktan keyif alıyor. arasında sıkışan varlığa insan diyoruz ve “Nehir”de, hayatında kırılma yaratan bir anıya yaşadığına hayat. Ben ise denge kurmaya çalışıyorum. Hatalarımdan, kırgınlıklarımdan, kızgınlıklarımdan yenilenmeye çalışıyorum. Oyunun herkeste bıraktığı izler farklı. Sizde neler kaldı? Kadını yükselten bir oyun bu! Kadını başka yere koyuyor. Sahnedeki kadınlar adamdan bir tık yukarıdalar, çekip gitmeyi de biliyorlar. Peki, “Kadınlar ne ister?” sorusunun cevabı var mı ya da ipuçları? Üzgünüm, bunu bir kadın olarak hiç bilmiyorum! Belki fikir yürütebilirim ama dedik ya biçilmiş roller var diye... Zaten varoluşun getirdiği baskı üzerimize kodlanmış. Düşünsenize kadın mağarada çocuk doğuruyor, orayı evirip çeviriyor, erkeğini bekliyor. Adam avlanıyor yiyecek getiriyor. Yani kadın doyurulmak ve korunmak istiyor en temelde. Günümüz kadınları istemiyor gibi görünse de kendini koruyan, sarmalayan, göreceli olarak maço bir erkek arzuları var. En azından benim gözlemim bu. Tabii işin bilimsel açıklaması da var; seçimler nesil aktarımı sağlamak için bilinçaltında yapılıyor. HÜZÜNLÜ YANIMI SEVDİLER Geçen yıl çalışma temponuz çok yoğundu, altı gün set bir gün tiyatro. Yaşamaya bile zamanınız yok gibi duruyordu dışarıdan. Şimdi birden yavaşlayınca duvara çarpmış gibi olmadınız m? Duvara değil de yatay düzleme çarpmış gibi oldum! Uzun bir süre yalnızca durdum, rölantiye aldım her şeyi. Bazen boşluğa ihtiyacı olur insanın. Çünkü sürekli içimizi, zihnimizi dolduruyoruz. Biraz boşaltmak gerekli ki yenisini koyabilelim. Biz de öyledir kıymeti hep başkasına veririz ya, işte belli dönemlerde yalnızca kendi beden ve ruhunuza kıymet vermeniz gerekli. “Öyle Bir Geçer Zaman ki”deki canlandırığınız Cemile de çok yorulmuş olmalı. Hem Cemile’nin hem de izleyicinin dinlenmeye ihtiyacı var. Cemile çok üstüme sindi, her rol teklifi ona benzer geliyor. Bu da ciddi sıkıntı. En çok hüzün okunuyor yüzünüzden halbuki güldüğünüzde çok daha güzelsiniz. Seyirci ters köşeye yatırmanın zamanı gelmedi mi? Seyirci benim gülen yüzümü görmek isteyecek mi onu bilmiyorum! Hüzünlü kadını çok sevdiler. Sistem içinde de nerelere savrulacağız o da muallak. Her şey de benim ve bizim elimizde de değil. Sanırım beni büyük maceralar bekliyor televizyonda. Yaptığınız işlerin mayası aynı ama kendi yazdığınız bir hikâyenin peşinden gitmek istemez misiniz? Keşke, öyle bir yeteneğim olsa... Belki de zorlamam lazım. İçimde kıpırdanmalar var ama eyleme geçmem için tetiği neyin düşüreceğini bilmiyorum. Bir de kimya okumuşsunuz daha doğrusu bırakmışsınız. Nedir hikâyesi? Sistem ve roller beni oraya getirdi. İçime sığmayan tutkum ise beni tahrik ediyordu. Kimya okurken nefes alamayacak kadar boğuluyordum. Başkaldırıp, çekip gitmem kaçınılmaz olmuştu. Çünkü kendimi gerçekleştirme duygumun bir isyanıydı o, çünkü orada kendimi bulamayacağıma çok emindim. Babam çok karşıydı, onun karşısına geçip “Benim mutlu olmamı istiyor musun? Üniversiteyi bırakıyorum lütfen bunu kabul et!” demeye cesaret ettiğimde henüz 18 yaşındaydım. Sanırım otoriteye karşı ilk çıkışımdı bu. Bir nebze onay da aldım babamdan. Konservatuvarı kazandığımda çok sevinemedim, onlara nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Çocuklar anne ve babalarını koşulsuz seviyor ve onları mutlu etmek istiyor. Elbette şimdi babamın en büyük gurur kaynağıyım. Umutsuzluğa düştüğünüz oldu mu? Oldu, hem de çok! İşsiz kaldığım ve çaresizliğimle seçimlerimi sorguladığım, umutsuzluğa kapıldığım oldu. Seslendirme yapıyordum, küçük rollerde oynuyordum ve hayata direnmeyi öğrendim. İşte bana en iyi gelen de buydu. Zaten şöhret ve görünürlük bana geç geldi, 35 yaşındaydım. Hayatımın öncelikleri belirlenmişti, taşlar yerine çoktan oturmuştu. O yüzden hep başka bir yerden bakabiliyordum. Tüm bu görünürlük de tiyatroya yansıdı, Cemile için tiyatroya gelenler benim en büyük kazancımdı. l Can Bonomo ilk şiir kitabı “Delirmek belirmektir”te okuyucuyu zihninin arka odalarına davet ediyor. C Her şey hiçliğe dair aslında... çok heyecanlandırıyor. Şairin dört cümlesidir hayat, bazen belki de üç. Elinizde albümünüzü mü tuttuğunuzda daha heyecanlanıyorsunuz, şiir kitabınızı mı? Şiir kitabı daha sahici, duygusal ve bana ait. Albüm bir grup işi kitap da ise yalnızım. Daha etten kemikten ve bir parçam gibi geliyor. “Hani her şarkımı severim, hepsi benim çocuğum” dediklerinde akıl sır erdiremezdim buna ama şiir kitabı çıkardıktan sonra bir fikrin bir çocuk kadar sevilebileceğini anladım. Nasıl bir üretim süreciniz var? Yazmak benim mesaim, sabah kalkıp masanın başına oturuyorum. Sonra yazdıklarımın yüzde 70’ini atıyorum geri dönüşümsüz şekilde. Kalanlar üzerine kafa yoruyorum. Yazdıklarınızı okuyunca “Her şey ile hiç” arasındaki farkın fluluğu ve yakınlığı sorguluyor insan. Bence ikisi de çok yakın, sizce? Fark yok! Ya çoktur hayatımızdaki ya da az. Her şey hiçliğe dair aslında. Hesaplaşma haliniz de var kitapta, yanı başımızda olup da göremediğimize işaret eden mısralar da? Zihnimin arka odalarını başkalarına açıyorum, daha doğrusu insanları oraya davet ediyorum. Bazı şiirlerde kendini bulamayabilir okuyucu, çünkü zaten orada ben de yokumdur. Bazı odalar aydınlık bazıları karanlık. Tabii bilinçaltı katman katman. Ne kadar derin o kadar muğlak! Çekindiğiniz ya da kaleminizi sansürlediğiniz oldu mu bu anlamda? Çok fazla şey kurcalıyorsun kendine girişince, elbette tekinsiz bir iş bu. Dedim ya “dokunmaktır” şiir. Eğer başkalarına dokunmak istiyorsan elini, tenini kullanmalısın. Çıplak olman gerekli ama tamamen çıplak olursan mahcup da olabilirsin! Şiire argonun sızması onun sahiciliğine dair geliyor bana, siz ne düşünüyorsunuz? Ben de çok edepsiz şeyler yok, çünkü hayatımda yok. Eğer Bukowski’nin Chinaski’si gibi hayat yaşasaydım yazdıklarımda da bunlar olurdu. Çünkü hayatta ne varsa orada var. Argo da bir dilin zenginliği. Konuşmadığım bir dilde yazmak, ona bir zırh takmak samimiyeti dışarıda bırakır. Kitabın kapak çizimleri de size ait. İçeriği tamamlıyor. Çok uzun süredir çizmiyordum. Kitabı bitirince “Kapağı kim çizecek?” dedim. “Niye çizmeyeyim?” sorusunu sordum ve çizmeye başladım. Kapakta İstanbul’un üzerine uçan bir karga var, bu İstanbul bizim İstanbul değil çünkü dünyanın dışında, onun üzerinden de bir çocuk atlıyor. Arka kapakta ise görünen ve gerçek arasındaki farkı imgeliyor. İşte “Selam, merhaba” bu bir başlangıç. “Delirmek belirmektir” kitabın ilk cümlesi. Nasıl bir delilik bu? Hepimizin içindeki delilik bu, medeniyetle bastırdırdıklarımızdan, üzerimize giydiğimiz üniformalardan kurtulduğumuzdaki özgürlük... “Delirmek belirmektir”in editörlüğünü de küçük İskender yapmış. Özel bir şair küçük İskender, nasıl bir yolculuktu sizin ki? Türkiye’de yaşayan en büyük şair o benim için, gerçek bir “usta”. Bir gün şair olmak istiyorsam eğer onun yolundan gitmeliyim, bana da yolu o göstermeli. l an Bonomo için şiir bir dokunuş, okuyucuyu zihninin arka odalarına davet etmek için bir çağrı. Kitabının ismi aynı zamanda ilk cümlesi; “Delirmek belirmektir”. Bonomo hepimizin içindeki deliliğe çağrılar yapıyor! Delilik ne mi? Medeniyetle bastırılan, bize biçilen özgürlüğümüzün diğer adı. Kaleminiz hep kuvvetliydi takip eden bilir, tabii kitap başka bir şey. Ne zaman bunlar bir araya geldi? Bu yılın başında şiir kitabı derdimi kafama koymuştum. “Kitabım çıksın” fikrinden çok “benim bir şiir kitabım” olsun diyordum. Şiir ciddi bir iş ve ben kendimi şair olarak görmüyorum, yazdıklarım ise benim günlüğüm. Nihayetinde cesaretimi toplayıp bu işe giriştim. Kimleri okursunuz peki? Özendiğim, öykündüğüm, beslendiğim isimler var ve onlarla büyüdüm. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Nilgün Marmara... Şiir farklı bir anlatı, sizde neye karşılık geliyor? Şiir başka yerden dokunmak insana ve hayata... Yaşadığımız hayat bir tabaka, şiir ise onun altı. Paralel bir hayat gibi. Bu da beni C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle