17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 17 KASIM 2013 / SAYI 1443 Bu albüm bir isyan Doğa’nın yeni albümünün ismi “İsyanım Budur”. Yine soul, blues ve R&B albümün müzikal havasını veriyor ama tüm bunlara bu toprağın melodileri de eşlik ediyor. Albümde Doğu motifleri, Türk pop müziği, arabesk, biraz da nostalji var. soul, blues, R&B müziğini birbirleriyle tanıştırdım. “İsyanım Budur”un farkı ise ilk dinleyişte sarıyor. Bir Nazan Öncel şarkısı ile Bergen, Selda Bağcan ile Mirkelam yan yana geliyor. Herhalde birbirinden farklı bu kadar şarkının ve usta müzisyenin bir araya geldiği albüm çok azdır. Aynı zamanda neredeyse her şarkı için farklı aranjörlerle çalıştık. Şarkı seçimlerini nasıl yaptınız? Albümün çıkması için şarkıları bir araya getirip fikir veren, gelişmem için elinden geleni yapan Süheyl Atay’dır. Ben uzlaştığımız fikirleri evde geliştirip demolar hazırladım. Fikir alışverişinde bulunup, şarkılar hakkında nasıl ilerleyeceğimizi konuştuk. Ben de istemediğim, içime sinmeyen hiçbir şarkıyı albüme koymadım. Albüm her anlamıyla iyi bir de ekip çalışmasının ürünü. RUNLTD ile çalışmaya başlamamızdan itibaren sayısız değerli insanla tanıştım. Bu konuda çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Şu an birlikte çalıştığım ekibi albümümün teşekkürler kısmında da görebilirsiniz. Hepsi benim yoldaşımdı, onları çok seviyorum. Besteleri yaparken nasıl bir ruh hali içindesiniz? Bu çok değişken bir durum benim için. Bazen bir anda bir şarkının nakarat melodisi aklıma geliyor, hemen bir yere kaydediyorum ama devamı gelmiyor. O şarkı senelerce bekleyebiliyor. Bazen bir günde, hatta saatler içerisinde şarkının bittiği de oluyor. Saatler içerisinde yaptığım şarkılardan biri albümdeki “İsyan”. Sözleri Oğuzhan Akay bana yolladı ve ben saatler içerisinde besteyi bitirmiştim! İlk röportajımızda İzmir’den İstanbul’a yeni gelmiştiniz. Alıştınız mı bu şehre? Şu an yine İzmir’e döndüm! İstanbul’a alışmıştım ama benim için yaşanılacak şehir olmaktan çıktı ne yazık ki. Ayın yarısını İzmir’de yarısını İstanbul’da geçiriyorum. l Söyleşiler: ALİ DENİZ USLU “Müziğin Doa”sı isimli ilk albümü ile adını duyuran Doğa yeni albümü “İsyanım Budur” ile döndü. Yeni albüm ise epey farklı. Dinleyiciyi ilk seferde sarıyor. Albümde Nazan Öncel’den Bergen’e, Selda Bağcan’dan Mirkelam’a pek çok özel ismin klasikleşmiş şarkılarının Doğa’ya ait yorumları var. R&B ve soul tarzıyla alternatif müzik dünyasına girmiştiniz. Soul, gospel, funk ve blues müziğin bir karışımıydı belki de yaptığınız. Peki, yeni albüme nasıl hazırlandınız, öncelikleriniz neydi ve istediğinize ulaşabildiniz mi? Albüm sürecindeki şarkılar ve tarzlar; düşünsem aklıma gelip uygulayabileceğim bir şey değildi. Şu an birlikte çalıştığım Süheyl Atay ile bir süreç içerisinde onun bütün bu farklı şarkıları ve birbirinden değerli müzisyeni bulmasıyla albüm fikri doğdu. Ben de ortaya çıkan her şeyden çok memnunum. Yine soul, blues, R&B tarzımı es geçmeyerek, yaşadığımız toprakların müziğini de içine katarak adı olmayan bir tarzda buluşturdum. Albümde en önem verdiğim şeylerden biri, yarattığım tarzın, aslında hissettiğim müziğin dışına çıkmamak oldu. R&B’nin ruhunda dans da var. Müzik ile dans arasındaki sınırınız nedir? Bu albüm için konuşursak, daha çok hüzün, yaşadığımız olaylara, aşklara, sorunlarımıza isyan ve biraz da siyah beyaz. Böyle bir albüm R&B vokaller barındırsa da, dans etmek yerine daha başka şeyler hissettiriyor. Müziğiniz bir füzyon. Ona neler kattınız? Kesinlikle katılıyorum. Aslında şu an ne tarz yaptığımı ben bile bilmiyorum! Doğu ve Batı’nın müziğini en iyi şekilde bir araya getirmeye çalışıyorum. Birçok tarz insanın kendi özgürlüğünde bütünleşince yeni bir şey çıkıyor ortaya. R&B ve “blues” sizin için neler ifade ediyor? Blues ile büyüdüm, blues piyano çalmaya başladım. Hayatımın her zaman bir köşesinde var olacaktır. Zaman ilerledikçe blues müziğinin diğer dallarını keşfettim. Bunlar önce soul sonra R&B oldu. İlk albümüm ağırlıklı olarak R&B, soul, blues, gospel, reggeatone gibi tarzlar arasındaydı. Şu an ise hepsinin yani; Doğu motifleri, Türk pop, arabesk, biraz nostalji ve öte yandan Devriminize hemen başlayın A Avusturyalı aksiyonist Hermann Nitsch’e göre kişinin kendi devrimini yaratmasının yolu çok hassas olmaktan geçiyor. Kişi; bilincinin neye ihtiyacı olduğunu fark ettiği anda devrimini başlatabilir. Nitsch sanatını ürkütücü ve taciz edici sunumlarla yapıyor. Seyirciyi hedef alıyor ve onların küçük dünyalarından çıkıp başka dünyalarda erimelerini istiyor. büyük ve ağır işleyen “mass”den ayrılıp nasıl kendi olarak kalabilir onu öğretiyorum. Dini de sarsıcı şekilde eleştiriyorsunuz, hırpalıyorsunuz ve taciz ediyorsunuz. Hiç korktuğunuz ya da çekindiğiniz oldu mu? Ben her zaman dinle çok ilgiliydim, hepsiyle. Ancak bu ilgi asla korkuyu içermedi. Zaten kendime uyanı da asla bulamadım. Benim için felsefe her zaman daha önemli oldu. Elbette sanatta korkuya yer yok, belki de sanatın kendisi bir korku? Evet, olabilir. Ben çok genç bir öğrenciyken Egon Schiele’nin işlerini gördüğümde gerçekten çok etkilenmiştim. İnsanların birbirine sarılarak uyuduğu resmi gördüğümde ise zihnimde spermlerle dolu bir görüntü belirdi, çünkü o an hissettiklerim tam da buna karşılık geliyordu. Ne şekilde olursa olsun uyanmanı sağlıyor, bu şekilde de düşünebilirsiniz. Form dediğimiz sadece şekil ya da figürlerden ibaret değil. Renklerin birleşimi, var oluşu size yeterince şey anlatır. Kırmızı renk bize çok şey anlatıyor. Ölümü, yaşamı, şimdiyi sonrayı ve de geçmişi. Performanslarınız izleyenlerin üstünde kalıyor. Daha doğrusu bu tanıklık sürdürülebilir bir eser yaratıyor. Siz bu süreci nasıl yorumluyorsunuz? Benim performanslarım, Antonine Artaud Theater of Cruelity’sine benziyor, insanları bilincini harekete geçiriyor. Böylece seyircinin her biri küçük dünyalarından çıkıp başka bir dünyaya eriyorlar. İnsan şiddetle doğuyor ve onunla büyüyor. Neden şiddet bu kadar güçlü bir şekilde insanın doğasına işlenmiş? Varoluş ve yaşam, acı ve şiddet olmadan olamazdı. Acı dışında başka bir dayanağımız yok. Bu nedenle de acının ötesine geçebilmeyi düşünmek ve kendinize erişmek gerekiyor. l vusturyalı aksiyonist Hermann Nitsch, ruhun ve bedenin tüm ilkel tabulardan arınması gerektiğini düşünen bir sanatçı. Zor ve sert bir anlatımı var. Kırmızıyı, kanı seviyor çünkü hem doğuşu hem de ölümü simgelediğini düşünüyor. Seyirciyi taciz eden tavrıyla teatral sunumlar yapıyor. Nitsch, 1960’lı yıllardan itibaren hayvan kadavraları, kan, koyu renkte boyalar ve meyveler kullanarak çeşitli kült imgeler ve kalabalık bir oyuncu grubu eşliğinde performanslar düzenliyor. Bu aksiyonist gösterileri dini bir ayin niteliğinde sunan sanatçı, kullandığı müzik, dans ve paganist ritüeller aracılığıyla Hristiyan inancının kutsal kabul edilen tasvir ve sembollerini sorguluyor. 8. Contemporary İstanbul Sanat Fuarı kapsamında Hermann Nitsch İstanbul’daydı. Ruhun ve bedenin tüm ilkel tabulardan arınması gerektiğini düşünüyorsunuz ama hem bu ülkede hem de dünyada tabular büyüyor, dogmatik düşünce iktidarını kuvvetlendiriyor. Kişi kendi devrimini yaratmak için nereden başlamalı? Çok hassas olmaktan! Heideggier diyor ki, eğer bir şey yapılacaksa “biri” değil “ben”, yani kişinin kendisi yapmalı. Biri sorumluluk almak zorunda. Biri “ben”i bırakıp “o bunu yapmalı” dediği anda ruhunu satmış olur. Kendi devriminden söz ettiğimizde ise, evet, devrime de hemen şimdi başlamalı. Çünkü kişi; bilincin neye ihtiyacının olduğunu fark ettiği anda devrimini başlatabilir. Bu 10 yaşında da olabilir 60 yaşında da. “Hayatı anlatmak” ya da “Ölüme bir selam” eserleriniz ve aksiyonlarınız. Bunu yaparken sınırları zorlamaktan keyif alıyorsunuz. Peki, seyirci bu ayinin bir parçası mı? Tabii ki. Aslında ben sadece bir öğretmenim, daha hassas nasıl olunabilir, Oturma odanızda konser var DENİZ ÜLKÜTEKİN akınlarda komşularınızdan biri gelip “akşama konser vereceğiz, biraz gürültü olacak” derse anlayın ki, Sofar Sounds sizin apartmanınızda. Dünyanın pek çok şehrinde yerli grupların ev oturması tadında müzik ziyafeti çekmesine önayak olan uluslararası müzik hareketi, aralıktan itibaren İstanbul’da başlıyor. Organizasyonu ayağımızıa getiren Eda Demir ve Gözde Tekay, bize bu küresel müzik hareketine ev sahibi ya da misafir olarak katılmamız için ne yapmamız gerektiğini anlattılar. Bu arada ünlü İngiliz müzik grubuna da aracılığımızla bir çağrı yaptılar, “konsept yerli grupları içeriyor, ama Radiohead isterse gelip çalabilir...” Öncelikle Sofar Sounds’tan bahseder misiniz? Eda Demir: Sofar Sounds 2009 yılında Londra’da başlamış, kısa zamanda New York’a sıçramış, şimdilerdeyse dünyada 45’ten fazla şehirde ayrı ayrı ekiplerce yürütülen ama asla yarattığı ruhu bozmayan global bir müzik hareketi. “Song From A Room”ın (Oturma Odasından Şarkılar) açılımı, bu önemli çünkü Sofar Sounds’un en dikkat çekici kılan konserlerin evlerin oturma odalarında gerçekleşiyor olması. Konser verilecek şehirler nasıl belirleniyor. Gözde Tekay: Eda’nın da dediği gibi Y 45’ten fazla şehirde gerçekleşiyor Sofar Sounds. Bu şehirlerin ortak özelliği de müzik ve daha geniş çerçevede kültürsanat hayatının en üretken ve canlı olduğu yerler olması. E. Demir: Trendleri ve dünyada olup biteni takip etmek, onları analiz etmek benim işim. Yine her gün yaptığım işi yaparken Sofar Sounds’un varlığına rastladım ve Türkiye’de duyurmak için hakkında bir yazı yazdım. İstanbul’a getirme isteği hemen oluştu bende, ama harekete geçiren tatlı bir tesadüf oldu. Londra’da yaşayan bir arkadaşım yazdığım haberi görüp ev arkadaşının Sofar Londra’dan olduğunu söyledi. Bana da harekete geçmek kaldı. Kurucu ekiple tanışmamın ardından yaklaşık beş ay sürdü çalışmalar, son bir aydır da Gözde dahil oldu projenin İstanbul ayağına. Konser veren müzisyenler nasıl belirleniyor? G. Tekay: İlk aşamada, önceden takip ettiğimiz, sevdiğimiz ve konsepte yakışacağına inandığımız gruplarla kontağa geçtik. Fakat Sofar Sounds’un İstanbul’da olacağı duyulduğundan beri birçok müzisyen ve grup bize kendiliğinden ulaşmaya başladı. Müzik türü için belli bir kısıtlamamız yok ama kendi şarkıları olan sanatçılar önceliğimiz. Buradan da duyurmuş olalım, katılmak isteyen müzisyenler bizlere kayıtlarını yollarlarsa çok seviniriz. Konsere ev sahipliği yapmak için ne lazım? G. Tekay: Merkezi bir lokasyonda yaşıyor olmanız ilk şartımız. Bunun dışında salonunuzun 60 kişiyi kaldırabiliyor olması gerekiyor. Bir de komşular sempatik olursa şahane olur. E. Demir: Ev şöyle olsun, böyle olsun diye bir kriterimiz kesinlikle yok. Belli bir kapasiteyi kaldırabilecek ve bize ev sahipliği yapmak isteyen herkes ulaşabilir. Eve gelecek misafir izleyiciler nelere dikakt etmeli? E. Demir: Sofar konserlerinin merkezinde müzik var, aksi takdirde bir projeyi bu kadar uzun zaman fiziken uzak ekiplerin sürdürmesi zor olurdu. Müziği onurlandırmak isteyen misaflrler için de ufak tefek kurallar var konseptte; konserleri izlerken bir şeyler yemek, mesajlaşmak, konuşmak, hatta mümkün mertebe ortalıkta gezinmek yasak. l [email protected] Fatoş, Ben bu ihtiyar kadından bıktım, sıkıldım: Bütün gün pencerede oturup mahallede kim nereye, hangi eve gitti, ne kadar kaldı, hangi kız hangi oğlanla kaç dakika konuştu çetelesini tutuyor. Sonra ev ev gezip dedikodu yapıyor: Bizim kata erkekler geliyormuş da geç saatlere kadar oturup acaba ne yapıyormuşuz? Ne yapacağız cadaloz? Sınavlar yakın, ders çalışıyoruz. Sonra ben, o oğlanla fazla konuşuyormuşum. Sana ne be muşmula suratlı? Her konuştuğum erkekle illaki gidip bilmem ne mi yapacağımı sanıyor? Yaparsam da senden izin alacak değiliz ya. Ancak sen de biliyorsun, Kemal sadece arkadaşım. Eskiden gücü kuvveti yerindeyken aklı nispeten başındayken böyle günde yirmi dört saat dedikodu yapmazdı. Zamanla eriye çuvallaya işte bu duruma geldi: Sadece kendi inandığı uydurmalardan başka bir şey üretemiyor. SELÇUK EREZ Dedikoducu “Bunun gibiler bir dedikodu yaparlar bir de eskiden ne güzel, ne marifetli olduklarını, ülkenin en iyi kapuskasını, su böreğini kendilerinin yaptığını anlatırlar” demişsin. Haklısın, bizimki ona da başladı. Hep kendini methediyor; “Gür gür saçlarım vardı, belime kadar inerlerdi” diyor. Mahallenin yakışıklıları arkasından laf atar, “Tarlanın taşlısı, kızın saçlısı” derlermiş... Hem TEM’deki hem de E5’teki ağaçları o dikmişmiş. Hesabını iyice şaşırdı, “katrilyon kere katrilyon ağaç da diktim!” diyor. Kayseri’nin en büyük fıskıyesini, Galatasaray stadını bile o yapmış. Geçenlerde “Kız mıymışım kadın mı bilmediğini de söylemiş. Bana gelen arkadaşlarım için de “Bir sürü marjinal anarşist, onun dairesinde toplanıyor. Muhakkak bomba yapıyorlardır!” demiş kapı komşumuz Güzin Hanım’a. “Gidip ağzının payını vereyim!” dedim; Güzin Teyze, “Belki de Alzheimeri başlamıştır, günaha girersin” dedi. Bence Alzheimer filan değil resmen habaset! Evet haklısın, aramızda çıkarı, ondan gelebilecek avanta beklentisi olanlar da var: Köpeklerini gezdiren, alışverişini yapanlar filan ona yüz vermeseler, saçmaladığında “Güzel söyledin” diye alkış tutmasalar bu kadar sişinmez, kendini Mısır padişahının gözdesi sanmazdı! Çok sıkıldım; artık suratını görmemek, sesini işitmemek istiyorum: Camdan bakıp yüzünü görünce perdeyi hemen kapatıyorum. Bu mahallede suratını görmek istemeyenler pek çok; sayıları her gün artıyor: Anket manket yapmadım ama en az yüzde elli biri bulduk diyebilirim. Güzin Teyze, “Kendini sıkma kızım.” diyor, “Bırak saçmalamayı sürdürsün; hatta dua et de daha fazla saçmalasın. Saçmalasın ki en andavallımız bile onun ne mal olduğunu anlasın. O zaman burada barınamaz kalkar gider. “Nereye gider, kim alır bunu?” mu diyorsun? Arabistan’da yakınları varmış; bakarsın oraya gider de kurtuluruz. l Nihal www.selcukerez.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle