17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 27 EKİM 2013 / SAYI 1440 Saklı Dil’in mimarı baskılardır Kenan Özer, Anadolu’daki masalların, dillerin peşinde bir belgeselci. “Saklı Dil” de bu arayışlardan birinde ortaya çıkıyor. Balıkesir’deki Çepni Alevilerinin baskılardan dolayı aralarında yarattıkları şifreli dili anlatıyor Özer, Alevilerin yaşadıkları baskıları da. ESRA AÇIKGÖZ Kenan Özer İsmi bile olmayan bir dili anlatıyorsunuz bize. Balıkesir’deki Çepni Alevilerinin baskılara, kimliksizlikleştirmelere karşı bir savunma mekanizması olarak geliştirdiği bir dil bu. Dolayısıyla köylüleri konuşmaya ikna etmek kolay olmamıştır. Nasıl başardınız? Tam olarak başardık da diyemeyiz. (Gülüyor.) Kaldığımız 15 günün ilk üç günü neredeyse kimse konuşmak istemedi. O aralar Türkiye’nin kimi yerlerinde gerçekleştirilen kapı işaretlemeleri gündemdeydi, çok hassastı insanlar. Biz de birçok kapıdan hikâye dinleyemeden döndük. Sonra baktık böyle olmayacak; önce köydeki gençlere ulaşıp onlarla birlikte köyün yaşlılarına gittik. Yeni nesillere, torunlarına bu dili kültürel bir miras olarak bırakmaları gerektiğini anlattık. Kısacası torunlarla birlikte dedeleri, nineleri ikna ettik. Kendilerine bir dil yaratacak kadar yoğun baskı görmüş insanlarla konuştunuz, onlarca hikâye dinlemişsinizdir. Sizi en çok etkileyen ne oldu? Dinlediklerimizin hepsi etkileyiciydi bizim için ama en etkileyicisi sanırım Mahir’in hikâyesiydi. Filmin kurgusunu da üzerine kurduğumuz Türkçe öğretmeni Mahir Doğru’nun yıllarca ninesinden dinlediği çocukluk masalının köyden ayrılıp kasabaya okumaya gittiğinde diğer çocuklar tarafından anlamsız sözcük kümeleri şeklinde algılanıyor oluşu, onu oldukça şaşırtmış. Kendilerine özgü bir dilin var olduğunu o zaman anlamış ve çok etkilenmiş. Bu olaydan sonra dillere büyük ilgi duymuş ve akabinde yıllar sonra Türkçe öğretmeni olarak geri dönmüş köyüne. Hâlâ kullanılıyor mu bu dil? Çepni Alevileri 1800’lerin sonunda zorla yerleşik hayata geçirilen bir topluluk. Anadolu’nun her yerinde Alevilere yönelik sürdürülen baskı ve sindirme politikalarından Çepni Alevileri de payına düşeni almış. Diğer Alevi topluluklarından farklı olarak küçük ve kapalı bir topluluk olduklarından, bu şifreli dil onların kurtarıcısı olmuş. Sözgelimi cem ibadetleri sırasında jandarmadan baskın yememek için haberleşirken bu dile başvurmuşlar. Dil yüzyıllardır konuşulmuş ve gündelik hayatın her aşamasında kullanılmış. Ancak bugün daha çok yaşlıların hafızasında kaldığı kadarıyla konuşuluyor. Dile ilgi duyan az sayıda genç de olmasa neredeyse unutulacak. Dilin belirli, kendine has bir grameri yok. Bazı sözcükler Türkçeye tamamen yabancı, bazıları ise Türkçeden tanıyordum. Köyün sakinleriyle sohbetler ettik, yaşlılardan hikâyeler, efsaneler dinledik. En çok dikkatimi çeken köyün yaşlılarını dinlerken kulağımıza çarpan bilmediğimiz bir dildeki sözcüklerdi. Sonradan öğrendik ki bu yabancı sözcükler bu yöredeki Alevilerin kendi aralarında konuştukları şifreli bir dile aitmiş. Balıkesir’den, kısa sürede bir proje haline getireceğimiz güzel bir hikâyeyle döndük. Köyde tanıştığımız Türkçe öğretmeni Mahir Doğru’nun Çepni diline ait serüvenini temele alan bir senaryo hazırladık ve 2012’de bu kez bu özel şifreli dilin onların deyişiyle “dilce”nin belgeselini çekmek için köye gittik. H alanmak (kaçmak); narlıklamak (dövmek); nuharlamak (gözetlenmek)... Balıkesir Bigadiç’in köyünde dolaştıklarında kulağına çalınan bu kelimeleri şaşkınlıkla dinliyor Kenan Özer. Bildiği şeyleri bilmediği dilde konuşan bu insanların hikâyesinin peşine düşüyor. Çepni Alevisi olduklarını, onları bir dil yaratmaya itenin de inançlarından dolayı maruz kaldıkları baskılar olduğunu böylece öğreniyor. Bu yaratılmış dili belgelemek, baskıların, asimilasyonun insanların yaşamlarında nasıl kırılmalar yarattığını göstermek için işe koyulduğunda ilk zorluğu köylülerle yaşıyor. Bu dili paylaşmayı pek de istemiyor köylüler, çünkü onlar için yaşam hâlâ aynı baskılarla geçiyor. Belgesel yönetmeni Kenan Özer’in “Saklı Dil”ini izlediğinizde insanların kimliklerini yaşamak için nelere katlandıklarını daha iyi anlayacaksınız... Belgeselde anlatılıyor ancak izlemeyenler için baştan başlayalım: Nereden çıktı bu belgesel fikri? 2011’de bir arkadaşımız ekibimizi Balıkesir Bigadiç‘deki köyüne davet etti. Aydın ve bilge sakinleri olan bir Alevi köyüydü gittiğimiz yer. Burada yaşayanların Çepni Alevisi olduğunu öğrendiğimde bir hayli şaşırdım çünkü o zamana kadar Çepnileri Osmanlı İmparatorluğu zamanında Karadeniz’e yerleştirilmiş bir Türk boyu olarak Köylüleri torunları ikna etti Bir yönetmen olarak ne çekti sizi bu projede? Anadolu’da anlatılan masallar, efsaneler, konuşulan diller, kısacası genel olarak sözlü kültür öğeleri ilgi alanıma giriyor. Yörük masallarını derlediğim ya da Şahmaran efsanesini anlattığım daha önceki işlerim de hep bu ilgi sonucunda doğmuştu. Çepni dili, sadece bir sözlü kültür mirası olmasıyla değil, aynı zamanda ortaya çıkışının ardındaki toplumsal ve siyasal nedenler itibarıyla da ilgi çekici bir konu benim için. İktidarların yüzyıllardır devam eden baskı ve asimilasyon politikaları sonucunda Alevi kökenli insanların kendilerini ve inançlarını korumak için bir dil yaratmak zorunda kalmaları, projeyi gerçekleştirme motivasyonlarımdan biri oldu. alınmış. Örneğin “fındık” silah ve “fındıklı” jandarma demek. Ekler Türkçede olduğu gibi kullanılabiliyor. Yakın zamanda gösterim var mı? Şu anda yurtiçinde birkaç film festivaline gönderdik. Gösterimi olmasını biz de merakla bekliyoruz. Bu konuya ve de belgesele ilgi duyanlar akıbeti www.catalfilm.com adlı siteden takip edebilir. Yeni projeleriniz var mı? Şimdilerde TRT Belgesel kanalı için hazırladığımız bir belgesel serisi var. Anadolu’nun yaban hayatını, nesli tehlike altında olan türleri bulundukları coğrafyanın kültürel unsurları ile harmanlayarak izleyiciye aktarmaya çalışıcaz. “Henüz Çok Geç Değil” serinin adı. l Nostalji çok iç karartıcı DENİZ ÜLKÜTEKİN “İngiliz punk müziğinin 70’lerden kalma mirasının, günümüz temsilcilerinden Wire” benzeri bir cümle kuracaksanız, etrafta grubun solisti Colin Newman’ın olup olmadığına dikkat edin. 30 Ekim’de Babylon’da sahne alacak olan Wire, kesinlikle geçmişte yaşamak istemeyen bir grup, hatta kariyerlerinin en verimli dönemlerini “şimdi” olarak görüyorlar. Öncelikle yeni albümünüz “Change Becomes Us”la başlamak istiyorum. Albümdeki şarkılarda 70’lerdeki konserlerinizde üzerinde çalıştığınız taslaklarınızı kullanıldığınıza dair söylentiler var. Eski konserlerinizi dinlerken çok güzel doğaçlamalar yaptığınızı fark edip onların üzerinden mi çalışmaya başladınız? 2001’de dört ay boyunca turnedeydik, yazın da festivallerde sahne aldık. Bu süre içerisinde Matthew Simms grubumuza katıldı. Bunun sonucunda grubumuzun sahne performanslarının çok güçlü olduğunu hissediyorduk. Grubun gücünü baz alarak kayıt yapmanın iyi bir fikir olduğunu düşündük. Herkesin seyirci kalarak suç ortağı Toplanıp konuşmaya olduğu kadim bir husumetin kısa başladık ve 80’lerde, grubun hikâyesi olan oyun Haliç köprüsünün dağıldığı dönemlerde etrafa yayılmış bir sürü üstünde, tam lüfer zamanı, martıların bitmemiş çalışmamız vardı. havalandığı yerde kurulan bir Bu taslakları kullanmaya sahnede oynanıyor. çalışmak biraz çılgınca ve ilginçti. Ancak birkaç tanesini Sultan ile şairin karşılaşması, yüzyılprova yapıp, canlı çalınca lara uzanan bu kanlı söyleşi, balık avı albümü bunlar üzerinden sırasında, uzun bir bekleyişin, sessizyapmak istediğimize karar liğin içinden doğuyor. O gün orada verdik. Bu bir projeydi, yeni olup da gösteriyi kaçırmayanlar, bir albüm olmayacaktı. sayıklayan belleğin kendi tarihini naSadece o taslakları alıp bir sıl yeniden ördüğüne tanık oluyorlar. şey yaratabilecek miyiz diye denemek istedik. Sonra bir Sema Kaygusuz bize oyun okumanın şekilde bir albüme dönüştü da çok güzel olabileceğini kanıtlıyor. ve “Red Barked Tree” albümünü takip eden bir albüm oldu. Bu çok özel ve garip bir şeydi. Bir daha böyle bir şey hiçbir zaman yapmayacağız. “Change Becomes Us” albümünün hikâyesi aynı zamanda punk müziğinin, 70’lerdeki taslakların bugünün hit parçalarına dönüştürülebilmeleriyle, grup için çarpıcı bir şekilde değiştiği anlamına mı geliyor? Albümün ismi bu değişimi mi yansıtıyor? Kapak Resmi: Roger Ballen'ın fotoğrafı ile kolaj metis Changes Becomes Us isimli yeni albümüyle punk nostaljisiyle hiç ilgilerinin olmadığını kanıtlayan İngiliz grup Wire, İstanbullu yeni yetme “punk”lara iyi bir ders vermeye hazırlanıyor. Bir sonrakinde ne yapacağına kafa yorarak bir şeyler yaratmaktansa daha akışına bırakılması ve daha özgür olunması gerektiğini düşünüyorum. Bunun punk müzikle hiçbir ilgisi yok. Bu Wire’ın geçmişi ve yaratıcılığıyla ilgili. “Değişim” kelimesi Wire için çok önemli. Wire kendisini değişim olarak betimler. “Change Becomes Us” cümlesindeki değişim Wire demektir. Yani albümün adı Wire’ı anlatıyor. Zamanında bazı sıkıntılar çektik ve bu süreçte grup birbirine daha çok bağlandı ve Wire konseptini benimsedi. Bence bu çok önemli. Bir grup insan bir şeyi, bir konsepti sahiplenip benimseyince onunla daha çok şey yapmak istiyor. Son beş yıldır grubun geçtiği dönemin bu olduğunu düşünüyorum. Sanırım grubumuzun en yaratıcı olduğu dönemindeyiz. Müzik endüstrisinin 70’lerden günümüze kadar aktif olan ya da birkaç kere geri dönüş yaşayan punk gruplarından beklentileri nostaljik bir sahne şovuyla eski hit parçalarını seslendirdikleri bir performans sergilemeleri. Geleceği düşünüp yeni müzikler üreterek müzik dünyasında nasıl hayatta kalıyorsunuz? Daha önce söylediğim gibi, Wire çağdaş bir grup. Her zaman öyleydi ve öyle olacak. Nostaljiyle hiç ilgilenmiyoruz. Hiç ilgi çekici bulmuyoruz. Eğer bu bizim için tek seçenek olsaydı, hiçbir şekilde yapmazdık. Hayatta yapacak çok daha değişik şeyler var, nostalji gerçekten çok iç karartıcı. Diğer grupların neler yaptığını da çok bilmiyorum, pek ilgimi çekmiyor. Verdiğiniz on yıllık arada neler yaptınız? Sizi bir araya getiren şey ne oldu? Aslında iki tane ara verdik. Biri 70’lerin sonunda, beş yıllık bir araydı. Bir de 90’larda ara verdik. Kişisel sebepler, grup dışındaki insanlar, grup dışındaki durumlar... Bunlarla nasıl başa çıkacağımızı bilmiyorduk. Şimdi artık bu konuda daha iyi olduğumuzu düşünüyorum. Bir grup insan olunca, aile gibi oluyorsunuz, birbirinizle geçinemediğiniz zamanlar oluyor ama birbirinize küsemiyorsunuz, ilişkileri sürdürebilmek için bir yol bulmanız gerekiyor. Bunun üstesinden bir şekilde geldiğimizi düşünüyorum. 2000’de tekrar bir araya gelmemizin en spesifik nedeni Londra’daki prestijli festival Royal Festival Hall’a davet edilişimizdi. Bu deneyim, insanların bize ilgi duyduklarını fark etmemizi sağladı ve yola devam etmemiz için bir işaretti. l SEMA KAYGUSUZ SULTAN ve ŞAİR İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın / [email protected] Metis Yayınları, İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul T 212 2454509 F 212 2454519 E [email protected] W metiskitap.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle