Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 EKİM 2013 / SAYI 1440 3 FUTBOLUN MEHMETÇİĞİ Ne otuz metreden çaktığı voleleri ne de çalımlarıydı onu efsane yapan. Basri Dirimlili adını Fenerbahçe tarihine yazdıran ve ona “Mehmetçik” lakabını hediye eden inanması zor azmi ve takım sevgisiydi. Serhat Kaner, Basri Dayısı’nın hikâyesini kaleme aldı ve Mehmetçik Basri’yi edebiyat alanında da ölümsüz kıldı. T ürk futbolunda efsanelerle kulüplerin otoriteler ve taraftarlar maç skorundan kurumsal kimliklerinin karşı karşıya ziyade Basri’nin kahramanca oyunundan ve geldiği bir dönemdeyiz. Efsaneler fedakârlığından bahsedeceklerdir. Bu maçta sanki camialara ayak bağı oluyormuş gibi bir Basri bir ara kafasına çok ağır bir tekme izlenim alttan alta hissediliyor. Oysa darbesi alıyor. Bir hava topu esnasında kurumsallaşacak bir yapının değerini o gerçekleşiyor olay. Sonra kaşının üzerinden efsanelerden daha iyi kim anlatabilir. oluk gibi kan akmaya başlıyor. Bir ara kenara Fenerbahçe’nin unutulmaz futbolcusu Bari gelip ayak üstü basit bir sargı yapılıyor. Dirimlili de bu isimlerden biri. Namı diğer Basri hemen maça yeniden dahil oluyor. DENİZ Mehmetçik Basri’nin yeğeni ve bir başka Kenardan ısrarla yapılan “Oynayamazsın, ÜLKÜTEKİN Fenerbahçeli futbolcu Ömer Kaner’in oğlu yaran çok büyük” çağrılarına, “Ne olursa Serhat Kaner, Mehmetçik Basri’nin olsun maçı tamamlamalıyım, takımımın hikâyesini kaleme aldı. Biz de bu kendine has hikâyenin bana ihtiyacı var.” diye yanıt veriyor. Maç esnasında satır başlarını Kaner’le konuştuk. yarası iyice büyüyor ve bunu gören arkadaşları daha Mehmetçik Basri’nin Fenerbahçe tarihinde nasıl büyük bir olaya sebebiyet vermemek için Basri’ye bir yeri vardır? pas atmıyorlar. Bunu gören Basri mücadelesine Sevgili dayım Basri Dirimlili hakkında bir kitap yazma hırslanarak devam ederken bir korner oluyor ve düşüncesi çok uzun zamandır vardı. Bir taraftan da Nedim Günar tarafından çok güzel bir orta yapılıyor. ailemin, Fenerbahçe’nin ve Türk futbolunun şerefli Penaltı noktasına doğru gelen topu gören Basri gözü bir ismi ve Fenerbahçeliliğimin babam Ömer Kaner kara bir biçimde koşuyor, defansın arasından başının Kolaj: EYLEM ZOR Serhat Kaner dayısı Mehmetçik Basri’nin kitabını yazarak yıllardır amaçladığı şeyi gerçekleştirdi. Mehmetçik Basri’nin futbol kariyerindeki önemli kilometre taşları nelerdir? Örneğin Almanya’dan gelen bir transfer teklifi var. 1957’de Almanya’dan Blau Weiss takımından 24 bin mark ve aylık maaş olarak 750 Mark tutarında bir teklif gelmişti, ama Fenerbahçelilik Basri için çok önemliydi ve kabul etmemişti o kadar paraya rağmen. Yine Dinamo Moskova takımı 1956’da Mehmet Ali Has ile birlikte, Basri’yi yakın takibe almışlardı. Aynı zamanda gerek Galatasaray, Beşiktaş gerekse Eskişehir’in 50’li dönemlerdeki güçlü ve paralı takımı Esnafspor gibi birçok takımında yüklü paralara rağmen tekliflerini geri çevirmiş. Futbolculuk kariyerinde Fenerbahçe formasıyla üç istanbul, iki Türkiye şampiyonluğu görmüştür... Antrenörlük kariyerinde en büyük başarısını yine 196768 sezonunda 5 kupalı unutulmaz Fenerbahçe başarısı yer almaktadır. Molnar ve diğer antrenör arkadaşı Bego lakaplı efsane futbolcularımızdan Ahmet Erol’la çalışmışlardı bu efsane dönemde. Yine 197475 sezonunda Didi’nin yardımcısıydı Basri, bu sezonda Fenerbahçe şampiyonluğu yaşamıştır. 6 Aralık 1952’de bir kez giydiği Beşiktaş forması ile Yunan takımı A.E.K Ethnikos’a karşı özel maçta yer almıştır. Kıbrıs’ta 1963 yılında Lefke Türkgücü’yle hem futbol sahalarında hem de Rum çeteleriyle çatışmalarda kahramanlığını göstermiş ve hem bir sokağa adı verilmiş hem de Mücahit Basri olarak anılmış. Basri Dirimlili Fenerbahçe teknik heyetlerinde de yer almış. Bu görevlerde kalıcık sağlayamamasının sebepleri nedir? Aslında kalıcı olmuştur diye düşünüyorum. Ama antrenörlük kariyeri boyunca Basri’nin tek isteği Türk futboluna yeni yetenekler kazandırmaktı. Bu yüzden birçok Anadolu takımının başında bulunmuştur. Bir de Fenerbahçe çok büyük bir camia ve büyük camialarında elbette sorunları da mevcuttur, ama Fenerbahçesi onun her şeyiydi. Vefatı bile kulüp çatısı altında, Fenerbahçelilerin kucağında olmuştur. Futboldan uzaklaştıktan sonra Fenerbahçe kulübünün Mehmeçik Basri’ye gerekli ilgi ve alakayı gösterdiğini düşünüyor musunuz? Aslında bu çok önemli bir konu. Malesef bu konuda birçok efsane futbolcumuz mağdur olmuştur. Basri Dirimlili futboldan sonra Fenerbahçe’den hiç kopmadı başka yerlere teknik direktörlük yapmış olsa bile Fenerbahçe Basri için vazgeçilmezdi. Bu diğer efsane futbolcularımız içinde geçerliydi, ama Basri Dirimlili vefatına kadar kulüp için çok önemliydi. Herkes tarafından sevilir, sayılırdı. Dönemin Başkanı Sayın Ali Şen kendisini çok seviyor ve değer veriyordu. Basri’nin cenaze törenini bile çok büyük bir özveriyle gerçekleştirdi. Basri, Fenerbahçe’de futbol sonrası dönemde de hiç yalnız kalmamıştır ve bırakılmamıştır. l denizulk@gmail.com ile birlikte temel bağı olduğundan Mehmetçik Basri Dirimlili’nin yeni nesillerin kitaplıklarında bulunması gerektiğini düşündüm. Aynı şekilde rahmetli İslam Çupi, Basri Dirimlili’nin çok iyi dostuydu. Basri Dayım, İslam Çupi’yi kendi kariyeri ile ilgili bir kitap yazalım teklifinde bulunmuş. Çupi de de bu kitabı yazmaya karar vermiş ama maalesef iki büyük efsanemizin de ömürleri bu kitaba yetmemiş. Mehmetçik Basri’nin Fenerbahçe ve Türk futbolundaki yeri tartışılmaz derecede önemlidir. Bir kere ordumuzun şerefli askerinin ölümsüz ismi “Mehmetçik” adına layık görülmüş ve bu adı şerefiyle taşımış tek futbolcudur. Gerek saygınlığı, sevecenliği, azimli ve mücadeleci futbolu, kişiliği, karakterli duruşu ile Fenerbahçe ve Türk futbolunda çok önemli bir yerdedir Mehmetçik… Basri Dirimlili’nin Mehmetçik lakabını alışı da oldukça ilginiç bir hikâyeye dayanıyor. Biraz bundan da bahseder misiniz? Elbette. 15 Mayıs 1955’te Fenerbahçe ve Galatasaray Atatürk kupasında karşılaşırlar. O dönemki patlamış kaşı tarafıyla uçarak kafa vuruşu yapıyor ve top ağlara gidiyor. Mükemmel bir gol ve muhteşem bir Basri’nin hırs klasiği. Takımının ikinci golünü atmıştı. İşte o kafa golünden sonra yere yığılan Basri kısa bir süre baygınlık geçiriyor. O andan itibarende o zaman ki basın ve taraftar Basri’ye unutulmaz “Mehmetçik” ismini yakıştırıyor. Bu maçtan sonra da Galatasaray’ın galibiyetinden çok Basri’nin kahramanlığı gazetelere baş sayfa olmuştu. Mehmetçik Basri gibi efsaneleri günümüz futbolcularıyla kıyaslarsanız ne söylersiniz? Evet o dönemlerin değerli, ahlaklı futbolcuların hayatlarını da incelemiş oldum. Futbol tarihi üzerine de araştırmalar yapıyorum. Özellikle eski dönemlerde daha çok forma aşkı, amatörce bir ruh ve halkçı bir spor ahlakı ve düzeni vardı. 1978 sonrası dönemlerden günümüze maalesef artık para, hırs ve egoların hâkim olduğu bir futbol anlayışı ortaya çıktı. Bana göre son zamanların eskilere örnek verilecek en önemli Fenerbahçelileri, Gökhan Gönül ve Alex De Souza’dır. A ATAOL BEHRAMOĞLU Ölümüne Aşk kşamüstü eve döndüğümde, henüz tasarladığım bir konu olmasa da bir şeyler yedikten sonra pazar yazım için bilgisayarı açmayı tasarlıyordum… Fakat daha önce zihnimi müzikle azıcık dinlendirmek düşüncesiyle televizyonun Mezzo kanalını açtım ve planlarım altüst oldu. Karşılaştığım müzik, renk, görüntü, tek sözcükle sanat şöleni, ilişmiş olduğum koltuğa beni gerçek anlamıyla çiviledi ve artık kımıldamaksızın, bir şeyler atıştırmayı da yazıyı da unutarak bu şölene dalıp gittim… Böylesine etkilendiğim opera, İtalyan besteci Riccardo Zandonai’nin “Francesca da Rimini”nisi imiş… Doğrusu, bestecinin de izlemekte olduğum operanın adını da yeni öğreniyordum… Televizyonu operanın üçüncü bölümün sanırım yarılarında bir yerde açmış olmalıyım. Güçlü bir müzikle, şiddet ve gerilim dolu sahnelerle süren bu bölüm sona ererek dördüncü ve son bölüm başladı. Bu son bölüm ise izlediğim opera yapıtlarında gördüklerimin diyebilirim ki en tutkulu ve aynı ölçüde de en sade ve inandırıcı aşk sahnelerinden oluşuyordu. Çok etkileyici, duygu dolu bir müzik ve oyunculuk eşliğinde süren bu son bölüm, olayların akışından beklendiği ve tahmin edilebileceği gibi iki sevgilinin öldürülmeleriyle fakat ölürken de birbirlerine tutku dolu sarılışlarından kopmayışlarıyla sona erdi… *** Operanın sonların doğru yazımın konusu da adı da zihnimde belirmişti: Ölümüne Aşk. Mezzo’daki operalarda çoğu kez olduğu gibi aynı zamanda hem “libretto” hem alt yazılar Fransızca olduğundan konuyu anlayıp izlemekte güçlük çekmemiştim… Üç kardeş arasında, birinin eşi olan güzel Francesca’nın paylaşılamayışının öyküsüydü bu… Franceska, izlediğim operada tekerlekli sandalyede gösterilen sakat büyük kardeşin eşiydi. İkinci ve çok yakışıklı kardeşin sevgilisi olmuştu. En küçük, kötü yürekli ve çirkin kardeş bu ilişkiyi biliyordu ve Franceska’ya karşı dayanılmaz bir şehvet duymaktaydı. Aldatılan eş onun ihbar etmesiyle durumu öğrendi ve iki sevgilinin sonu oldu bu… *** İnternette, 13. yüzyılda İtalya’nın Ravenna ve Rimini kentlerinde gerçekten yaşanmış olduğunu öğrendiğim öykünün burada ayrıntıya girmeyeceğimiz aslına ulaştım… Güzel Franceska ve yakışıklı Paolo arasındaki tutkulu sevginin ve trajik sonlarının, 18281924 arasında baş döndürücü sayıda operaya, başkaca müzik ürünlerine (bunlar arasında Çaykovski’nin Senfonik Poema’sı da yer alıyor), birkaç oyuna ve çok sayıda tabloya (İngres’in “Paolo ve Francesca”sı vb.) esin kaynağı olduğunu öğrendim… Rodin’in “Öpücük” adlı yontusunun da bu öyküden esinlenmiş olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım... Çünkü öpüşmek, öyküdeki ve izlediğim operadaki sevgi olgusunun sanki hem görsel yönünü, hem içeriksel özünü oluşturuyordu… (Bizdeki sansürcülerin ve yasakçıların kulakları çınlasın.) *** Ricardo Zandonai’nin (librettosu ünlü İtalyan romancı Gabriele d’Annunzio’nun oyunundan yola çıkılarak yazılan) operası 1914’te “Teatro Regio”da sahnelenmiş. Benim izlediğim, bu operanın, sanırım geçen yıl gerçekleştirilen yeni bir sahnelenişinin belki ilk gösterimiydi. Bizde sahnelenmiş midir diye araştırırken Sevgili Leyla Gencerimizin 1956’da San Francisco Operası’nda Francesca rolüyle sahneye çıkmış olduğu bilgisine ulaştım… Bu bilgi sağanağını, Dante’nin, Cehennem’in beşinci kantosunda, “yazık ki, tatlı düşüncelerin, güzel isteklerin kurbanı olmuş bu yaralı ruhlarla” karşılaşması ve işittiklerinden ötürü duyduğu acıyla “ölü bir beden gibi yere düşmesi” bilgisiyle tamamlamış olalım… Merak eden okur, Rekin Teksoy’un büyük ürünü “İlahi Komedya” çevirisinin ilgili bölümünde, bu karşılaşmanın bütününü okuyabilir… l ataolb@yahoo.com C M Y B